Trieste’den yedi tepeli şehre, iki efsaneyi hatırlarken…

Trieste’den yedi tepeli şehre, iki efsaneyi hatırlarken…

Uzaklardan…

Premier Lig heyecanının tavan yaptığı zamanlarda, uzaklarda futbolun iki efsanesi sessiz sedasız ayrıldı aramızdan. Onca maç yazısı içinde yazmaya fırsat olmadı, gecikmiş olsak da hatırlayalım siyah beyaz zamanların iki efsanesini…

Takvim yaprakları 5 Şubat 1932’yi gösterirken İtalya’nın kuzeybatısında, günümüzde 200 bin nüfusa sahip Trieste şehrinde dünyaya gelmiş. Futbola 1952 senesinde yerel takım Triestina’da başlayıp iki sezon sonra AC Milan’a transfer olmuş. Milan’daki ilk sezonunda sağ bek olarak görev alırken oyun kurmadaki yeteneği ve mükemmel pas kabiliyeti onu ön liberoya taşımış. Takımla çıktığı 412 maçta sadece 5 kez sarı kart görmüş; İtalya gibi futbolun sert oynandığı, yeteneği kısıtlı azman savunmacıların rağbet gördüğü bir coğrafyada oyun stilini en iyi anlatan istatistik… İlk sezonunda kazandığı şampiyonluğu 1957 ve 1959 senelerinde tekrarlarken, 1961 senesinde takımın başına gelen teknik direktör Nereo Rocco ona kaptanlık bandını vermiş. Rocco’nun futbolcuyu Triestina günlerinden tanıdığını, onu ilk kez sahaya süren hoca olduğunu hatırlatalım. 1966’ya kadar süren Milan macerasında 4 Serie A şampiyonluğu yaşamış, 1962-1963 sezonunda günümüzdeki adıyla Şampiyonlar Ligini kazanmış…

Futbolu bu kadar iyi bilen birinin futbol hayatından sonra teknik direktörlüğe merak salması kaçınılmaz. İlk teknik direktörlük deneyimi 1970 senesinde Milan’da Nereo Rocco’nun yardımcılığını yaptığı zamanlarda. 2002 senesine kadar süren teknik direktörlük macerası sevdalısı olduğu takımdan Paraguay’a kadar uzandı, 1972-1973 sezonunda Milan’ın başında Kupa Galipleri Kupasını kaldırdı…

Ama teknik direktörlük kariyerinin en iyi zamanları 1986-1996 arasında İtalya U21 takımını çalıştırdığı zamanlar. Onun döneminde İtalyanlar Avrupa 21 Yaş altı Şampiyonasını üç kez kazandı. Öğrencileri arasında yer alan Fabio Cannavaro, Gianluigi Buffon ve Francesco Totti ışıltılı kariyerlerindeki en önemli kişinin o olduğunu anlatırlar söyleşilerinde…

Nisan ayının başlarında, 84 yaşında aramızdan ayrıldı Cesare Maldini, çizme futbolunun efsanesi. 1968 senesinde dünyaya gelen oğlu da yürümüştü babasının izinden, mükemmel savunmacı savunmanın her iki kanadında oynayabilecek kadar yetenekliydi ve o yeteneği sayesinde 1995 senesinde FIFA’nın sezonun en iyi futbolcusu sıralamasında ikinci sırayı aldı. Tarihte ilk kez bir savunma oyuncusunun o ödüle aday gösterilmiş olması kayda değer…

• • •

Maldini’nin aramızdan ayrıldığı zamanlarda çocukluk yıllarımın bir efsanesi daha göçüp gitti bu fani dünyadan. Şimdi çok eskide kalmış yıllarda, toz toprak arsalarda o güzel oyuna sevdalandığımız zamanlarda adını İstanbulspor’da duyurmuştu Kostas Kasapoğlu… 1936 senesinde Büyükada’da dünyaya gelmiş Rum asıllı efsane. Futbolla tanışması 1954 senesinde Pera Kulübü adıyla, İstanbul’daki Rum azınlıklarının kulübü olarak kurulan Beyoğluspor’da. Sonrasında, 1956-1972 seneleri arasında İstanbulspor’da top koşturmuş. O yıllara yetişememiş olanlar için, kökleri 1926 senesinde kadar uzanan sarı siyahlılar o yılların dişli takımlarındandı. 60’li senelerin ortalarına doğru feri sönmüş niceleri gibi onlar da parasal sıkıntılar nedeniyle 2. kümeye düştü. 1968’de 2. küme şampiyonu olarak bıraktığı yere dönse de, 70’li senelerde çöküşü yaşadılar. 1975’te tarihinde ilk kez 3. kümeye düşüp, 1979’da profesyonel liglere veda ettiler, geride muhtemel onların adını bile bilmeyen, futbolu sadece yedi tepeli şehrin üç takımı olarak bellemiş yeni futbol nesillerini bırakarak. Şimdilerde yokluk ve sefalet içinde yok olup giden niceleri gibi onlar da futbolun görünmez köşelerinde futbola tutunmaya çalışıyorlar, unutulmasınlar…

Futbolcuya dönersek, hayatını anlatan çok fazla bilgi olmamasına rağmen ilk resmi maçına 30 Ekim 1954’te Galatasaray karşısında çıktığı, 1956’da transfer olduğu İstanbulspor’da 15 sezon oynadığı biliniyor. 1972-1973 sezonunu Taksim’de oyuncu-teknik direktör olarak geçirmiş. Kariyeri boyunca kullandığı penaltılardan biri hariç hepsini gole çevirdiği için “Penaltı Kralı” olarak bilinirmiş. 2015 senesinde kaybettiğimiz Lefter’i anlatan şehir efsanelerinde, maçın birinde çektiği şutun Yunanlı kaleciyi komaya soktuğu anlatılır. Eh, abartılı olsa da Lefter’i anlatan şehir efsanesi olur da, yakın arkadaşlarından Kasapoğlu’nun olmaz mı? Kıraathane müdavimlerinin bayılacağı tarzda yazılan bir yazıda okumuştum, futbolculuk kariyeri boyunca kullandığı 501 penaltı atışından 500’nü gol yaparak “Penaltıcılar Kralı” unvanını aldığı anlatılıyordu. 21 sene top koşturmuş bir topçu için sezon başına ortalama 25 penaltı biraz abartılı geldi ama olsun, futbolun içinde böyle gülümseten efsane tadında inanılmaz hikâyeler de var!

Nisan ayının ilk günlerinde yitirdik o güzel oyununun iki eski efsanesini: Cesare Maldini ve Kostas Kasapoğlu. Ve ölümünden kısa süre sonra, 2015-2016 sezonunun sonunda oynanan play-off yarı final maçını Bandırmaspor’a karşı kaybederek 1. Lige terfi hakkını kaybetti İstanbulspor. Yine de üzülmesinler, futbolun içinde kaybetmekte var. Gelecek sezon bir kez daha şampiyonluk için mücadele edecekler, sezon başında oralarda olursam ülke futbolunun parçası haline gelmiş biber gazı riskini de göze alarak tribünlerinde yerimi alırım efsanenin anısına. Yeni sezonda “Formaları için, bizim için, Kasapoğlu için” oynasın sarı siyahlılar. Atacakları tüm goller Kasapoğlu’nun ruhuna gitsin, selam niyetine…

Ziya Adnan
24 Mayıs 2016

Aston Villa: Olmasaydı sonumuz böyle!

Aston Villa: Olmasaydı sonumuz böyle!

Uzaklardan…

Mayıs ayının ilk günlerinde uzaklarda, tarihte ilk kez bir Müslüman, Londra Belediye Başkanı seçildi, topa girmeden önce meseleye bir bakış…

45 yaşında Sadiq Khan, Pakistan kökenli, otobüs şoförü bir babanın oğlu, 1970 senesinin Ekimi’nde Güney Londra’nın Tooting semtinde dünyaya gelmiş, okumuş, avukat olmuş, siyasete atılmış, belediye başkanlığına kadar yükselmiş. Hıristiyan dünyasının kalbinde bir Müslüman olarak… Şimdi sorun kendinize, bizim nevi şahsına münhasır coğrafyada, mesela Ankara’da Hıristiyan kökenli birinin belediye başkanı seçilme şansı nedir? Tek seçenekli cevabı ve hoşgörülü olduğumuz masalını size bırakıp dönelim konumuza…

Birmingham… Başkent Londra’nın kuzeyinde, West Midlands bölgesinde yer alan ülkenin en kalabalık ikinci. büyük şehri, günümüzde beş büyük üniversiteye, Avrupa’nın en yüksek 25 yaş altı genç nüfusuna sahip olmasıyla nam salmış. 1,1 milyon nüfuslu şehrin yüzde 40’ı 25 yaşın altında. İşte o tarihi şehrin günümüzden 141 sene önce, 1874 senesinin Kasımı’nda kurulmuş takımı Aston Villa, nam-ı diğer ”The Villa”, ya da “The Villans”. Yabana atılmasın, bordo mavililer Premier Lig’in kurucu kulüplerinden…

Her ne kadar son sezonlarda sıkıntılı zamanlar geçirmiş olsalar da, geçmişte esip kükremişler Ada futbolunda. 1980-1981 sezonunda kazandıkları Avrupa kupasıyla (günümüzdeki adıyla Şampiyonlar Ligi) o görkemli kupayı kazanan beş İngiliz takımından biri. Köklü tarihinde en fazla kupa kazanan 5. Takım. Yedi sezonda ülke futbolunun en üst liginde şampiyonluk kupasını kaldırmışlar, 1982 senesinin UEFA Süper Kupası süslüyor müzelerini, 7 kez kazandıkları Federasyon Kupalarının yanı başında…

Ama son sezonlarda düşüşe geçti Villa, aslında biraz bizim renktaşları Trabzonspor’u hatırlatıyor onların hazin hikâyesi. İş bilmez yönetimler, verimsiz transferler, kötü sonuçlar derken son 10 sezonda 7 teknik direktörle kesişti yolları ama hiçbiri çare olmadı. 2013-2014 ve 2014-2015 sezonlarında son haftalarda tutundular lige ama bu sezon 1987 senesinden beri ilk kez düşmenin acısını yaşadılar. 38 maçta sadece üç maçta sahadan galip ayrılmışlar, 72 gol görmüşler kalelerinde. 2007-2008 sezonunda sadece 11 puan toplayarak küme düşen Derby County, Premier Lig tarihinin rekorunu kırmıştı; Villa da bu sezon topladığı 17 puanla rekora yaklaştı! Velhasıl neresinden baksan takıma gönül vermişler adına berbat bir hatıra…

•••

Sezonun son maçında Emirates Stadı’nın misafiri Villa, Premier Lig’de oynayacakları son maç, kim bilir ne zaman dönerler bıraktıkları yere, malum Championship’te geçmişine ağıt yakanları düşününce! Son oynadıkları Newcastle maçında aldıkları beraberlik sayesinde kulüp tarihinin en uzun yenilgi serisinden kurtulmuşlar, öncesinde oynadığı 12 maçın tamamında sahadan boynu bükük ayrılmış bordo mavililer. Sezonun ilk deplasmanında aldıkları galibiyetten başka deplasman galibiyetleri yok, 17 maçın 14’ü onlar adına hüsranla sonuçlanmış.

Arsenal’in formda oyuncusu ise Alexis Sanchez, son 7 maçta 6 golü var 17 numaranın. Geçen sezonun son maçında talihsiz biçimde ayağı kırılan Jack Wilshire bu sezon ilk defa ilk on birde. O güneşli Londra gününde Emirates tribünlerinde 60 bin taraftar var. Şampiyonlar Ligine kalabilmesi için tek puana ihtiyacı olan Arsenal hızlı başlıyor maça. Kontraya çabuk çıkan takımlara karşı çift ön libero ile çıkan Wenger bu maçta tek ön libero 34 numara Francis Coquelin’i sürüyor sahaya. Henüz 4. dakikada golü buluyor Topçular. Monreal’in soldan ortasına kafayı vuran Giroud. Özgüven eksikliği kendini gösteriyor deplasman takımında, 9 numaralı forvet Scott Sinclair çok yalnız hücumda.

İlk yarıyı tek golle yenik kapatan Aston Villa daha atak başlıyor ikinci yarıya. Kale arkasını doldurmuş taraftarları şarkılarını söylüyorlar, sahi düşmek dediğin nedir ki! 68’de yerini Elneny’e bırakıyor Wilshire, alkışlar arasında çıkıyor oyundan. Tottenham’ın Newcastle deplasmanında yediği 3. gol haberi coşturuyor tribünleri. 78’de 2. golü Giroud’un ayağından buluyor Arsenal ve 80’de hat-trick yapıyor Fransız golcü. 90’da Arteta Arsenal formasıyla son golünü kaydediyor ve Villa’nın düştüğü sezonda Arsenal ligi 2005’den beri en iyi derecesi 2.’likle bitiriyor…

Villa’dan dem vurduk madem, kulüp tarihinin efsanelerinden İrlandalı stoperi de yâd etmeden geçmeyelim. 1989-1996 arasında Aston Villa savunmasının ortasında geçilmez bir kaleydi 5 numara. 1959 senesinin Aralık ayında İrlandalı bir anne ile Nijeryalı bir babadan dünyaya gelmiş, doğumundan hemen sonra babasını hiç tanımadan başka bir aileyle evlatlık verilmiş. Beş yaşına bastığı zamanlarda kendisini Dublin’in yetimhanelerinde bulmuş, “Küçük Emrah” filmlerini aratmayacak bir çocukluk hikâyesinin kahramanı…

Futbola 1981 senesinde St Patrick’s Athletic takımında başlamış, 1982’de Ron Atkinson’un teknik direktörlüğünü yaptığı Manchester United’a transfer olmuş. 1989 senesine kadar kaldığı takımda 163 maça çıktı ama sıklıkla geçirdiği diz sakatlıkları sorun olmaya başlayınca kulüp erken emekliye ayrılmasını önerdi. Ama o, Kırmızı Şeytanların 100 bin Sterlinlik erken emeklilik teklifini kabul etmedi ve Aston Villa’nın yolunu tuttu. 1989–1996 arasında 252 maça çıktı, iki sezon Lig Kupası şampiyonluğu, iki sezon da lig ikinciliği yaşadı. Hayatını anlatan yazılar, o dönem kulübün izniyle çoğu zaman antrenmanlara çıkmadığını, sahada yer aldığı maçlarda kimi zaman sahaya alkollü çıktığını ama sertliğinin yanı sıra sade futbolu ve liderlik vasıflarıyla öne çıktığını anlatır. Tevekkeli değil o yıllara yetişmiş Villa taraftarlarının gözünde futbolu tanrısıdır Paul McGrath…

Gelecek sezon Championship’te Premier Lig’e dönmeye çalışacak Villa, Ada futbolunun köklü kulübü. Takımı eski günlerine döndürecek bir lider, yeni Paul MacGrath bulmaları dileğiyle. Tez zamanda dönsünler bıraktıkları yere…

Ziya Adnan
17 Mayıs 2016

Tottenham; ligin yükselen yıldızı…

Tottenham; ligin yükselen yıldızı…

Uzaklardan…

Ekşisözlük’te; şerefli ikinciliği, ne birinciliğin kendini beğenmişliğini ne de üçüncülüğün ezikliğini hissettiren derece olarak tanımlamış yazarın biri, muhtemel kıl payı kaçırılmış şampiyonlukları en güzel anlatan. Bu vesileyle hatırlayalım bu sezon Premier Lig’in izlenmesi keyif veren, şampiyonluğa çok yaklaşmış ama kupayı o küçük şehrin büyük takımından kapamamış, şerefli ikinciliğin en güçlü adayı, Kuzey Londra’nın beyazlı takımını…

Günümüzden 133 sene önce, 5 Eylül 1882’de kurulmuş Tottenham Hotspur, Ada futbolunun nam-ı diğer Spurs’u. 1963 senesinde kazandıkları Avrupa Kupa Galipleri Kupası Britanya kulüplerinin kazandığı ilk UEFA Kupası. En son şampiyonlukları benim dünyaya geldiğim zamanlarda, 1960-1961 sezonunda. Maçlarını oynadıkları 36.284 kapasiteli White Hart Lane, 1899 senesinin Eylülünden günümüze takıma ev sahipliği yapmakta. Ama son günlerini yaşıyor nice unutulmaz maçlara ev sahipliği yapmış, ikbali de idbârı da görmüş futbol kokan o eski stat. 2018-2019 sezonundan itibaren 60 bin kapasiteli yeni mabedinde oynayacak maçlarını Spurs. Zamanla tarihe karışmış niceleri gibi bir futbol mabedi daha tarih olacak…

Geçenlerde okumuştum, Premier Lig’in kurulduğu 1992 senesinden günümüze transfer sezonlarında 658 milyon Sterlin harcamışlar, ama elden çıkardıkları topçulardan da 499 milyon sterlin kazanmışlar. Harcamalarında sezon ortalamasına bakıldığına 6,6 milyon Sterlinle 6. sırada. (*Kaynak – http://www.transferleague.co.uk/). 2007 senesinin Mayısında 7 milyon Sterline transfer ettikleri Gareth Bale’i, 2013 senesinde Real Madrid’e 85 milyon Sterline satmaları futbol tarihinin en kârlı alış verişlerinden…

Gelip geçmişlerden dem vurmuşken, takımda görev yapmış teknik direktörleri de unutmayalım. 2007 senesinin Kasımından günümüze, 13 teknik direktörle çalışmışlar, sıralamadaki en iyi dereceyi Harry Redknapp döneminde yaşamışlar. O sezon tarihinde ilk kez Şampiyonlar Liginde oynamaya hak kazanmış takım…

• • •

Bu yazının yazıldığı zamanlarda oynadığı 36 maçta 70 puan topladı Tottenham, şampiyon Leicester City’den sonra en az mağlubiyet yaşamışlar. Ligin en fazla gol atan takımı olmalarıyla birlikte kalelerinde gördükleri gol sayısı da 20 takımın arasında en iyisi. Teknik direktörleri Mauricio Pochettino 44 yaşında, 2001–2003 seneleri arasında Paris Saint-Germain’de stoper olarak top koşturmuş. 2009 senesinde Espanyol takımında başlayan teknik direktörlük macerası 2013-2014 sezonunda Southampton’da devam etmiş. O sezon tarihinin en iyi derecesini yakalamış kırmızı beyazlılar…

Futbol felsefesini çalıştırdığı takımlarda görmek mümkün. Top rakipteyken amansız pres, kazanılan topları dikine oynama isteği, savunma arkasına yapılan koşularla üretilen pozisyonlar. Gençlere inanıyor, Tottenham’ın kadrosunda bulunan hiçbir futbolcunun 30’un üzerinde olmaması tesadüf değil anlayacağınız. Takımın en göze batan ikilisi Harry Kane ve Dele Alli 22 ve 20 yaşında, alt liglerde kiralık oynadıktan sonra dönmüşler takıma. Kane bu sezon kaydettiği 25 golle Premier Lig’in zirvesinde. Delly sezonun en iyi genç futbolcusu ödülünü kazanırken çocukluk yıllarında Liverpool sevdalısı olduğunu, Steven Gerrard’ı örnek aldığını dile getiriyor söyleşilerinde…

Ligin bitimine iki maç kala o güzel cumartesi gününde Tottenham’ın konuğu sezonunun dişli ekiplerinden Southampton. Son maçında Chelsea karşısında kaybettiği iki puanla şampiyonluğu başka bahara kalan ev sahibinin alacağı bir puan onları Premier Lig tarihinin en iyi derecesine taşıyacak. Ama taraftar dediğin kupa ister, o güneşli Londra gününde White Hart Lane Stadı’nı doldurmuşlar hayıflanıyor kaçan şampiyonluğa, üstelik o kadar yaklaşmışken. Tottenham ligde oynadığı son 7 maçı kaybetmemiş, aynı dönemde Southampton’un 6 galibiyeti, 1 beraberliği var…

Maça, 6 maç ceza alan Mousa Dembele’den yoksun çıkıyor ev sahibi, üstelik orta sahanın dinamosu Dele Alli de cezalı bu maçta. 35.748 taraftarın önünde Tottenham beklendiği gibi baskılı başlıyor maça, hücum üçlüsü Eriksen, Lamela ve Kane sezonun en iyi ofansif oyuncuları. 15. dakikada Heung-Min Son’un ayağından golü buluyorlar, golde kaleci Forster’ın hatası büyük. Golden sonra skoru koruma telaşına düşünce topa daha çok sahip olmaya başlıyor misafir takım, orta sahada Wanyama kaptığı toplarda yönlendiriyor Southampton ataklarını. 30. dakikada beraberliği yakalıyorlar. Kaptığı topla üç pasla rakip kalede golü buluyor deplasman takımı, son vuruşu yapan 8 numara Steve Davis. Tiki-taka’yı sevenleri mutlu etmese de, ‘Route One’’ı gerektiği zaman başarıyla uyguluyor deplasman takımı.

İkinci yarıya yine atak başlıyor Tottenham, ama rakip takım iyi kapanıyor. Savunmanın ortasında oynayan Conte hava toplarında çok etkili. 69’da yine hızlı çıkıyor deplasman takımı, sol kanattan Tadic’in getirdiği topu ceza yayının üzerinden köşeye bırakıyor Steve Davis, kaleci Lloris çaresiz. Maçın son dakikalarında Tottenham ablukaya alıyor rakip kaleyi, uzatma dakikalarında Eriksen’in kullandığı serbest vuruş oyuna sonradan giren Chadl’inin önüne düşüyor ama onun vuruşunu kurtarıyor Forster. Maçı deplasmanda 2-1 kazanıyor güneyin temsilcisi…

Bu sonuçtan sonra gelecek sezon UEFA Kupasında oynamaya hak kazanıyor Ronald Koeman’ın talebeleri. Yaşı yetenler hatırlar, 1980 senesinde Groningen’de başlayan kariyerinde öldürücü şutları ile nam salmıştı Hollandalı orta saha, ilerleyen zamanlarda Barça formasıyla dört sezonda La Liga şampiyonluğu yaşadı. Southampton’un başında bulunduğu iki sezonda ligde yenmedikleri takım kalmadı. Bu sezon o küçük şehrin büyük takımının başardığını belki gelecek sezon Southampton başarır, kim bilir…

Ziya Adnan
15 Mayıs 2016

Norwich City, bir düşer bir çıkarız!

Norwich City, bir düşer bir çıkarız!

Uzaklardan…

Geçen hafta yine bu köşede bu sezon Premier Lig’in tozunu atmış o küçük şehrin büyük takımını yazmıştım. O yazının yazıldığı saatlerde henüz matematiksel olarak şampiyon olmadıkları için kutlama fırsatımız olmamıştı. Şimdi kutlayalım, verdikleri keyif için, büyüklerin de geçilebileceğini gösterdikleri için, diğerlerine öncü oldukları, yarattıkları rekabet için. O naif masalı gerçek kıldıkları için. Var olasın Leicester City.

Şampiyonu bir kenara bırakıp, bir sezon daha lige tutunma mücadelesi veren sarılı takımın hal ve gidişine bakalım bu hafta.

Kuruluşu 17 Haziran 1902’ye uzanan sarı-yeşil Norwich City, Ada futbolunda ‘Canaries’ (Kanaryalar) olarak bilinir. Futbolu anlatan yazılarda, 15 ve 16. yüzyıllarda şehir sakinlerinin Karayip denizindeki Hollanda kolonilerinden getirdiği kanaryalara düşkünlüğü nedeniyle şehrin adının bu sevimli kuşlarla anılmaya başladığı anlatılır. Köklü tarihlerinde ilk kez 1971-1972 sezonunu 2. lig şampiyonu olarak bitirip ülkenin en üst ligine terfi etmişler. 1974’e kadar sürmüş saadetleri, o yıl yeniden geldikleri yere dönmüşler. Düşmeler ve çıkmalarla geçen asansör takımlara has zamanlarda 21 sezon ülkenin en üst liginde mücadele etmiş o şirin şehrin mütevazı takımı. Ada futbolunda ‘Yo-yo club’ (asansör takım) olarak nam salmışlar. Asansör takımlardan dem vurmuşken, Chelsea’nin 6 kere düşüp 7 kere döndüğünü, Manchester City’nin 10 kere düşüp 11 kere döndüğünü hatırlatalım. İnanması güç ama Manchester United bile 5 kere düşüp 6 kere geri çıkmış kupalarla dolu tarihinde. Asansör olmak o kadar da kötü değil anlayacağız, yeter ki çıkış düğmesi çalışır olsun! Kanaryalara dönersek, evinde oynadığı her maçında Carrow Road Stadı’nda yankılanan ‘On the Ball City’ tezahüratı dünya futbolunun en eski tezahüratı olarak geçmiş kayıtlara.

Premier Lig’in kurulduğu 1992-1993 sezonunda ligi uzun süre zirvede götürmesine rağmen, son haftalarda tökezleyerek ligi şampiyon Manchester United ve ikinci Aston Villa’nın ardından üçüncü sırada bitirdiler. Bu onların Premier Lig tarihindeki en büyük başarıları. Bir sonraki sezon, tarihinde ilk kez katıldığı UEFA Kupasında Bayern Münih’i deplasmanda 2-1 yenerken, Münih Olimpiyat Stadı’nda kazanan ilk İngiliz takımı olarak tarihe geçti. 2010-2011 sezonunda Premier Lig’e yükselen takım ilk sezonunda ligi 12. sırada tamamlıyor, bir sonraki sezonda bir basamak yükseliyordu. 2013-2014 sezonunun sonunda Fulham ve Cardiff City ile birlikte küme düştüler, ertesi sezon Middlesborough’yu finalde yenerek yeniden bıraktıkları yere döndüler.

• • •

Nisan ayının son gününde Emirates Stadı’nda farklı nedenlerden mutsuz Arsenal karşısına çıkan Kanaryalar mutlak puan peşinde. Geçen haftalarda, kendi evlerinde düşme adaylarından Sunderland’a kaybettikleri maç sıkıntılı zamanların habercisi olmuştu, haliyle bitime 4 maç kala Sunderland ve Newcastle United ile birlikte Premier Lig’e tutunma savaşındalar. Bu maçtan önce Newcastle’ın kendi evinde Crystal Palace’ı devirmesi, Sunderland’ın Stoke deplasmanında kaptığı puan, maçın Norwich City adına önemini daha da artıyor. İnanması güç ama Arsene Wenger’in Arsenal’in başına geçtiği 1996’da 15 yaşındaymış Kanaryaların teknik direktörü Alex Neil. Onun adına düşündürücü olan, takımının Premier Ligin perdelerini açtığı 1992’den beri Emirates Stadı’nda maç kazanamamış olması! Bu statta en son galibiyetlerini 15 Ağustos 1992’de almış takımı…

59.989 taraftarın önünde ilk dakikalarda daha atak misafir takım ama 11’de ağır kalmasa golü bulması işten bile değil Giroud’un. Arsenal’in sorunu da tam da bu zaten, hem savunmada hem hücumda ağır topçular. 12. dakikada tarihe düşecek bir protestoya şahit oluyor Emirates Stadı. 12 yıldır şampiyonluğa hasret kalmış Arsenal taraftarlarının kale arkasını mesken tutmuşları, Arsene Wenger’i protesto ediyor pankartlarla. Bizim üç İstanbul takıında şampiyonluk yaşadıkları halde kovulanları düşününce, 2004’ten beri şampiyonluk görmemiş takımın hocasının görevde olmasına şaşırmamak elde değil!

Arsenal’in bu sezon en büyük sıkıntısı gol yollarında. İlk 4 takım içinde en az golü kaydetmişler, gol karnesi son beş sezonun en kötüsü. Ligi 4. sırada bitirdikleri 2012-2013 sezonunda attıkları gol sayısı bu sezonun bitimine iki kala 16 gol daha fazla. Arsenal adına kurak geçen ilk yarının en tehlikeli atağı 43’te Hoolahan’ın ceza sahasından çıkardığı füzeyle geliyor ama iyi çıkarıyor Cech.

İkinci yarıda takımlar aynı kadrolarla sahada. 50’de Mertesacker’ın yerine Gabriel giriyor oyuna. İlk 10 dakikada yine düşük tempoda ev sahibi. 53’de İwobi’nin yerine giren Welbeck ayağının tozuyla golünü atıyor. Golden sonra bocalıyor Norwich, ileride 19 numaralı Jerome yalnızları oynuyor. Bu dakikaya kadar Arsenal’in topa sahip olma oranı yüzde 71! Son 20 dakikada açılıyor Norwich City, ancak kaybettikleri toplarda Arsenal tehlikeli geliyor. 75’de Mesut’un 30 metreden füzesi gol olsa sezonun golü seçilir muhtemel. 81’de iyi vuruyor Elneny, bu yarıda takımın en dirisi. 88’de çıktığı kontrada son topu iyi kullansa golü bulması işten bile değil ama ah o son toplar! Uzatmanın ilk dakikasında kaçırıyor Norwich ve Arsenal iyi oynamadığı maçı tek golle kazanıyor.

Maçtan sonraki basın toplantısında, Wenger’e geçmiş sezonlara göre bu sezon gol yollarındaki yaşadıkları sıkıntıları hatırlatıyorum. Rakip takımların savunmayı daha geride kurduklarını, bu soruna çözüm bulmakta zorlandıklarını dile getiriyor.

Norwich City’e gelince, geçenlerde futbol sitelerinin birinde görmüştüm, yakın şehrin takımı, ezeli rakip İpswich Town taraftarları sezonun son günü 15 Mayıs’ta İpswich’de bir barda rakiplerinin küme düşmesini bir partiyle kutlayacaklarını duyuruyordu. Bilirsiniz işte, ezeli rekabet meselesinde birinin üzüntüsü diğerinin sevincine vesiledir. 15 Mayıs’ta üzülenleri ve sevinenleri birlikte göreceğiz.

Dipnot: Bu maçtan sonraki maçı evinde Manchester United’a kaybederek kümede kalma şansını mucizelere bıraktı Norwich City…

Ziya Adnan
9 Mayıs 2016

Leicester City: Küçük şehrin büyük takımı…

Leicester City: Küçük şehrin büyük takımı…

Uzaklardan…

Nisan ayının ortaları, günlerden pazar… Başkent Londra’yı ülkenin kuzeyine bağlayan M1 karayolunda… İki şehrin arasındaki mesafe yaklaşık 160 kilometre, iki saatlik bir yolculuk… Sabahın erken saatlerinde henüz uyanmamış Londra, hava soğuk, baharın gelmesine daha çok var buralarda. BBC radyonun o enfes futbol programında anlatılıyor o bahtsız Leicester City taraftarının hikâyesi, dinliyorum. 50 yaşındaymış Tony Skeffington, polis emeklisi olduktan sonra Avustralya’ya yerleşmiş ve geçtiğimiz yıl kansere yakalanmış. En fazla bir ay yaşayabileceğini söylemiş doktorlar ama doğup büyüdüğü şehrin takımı, sevdalısı olduğu Leicester City’nin şampiyonluğa koşması onu hayata bağlamış, direnmiş takımının şampiyonluğunu görebilme adına. Ama yetmemiş ömrü, geçtiğimiz günlerde sezonun bitimine dört maç kala aramızdan ayrılmış. Eşi şu sözlerle anlatıyor hazin hikâyesini: “Bu sezon Vardy’nin her golü onu biraz daha hayata bağladı ama ne yazık ki sezon sonunu göremedi. Ama inanıyorum, Leicester City şampiyonluk kupasını kaldırırsa yukarlardan bir yerlerden mutlaka gülümseyecektir takımına.”

Öğle saatlerine yakın Leicester’deyim. Şehrin girişindeki “Tarihi Leicester şehrine hoş geldiniz” levhası karşılıyor şehrin ziyaretçilerini. East Midlands bölgesinde Soar nehrinin kıyısına kurulmuş, 337 bin nüfuslu, sakinlerinin yüzde 40’nı göçmenlerin oluşturduğu, geçmişte tekstil ve ayakkabı üretimi ile tanınmış, günümüzde iki büyük üniversiteye sahip tarihi şehir. Göçmen nüfusun büyük çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyor. Premier Lig sezonunun bitimine dört kala beş puan önde şehrin mavili takımı, nam-i diğer Tilkiler. O nisan pazarında çiseleyen yağmura aldırmadan stat yollarına düşmüş genci yaşlısı. Onca zaman futbolun görünmez köşelerinde çile çektikten sonra bu sezon ligin zirvesinde takımları, onlarınki Premier Lig tarihinin muhtemel en romantik hikâyesi. Stat yollarında babasının elinden tutmuş, mavilere bürünmüş küçük çocuk soruyor: “Dört maç sonra şampiyon olacağız değil mi baba?”

Yine de temkinli olmak lazım, puanı son saniyelerde kurtardıkları West Ham United maçında gereksiz iki sarı kart sonrası cezalı konuma düşen sezonun en iyisi Vardy’den yoksun çıkıyor ev sahibi takım sahaya. En yakın rakibi Tottenham ile arasında beş puan olsa da puan kaybetmeye gelmez, malum Pochettino’nun takımı önüne geleni ezip geçen silindir temposunda. Gazeteler Leicester City’nin şampiyon olması durumunda bahis şirketlerinin 10 milyon Sterin’ den fazla para kaybedeceğini yazıyor. Yine bu köşede yazmıştım sezon başında Leicester City’nin şampiyonluğuna 5 Sterlin yatıran romantik taraftarın hikâyesini. Takımının şampiyon olması durumunda 25 bin Sterlin (yaklaşık 100 milyon TL) kazanacak Leicester sevdalısı…

Bu sezon ligde 22 gol kaydetmiş Vardy, onun yerinde bu maçta sahada Leonardo Ulloa, 29 yaşındaki Arjantinli. 31.692 taraftarın önünde sahaya çıkan maviler, Swansea City’e karşı evinde oynadığı son 11 maçta hiç kaybetmemiş. Kuğular’ın Leicester City deplasmanında en son galibiyeti 1950 senesinin ekim ayında. Ev sahibinin savunma dörtlüsünde görev yapan Robert Huth, Wes Morgan, Christian Fuchs, Danny Simpson oynadıkları son 16 maçın 11’ınde kalelerinde gol görmemiş…

9. dakikada sezonun en iyilerinden Riyad Mahrez’in ayağından geliyor ev sahibinin golü, King Power Stadı yıkılıyor! “Are you watching Tottenham!” (İzliyor musun Tottenham!) tezahüratı yankılanıyor tribünlerde. Kuşkusuz transfer sezonunun gözdelerinden olacak Mahrez, inanması güç ama dört sezon önce 4. Ligde top koşturuyormuş Cezayir kökenli kanat oyuncusu…

Golden sonra daha atak Swansea City, bilhassa sağdan Ayew ile getirdikleri toplarda tehlikeli oluyorlar. City’de 20 numaralı Okazaki ilk yarıda sahanın her yerinde. Zaten bu sezon onları başarıya taşıyan oyun disiplini. Rakibe göz açtırmıyorlar ve kaptıkları ilk topta direk kaleye yöneliyorlar. 28’de buldukları ikinci gol rahatlatıyor takımı, Drinkwater’in soldan ortasına kafayı vuran Ulloa. İlk yarı 2–0 kapanıyor…

İkinci yarıya iki değişiklikle başlıyor Swansea City, Montero ve Paloschi, oyundan alınan Fer ve Routledge’in yerine sahada. İlk dakikalarda daha atak oynuyorlar ama iyi kapanıp çabuk çıkıyor City. Sezonun en iyi kontraya çıkan takımı 60. dakikada bu becerisini sahneliyor, Ulloa ile durum 3-0. Bu golden sonra abandone olmuş boksör misali sersemliyor beyazlı takım, 84’de dörtlüyor Albrighton… Leicester City 4 Swansea City 0…

Maçtan sonraki basın toplantısında her zamanki mütevazı duruşuyla Tottenham’ın kalan maçlarını kazanacağını, o yüzden puan kaybetmemeleri gerektiğini vurguluyor Claudio Ranieri. Gazetecilerden biri, taraftarların açtığı o gülümseten “Barça’yı getirin karşımıza!” flamasını hatırlatıyor. Gülümsüyor Ranieri alıştığımız edasıyla ve diyor ki: “Bizim adımıza çok iyi tecrübe olur ama çok abartmayın!”

Velhasıl şimdi o küçük şehir bitime üç kala ayakta selamlıyor büyük takımını…

Dipnot: O maçtan bir gün sonra Tottenham kendi sahasında West Bromwich ile berabere kalıp iki puan yitirince Leicester City ile arasındaki puan farkı 7’ye çıktı. Dolayısıyla bu yazının yayımlandığı gün Leicester City ligin bitimine iki hafta kala şampiyonluğunu ilan etmiş olabilir. İzleyelim, görelim…

Ziya Adnan
3 Mayıs 2016

Rangers-Celtic derbisi, kaldığı yerden…

Rangers-Celtic derbisi, kaldığı yerden…

Uzaklardan…

Şimdi çok uzak, berbat bir hatıra gibi görünse de, 2012 senesinin yazında bütçesindeki mali açığı ve vergi borçları nedeniyle küme düşürülmüştü İskoç futbolunun devlerinden, kökleri 1872 senesine kadar uzanan Glasgow Rangers, dünya futbolunun en fazla kupa kazanmış takımı. Ülke futbolunda kazandıkları 54 şampiyonluğun yanında, 1961 ve 1967 senelerinde finalde kaybedip, 1972 senesinde kazanmışlar Kupa Galipleri Kupasını. Onların kaleminin kırıldığı zamanlarda bizim adalet fakiri coğrafyada, o meşhur Kulüpler Birliği toplantısında, “Fenerbahçe’siz bir lig olmaz!” söyleminin akabinde 58. madde bir gecede değiştirilmiş, temizlik amacıyla apar topar göreve getirilmiş çiçeği burnunda TFF’nin “şike yoktur!” kararıyla mesele kapatılmıştı. Kişilerle kulüpleri ayırma komedisinin son perdesinde mutlu olmuştu yayıncı kuruluş, dönmüştük bıraktığımız yerden o kötü filme. Madem adaletten açtık konuyu, bu vesileyle kendi kurdukları kurumun zarar görmemesi için tek celsede bitirilen Ensar Vakfı davasını da hatırlamadan geçmeyelim, tarih yazacaktır!

Futbola dönersek, temizlenmek için tarihi fırsatı kaçırmış ülke futbolu o tarihten sonra paraşütsüz düşüşe devam ederken, uzaklarda, İskoç bayırlarında bir süre çile çekmiş ama gelecek sezon bıraktığı yerden devam edecek, geçtiğimiz günlerde kupa yarı finalinde ezeli düşmanı elemiş İskoç devini hatırlayalım bu hafta…

• • •

2012-2013 sezonuna ülke futbolunun 4. Liginde başlamıştı mavi beyazlılar. Ibrox Stadı’nda, East Stirlingshire’a karşı oynadıkları ilk maçlarını 49.118 taraftar izlemiş, alt liglerde o gün kadar görülmemiş taraftar rekoru. O sezon evindeki maçlarda 45.750 taraftar ortalaması yakalarken, İskoç bayırlarında çıktığı deplasmanlarda birkaç bin taraftar önünde oynuyordu. Mesela, taraftar rekorunun kırıldığı Annan deplasmanında 2.517 taraftar yer almış tribünlerde. Sezonun sonunda en yakın rakibine 24 puan fark atarak şampiyon oldular…

Bir sonraki sezonda oynadıkları 33 maçta yenilgi almadan 102 puanla ipi göğüslediler. O sezon Ibrox Stadı’ndaki taraftar ortalaması 42.938… 2014-2015 sezonunda Champonship’i üçüncü sırada bitirirken iki maç üzerinden oynanan play-off’u Motherwell karşısında 6-1 kaybediyorlardı. O sezon kulübün eski futbolcusu Ally McCoist görevinden istifa ediyor, gidişattan hoşnutsuz taraftar hafiften küsüyordu. O sezonun Ibrox ortalaması 32.798…

Bu yazının yazıldığı zamanlarda İskoç Premier Ligi’nin bir altında, Championship’te oynadığı 32 maçta topladığı 79 puanla en yakın rakibi Falkirk’e 13 puan fark atarak şampiyon oldu Glasgow Rangers, o coğrafyanın pek sevileni. 2016-2017 sezonunda yeniden İskoç Premier Liginde mücadele edecekler, haliyle futbolun en büyük derbilerinden “Old Firm” kaldığı yerden devam edecek. Kaderin cilvesi, şampiyonluklarını ilan ettikleri zamanlarda, güzel bir nisan gününde, onca zamandan sonra İskoçya Kupası yarı final maçında 50.069 taraftarın önünde karşı karşıya geldi iki takım. Maçtan önce maçın oynanacağı Hampden Park Stadı civarındaki sokakların kaldırım taşlarını mavi beyaz boyamış Rangers taraftarları, eh Celtic taraftarı da boş durur mu, onlar da boyayı fırçayı kapıp maviyi yeşile döndürmüş!

İlk dakikalardan itibaren mavili takım, Celtic kalesini ablukaya aldı ve Kenny Miller’in 16. dakikada attığı golle 1-0 öne geçti. Celtic’in yedek kulübesinde bizim coğrafyada da top koşturmuş Kazim-Richards ile birlikte sadece dört futbolcu yer alıyordu.

İkinci yarıya daha istekli başlayan deplasman takımı Sviatchenko’nun 50. dakikada attığı golle beraberliği yakalıyor, normal süresi beraberlikle biten maçı uzatmalara taşıyordu. Rangers topla yüzde 61’lik oynama oranıyla maçın büyük bölümünde üstünlük sağlıyor, uzatmalar sonunda 2-2 biten maçı seri penaltılar sonucu 5-4 kazanıyordu. Uzatmalarda takımının beraberlik golünü kaydeden Tom Rogic’in seri penaltılarda kaçırdığı penaltı sonucu belirledi. Finalde Hibs ile karşılaşacak Rangers ve ülke futbolunun tarihinde ilk kez en üst ligden bir takım finalde yer almayacak…

Rangers’dan dem vurup ezeli düşman Celtic’i hatırlamamak olmaz elbet. Futbolun büyük derbilerinin altında mezhep ayrılığının yarattığı nefret yatar. Celtic Katoliklerin, Rangers ise Protestanların takımıdır ve birbirlerinden ölesiye nefret ederler. Rangers’ın düşüşünden sonra ligde rakipsiz kalan yeşil beyazlılar arka arkaya üç sezonda şampiyonluk yaşadılar. İskoç Ligi de, bizim “Kurşunlu” Süper Ligimiz gibi rekabetsizlikle lanetli anlayacağınız!

Her ne kadar Rangers’ın düşürüldüğü zamanlarda Celtic tribünlerinde “You will not be missed” (Özlenmeyeceksiniz!) pankartları açılmış olsa da, Victor Wanyama, Gary Hooper ve Fraser Forster gibi önemli futbolcularını satmak zorunda kaldılar. 2015-2016 sezonunda Celtic Park Stadı’nda yakaladıkları taraftar ortalaması 44.432, sezon başında 27 bin kombine bilet satmışlar. O sezon bir alt ligde mücadele eden Rangers’ın kombine biletli taraftarı 34 bin!

Velhasıl, Celtic’in Avrupa Kupalarında son sezonlarda aldığı başarısız sonuçları masaya yatıran TalkSport’un konu üzerindeki kelamı gerçek oldu, iki köklü kulüp adına da hayırlara vesile olsun…

“The only thing Celtic need this season is for Rangers to get promoted!” (Celtic’in bu sezon ihtiyaç duyduğu yegâne şey Rangers’ın Premier Lig’e terfi etmesi!)

Ziya Adnan
26 Nisan 2016

OldFirm

Manchester United, roller değişirken…

Manchester United, roller değişirken…

Uzaklardan…

Premier Lig’in futbolseverle tanıştığı 1992-1993 sezonunu şampiyon olarak kapatmıştı Kırmızı Şeytanlar. Bu, onların 1967 senesinden beri kazandığı ilk şampiyonluktu. Gerisi malumunuz, Alex Ferguson yılları, kazanılmış onca kupa, 1986-2013 arasında yaşanmış 13 şampiyonluk, 5 Federasyon, 4 Lig Kupası, iki Şampiyonlar Ligi… Boşuna ‘Sir’ unvanı vermemişler al yanaklı futbol adamına…

United’ın 1992-1993 sezonunun sonunda şampiyonluk kupasını kaldırdığı zamanlarda, bir alt ligi 6. sırada bitirmişti Leicester City. O sezon sonunda Wembley Stadı’nda oynanan play-off finalini 4-3 kaybederek Premier Lig’e yükselme fırsatını kaçırdı. Sonrası inişli çıkışlı sezonlar… 1957 senesinden 1969’a kadar ülke futbolunun en üst liginde mücadele etmiş, sonrası asansör takımları anlatan zamanlar, ta ki bu sezona kadar…

United’a gelince, 2013 senesinin Mayıs ayında Alex Ferguson sezon sonunda ayrılacağını, teknik direktörlük görevini kısıtlı bütçesine rağmen Everton’da iyi işler başarmış David Moyes’a bırakacağını açıklıyordu. Ama işler beklendiği gibi gitmedi, alınan kötü sonuçlardan sonra sezonu bitiremeden kovuldu İskoç teknik direktör. Yerini yardımcısı, takımın emektarı Ryan Giggs’e bıraktı ama ne fayda! O sezon Kırmızı Şeytanlar ligi 7. sırada bitiriyor, takım 1990 senesinden beri ilk kez Avrupa Kupalarına katılma şansını kazanamıyordu…

2014 senesinin Mayıs ayında kulüp Louis van Gaal ile üç senelik sözleşme imzaladı. Sezon sonunda ligi şampiyon Chelsea’nin 17 puan gerisinde 4. sırada bitirdiler. Yegane teselli Şampiyonlar Ligi olmuştu ama gruplardan çıkmayı bile başaramadan elenip gittiler. O sezonun ortalarında ligin dibine demir atmış Leicester City baharın gelmesine yakın uyandı ve yakaladığı müthiş çıkışla ligi 14. sırada tamamladı.

• • •

manchester-united-roller-degisirken-129299-1.Ve kim bilebilirdi ki, ligin bitimine 5 maç kala zirvedeki Leicester City’nin geçmişte yanına bile yaklaşamadığı Ada futbolunun devine 16 puan fark atacağını. Roller değişmiş, birinin yükselişi diğerinin düşüşüne denk gelmişti. Baharın habercisi o nisan pazarında, Kuzey Londra’nın White Hart Lane Stadı’nda 35.761 taraftarın önünde sahaya çıktığında hedefi dördüncülüğü yakalayabilmekti Kırmızı Şeytanların. Oysa Ferguson yıllarında ikincilik bile başarısızlık sayılırdı! Ev sahibi Tottenham’a gelince, teknik direktörlük kariyerine 2009 senesinde Espanyol’da başlamış Mauricio Pochettino liderliğinde 1961 senesinden beri hasret kaldığı şampiyonluğu kovalıyor, aradaki puan farkını 10’a çıkarmış o küçük şehrin büyük takımını yakalamaya çalışıyordu…

4-2-3-1 düzeninde sahada yer alan United’ın iki genci Martial ve Rashford sezonun Van Gaal adına en olumlu adımıydı ama ilk yarıda rakip kalede tek tehlike bile yaratamadılar. Orta sahada Fellaini, Mata ve Carrick yaratıcılıktan uzak, hücumda Martial yalnızları oynuyordu. Tottenham’da sol bek Danny Rose’un her fırsatta hücuma katılması, Erik Lamela’nın kaçırdığı net fırsat ilk yarıdan akla kalanlar…

İkinci yarıya daha istekli başladı Tottenham, 2001 senesinden beri 14 maçtır evinde yenemediği rakibini devirmek için bundan iyi zaman olmazdı. Öyle de oldu zaten, 67. dakikada sakatlanan Fosu-Mensah oyundan çıkınca domino taşları gibi yıkıldı kırmızılı takımın savunması, altı dakikada üç gol gördüler kalelerinde, Alli, Alderweireld ve Lamela müthiş goller atıyor, United izliyordu! Yeri gelmişken, maçın en iyisi seçilen Delle Alli’ye de selam çakmadan geçmeyelim. 11 Nisan 1996’da Londra’nın banliyösü Milton Keynes’da dünyaya gelmiş yetenekli 20 numara. Milton Keys Dons’un miniklerinde başlayan kariyerinde, henüz 16 yaşında takımla ilk maçına çıkmış. 2015 senesinin Şubat ayında Tottenham Hotspurs’e 5 milyon Sterlin bedelle transfer olduğunda İngiltere Milli Takımını U17-den 20’ye her yaşında grubunda temsil etmiş ofansif orta saha oyuncusu. Çocukluk yıllarında koyu bir Liverpool taraftarı olduğunu, Steven Gerrard’ın o yıllarda kahramanı olduğunu anlatıyor söyleşilerinde…

Maçtan sonraki basın toplantısında, şimdi çok eskide kalmış zamanların okul müdürünü andıran Louis van Gaal takımının yediği gole kadar fena oynamadığını, ancak golden sonra dağıldığını söylüyordu. Bir gazetecinin, “İki sene önce Tottenham’ın teklifini kabul etmediğinize pişman mısınız?” sorusuna hiddetleniyor, United’ın, Tottenham’dan daha büyük kulüp olduğunu vurguluyordu…

• • •

Ve o maçtan üç gün sonra, bu kez Federasyon Kupası yarı final maçında evinde yenemediği West Ham karşısında 35.100 taraftarın doldurduğu o eski statta son kupa maçına çıkıyordu mutsuz Van Gaal’ın öğrencileri. İki takımın da pozisyon bulmakta zorlandığı, hafta sonunda Arsenal’i üç golle uğurlamış Andy Carroll’un Smalling’in yakın markajından kurtulmayı başaramadığı ilk yarı golsüz kapanıyordu. Upton Park Stadı’nın semalarında, ender görülen gökkuşağının parladığı ikinci yarının başında Marcus Rashford’un enfes golüyle öne geçiyordu United. 67’de Fellaini’nin ikinci golü turu getirdi derken West Ham uyanıyor ama Tomkins’in 70’da kaydettiği gol turu kurtarmaya yetmiyordu. Bu sonuçla 2011 senesinden beri Federasyon Kupasında ilk kez yarı finalde yer alacak o futbol şehrinin takımı. Maç sonu basın toplantısında Rashford’a övgülerini sıraladı Van Gaal. Yeri gelmişken, şubat ayında ilk kez ilk 11’de yer almış 39 numara, bu maça kadar forma giydiği 11 maçta 6 golü var. 18 yaşındaki bir golcü için yabana atılmayacak başlangıç. Premier Lig müdavimleri ilerleyen zamanlarda adını sıkça duyacaktır, yazın bir kenara…

Ziya Adnan
19 Nisan 2016

Upton Park: Tarihi statta son derbi!

Upton Park: Tarihi statta son derbi!

Uzaklardan…

Ülke açık hava tımarhanesine dönmüşken sadece futbol yazmak olmaz elbet, kimselerin önüne yatmadan biz de birkaç kelam edelim. Ülkeyi yönetenler diyorlar ki, tecavüz, çocuk istismarı, taciz AKP’den önce de vardı, AKP başlatmadı. Elbette vardı ve hep olacak ama “bizdensen korkma, her suçu işleyebilir ama ceza almazsın” anlayışını bu iktidar döneminde yaşadık. Hiçbir konuda hesap vermek istememeyi, bırak hesap vermeyi özeleştiriye bile tahammülsüzlüğü… Çünkü her eleştirinin şirazesi çoktan kaymış iktidarlarını sarsacağını düşünüyorlar. O yüzden yayın yasakları, twitter kapatmaları, sosyal medya nefretleri… Zarrab Amerika’da yargılanırken Türkiye’de bürokratlara verdiği 8,5 milyar dolar rüşveti anlatıyor; Times, Guardian, Huffingtonpost çarşaf çarşaf yazıyor ama biz de tık yok! Unutturacaklarını sanıyorlar, saklayarak, konuşturmayarak, korkutarak… Ellerine geçirdikleri medya onca çocuğun cinsel istismarını değil, ana muhalefet partisi liderinin sözlerini gündeme getiriyor. Çünkü yandaş bir vakfa zarar gelsin istemiyorlar. Toplumda yarattıkları ahlaki çöküntüyü saraylarla, duble yollarla örtbas edeceklerini sanıyorlar. Velhasıl bu iktidar bize her fırsatta Platon’un şu sözlerini hatırlatıyor: “Hayatta göreceğiniz iş ne olursa olsun, erdem olmayınca elde edeceğiniz her şeyin, yapacağınız her işin sonunda utanç ve kötülük vardır.”

Neyse, ülkenin iç acıtan hallerini bir kenara bırakıp futbola dönelim…

2014 senesinin yazıydı…

Futbol sezonu henüz açılmış, Passolig garabetinin tribünleri lanetlediği zamanlarda futbol özlemimizi giderme adına Necdet Özkazancı’yla ile birlikte şehrin o eski stadının yollarına düşmüştük. Malum, insan futbol dilencisi olmaya görsün! Otoparklar ve AVM’lerle kafayı fena bozmuş yorgun şehrin o unutulmuş semtinde nicedir kaderine terk edilmiş, şimdilerde dozerleri bekleyen futbol mabedi mor beyaz takıma ev sahipliği yapıyordu. Efsaneye göre yatırın üzerine inşa edildiği için uğursuz sayılırmış. Yakın geçmişte, 37 bin kişilik kapasitesiyle başkentin en büyük stadının giriş merdivenlerinin Çankaya Köşkü’ne taşındığını yazmıştı gazeteler. Oysa hayatın siyah beyaz olduğu zamanlarda, maç günleri babalarının elini tutmuş çocuklar yürürdü maç günleri yollarında… Statların AVM’lere dönüştürüldüğü zamanlarda hatırlayalım yıkımı yakın Cebeci Stadı’ndan çok uzaklarda aynı akıbeti paylaşan o tarihi mabedi…

1895 senesinde, demiryolu işçileri tarafından “Thames Ironworks F.C” adıyla kurulmuş Doğu Londra’nın köklü takımı, 1900 senesinde adını “West Ham United FC” olarak değiştirmiş. 1904 senesinden günümüze kadar takıma ev sahipliği yapmış olan 35.016 kapasiteli Upton Park Stadı, günümüzdeki adıyla Boleyn Ground. Stadı’nın adının hikâyesi ilginç, anlatalım bilgimiz yettiğince. 1533–1536 arasında İngiltere Kraliçesi Anne Boleyn stadın bulunduğu yerde yaşamış. Rivayete göre, kraliçenin hizmetçilerinden biri doğum esnasında ölmüş ama ruhu mekânı terk etmemiş. Hikâyeyi bilenler, konusu açıldığında stadın hayaletli olduğunu dile getirir…

West Ham o statta ilk maçını 1904 senesinin yazında Millwall’a karşı, 10 bin taraftarının önünde oynamış ve o maçı 3-0 kazanmış. 1944 senesinde, Londra’ya bombalar yağdığı zamanlarda sahanın yakınına düşen bir bomba nedeniyle takım maçlarını evinden ırak statlarda oynamak zorunda kalmış. 1970 senesinin Ekim ayında, maçların ayakta izlenebildiği zamanlarda Tottenham Hotspurs’e karşı oynanan maçı 42.322 taraftar izlemiş, ki bu aynı zamanda stat tarihinin rekoru… O zamanlarda güney ve kuzey tribünleri tel örgülerle çevrili olduğundan, futbol âleminde “Chicken Run” (tavuk kümesi) olarak bilinirmiş…

2012 senesinde Londra Olimpiyatlarından sonra yeni stat arayışındaki iki kulüp, Tottenham ve West Ham Olimpiyat Stadı için kıyasıya rekabete girişiyor, stadın Doğu Londra takımına yakın olması nedeniyle kullanım hakları West Ham’a veriliyordu. 2016-2017 sezonunun başından itibaren 99 seneliğine kiraladığı Olimpiyat Stadı’nda oynayacak maçlarını bordo mavililer, eski statları ise yıkım sonrasında yerini pahalı apartmanlara bırakacak. Velhasıl endüstriyel futbolun acımasız çarkında, nice unutulmaz maçlara ev sahipliği yapmış tarihi bir futbol mabedi daha tüm yaşanmışlıklarla birlikte tarih olacak…

Ilık bir bahar gününde, Upton Park’ta son Londra derbisi: West Ham, Arsenal karşısında. Deplasman takımı Arsenal, West Ham ile oynadığı son 10 maçın dokuzunu kazanmış. Giroud, Ramsey, Walcott yedek kulübesinde, yenilerden Elneny ve Iwobi sahada. Maça daha atak başlayan Arsenal ama Dimitri Payet’i unutmamak gerek. Bu sezon Premier Lig’in en iyilerinden 27 numara. 18.dakikada savunmasının arkasına sarkan Mesut golü buluyor. Bu sezon altıncı golü 11 numaranın. 35’te 2-0 öne geçiyor deplasman takımı, Mesut’un müthiş pası Sanchez’in golü. İlk yarının bitimine yakın Andy Caroll’un üç dakikada kaydettiği iki gol görülmeye değer. Sakat ya da cezalı olmadığı zamanlarda ceza sahasında çok etkili 9 numara, bir de gereksiz sarı kartları olmasa!

İkinci yarıya tanıdık bir isimle başlıyor Biliç, belli ki rakibin hava toplarındaki zaafını gözlemlemiş. Emenike sahada. 51’de ‘hat-trick’i tamamlıyor Caroll. Chec’in yokluğu etkiliyor Arsenal savunmasını. Ospina cepheden gelen toplarda iyi ama yan toplarda yetersiz! Bizim topraklardaki taliplilerine duyurulur… Puan kaybına tahammülü olmayan Wenger, Giroud’yu alıyor oyuna ve 70’te beraberliği yakalıyor Arsenal. Son 20 dakikada top iki kalede mekik dokuyor ama başka gol olmayınca altı golün atıldığı son Upton Park derbisinde puanlar kardeş payı! Maçtan sonra Wenger’e bu sonuçtan sonra şampiyonluk şansını soruyorum. “Premier Lig’de her şey mümkün!” diyor kaybedilmiş puanlara hafiften hayıflanarak…

Ziya Adnan
12 Nisan 2016

UptonPark2006

Premier Lig Seyir Defteri: Slaven Bilic, korkusuz…

Premier Lig Seyir Defteri: Slaven Bilic, korkusuz…

Uzaklardan…

Geçenlerde BBC’nin o enfes radyo programına bağlanan Leicester City taraftarlarından biri anlatıyordu. Şehrin ilkokullarından birinde beden eğitimi öğretmeniymiş. Bu sezona kadar okuldaki çocukları United, City, Liverpool, Arsenal, Chelsea formaları ile görmek hiç yadırganmazmış. Ama Leicester City’nin inanılmaz yükselişi çocukları da etkilemiş, mavi forma bu sezon okul üniforması gibi olmuş! O küçük şehrin büyük takımının hikâyesini o kadar sevmiş ki çocuklar, forma satışlarında patlama yaşanmış. Eh, boşuna dememişler, “çocuk ne görürse onunla büyür”, darısı o sevinci hiç yaşamamış şehirlerin başına…

“Tilkiler”in sezon sonunda şampiyonluk kupasını kaldırması temennisiyle onları başka bir yazıya bırakıp, bu sezon Premier Lig’de göze batan futbol adamını anlatalım bu yazıda. Doğu Londra’nın işçi sınıfının takımını köklü tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi’nin eşiğine getirmiş o mütevazı teknik direktörü yâd edelim…

2014/2015 sezonunu ligin 12. sırasında bitirmişti West Ham United, nam-ı diğer “Çekiçler”. O sezon 6 takımla temsil edilen Londra’da küme düşen Queens Park Rangers’dan sonra en az puan toplayan takım olmuştu. Kurulduğu 1895 senesinden beri 15 teknik direktörle çalışmış olan kulüp, 2000’li senelerin başında Harry Redknapp ile başlayan süreçte 6 teknik direktör değiştiriyor ama umduğunu bulamıyordu. Sezon sonunda Sam Allardyce ile yollar ayrılmış, alışılmış arayış başlamıştı…

O tarihlerde uzaklarda…

Bizim futbol fakiri coğrafyada, sezon boyunca kendi evinde oynayamamış, stadı bile olmayan bir takımla koca sezonu evinden ırak geçirmiş futbol adamı gönderiliyordu. İstanbul derbilerini kazanamamış olmasını başarısızlık olarak görüyordu kimileri! Oysa şehirdaşı iki rakibine göre kadro ve bütçe açısından hayli geride olmasına rağmen son haftalara kadar yarışta kalmış, üstelik Avrupa’da hiç de fena sayılmayacak sonuçlar almıştı siyah beyazlı takım, ama bizim topraklarda teknik direktöre bakış ve başarı kıstası malumunuz. Birinciysen her şey, ikinciysen hiç!

Velhasıl 2000 senesinden beri siyah beyazlı takımdan ayrılan 17. teknik direktör olmuştu Slaven Biliç, üstelik yakın geçmişte sekiz gol yedikleri Liverpool’u elediği sezonda. Ama yaşamda olduğu gibi futbolda da birinin kaybı diğerinin kazancı… Haziran başında üç senelik kontrata imza attığında sevinmişti bordo mavili takımın taraftarı. 1996-1997 sezonunda takımın formasını giymişti, pek sevilirdi Doğu Londra’da. Takımın en zor zamanlarında gitmeyi değil kalmayı tercih etmişti…

Sezonun ilk maçında, üstelik zorlu Arsenal deplasmanında Londra derbisini kazanıyor, Chelsea’yi ve City’i kendi evinde deviriyordu. Ligde ve kupada dört kez karşılaştığı Liverpool’u üç maçta alt etmiş, United’a iki maçta da yenilmemişti. The Guardian’da futbol yazıları yazan Jacob Steinberg, “Fearless” (korkusuz) olarak tanımlıyor bu sezon West Ham’ı, sanırım Hırvat teknik direktörün futbol felsefesini en iyi anlatan…

•••

Ve mart ayının ortalarında, geçen sezonun şampiyonu Chelsea’nin Stamford Bridge Stadı’nda, 41.623 taraftarın önünde sahaya çıktığında rakibinin 9 puan önünde 5. sıradaydı Bilic’in öğrencileri. Geçtiğimiz sezon iki maçta da rakibine mağlup olmuştu West Ham ama bu sezon farklıydı. Ligde oynadığı son 16 maçın sadece ikisini kaybetmiş, Michail Antonio, Dimitri Payet, Manuel Lanzini, Emmanuel Emenike, Mark Noble, Enner Valencia’lı kadrosuyla bu sezon evinde kaydettiği gollerden fazlasını deplasmanlarda bulmuştu. 17. dakikada Lanzini’nin sezonun en iyilerinden olmaya aday golüyle öne geçtiklerinde yıkılmıştı deplasman takımının kale arkası tribünü. Yeri gelmişken, ofansif orta sahanın hakkını da vermeden geçmeyelim. River Plate’de top koşturduğu zamanlarda “La Joya” (zümrüt) olarak bilinirmiş 23 yaşındaki Arjantinli. Bilic’in 2015 sezonunda Al Jazira’dan kiraladığı 28 numara sezonun en iyilerinden…

İlk yarının bitimine yakın Cesc Fabregas’ın müthiş frikik golüne engel olamıyor, daha etkili oynadığı devreyi beraberlikle kapatıyordu West Ham. 60’da oyuna giren Andy Carroll topla ilk buluşmasında takımını yeniden öne geçiriyor ama 89’da hakemin Chelsea lehine yarattığı penaltıyla galibiyeti son anda kaçırıyordu. 2-2 biten maçın bitiminde takımın galibiyeti hak ettiğini dile getiriyordu Bilic. Milli takımların hazırlığı için verilen aradan sonraki ilk maçta kendi sahasında Crystal Palace’a puan kaptırdı West Ham, bitime yedi maç kala 4. sıradaki City’nin üç puan arkasında…

Bilic’i hatırladığımız bu yazıda son sözü Chelsea maçında oyundan çıkarken hocası tarafından beklemediği buse ile ödüllendirilen savunma oyuncusu Aaron Cresswell’e bırakalım: “Daha önce hiçbir hocam tarafından öpülmedim! Futbola bu kadar tutkulu ve bir o kadar seven biri için oynamak ben dâhil tüm takıma keyif veriyor.”

Ziya Adnan
5 Nisan 2016

Bir neslin en güzel futbol hikâyesi…

Bir neslin en güzel futbol hikâyesi…

Uzaklardan…

“Doktorlar ya futbolu ya sigarayı bırakmam gerektiğini söylediler, ben de futbolu bıraktım!”

Eduaro Galleano, 1970’li senelerde Brezilyalı bir gazetecinin portakal renkli takımı ‘bilinçli düzensizlik’ olarak tanımladığını anlatır yazılmış en güzel futbol kitabında. Kocaman bir yelpaze misali açılıp kapanan, savunmayı ve hücumu takım halinde yapabilen, bir futbol takımından çok bir orkestrayı hatırlatan Hollanda Milli Takımı “mekanik portakal” olarak bilinirmiş o yıllarda. O yıllara yetişmiş olanlar hatırlar, o orkestranın şefiydi, yetenekleri ile büyüler, futbol zekâsı ile izleyenleri hayran bırakırdı. Günümüzün ‘serbest oyuncu’ görevinin öncülüğü onunla başladı bilinir. Sahada oyun kurucu olarak yer alsa da bitmek bilmeyen enerjisiyle sahanın her yerini keyfince dolaşır, boş alanları kimi zaman akıl dolu, öldürücü bir pasla değerlendirir, kimi zaman önündeki savunma oyuncusunu orada yokmuş gibi geçip müthiş bir vuruşla topu kaleye yollardı. Bu çelimsiz çocuğun inanılmaz top hâkimiyeti vardı, son sürat topla top dripling yaparken, aniden yön değiştirir, isabetli bir vuruşla topu ağlarla buluştururdu

Yeri gelmişken, 70’li yıllarda futbol literatürüne geçmiş adını taşıyan “dönüş hareketi”ni de anlatmadan geçmeyelim. Çizgiye kadar inip, onu kovalayan savunma oyuncusuna sırtını döner, topu saklardı. Sonra vücuduyla solunu gösterirken, sol ayağının topuğuyla topu ters tarafa alır, afallamış rakibin şaşkın bakışları arasında geçer giderdi. Şimdinin futbol nesillerinin klişeleşmiş deyimi, “bakkala göndermeyi” yaratan adamdı 14 numara. Bir futbolcudan çok bir satranç ustasını hatırlatan bu dâhi, kimi zaman kale çizgisini terk etmiş kalecileri 30 metreden aşırtma bir vuruşla avlar, kimi zaman dar alanda üç savunma oyuncusunu geçip topu bahtsız kalecinin uzanamayacağı köşeden bırakırdı. Rakibin zayıf noktalarını keşfeder, sonra o noktalardan bir boksör misali durmaksızın hırpalardı…

•••

25 Nisan 1947’de Amsterdam’da Ajax’ın stadına taş atımlık mesafede dünyaya gelmiş. Henüz 10 yaşında katılmış Ajax’ın miniklerine, o yıllarda hem futbol, hem de baseball oynarmış. 12 yaşındayken, bir kalp krizi sonucu kaybetmiş babasını. Annesi kulübün kantininde çalışıp ailesinin geçimini sağlarmış. 1934-1996 arasında kulübe ev sahipliği yapan 19 bin kapasiteli De Meer Stadı’nda kimi zaman futbolcuların kramponlarını, kimi zaman elinde kürekle sahayı kardan temizler, kale önlerine kum dökermiş. İlk maçına 15 Kasım 1964 tarihinde GVAV takımına karşı çıkmış, takımının tek golünü atmış ama Ajax o maçı 3-1 kaybetmiş. Kötü bir sezon geçirmiş kırmızı beyazlı takım ve ligi 13. sırada bitirmiş. 1965-1966 sezonu takımda yerini perçinlediği zamanlar… O sezon sonunda Ajax şampiyon olurken, oynadığı 23 maçta 25 gol kaydetmiş. O yıllarını anlattığı söyleşisinde futboldan kazandığı ilk parayla kendisine araba aldığını ancak sözleşmesi gereği akşamları evde olması gerektiğinden o arabayı fazla kullanma şansı bulamadığını anlatır. 1973 senesine kadar kaldığı takımda, dokuz sezonda sekiz lig, üç Avrupa şampiyonluğu yaşamış.

1973 yazında, o yılların rekor ücreti 6 milyon Gulden karşılığında Barça’ya transfer olmuş. 1974 senesinin şubat ayında dünyaya gelen oğlunun adını Katalanca’dan esinlenerek Jordi koyması ve o sene ‘Avrupa’da Yılın Futbolcusu’ seçilmesi tarihe düşen notlar. O sezon Katalan takımı 1960’dan beri ilk La Liga şampiyonluğunu kazanırken, Bernabéu Stadı’nda rakibi Real Madrid’i hezimete uğratmış. Barça taraftarları arasındaki ‘El Salvador’ (Kurtarıcı) lakabı o zamanlardan miras…

5-0’lık maçtan New York Times gazetesi, Sarı Fare’nin uzun yıllardır siyasilerin yapamadığını başardığını, 90 dakikanın sonunda Katalan halkını bir araya getirdiğini, Katalan ruhunu canlandırdığını anlatır. Futbol tarihçisi Jimmy Burns’e göre onun yer aldığı takımın futbolcuları kaybedeceklerini düşünmezmiş bile. 1978 senesine kadar kaldığı takımda şu veriler var, 1973-1974 lig şampiyonluğu, 1977–1978 İspanya Kupası, 143 maçta 48 gol…

O yıllara ait anılarında, stadın içinde küçük bir ibadet odası bulunduğunu, maçlardan önce iki takımın da kazanmak için dua ettiğini yazar ve devam eder: “Buna hiç anlam veremezdim. Çünkü maçın sonunda bir takım kazanacaksa, futbolun duayla ne ilgisi olabilir ki!”

30’lu yaşlara bastığında, futbolun sirki olarak bilinen coğrafyada top koşturmuş. 1981 senesinde kısa süreliğine Levante forması giydikten sonra başladığı yere, evine, Ajax’a dönmüş, 1981–1982, 1982–1983 sezonlarında takımına şampiyonluk yaşatmış. Ancak 1982-1983 sezonunun sonunda Ajax’ın kendisine yeni sözleşme önermemesi fena kızdırmış olmalı ki rakip Feyenoord’un saflarına katılmış. “İntikam için” diyor söyleşisinde, “Kimse beni yok sayamaz ve ne zaman ayrılacağıma ben karar veririm!” 30’lu yaşların ortalarına yaklaşmasına rağmen takımının oynadığı bütün maçlarda sahada yerini alırken Feyenoord o sezon Lig şampiyonluğunu ve Hollanda Kupası’nı kazanmış.

•••

1984 senesinde futbolu bıraktığında 37 yaşındaydı kariyerinde üç sezon ‘Ballon d’Or’ kazanmış olan futbol dâhisi. Hayatını anlatan yazılarda; vurdumduymaz, ateist ve sigara bağımlısı olduğu, bazen maçın devre arasında bile sigara içtiği yazılır. Bu durumu soranlara verdiği şu cevap muhtemel onu en iyi anlatan: “Doktorlar sigarayı bırakmazsam futbol oynayamayacağımı söylediler. Ben de futbolu bıraktım!”

Ekim ayının sonlarında akciğer kanserine yakalandığını yazdı gazeteler. Geçen günlerde, 68 yaşında aramızdan ayrıldı Johan Cruyff, çocukluk, gençlik yıllarımızın efsanesi. Tozlu sahalarda top peşinde koştuğumuz zamanlarda onun dönüşünü taklit eder, onun gibi oynamaya çalışırdık. Onunla büyümüş nesillere o güzel oyunu sevdiren adamdı, o yılların en güzel futbol hikâyesi, sarı fare… Teşvik etmiş olmak istemem tabii ama ola ki sigara alışkanlığınız varsa, şerefine yakın bir tane ruhuna selam niyetine ve meşrebinize göre bir dua yollayın anısına…

Ziya Adnan
29 Mart 2016

JohanCruyff