Premier Lig Seyir Defteri; Pep Guardiola günleri…

Premier Lig Seyir Defteri; Pep Guardiola günleri…

Uzaklardan…

Pep Guardiola… Top koşturduğu 1990-2001 yılları arasında altı, teknik direktörlük zamanlarında üç La Liga şampiyonluğu yaşamış Barça efsanesi… Takıma veda ettiği günlerde, bu ayrılığın nedenini soranlara şöyle demiş: “Kulüpten ayrılmamın tek nedeni mükemmel oynamamızdı. Kazanmadık hiçbir kupa bırakmadık ve haliyle kulüpte yapabileceğim yeni bir şey de kalmamıştı. Kariyerimde yeni macera istedim.”

Futbolu bıraktıktan sonra 2007-2008 sezonunda Barça’nın B takımını, 2008 senesinde Frank Rijkaard’ın kulüpten ayrılmasından sonra ‘A’ takımını çalıştırmış. Sonrası kupalarla geçen zamanlar… Teknik direktörlük macerasının ilk dört senesinde 14 kupa kazanan bu kupa canavarının, ayrıca 2013-2016 arasında Bayern Münih’in başındayken kazandığı üç Bundesliga şampiyonluğu bulunuyor.

Futbol felsefesi savunmayı önde kurup, sahanın her yerinde pres yaparak topu kazanmak ve topa mümkün olduğunca çok sahip olmak. 2014 senesinde “The Telegraph”a verdiği söyleşisinde, “tiki-taka”dan nefret ettiğini, sadece pas yapmanın sıkıcı olduğunu, her pasın neticeye etki edecek bir amacı olması gerektiğini vurguluyor. Kalecisinin bile oyun kurucu olmasını istiyor, sezon başında yeni takımı Manchester City’de kaleci Joe Hart’a ilk söylediği, topa gelişigüzel vurmaması, pas yeteneğini geliştirmesi gerektiği olmuş. Beklentiyi karşılamadığından olsa gerek, transfer döneminde Torino’ya kiralamış 1.96’lık kaleciyi. Farklı dizilişleri denemekten hiç çekinmiyor, mesela 2011-2012 sezonunda takımı 3-4-3 sistemi ile oynatırken, orta sahada Cesc Fabregas’ı ofansif rolde, Sergio Busquets’i savunmanın önünde kullanmış.Samuel Eto’o’nun takımda forma giydigi zamanlarda onu forvette oynatırken, Messi’ye sağ kanatta görev vermiş. Eto’o’nun takımdan ayrılmasından sonra Messi’yi forvet arkasında kullanmaya başlamış. “Barça’da onun öğrencisiyken ondan çok şey öğrendim” diyor Lionnel Messi ve devam ediyor: “Bugün bulunduğum yeri onun öğrettiklerine borçluyum.”

Takımı maçlardan önce motive etmek için maçtan önce bir dağcının zorlu bir zirveye tırmanışını izlettirdiği de olmuş. Bir Manchester City zaferi sonrası kendisine, “Bu sezon dört kupayı kazanacak mısınız?” diye soran gazeteciye, “Has**tir, tarihinde bir kez bile Şampiyonlar Ligi’ni kazanamamış takıma çok iyi hoca olduğum için bu kupayı kazandıracağımı mı düşünüyorsunuz!” demişliği de var.

Yardımcıları arasında birinin yeri ayrı, onu da anlatalım yeri gelmişken. Manuel Estiarte kariyerinde hiç profesyonel futbol oynamamış, onun uzmanlık alanı su topu. Altı kez ülkesini bu spor dalında temsil etmiş, iki kez altın madalya kazanmış, “su topunun Maradona’sı” namıyla ün salmış efsane sporcu. Guardiola’nın Barça ve Bayern günlerinde hep yanındaymış. Antrenman tekniklerini çok iyi bildiği ve futbolcular arasında çok saygı gördüğü, sevildiği anlatılır…

Bu sezon Premier Lig’de oynadığı ilk beş maçı kayıpsız tamamladı Guardiola’nın mavili takımı, oynadığı maçlarda 15 gol kaydedip kalesinde sadece dört gol görerek. Yeni serüveninde öğrendiği ilk şey, hakem evinize gidebilirsiniz demeden maçın bitmediği gerçeği olmuş. Dünyanın en zor ligi olarak tanımlıyor Premier Lig’i…

Eylül ayının son günlerinde lig lideri City, Swansea City deplasmanında. Takımın golcüsü Sergio Aguero üç maçlık cezasının ardından yeniden sahada. Ada futbolunun günümüzdeki en önemli golcüsünün bu sezon oynadığı beş maçta dokuz golü var. Ev sahibi takımın kanat oyuncusu Nathan Dyer sakatlığı nedeniyle kasıma kadar forma giyemeyecek. İki takımın ligde karşılaştıkları son 8 maçın altısını kazanmış City, iki maç berabere bitmiş. Kuğular’ın son dört lig maçında galibiyetleri bulunmuyor, bu sezon oynadıkları beş lig maçının ilk yarılarında gol kaydedememişler.

Guardiola’nın öğrencileri henüz 8. dakikada buluyor ilk golü, Bacary Sagna’nın pasını zor açıdan kaleye gönderiyor takımın gol makinesi Sergio Aguero. 13. dakikada beraberliği yakalıyor Swansea; Llorente, Sigurdsson’un pasına mükemmel vuruyor. 31’de sarı kart görüyor Sagna, bu dakikalarda sahanın en iyisi Kevin De Bruyne. 25 yaşındaki Belçikalı Premier Lig’de yıldızı en çok parlayanlardan. İlk yarı karşılıklı gollerle kapanıyor…

İkinci yarıya gol arayarak başlıyor City. 64’de Hoorn ceza sahası içinde De Bruyne’ı indiriyor, penaltıyı kaçırmıyor Aguero, 1-2. Golden sonra Fernando, İlkay Gündoğan’ın yerine sahada. 77’de kontraya hızlı çıkıyor City, Raheem Sterling sol köşeye bırakıyor topu. Kevin De Bruyne’ın golde payı büyük. 20.786 taraftarın önünde City altıncı maçını da kazanırken maçın adamı Aguero’yu alkışlıyor deplasman tribününü dolduran City taraftarları. City’nin üç puan serisi devam ediyor…

Ziya Adnan
27 Eylül 2016

Stamford Bridge; Matthew Harding’in hikâyesi…

Stamford Bridge; Matthew Harding’in hikâyesi…

Uzaklardan…

Geçen hafta Avrupa arenalarında oynanan maçlarda, Manchester derbisinde 75.272, Schalke 04 – Bayern Münih maçında 62.271 taraftar. Dönüyorum bizim Kurşunlu Süper Lig’e, dokuz maçtaki toplam taraftar sayısı 73.752… Türk futbolunun en önemli sorunu budur kanımca, ülkenin dört bir yanına stat yapsan ne yazar, o statları dolduramadıktan sonra…

Bizim futbol fakiri coğrafyadaki boş statlar meselesini başka bir yazıya bırakıp, futbolun keyif verdiği, maç günleri taraftarların statlara akın ettiği topraklara bakalım…

Yaz güneşinin yerini güz mevsimine bırakmaya başladığı zamanlarda, bir cuma akşamı maçında Chelsea’nin Stamford Bridge Stadı… 1877 senesinden beri Batı Londra’nın zenginler kulübüne ev sahipliği yapıyor 41.663 kapasiteli o tarihi futbol mabedi, Premier Lig’in en büyük 8. stadı. Henüz çalışmalara başlanmamış olsa da, yakın gelecekte stadın kapasitesi 60 bine yükseltilecek. 70’li senelerde Steve McQueen ve o zamanların güzel aktrisi Raquel Welch de tribünlerin müdavimleri arasındaymış. Ada futbolundaki holiganizm illetinin futbol sahalarını kana buladığı 80’li yıllarda, o zamanların sevimsiz başkanı Ken Bates, taraftarların sahaya girmesini engellemek için sahayla tribünlerin arasını elektrikli tellerle çevirmiş, ancak federasyonun itirazı sonucu hiç kullanılmadan kaldırılmış bu teller. Sonraları bu fikrin ilham kaynağının eskilerde sahip olduğu sığır çiftliklerinden geldiğini söylemiş dahi (!) başkan. Eh, taraftara bakış açısı bu olunca pek sevilmemiş olmasına da şaşırmamak gerek. Stattaki bir tribünün adı 1996 senesinin Ekiminde, bir helikopter kazasında hayatını kaybetmiş olan kulüp yöneticilerinden Matthew Harding’in adını taşıyor. Bu vesileyle ölümünün 20. senesinde yâd edelim Chelsea sevdalısını…

***

26 Eylül 1953 tarihinde West Sussex bölgesinde dünyaya gelmiş. 70’li senelerde sigortacı olarak başladığı Benfield, Lovick & Rees şirketinde kısa sürede yükselerek iş dünyasında sivrilmiş. 1980 senesine gelindiğinde şirketin büyük ortaklarından biri olarak İngiltere’nin en zengin yüz iş adamı arasında yer alıyormuş. 1994 senesinde başkan Bates’in ısrarı sonucu çocukluğundan beri sevdalısı olduğu Chelsea’nin yönetim kuruluna kulübe 26,5 milyon Sterlin hibe ederek katılmış. Ancak ilerleyen zamanlarda Bates ile ters düşünce kulübün yönetim kurulundan ihraç edilmiş…

O yıllarda kendisi gibi Chelsea sevdalısı arkadaşlarıyla deplasmanlara arabası ile giderlermiş. Zaman içinde araba yerine helikopter kullanmaya karar vermişler, ancak Bolton Wanderers deplasmanı dönüşünde helikopterin elektrik tellerine takılması sonucunda iki arkadaşıyla birlikte hayatını kaybetmiş. Bates, Harding’in ölümünden sonra bile husumetini sürdürürken, onun başkanlığı bırakmasından sonra kulüp yönetimi stadın bir tribününe Harding’in adını vermiş…

***

Cuma akşamı oynanan maçta, geçen sezonunun hüsran takımları o eski futbol mabedinde karşı karşıya. Zaman içinde nasıla da değişmiş her şey. 80’li senelerde biri Ada futbolunda esip kükrerken, diğeri asansör takım görüntüsünde düşmeler ve çıkmalarla geçen zamanları yaşardı…

Bu sezon Premier Lig’de oynadığı ilk dört maçta 10 puan toplamış Conte’nin takımı, yenilgisi yok. Takımın en göze batanı dört maçta dört golü bulunan Diego Costa. Bir de agresifliği yüzünden gördüğü gereksiz kartlar olmasa! Liverpool ise ofansta iyi, savunmada kötü. Dört maçta 9 gol atıp 7 gol yemişler. 2016 senesinde oynadıkları lig maçlarında 50 gol kaydetmişler. Geçen sezon bu statta 3-1 kazanmış deplasman takımı. Chelsea evinde Liverpool’a karşı oynadığı son dokuz maçın sadece ikini kazanabilmiş. Teknik direktör Antonio Conte çalıştırdığı takımlarda 2013 senesinin Ocak ayından beri evinde yenilmemiş; evinde aldığı en son mağlubiyet Juventus’un başında olduğu zamanlarda Sampdoria karşısında.

Ev sahibi Chelsea savunmada sakatlığı bulunan Terry’nin yerine David Luiz ile başlıyor maça. İlk dakikalarda topa daha çok sahip olan Liverpool… Sturridge, Wijnaldum, Coutinho çok hareketli bu dakikalarda. 17. dakikada golü buluyor kırmızılı takım, Coutinho’nun ortasına arka direkte rahat vuruyor Dejan Lovren: 1-0. Liverpool formasıyla bu onun ligdeki ilk golü. Chelsea savunması duran toplarda Terry’nin yokluğunu hissediyor. Golden sonra savunmasını kalesine daha yakını oynatıyor Chelsea, Liverpool ikinci gol için saldırıyor. 36’da Jordan Henderson ceza sahasının dışından mükemmel vuruyor, kaleci Courtois çaresiz izliyor doksana giden topu. 2-0. İlk yarı Liverpool’un üstünlüğü ile tamamlanıyor.

İkinci yarıya istekli başlıyor Chelsea. Liverpool’da 58’de sakatlanan Sturridge’in yerine Origi sahada. Liverpool’un golcüsü son başladığı son 12 deplasman maçından sadece dördünde 90 dakika sahada kalabilmiş. 61’de Nemanja Matic, Hazard’ın pasıyla soldan hareketleniyor ve ceza sahasında bekleyen Costa’ya mükemmel çıkartıyor topu, Costa da nefis tamamlıyor: 1-2. 80’de Origi’nin kafa vuruşunu mükemmel çıkartıyor Courtois. 83’de üç oyuncu değiştiriyor ev sahibi: Willian, Matic ve Oscar’ın yerine Moses, Fabregas ve Pedro sahada. Ancak Conte’nin hamlesi sonucu değiştirmiyor ve Jurgen Klopp’un öğrencileri bir kez daha kazanıyor Stamford Bridge Stadı’nda. Chelsea ligdeki ilk yenilgisini alırken Liverpool’un yükselişi sürüyor…

Dipnot: Tarık Akan gençlik yıllarımızın neşesi, sevgisi, romantizmi, güzelliğiydi. Bizim neslin kızlarının ilk aşkı, gülen gözlü Ferit’iydi. Şimdi biraz daha eksildik, mekânı cennet olsun…

Ziya Adnan
20 Eylül 2016

Premier Lig’den Süper Lig’e; kaderi benzer takımlar…

Premier Lig’den Süper Lig’e; kaderi benzer takımlar…

Uzaklardan…

1 Kasım 1912’de kurulmuş Karşıyaka Spor Kulübü, bu sene 104. yılını kutlayacak. 1958 senesinden 1995-1996 sezonuna kadar ülke futbolunun en üst liginde kimi zaman düşüp, kimi zaman bıraktığı yere dönerek semtin adını futbol âleminde duyurmuşlar. Şimdilerde 2. Lig’de mücadele etmelerine rağmen ezeli puan cetvelinin 21. sırasındalar. Futbol sezonunun açıldığı günlerde, geçen hafta Ankara’nın Ostim Stadı’nda Necdet abi (Necdet Özkazancı) ile birlikte izlediğimiz ligin ilk maçında Bugsaş’ı 1-0 yenerken kalbi Ege’de kalmışlar, sevgiyle alkışlıyordu takımlarını. Ligin ikinci haftasında kendi sahasında oynadığı Tuzlaspor maçını da 2-0 kazandı Karşıyaka. Yeni sezonda yolları açık ve dikensiz olsun. Biz de bu vesileyle hatırlayalım eskiyi özleyen kaderi benzer takımları…

1892 senesinde kurulmuş Liverpool FC, Ada futbol tarihinin en başarılı takımı. İlk zamanlarında “Everton Athletic” adını kullandıktan sonra 1892 senesinin Mart ayında kulübün adını Liverpool FC olarak değiştirmişler. İlk sezonunda yerel Lancashire ligini kazanırken İngiltere futbol ligine 1893-1894 sezonunda adım atmışlar. Futbol âleminde nam saldıkları 1970 ve 80’lı senelerde esip kükremişler. O dönemde 11 lig şampiyonluğu ve 7 Avrupa Kupası kazanmışlar. O yıllara yetişmiş futbol sevdalıların gönlünde yer etmiş asla yalnız yürümeyenlerin sevdası…

Köklü tarihlerinde sadece 22 teknik direktörle çalışmışlar. Efsaneleşmiş teknik direktörleri Bill Shankly 2 Eylül 1913 tarihinde İskoçya’nın Glenbuck kasabasında, yoksul bir maden işçisinin oğlu olarak dünyaya gelmiş, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Patrick Thistle’da top koşturmuş, savaş nedeniyle kesintiye uğrayan futbolculuk kariyerini 33 yaşında noktalamış. 1959 senesinin Aralık ayında Liverpool’un başına teknik direktör olarak getirilmiş. 1974 senesinin Temmuzunda sağlık sorunları nedeniyle emekliye ayrıldığında geride kazanılmış üç lig şampiyonluğu, iki Federasyon ve UEFA Kupası bırakmış. Ancak bilinenin aksine, kulüp tarihinin en başarılı teknik direktörü Shankly’nin yardımcılarından Bob Paisley, 1974 senesinden 1983’e kadar dokuz sezonda takımın başında sahaya çıkmış. Onun döneminde altı lig şampiyonluğu, üç Avrupa Kupası ve Süper Kupayı kazanmışlar. Premier Lig’in perdelerini açtığı 1992-1993 sezonuna kadar kazandıkları 18 şampiyonluk kupası o güzel zamanların nişanesi…

Ancak Premier Lig’in hayatımıza girmesiyle düşüşe geçmiş Liverpool FC, geçmişine ağıt yakan şehri gibi eskiyi özler olmuş. 1991 senesinden günümüze kadar dokuz teknik direktörle kesişmiş yolları ama hiçbiri Shankly’nin ruhunu geri getirememiş. Her yeni sezon yeni umutları da beraberinde getirmiş, ummak ve beklemekle geçmiş zamanlar…

***

1966 senesinin Haziran ayında, yerel takımlar İdmangücü, Martıspor ve Karadenizgücü’nün birleşmesiyle kurulmuş Trabzonspor. O yıllardaki renkleri kırmızı beyaz. İlk zamanlarda “Trabzonspor Gençlik Kulübü” olarak bilinirken, resmî kayıtlara “Trabzonspor 1966” olarak geçmiş. 1966 senesinde İkinci Lig Beyaz Grup’ta mücadele etmiş. Yazılanlara göre, günümüzde kullandıkları bordo mavi renklerini İngiltere’nin o senelerdeki başat takımlardan Aston Villa’dan almış. Rivayet o ki, eski kulüp başkanı Şamil Ekinci, İngiltere seyahati dönüşünde kulübe Aston Villa’nın formalarını getirmiş…

Ülke futbolunun en üst liginde ilk kez 1974-1975 sezonunda yer aldı Trabzonspor. 1975-1976 sezonunda, teknik direktörlüğünü Ahmet Suat Özyazıcı’nın yaptığı takım 43 puan toplayarak Fenerbahçe’nin 3 puan önünde şampiyonluğu yakaladı. O sezon ilk kez bir Anadolu takımı, üçlü oligarşiyi yıkarak şampiyonluğu yaşıyordu. O yıllarda kadrosunda tek yabancı bile olmayışı, takımın değişilmezleri kaleci Şenol Güneş, forvet Ali Kemal Denizci, dozer lakaplı savunmacı Cemil Usta, sağ bek Turgay Semercioğlu, defans oyuncusu Hüsnü Özkara’nın Trabzon’da dünyaya gelmiş olması o takımın nicedir yitirdiği ruhu anlatıyor görmesini bilenlere. 1970’li seneleri yaşamışlar hatırlayacaktır, ülke futbolunun fırtınasıydı bordo mavililer. 1980’li senelerin ortalarına kadar fırtına gibi estiği ligde 6 şampiyonluk yaşamıştı. Sonra zaman içinde sahip olduğu ruhu yitirdi, her gelen gideni arattı. 2000 senesinden günümüze 19 teknik direktörle çalışan kulüp ülke futbolunda 4. büyük olarak bilinmesine rağmen en son şampiyonluğunu 1983-1984 sezonunda yaşadı…

Liverpool FC ve Trabzonspor… Biri İngiltere’de, biri Türkiye’de… Bir zamanlar esip kükrerken zaman içinde sahip oldukları şehir ruhunu yitirmiş kaderi benzer takımlar. Bilir misiniz, Avrupa kupalarında 20 Ekim 1979’da karşı karşıya gelmişti iki takım, Trabzonspor ilk maçı Cemil’in penaltıdan attığı golle 1-0 kazanmış, Liverpool’da oynanan rövanş maçını 3-0 kaybederek elenmişti.

***

Ve Premier Lig’de milli maçlar nedeniyle verilen aradan sonra cumartesi günü kendi sahasında geçen sezonun en güzel hikâyesi Leicester City ile karşılaştı Liverpool FC… Anfield Stadı’nda 51.232 taraftarın önünde maça hızlı başladı ev sahibi. 13. dakikada orta sahanın dinamosu James Milner’ın lokum gibi pasını gole çeviriyordu Roberto Firmino. 31’de Daniel Sturridge, Sadio Mane paslaşması ikinci golü getiriyor, transfer döneminde Kante’yi Chelsea’ye kaptıran Leicester City orta sahada onun enerjisini arıyordu. 38’de Lucas’ın dikkatsizce verdiği geri pasını boş kaleye yollayan Vardy’nin golüyle umutlanıyor, ancak Lalana’nın 56’daki golüyle yıkılıyordu. Anfield Stadı’nın büyütülmesi adına yapılan çalışmalar nedeniyle ilk üç maçını evden ırak oynamak zorunda kalmış olan Liverpoool maçın en iyisi Firmino’nun 89’da attığı golle maçı 4-1 kazanırken geçen sezonun şampiyonu bu sezonun dördüncü maçında ikinci yenilgisini alıyordu…

Ziya Adnan
12 Eylül 2016

Premier Lig seyir defteri, Zlatan fırtınası…

Premier Lig seyir defteri, Zlatan fırtınası…

Uzaklardan…

Sir Alex Ferguson ile kazandığı onca kupadan sonra, İskoç teknik direktörün emekliliğe ayrılmasıyla eskiyi özler oldu Manchester United. 2015-2016 sezonunu 5. sırada bitirerek bu sezon Şampiyonlar Ligine katılma fırsatını kaçırdılar. Transfer döneminde 34 yaşındaki ünlü golcüyü saflarına kattıklarında ben dâhil çokları bu transferi, o yaştaki bir topçunun takıma verebileceklerini sorgulamıştı. Ama sanırım fena yanıldık, Premier Lig’de oynadığı ilk üç maçı kazanırken Zlatan İbrahimovic takımını sırtlayan futbolcu oluyordu. Eh, futbolun içinde yanılmak da var. Kırmızı Şeytanlar’ın hal ve gidişine baktığımız bu yazıda hatırlayalım İsveçli golcüyü…

Takvim yaprakları 3 Ekim 1981’I gösterirken İsveç’te dünyaya gelmiş; 1977 senesinde ülkeye Bosna’dan göç eden Bosnalı alkolik bir baba ile Hırvat bir annenin altı çocuğundan biri. Henüz iki yaşındayken ayrılmış annesi ve babası, Malmö’de göçmenlerin yoğunlukta olduğu, yoksulluğu ile namlı Rosengard mahallesinde geçmiş çocukluk yılları. Çevresindekilerin hep yabancı olmasından olsa gerek çocukluk zamanlarında yabancı kalmış doğup büyüdüğü topraklara, ne yaşadığı şehre aşinalığı varmış, ne de ülkedeki televizyon kanallarına…

Futbola altı yaşında, kendisine hediye edilen bir çift kramponun hatırına bölgenin iki takımı Malmö BI ve FBK Balkan miniklerinde başlamış. FBK Balkan’da forma giydiği zamanlarda bir maçta takımının ilk devreyi 4-0 yenik kapattığını, 2. yarının başında oyuna girerek sekiz gol attığını anlatır geçmiş zamanlarda verdiği bir söyleşide. 15 yaşına bastığı zamanlarda okulu ve futbolu bırakıp rıhtım işçiliği yaparak para kazanmak istemiş ama bu fikrinden vazgeçirmiş onu Malmö yıllarındaki hocası…

Malmö’de ilk sözleşmesini 1996 senesinde imzalarken, 1999’da ‘A’ takıma yükselmiş. O yıllarda ülkenin en üst liginde mücadele eden Malmö, onun ilk sezonunda ligi 13. sırada bitirerek küme düşmüş, ancak bir sezon sonra yeniden dönmüş lige. Tarihe düşen not; 1996 senesinin Kasımında Arsenal’de teknik direktörlüğe getirilen Arsene Wenger onu Londra takımına transfer etmek için çok uğraşmış ama başarılı olamamış.

2001 senesinin Mayıs ayında, henüz 19 yaşında 8,7 milyon Euro karşılığında Ajax’a transfer olduğunda ülke basını bu transferi yazıyor, televizyon kanalları onu haber yapıyormuş. O günlerde oğlunu televizyonda gören annesinin telaş içinde onu arayıp, “Oğlum iyi misin, yoksa seni kaçırdılar mı, başın yine belada mı?” diye sorduğu anlatılır. Günümüzde hemen her göçmenin en büyük sıkıntısı, tıpkı o anne gibi yaşadığı ülkenin diline yabancı olması…

Ancak Ajax’ta geçirdiği ilk zamanlarında, kadronun en az ücret alan futbolcusu olarak kiralık bir evde kötü koşullarda yaşıyor olması motivasyon açısından zorlamış futbolcuyu. Malum, yeni bir şehirde yeni bir hayata alışmaya çalışmak, evinden ırak düşen her genç futbolcunun sorunu. İçine düştüğü sıkıntıyı çözmenin en iyi yolunun kendisine bir menajer edinme olduğunu düşündüğü zamanlarda karşısına, sonraları en iyi dostu olacak Mino Raiola çıkmış. Hukuk okuduğu yıllarda garsonluk yapan, İtalyan-Alman karışımı, kısa boylu, şişman adam günümüzde Monaco’da yaşıyor ve Avrupa liglerinde top koşturan 20’den fazla futbolcunun menajeri.

2001 senesinden 2004’e kadar formasını giydiği Ajax’ta 74 maçta 35 golü var. 2004 senesinin Ağustos ayında Hollanda karşısında oynanan milli maçta takım arkadaşı Rafael van der Vaart’ı kasıtlı sakatladığı gerekçesiyle kulübü tarafından satış listesine konulmuş. 16 milyon Euro karşılığında transfer olduğu Juventus’ta o dönem sakalığı nedeniyle forma giyemeyen David Trezeguet’in yerine ilk on birde sahaya çıkarken ilk sezonunda 16 gol atmış. 2006 senesine kadar kaldığı Juventus’ta 70 maçta 23 golü bulunuyor. Bir sonraki durağı Inter Milan’da Roberto Mancini’nin öğrencisi, ilk sezonunda takımın en fazla gol atan futbolcusu olmuş. Inter onun ilk sezonunda 17 seneden sonra ilk şampiyonluğunu kazanmış. 2008 senesinin yazında, Mancini’nin yerine teknik direktörlüğe getirilen Jose Mourinho futbolcunun kariyerindeki en önemli hocalarından…

Bu sezon Manchester United formasıyla ilk üç maçta kaydettiği dört golle takımının generaliydi müthiş golcü. Milli maçlar nedeniyle verilen aradan önce oynanan son maçta, Hull City deplasmanında 24,560 taraftarın önünde yine çok etkili başladı maça. İlk devrede rakip ceza sahasında kazandığı hava toplarını Martial ve Rooney gole çevirse muhtemel farka giderdi takımı. Ev sahibi takımın en iyisi savunmasındaki Curtis Davies, 2003 senesinde Luton Town’da başlayan kariyerinde çok yol kat etmiş. United’ın sayısız fırsat kaçırdığı maçın tek golünü oyuna sonradan giren Marcus Rashford uzatmalarda kaydetti. Bu sonuçla United 2011-2012 sezonundan beri ilk kez ilk üç maçta puan kaybetmiyor, Zlatan fırtınası esmeye devam ediyordu. Haftaya şehirdaşı City ile karşılaşacak United, fırsat bulursanız kaçırmayın derim…

Ziya Adnan
6 Eylül 2011

Selçuk Şahin söyleşisi…

31 Ocak 1981’de Dersim’de dünyaya gelen Selçuk Şahin ilk profesyonel sözleşmesini 1999 senesinde Hatayspor’la imzaladıktan sonra 2001’de İstanbulspor’a, 2003 yılında Fenerbahçe’ye transfer oldu. Sarı-lacivertli takımda 12 sene top koşturdu. Şahin’le yeni sezonun başladığı zamanlarda Ankara’da, geçen sezonun ortasından beri formasını giydiği Gençlerbirliği’nin İlhan Cavcav tesislerinde bir araya geldik, biz sorduk o yanıtladı.

Genellikle söyleşilere baştan başlanır ama biz bu sefer değişiklik yapıp sondan, yani Ankara’dan, Gençlerbirliği’nden başlayalım. Ankara’da ve Gençlerbirliği’nde hava nasıl? İstanbul’la kıyasladığında ortamı nasıl buluyorsun?

İstanbul’dan sonra Ankara yaşanacak ve futbol oynanacak en güzel şehirlerden birisi. Biliyorsunuz ben Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra İsviçre’ye gittim. Orası çok sakindi. Sakin bir yerden Ankara’ya gelince hayatımız hareketlendi ve bu da iyi oldu. Çok fazla zorluk çekmedim açıkçası. Her şey iyi gidiyor. Eşimle birlikte Ankara’da mutluyuz. Sonuçların da iyi gitmesi, kulüpte bir aile havasının yakalanmış olması bizi mutlu ediyor.

İstanbul’u özlüyor musun?

Ben Mersin’de büyüdüm, çocukluğum orada geçti. Çok sevdiğim denizi biraz özlüyorum ama Ankara’yı seviyorum.

Gençlerbirliği’ni, örneğin tesis olarak Fenerbahçe ile kıyasladığında sence ne gibi farklar ya da benzerlikler var?

Gençlerbirliği Türkiye’nin en iyi tesislerinden birine sahip. İşleyiş olarak çok güzel, sahalar ve imkânlar yeterli. Futbolcuların iyi çalışabilmesi ve rahat edebilmesi için her şey düşünülmüş. Herkes tek kişilik odalarda kalıyor. Gençlerbirliği tesisleri, açıkçası ligin üstünde… Avrupa’ya da (İsviçre’ye) gittik geldik, orada bu tarz tesisleşme göremedim.

Gençlerbirliği’nden önce İsviçre’ye gitmiştin. İsviçre macerası nasıl başladı? Oradaki hayatını anlatır mısın?

İsviçre hiç aklımda yoktu. Her şey ani gelişti. Fenerbahçe’den ayrıldığımda hangi takıma gideceğimi düşünüyordum. Ülkemizde yabancı kısıtlaması hafifletilince Türk oyuncular biraz geri planda kaldı ve oyuncunun değerinin altında rakamlar teklif edilmeye başlandı. Bu sebeple kulüplerle anlaşmak mümkün olmadı. Bu arada takım arkadaşım Egemen İsviçre’ye gitmişti. Aynı takımdan bana da teklif geldi. Egemen’in de orada olması beni biraz cesaretlendirdi. Diğer taraftan bu ikinci lig kulübünü bir Türk şirketinin bir proje olarak görüp satın alması ve Avrupa futbolunda başarılı bir kulüp olmayı hedeflemeleri, orada futbolcu olarak Dos Santos ve Nobre gibi arkadaşlarımızın, teknik adam olarak Fuat Çapa’nın bulunması da kararımda etkili oldu. Avrupa deneyiminin bana bir şeyler katacağını düşündüm. Başkanımız Sayın Mehmet Nazif Günal bizimle çok ilgilendi, orada yabancılık çekmememiz için her türlü yardımı yaptı. Ancak kendi adıma konuşursam İsviçre ikinci ligini çok zayıf buldum ve bana hitap etmediğini düşündüm. Açıkçası çok keyif almadım. Ligimize göre çok daha amatör bir lig…

Sonrasında Gençlerbirliği’ndeki futbol hayatın başladı…

Evet. Devre arasında Gençlerbirliği’nden teklif geldi. Başkanımıza bu teklifi değerlendirmek istediğimi söyledim. O da anlayışla karşıladı ve yardımcı oldu. Bu şekilde Türkiye’ye döndüm. İyi ki dönmüşüm diyorum. Geldiğimizde Gençlerbirliği çok zor durumdaydı. Ama arkadaşlarımızla takımı kısa sürede toparladık. Açıkçası Gençlerbirliği’nde oynamaktan büyük keyif aldım.

Bu arada Alexander Hleb ile aynı takımda oynamak da ayrı bir keyif olsa gerek…

Takıma Hleb ile birlikte geldik ve elimizden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştık. Hleb zaten Arsenal ve Barcelona gibi takımlarda oynamış çok iyi bir oyuncu. Ama oyunculuğunun dışında çok sıcak ve arkadaş canlısı bir insan. Biz takım arkadaşları olarak onu çok sevdik.

Şimdi biraz Fenerbahçe’den söz edelim. Fenerbahçe’de çok uzun bir zaman futbol oynadın. Senden daha uzun süre oynayan oldu mu?

Ben on iki sezon oynadım. Kaleci Volkan benden daha uzun süre kaldı. Bizden önce de örneğin Müjdat gibi takımda uzun süre oynayan futbolcular vardı.

Fenerbahçe’de oynadığın dönemde zaman zaman taraftarlar arasında ve sosyal medyada ağır eleştirilere uğradığın da oldu. Böyle anlarda neler hissediyordun?

Açıkçası çok umurumda olmadı. Eline klavyeyi alan bir şeyler yazabiliyor. Hakkımda o kadar şey yazdıktan sonra sokakta beni gördüğünde, “Abi bir resim çektirelim mi?” diyen insanlara da saygı duymam. Ama futbolu bilen insanların eleştirilerini her zaman ciddiye alırım ve yararlanmaya çalışırım. Kötü oynadığım maçlar mutlaka olmuştur, ancak futbolcunun emeğine de saygı duymak lazım. Fenerbahçe’de oynadığım yıllarda kulüpten kaç tane hoca geldi geçti. Hepsi de beni yeterli gördükleri için sürekli olarak takımda yer buldum.

Fenerbahçe ile devam edersek gerek taraftar, gerek mali imkânlar ve gerekse tesis bakımından Türkiye ortalamasının çok üzerinde olmasına rağmen Avrapa’da arzuladığı başarıyı bir türlü yakalayamadığını görüyoruz.

Evet, çok başarılı olduğumuzu söyleyemem ama çok başarılı maçlar çıkardığımız zamanlar da oldu. Örneğin Zico döneminde Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale kadar çıktık. Aykut Hoca döneminde Avrupa Liginde yarı final oynadık ve finalin kapısından döndük. Tabii şunu da unutmamak lazım, Avrupa’da bu işler o kadar kolay değil. Bazı takımlar en vasat oyunculara bile 20-30 milyon Euro gibi transfer ücretleri verirken, burada 10 milyon Euroya alınan futbolculara süper yıldız muamelesi yapılıyor.

Süper Ligimizi Avrupa’nın üst düzey ligleriyle karşılaştıracak olursak ne düşünüyorsun.

Oyun kalitesi olarak çok üst düzey değiliz. Ama mücadele olarak iyi olduğumuzu düşünüyorum. İngiltere, İspanya, Almanya milyar dolarlarla ölçülen ligler. Yeni statlarla birlikte statlarımız güzelleşse de bizim onlarla baş etmemiz mimkün değil ama yine de Avrupa’nın birçok liginden daha iyiyiz.

Konu yeni statlardan açılmışken naçizane görüşüm sadece yeni statlar yapmak değil maç günleri o statları doldurmanın önemli olduğu yönünde… Mesela Gençlerbirliği bu sezon sadece 980 kombine bilet satabilmiş. Bir başkent takımı için çok yetersiz… Bugün İngiltere, Almanya, İspanya gibi ülkelerde alt liglerde mücadele eden kulüplerin bile on binlerce kombine bilet satabildiklerini görüyoruz. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?

Biz o futbol kültürünü ne zaman yakalayabiliriz bilmiyorum ama ülkemizde bazı şeylerin futbolun önüne geçtiği kesin. Mesela Passolig’in negatif etkisi olduğunu düşünüyorum. Bizim ülke taraftarları böyle şeyleri fazla sevmiyor. İnanın biz futbolcular da boş tribünler önünde oynamaktan zevk almıyoruz. Ben de isterim başkent takımı Gençlerbirliği’nin tribünlerinin dolu olmasını…

Bunu takımdaki yıldız oyuncu varlığına ya da yokluğuna bağlayabilir miyiz? Örneğin Eto’o Gençlerbirliği’nde olsa taraftar sayısında artış olur muydu?

Mutlaka olur. Futbolseverler üst düzey oyuncuları izlemek için statlara gelirler. Ama sadece yıldız oyuncu ile tribünler dolmaz. Başka şeylerin de değişmesi lazım. Mesela Almanya ya da İngiltere’de üçüncü lig maçı izliyorsunuz, statlar tamamen dolu, insan izlerkan inanamıyor.

Çünkü şehir milliyetçiliği ağır basıyor değil mi? Örneğin sen yanlış hatırlamıyorsam Dersim doğumlusun. Dersim’de doğup büyüyen ortalama bir futbolsever İstanbul takımlarından birinin taraftarı oluyor. “Neden Dersimspor değil?” diye sorulduğunda, “Çünkü o ikinci ligde, üçüncü ligde” diye cevap veriyor.

Kesinlikle haklısınız. Ülke futbolunda şehir milliyetçiliğinin gelişmesi gerek.

Deneyimli bir futbolcu olarak genç futbolculara neler söylemek istersin, tavsiyelerin neler olabilir

Örnek almaya çalıştıkları modeller olsun. Ben de genç bir oyuncuyken örnek aldığım ağabeylerim vardı. Onlar gibi olmak isterdim. Gençlerbirliği’ndeki genç arkadaşlarıma birikimlerimi aktarmaya çalışıyorum. Onların o isteklerini görmek beni çok mutlu ediyor.

Yanılmıyorsam sen 1999 yılında ilk profesyonel sözleşmeni imzaladın. O zamanlar senin örnek aldığın futbolcu kimdi?

Tugay (Kerimoğlu) ağabeyi çok beğenirdim. Çocukluğumuz Fenerbahçe ile geçtiği için zamanlardan aklımda kalanlardan birisi de Kemalettin ağabeydir.

Fenerbahçe’de oynarken sende en çok iz bırakan oyuncu kimdir?

Hiç şüphesiz Alex… Çok farklı bir oyuncuydu. Saha dışında çok sessiz ve sakin bir insandı. Kaptan olarak gerekli zamanlarda gereken şeyleri hiç çekinmeden dile getirirdi. Çok iyi bir kaptandı. Gözlüğünü takıp kitabını okurken, o bize futbolun profesörü gibi gelirdi.

Türkiye’yeki gelmiş geçmiş en iyi yabancılardan biriydi değil mi?

Genellikle Hagi ile kıyaslanır ama bana sorarsanız en iyisi Alex…

Peki, birlikte çalıştığın en iyi teknik direktör kim diye sorsam?

Çok özel teknik direktörlerle çalıştım. Hepsinin bendeki yeri ayrıdır. Milli takımdan Fatih Terim, Şenol Güneş, Raşit Çetiner… Fenerbahçe’de Aykut Kocaman, Zico ve adını sayamadıklarım. Zaten anlaşamadığım hoca hiç olmadı. Beni hepsi severdi. Sen görevini yaptıktan sonra kimse sana bir şey diyemez.

Daha ne kadar futbol oynayabileceğini düşünüyorsun?

Aslında futbolu bırakmayı düşündüğüm yaşlardayım. Ama kendimi iyi hissdiyorum. İşin maddi yönünden bağımsız olarak sahada oynarken büyük keyif alıyorum. Eşimin de bu konuda teşvik ve katkısı büyük. Kendimi iyi hissettiğim, keyif aldığım, fizik olarak oynayabileceğimi düşündüğüm sürece devam etmek istiyorum.

Ziya Adnan – Necdet Özkazancı
30 Ağustos 2016

SelcukSahinveZiyaAdnan(25.08.2016)

Selçuk Şahin söyleşisi…

31 Ocak 1981’de Dersim’de dünyaya gelen Selçuk Şahin ilk profesyonel sözleşmesini 1999 senesinde Hatayspor’la imzaladıktan sonra 2001’de İstanbulspor’a, 2003 yılında Fenerbahçe’ye transfer oldu. Sarı-lacivertli takımda 12 sene top koşturdu. Şahin’le yeni sezonun başladığı zamanlarda Ankara’da, geçen sezonun ortasından beri formasını giydiği Gençlerbirliği’nin İlhan Cavcav tesislerinde bir araya geldik, biz sorduk o yanıtladı.

Genellikle söyleşilere baştan başlanır ama biz bu sefer değişiklik yapıp sondan, yani Ankara’dan, Gençlerbirliği’nden başlayalım. Ankara’da ve Gençlerbirliği’nde hava nasıl? İstanbul’la kıyasladığında ortamı nasıl buluyorsun?

İstanbul’dan sonra Ankara yaşanacak ve futbol oynanacak en güzel şehirlerden birisi. Biliyorsunuz ben Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra İsviçre’ye gittim. Orası çok sakindi. Sakin bir yerden Ankara’ya gelince hayatımız hareketlendi ve bu da iyi oldu. Çok fazla zorluk çekmedim açıkçası. Her şey iyi gidiyor. Eşimle birlikte Ankara’da mutluyuz. Sonuçların da iyi gitmesi, kulüpte bir aile havasının yakalanmış olması bizi mutlu ediyor.

İstanbul’u özlüyor musun?

Ben Mersin’de büyüdüm, çocukluğum orada geçti. Çok sevdiğim denizi biraz özlüyorum ama Ankara’yı seviyorum.

Gençlerbirliği’ni, örneğin tesis olarak Fenerbahçe ile kıyasladığında sence ne gibi farklar ya da benzerlikler var?

Gençlerbirliği Türkiye’nin en iyi tesislerinden birine sahip. İşleyiş olarak çok güzel, sahalar ve imkânlar yeterli. Futbolcuların iyi çalışabilmesi ve rahat edebilmesi için her şey düşünülmüş. Herkes tek kişilik odalarda kalıyor. Gençlerbirliği tesisleri, açıkçası ligin üstünde… Avrupa’ya da (İsviçre’ye) gittik geldik, orada bu tarz tesisleşme göremedim.

Gençlerbirliği’nden önce İsviçre’ye gitmiştin. İsviçre macerası nasıl başladı? Oradaki hayatını anlatır mısın?

İsviçre hiç aklımda yoktu. Her şey ani gelişti. Fenerbahçe’den ayrıldığımda hangi takıma gideceğimi düşünüyordum. Ülkemizde yabancı kısıtlaması hafifletilince Türk oyuncular biraz geri planda kaldı ve oyuncunun değerinin altında rakamlar teklif edilmeye başlandı. Bu sebeple kulüplerle anlaşmak mümkün olmadı. Bu arada takım arkadaşım Egemen İsviçre’ye gitmişti. Aynı takımdan bana da teklif geldi. Egemen’in de orada olması beni biraz cesaretlendirdi. Diğer taraftan bu ikinci lig kulübünü bir Türk şirketinin bir proje olarak görüp satın alması ve Avrupa futbolunda başarılı bir kulüp olmayı hedeflemeleri, orada futbolcu olarak Dos Santos ve Nobre gibi arkadaşlarımızın, teknik adam olarak Fuat Çapa’nın bulunması da kararımda etkili oldu. Avrupa deneyiminin bana bir şeyler katacağını düşündüm. Başkanımız Sayın Mehmet Nazif Günal bizimle çok ilgilendi, orada yabancılık çekmememiz için her türlü yardımı yaptı. Ancak kendi adıma konuşursam İsviçre ikinci ligini çok zayıf buldum ve bana hitap etmediğini düşündüm. Açıkçası çok keyif almadım. Ligimize göre çok daha amatör bir lig…

Sonrasında Gençlerbirliği’ndeki futbol hayatın başladı…

Evet. Devre arasında Gençlerbirliği’nden teklif geldi. Başkanımıza bu teklifi değerlendirmek istediğimi söyledim. O da anlayışla karşıladı ve yardımcı oldu. Bu şekilde Türkiye’ye döndüm. İyi ki dönmüşüm diyorum. Geldiğimizde Gençlerbirliği çok zor durumdaydı. Ama arkadaşlarımızla takımı kısa sürede toparladık. Açıkçası Gençlerbirliği’nde oynamaktan büyük keyif aldım.

Bu arada Alexander Hleb ile aynı takımda oynamak da ayrı bir keyif olsa gerek…

Takıma Hleb ile birlikte geldik ve elimizden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştık. Hleb zaten Arsenal ve Barcelona gibi takımlarda oynamış çok iyi bir oyuncu. Ama oyunculuğunun dışında çok sıcak ve arkadaş canlısı bir insan. Biz takım arkadaşları olarak onu çok sevdik.

Şimdi biraz Fenerbahçe’den söz edelim. Fenerbahçe’de çok uzun bir zaman futbol oynadın. Senden daha uzun süre oynayan oldu mu?

Ben on iki sezon oynadım. Kaleci Volkan benden daha uzun süre kaldı. Bizden önce de örneğin Müjdat gibi takımda uzun süre oynayan futbolcular vardı.

Fenerbahçe’de oynadığın dönemde zaman zaman taraftarlar arasında ve sosyal medyada ağır eleştirilere uğradığın da oldu. Böyle anlarda neler hissediyordun?

Açıkçası çok umurumda olmadı. Eline klavyeyi alan bir şeyler yazabiliyor. Hakkımda o kadar şey yazdıktan sonra sokakta beni gördüğünde, “Abi bir resim çektirelim mi?” diyen insanlara da saygı duymam. Ama futbolu bilen insanların eleştirilerini her zaman ciddiye alırım ve yararlanmaya çalışırım. Kötü oynadığım maçlar mutlaka olmuştur, ancak futbolcunun emeğine de saygı duymak lazım. Fenerbahçe’de oynadığım yıllarda kulüpten kaç tane hoca geldi geçti. Hepsi de beni yeterli gördükleri için sürekli olarak takımda yer buldum.

Fenerbahçe ile devam edersek gerek taraftar, gerek mali imkânlar ve gerekse tesis bakımından Türkiye ortalamasının çok üzerinde olmasına rağmen Avrapa’da arzuladığı başarıyı bir türlü yakalayamadığını görüyoruz.

Evet, çok başarılı olduğumuzu söyleyemem ama çok başarılı maçlar çıkardığımız zamanlar da oldu. Örneğin Zico döneminde Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale kadar çıktık. Aykut Hoca döneminde Avrupa Liginde yarı final oynadık ve finalin kapısından döndük. Tabii şunu da unutmamak lazım, Avrupa’da bu işler o kadar kolay değil. Bazı takımlar en vasat oyunculara bile 20-30 milyon Euro gibi transfer ücretleri verirken, burada 10 milyon Euroya alınan futbolculara süper yıldız muamelesi yapılıyor.

Süper Ligimizi Avrupa’nın üst düzey ligleriyle karşılaştıracak olursak ne düşünüyorsun.

Oyun kalitesi olarak çok üst düzey değiliz. Ama mücadele olarak iyi olduğumuzu düşünüyorum. İngiltere, İspanya, Almanya milyar dolarlarla ölçülen ligler. Yeni statlarla birlikte statlarımız güzelleşse de bizim onlarla baş etmemiz mimkün değil ama yine de Avrupa’nın birçok liginden daha iyiyiz.

Konu yeni statlardan açılmışken naçizane görüşüm sadece yeni statlar yapmak değil maç günleri o statları doldurmanın önemli olduğu yönünde… Mesela Gençlerbirliği bu sezon sadece 980 kombine bilet satabilmiş. Bir başkent takımı için çok yetersiz… Bugün İngiltere, Almanya, İspanya gibi ülkelerde alt liglerde mücadele eden kulüplerin bile on binlerce kombine bilet satabildiklerini görüyoruz. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?

Biz o futbol kültürünü ne zaman yakalayabiliriz bilmiyorum ama ülkemizde bazı şeylerin futbolun önüne geçtiği kesin. Mesela Passolig’in negatif etkisi olduğunu düşünüyorum. Bizim ülke taraftarları böyle şeyleri fazla sevmiyor. İnanın biz futbolcular da boş tribünler önünde oynamaktan zevk almıyoruz. Ben de isterim başkent takımı Gençlerbirliği’nin tribünlerinin dolu olmasını…

Bunu takımdaki yıldız oyuncu varlığına ya da yokluğuna bağlayabilir miyiz? Örneğin Eto’o Gençlerbirliği’nde olsa taraftar sayısında artış olur muydu?

Mutlaka olur. Futbolseverler üst düzey oyuncuları izlemek için statlara gelirler. Ama sadece yıldız oyuncu ile tribünler dolmaz. Başka şeylerin de değişmesi lazım. Mesela Almanya ya da İngiltere’de üçüncü lig maçı izliyorsunuz, statlar tamamen dolu, insan izlerkan inanamıyor.

Çünkü şehir milliyetçiliği ağır basıyor değil mi? Örneğin sen yanlış hatırlamıyorsam Dersim doğumlusun. Dersim’de doğup büyüyen ortalama bir futbolsever İstanbul takımlarından birinin taraftarı oluyor. “Neden Dersimspor değil?” diye sorulduğunda, “Çünkü o ikinci ligde, üçüncü ligde” diye cevap veriyor.

Kesinlikle haklısınız. Ülke futbolunda şehir milliyetçiliğinin gelişmesi gerek.

Deneyimli bir futbolcu olarak genç futbolculara neler söylemek istersin, tavsiyelerin neler olabilir

Örnek almaya çalıştıkları modeller olsun. Ben de genç bir oyuncuyken örnek aldığım ağabeylerim vardı. Onlar gibi olmak isterdim. Gençlerbirliği’ndeki genç arkadaşlarıma birikimlerimi aktarmaya çalışıyorum. Onların o isteklerini görmek beni çok mutlu ediyor.

Yanılmıyorsam sen 1999 yılında ilk profesyonel sözleşmeni imzaladın. O zamanlar senin örnek aldığın futbolcu kimdi?

Tugay (Kerimoğlu) ağabeyi çok beğenirdim. Çocukluğumuz Fenerbahçe ile geçtiği için zamanlardan aklımda kalanlardan birisi de Kemalettin ağabeydir.

Fenerbahçe’de oynarken sende en çok iz bırakan oyuncu kimdir?

Hiç şüphesiz Alex… Çok farklı bir oyuncuydu. Saha dışında çok sessiz ve sakin bir insandı. Kaptan olarak gerekli zamanlarda gereken şeyleri hiç çekinmeden dile getirirdi. Çok iyi bir kaptandı. Gözlüğünü takıp kitabını okurken, o bize futbolun profesörü gibi gelirdi.

Türkiye’yeki gelmiş geçmiş en iyi yabancılardan biriydi değil mi?

Genellikle Hagi ile kıyaslanır ama bana sorarsanız en iyisi Alex…

Peki, birlikte çalıştığın en iyi teknik direktör kim diye sorsam?

Çok özel teknik direktörlerle çalıştım. Hepsinin bendeki yeri ayrıdır. Milli takımdan Fatih Terim, Şenol Güneş, Raşit Çetiner… Fenerbahçe’de Aykut Kocaman, Zico ve adını sayamadıklarım. Zaten anlaşamadığım hoca hiç olmadı. Beni hepsi severdi. Sen görevini yaptıktan sonra kimse sana bir şey diyemez.

Daha ne kadar futbol oynayabileceğini düşünüyorsun?

Aslında futbolu bırakmayı düşündüğüm yaşlardayım. Ama kendimi iyi hissdiyorum. İşin maddi yönünden bağımsız olarak sahada oynarken büyük keyif alıyorum. Eşimin de bu konuda teşvik ve katkısı büyük. Kendimi iyi hissettiğim, keyif aldığım, fizik olarak oynayabileceğimi düşündüğüm sürece devam etmek istiyorum.

Ziya Adnan – Necdet Özkazancı
30 Ağustos 2016

SelcukSahinveZiyaAdnan(25.08.2016)

Bir Aston Villa yazısı, Dalian Atkinson’un anısına…

Bir Aston Villa yazısı, Dalian Atkinson’un anısına…
Uzaklardan…

Yeni futbol sezonunun açıldığı zamanlarda zamansız bir ölüm haberi ile sarsıldı futbol dünyası, o güzel oyunun eski bir yıldızı daha kayıp gitti aramızdan. Bu sezon bıraktığı yere, Premier Lig’e dönmek için mücadele eden eski takımına bakış atmadan önce hatırlayalım 90’li yıllarda Ada’da, sonrasında La Liga ve bizim coğrafyada forma giymiş bahtsız golcüyü…

21 Mart 1968’de İngiltere’nin kuzeyinde 72 bin nüfusa sahip Shrewsbury kasabasında dünyaya gelmiş. İlk profesyonel sözleşmesi 1985 senesinde o yılların önemlilerinden Ipswich Town takımıyla. İnanılmaz sürati, adam eksiltmedeki yeteneği ve enfes gol vuruşları ile kısa sürede Ada futbolunda adını duyurmuş. 1989 senesinde, o zamanlar için hiç de yabana atılmayacak 450 bin Sterlin transfer ücretiyle Sheffield Wednesday’e transfer olmuş. O dönem Baykuşlar’ın teknik direktörlüğünü yapan Ron Atkinson şöyle hatırlıyor golcüsünü: “Yüzünde daima tatlı bir gülümseme vardı, takım arkadaşları tarafından çok sevilirdi, çok bonkördü, belki gerektiğinden fazla!”

İlk sezonunda David Hirst ile iyi bir forvet ikilisi oluşturmuşlar, o sezon tüm lig maçlarında forma giyerken 10 gol kaydetmiş ama takımının küme düşmesine engel olamamış. 1990-1991 sezonunun başında 1,7 milyon Sterlin bedelle Real Sociedad’a transfer olmuş. İspanyol kulübünün tarihteki ilk zenci futbolcu olması ve süratinden dolayı “El txipiron” (mürekkep balığı) lakabıyla nam salmış Sociedad tribünlerinde. O sezon Sociedad ligi 13. sırada bitirirken 12 gol yazılmış hanesine…

1991 senesinde Ada’ya dönmüş golcü, 1,6 milyon Sterlin bedelle Aston Villa’da o zamanların sıkı golcüsü Dean Saunders ile müthiş maçlar çıkartmışlar. 1992-1993 sezonunda Aston Villa’da top koştururken Wimbledon’a karşı oynadığı maçta, kendi ceza sahasından kaptığı topla dört topçuyu çalımlayıp kaleci Dave Beasant’ın üzerinden aşırarak kaydettiği golün o sezonun golü seçildiğini hatırlatalım. 1995 senesinde iki golcü de soluğu bizim futbol fakiri coğrafyada almış, Saunders Galatasaray’a transfer olurken, o Fenerbahçe’nin yolunu tutmuş.

1995-1997 arasında Fenerbahçe formasıyla 10 golü bulunuyor. 1995 senesinin Ekim ayında Galatasaray’a karşı oynadığı maçın ilk 30 dakikasında yaptığı hat-trick ve o sezonun sonunda Fenerbahçe ile yaşadığı şampiyonluk tarihe düşen notlar. Uzun süren sakatlıkları ve formsuz zamanları bizim topraklardaki macerasından hafızada kalanlar. Sonrasında Manchester City’de kısa süre top koşturmuş, Arabistan ve Güney Kore’de bir süre oynadıktan sonra 2001 senesinde futbolu bırakmış. Daha sonrası ise pek iç açıcı olmayan zamanlar… 1999 senesinde annesini kaybetmiş, maddi sıkıntılar, sağlık sorunları içinde depresyona sürüklenmiş, zaman içinde toparlanamamış…

Yeri gelmişken efsane Ron Atkinson’un ona dair bir anısını da anlatmadan geçmeyelim. 1994 senesinin Lig Kupası finali öncesinde, Villa’nın başında olduğu zamanlarda Birmingham City’nin o yıllardaki kadın futbol direktörü Karren Brady, Villa takımını çok beğendiğini, takımın 10 numarasının, oğlu olup olmadığını (!) sormuş. Ron Atkinson’un beyaz olduğunu hatırlatalım bilmeyenlere. “Cevap verecek gücü bulamadım” diyor BBC’ye verdiği söyleşisinde eski teknik direktör…

Yeni futbol sezonunun henüz açıldığı zamanlarda, Telford kasabasında babasıyla girdiği münakaşayı engellemeye çalışan polislerin taser adı verilen şok silahını kullanması sonucu hayatını kaybetti Dalian Robert Atkinson, Aston Villa’nın unutulmaz 10 numarası. Şairin dizelerindeki gibi: Gelip kondu bir güvercin / ellerine o gece / kırmızı bir çelenk oldu / bileğinde kelepçe…
Atkinson, ölümünden kısa süre sonra Aston Villa’nın kendi evinde Huddersfield’e karşı oynadığı maçın 10. dakikasında alkışlarla hatırlandı ve 34.924 futbol sevdalısının doldurduğu tribünlerde “There is only one Dalian Atkinson” tezahüratı yankılandı…

O maçın ertesinde, zorlu Derby deplasmanındaydı Aston Villa, ligde oynadığı üç maçta 4 puan toplayarak 11. sırada yer alan Birmingham takımı. Geçen sezon küme düşmelerine rağmen 14 bin kombine satmışlar, malum sevdanın ligi olmaz. İki takım en son 2. Ligde birlikte yer aldıkları 1969 senesinde karşılaşmışlar, o maçı Derby 1-0 kazanmış. İkisi de şimdi eski günlerine dönme mücadelesinde ama Championship’te iki maçta dörder puan toplayabilmişler. Aston Villa’nın yeni transferi, bizim coğrafyada da top koşturmuş Mile Jedinak sahada yok, Crystal Palace onu özleyecektir sanırım. Villa’nın en son deplasman galibiyeti 2015’in Ağustosunda Bournemouth karşısında. Derby’nin Pride Park Stadı’nda 31.205 taraftarın önünde sahaya çıkıyor takımlar. Villa daha iyi başlıyor maça. Ross McCormack ve Gary Gardner’ın iki topunun direkleri geçemediği ilk yarıda deplasman takımı oyunun hakimi.

İkinci yarıya hızlı başlıyor Derby ama Villa kalecisi Pierluigi Gollini gününde, Tom Ince ve Ashley Westwood’un vuruşlarını mükemmel çıkartıyor. Maçın sonunda iki takım puanları paylaşırken Premier Lig’e dönmenin pek kolay olmayacağı aşikâr…

Ziya Adnan
23 Ağustos 2016

Antonio Conte: Chelsea günleri başlarken…

Antonio Conte: Chelsea günleri başlarken

Uzaklardan…

Yakın geçmişte Forbes dergisi tarafından 1,6 milyar Dolar değeriyle dünyanın en zengin 7. kulübü olarak gösterildi Chelsea, Batı Londra’nın zenginler kulübü. 2000 senesinden günümüze 14 teknik direktörle çalıştı. O sürede kazandığı kupa sayısı 17, dört sezonda Premier Lig şampiyonluğu yaşadı, beş sezonda da Federasyon Kupasını kazandı. Ama şampiyon olduğu sezonlarda bile hoca değişikleri ile manşetlere taşındı. 2014-2015 sezonunda kazandığı şampiyonluktan sonra geçen sezon ligi 10. sırada bitirdi. Hal ve gidişten mutlu değildi sevdalıları, haliyle değişim kaçınılmazdı. Bilirsiniz işte, bazı takımlarda değişmeyen tek şey değişimdir, Abramovich’in Chelsea’si de onlardan biri…

Bu sezon takımın başında sahaya çıkan 31 Temmuz 1969 doğumlu Antonio Conte, 1991 senesinden 2004’e kadar süren Juventus kariyerinde beş Serie A şampiyonluğu, bir kez de Şampiyonlar ligini kazanmış İtalyan futbol adamı. Futbolu bıraktıktan sonra 2005-2006 sezonunda Siena’da yardımcı antrenör olarak başlayan yeni serüveninde Bari, Atalanta, Siena, Juventus ve son olarak 2014–2016 arasında İtalya Milli Takımını çalıştırdı. 2011-2014 arasında Juventus’ta üç Serie A şampiyonluğu yaşadı. Çalıştırdığı takımlara sert savunmayı, topa sahip olmayı, çabuk oynamayı, oyun zekâsını aşılıyor. Juventus yıllarında kullandığı 3-5-2 düzeni zaman içinde Serie A takımlarına ilham vermiş. José Mourinho ve Arrigo Sacchi ile kıyaslanması boşuna değil anlayacağınız…Ancak karnesinde iyinin yanında kötü de var, 2012 senesinde Siena’yı çalıştırırken adının karıştığı şike şaibesi nedeniyle aldığı 10 ay ceza sonra dört aya düşürülmüş. Efsane Andrea Pirlo’nun, onun hakkında, “Tanıştığımızda mükemmel bir teknik direktörle çalışacağımı sanmıştım, ama o kadar da iyi değildi” demişliği var. Kaleci Buffon ise kazanma hırsını çalıştırdığı takımlara aşıladığını, birlikte çalıştığı dönemde kendisini çok geliştirdiğini söylüyor…

Takımı Chelsea’ye gelince, yeni transferler Michy Batshuayi ve N’Golo Kante’nin Mavilere güç katacağı şüphesiz. Orta sahanın dinamosu Kante’nin geçen sezon Leicester City’nin şampiyonluğundaki payı yabana atılmaz, (takım arkadaşları tarafından “war machine”, “savaş makinesi” olarak bilinirmiş). Kendisine örnek aldığı futbolcunun Makelele olup olmadığını soranlara, “Lassana Diarra” diyerek cevap veriyormuş, futbol stilinin ikisine de benzemesi artılarından. Kante bu sezon Ramirez’den boşalan 7 numaralı formayı giyecek. Bu arada geçen sezonun hayal kırıklığı Eden Hazard’ı da unutmayalım. Geçen sezonun başında Mourinho ile yaşadığı sorunları bu sezon çiçeği burnunda hocası ile yaşamazsa, sanırım şampiyon oldukları sezondaki gibi Chelsea’nin en etkili futbolcusu olacaktır… Ağustos ayının ortalarında, Premier Lig’in açılış haftasında, sıcak bir pazartesi akşamında, Premier Ligde sezonun ilk Londra derbisinde Chelsea, Slaven Bilic’in takımı West Ham United karşısında. Maç öncesinde Sloane Square semtinden başlayıp Fulham Broadway’a kadar uzanan Kings Road yeni futbol sezonunun başladığını hatırlatıyor, Stamford Bridge’e akıyor mavi formalı Chelsea sevdalıları. Futbol kokan Londra statlarının birer birer tarih olduğu zamanlarda ayakta kalmış o eski futbol mabedi, 1905 senesinden beri Chelsea’ye ev sahipliği yapıyor… Chelsea evinde West Ham’a karşı oynadığı son 10 maçı kaybetmemiş, en son yenilgileri 2002 senesinin eylülünde Paolo Di Canio’nun golüyle 3-2 yenildikleri maçta. Geçen sezonu Premier Ligi 7. sırada bitirmişti West Ham, son 20 senede ilk kez sezonu Chelsea’nin üzerinde kapatmışlar.

Ve maç başlıyor. Henüz 3. dakikada sarı kartı görüyor Kante, ilk 10 dakikada deplasman takımı rakibe göz açtırmıyor. Topu kaptığı anlarda direk rakip kaleye gitmeye çalışıyor Chelsea ama ilerde Costa çok yalnız. Sonra sağ kanatta oyuna ağırlığını koymaya başlıyor Willian, takımın geçen sezon en istikrarlı topçusu. İlk 20 dakikada pozisyon üretmekte zorlanıyor iki takım, top rakipteyken boş alan bırakmıyorlar. 28’de ceza sahasına düşen topa daha çabuk hareketlense golü bulması işten değil Costa’nın. 31’de Hazard yokluyor kaleyi, top direğin dibinden dışarı çıkıyor. 33’de West Ham’ın yeni transferi Ayew sakatlanarak çıkıyor sahadan. 37’de bu kez Costa yokluyor kaleyi, tribünlerden Diego tezahüratı yükseliyor…

İkinci yarının başında Antonio’nun ceza sahasında gereksiz faulü ile penaltı kazanıyor Chelsea, Hazard kaçırmıyor: 1-0. Bu yarıda Gökhan Töre sahada. Gol ev sahibini ateşlerken West Ham top kayıpları yapıyor. Dimitri Payet’in yokluğuna daha fazla dayanamamış olmalı ki Bilic, 65’de oyuna alıyor yaratıcı hücumcuyu. Bu dakikalarda West Ham raundun bitmesini bekleyen sersemlemiş boksör misali. 68’de Costa’nın kaleci Adrian’a tekmesi net kırmızı kart ama hakem es geçiyor. Payet’in girişi ile hareketleniyor Bilic’in takımı, 73’de Payet’in frikiği baraja çarpıp dışarı çıkıyor. Kornerden gelen topa mükemmel vuruyor Collins, şimdi durum 1-1. Golde Carroll’ın payı büyük, duran toplarda çok etkili 9 numara. 85’de Hazard’ı oyundan alıyor Conte, Chelsea tribünleri bu değişiklikten hoşnutsuz. Tam bitti derken 89’da golü buluyor Chelsea, sahada olmaması gereken Costa, ceza sahasının dışından köşeye mükemmel vuruyor. Sezonun ilk Londra derbisini 2-1 kazanıyor Chelsea ve Conte Premier Lig’e galibiyetle başlıyor.

Ziya Adnan
18 Ağustos 2016

2016/2017 Premier Lig sezonu başlarken…

2016/2017 Premier Lig sezonu başlarken…

Uzaklardan…

1892 senesinde kurulmuş Liverpool FC, haziran ayında 124. yaşını kutladı Ada futbolunun gelmiş geçmiş en başarılı takımı. Nice mutlu senelere… Köklü tarihlerinde sadece 22 teknik direktörle çalışmışlar, şimdilerde takımın başında 49 yaşındaki Alman Jurgen Klopp var; hedef takımı eski şaşaalı günlerine döndürmek. Dortmund’dan ayrılırken geride kazandığı iki Bundesliga şampiyonluğu, Almanya Federasyon Kupası ve iki Süper Kupa bırakıyordu, kulüp tarihinin Ottmar Hitzfeld ile birlikte en başarılı hocası. Dortmund’un başındayken Westfalen Stadı’nda oynadıkları maçlardan sonra genelde evine yürüyerek dönermiş. “Yürürken o günkü maçın analizini yapmak için zamanım olurdu” diyor söyleşilerinde…

2015 senesinin Ekim ayında Liverpool’un başına geçmiş, geçen sezon Premier Lig’i 8. sırada bitirmiş, UEFA Kupasında final oynamışlardı. “Aradan zaman geçti ama final maçında aldığımız yenilginin acısı hala geçmedi!” diyor The Guardian’a yeni sezona dair beklentilerini anlattığı söyleşisinde. Yeni sezonda Avrupa kupalarına yer almayacaklar. Bu sezon hedefleri ligi ilk dört içinde bitirip gelecek sezon Şampiyonlar Liginde yer almak. Takımın kondisyonunu geliştirme adına, Bayern Münih’teki değişimi fırsat bilip, kulübün kondisyoneri Andreas Kornmayer ve diyetiysen Mona Nemmer’I saflarına kattılar. Yenilerin içinde en göze batanı 35 milyon Sterlin karşılığında Southampton’dan transfer edilen 24 yaşındaki Senegalli Sadio Mane, Ada futbolunun en pahalı Afrikalı futbolcusu. 2014-2015 sezonunda Aston Villa karşısında 176 saniyede attığı üç golle ligdeki en çabuk hat-trick rekorunu elinde bulunduruyor…

Takımın bu aralar en büyük sıkıntısı liderlik vasıflarına sahip oyuncusu olmayışı. Steven Gerrard’ın vedasından sonra Emre Can veya Mamadou Sakho’nun kaptanlığa getirilmesi düşünülmüş ama iki oyuncusunun da bu konuda yeterli tecrübeye sahip olmadığını düşünüyor Klopp. Sezona zor bir giriş olacak onlar adına, ilk beş maçta Arsenal, Tottenham Hotspur, Leicester City ve Chelsea ile karşılaşacaklar. Premier Lig şampiyonluğunu kazanmalarına bire dokuz veriyor bahis şirketleri…

• • •

Ligin ilk haftasında, güneşli bir Londra pazarında Liverpool, Emirates Stadı’nda Arsenal’in konuğu. Uzaklarda, yayıncı kuruluşun bu sezon Premier Lig maçlarını yayınlamayacak olması ülkemiz futbolseveri adına büyük kayıp. Takımlara dönersek, transfer döneminin kapanışına iki hafta kadar kala Liverpool yeni transferlere 67,9 milyon Sterlin harcamış, Arsenal’in yegâne transferi ise 38 milyon Sterlin harcadığı orta saha oyuncusu Granit Xhaka. Oysa 2013 senesinin Haziran ayında kulübün CEO’su İvan Gazidis bir grup gazeteciye “if we make our decisions well, we can compete with any club in the world” (eğer doğru tercihleri yaparsak, parasal anlamda dünyanın bütün kulüpleri ile yarışabiliriz) diyordu. Ama gerçekleşmedi o cümlesi, velhasıl 2013 senesinde Liverpool’dan ayrılmak istediğini açıklayan Luis Suarez’i saflarına katsalardı, hikâye bambaşka yazılırdı sanırım. Velhasıl, iki büyük rakip Manchesterlıların transfer bonkörlüklerine gıpta ile bakan Arsenal taraftarı durumdan hoşnutsuz.

Arsene Wenger’e gelince, kasım ayında kulüpte 20. senesini dolduracak Fransız teknik direktör. Emekliliğin kendisini korkuttuğunu anlatıyor söyleşilerinde ve devam ediyor: “Beraberlik ne kadar uzarsa ayrılık, da o kadar zor oluyor.” Geçen sezona kendi evinde West Ham yenilgisiyle başlamıştı takımı, bu sezon başlangıcın farklı olmasını temenni ediyor.

Maça ilk on birinden dört eksikle çıkıyor ev sahibi. Savunmada Mertesacker, Gabriel ve Koscielny bu maçta yoklar. Savunmanın ortasında oynayan Holding 20 yaşında, transfer döneminde 2 milyon Sterin karşılığında Bolton’dan transfer edildi. Forvette Giroud henüz hazır değil. Bu maçtan önce Arsenal lig ve kupada rakibine karşı oynadığı 10 maçtan sadece birini kaybetmiş. Liverpool ise son 15 seneye uzanan Arsenal deplasmanlarında oynadığı 20 maçtan sadece birini kazanmış. Eskiyi bilenlerin, “nerede o eski Liverpool” hayıflanmaları boşuna değil anlayacağınız.

Arsenal daha istekli başlıyor maça, geçen sezon savunmasında duran toplarda sıkıntı yaşayan Liverpool ilk dakikalarda temkinli. Sağ kanattaki iki çabuk futbolcusu Bellerin ve Walcott ile gol arıyor Wenger’in takımı. 20. dakikadan sonra maça ağırlığını koymaya başlıyor Liverpool, 10 numara Coutinho bu dakikalarda etkili. 29’da penaltı kazanıyor Arsenal ama Sanchez’in penaltısını Mignolet çıkartıyor. Kaçan penaltı ateşliyor takımı, 30’da ceza sahasının sağından Walcott topu uzak köşeye bırakıyor. İlk yarının uzatma dakikalarında Coutinho frikiği mükemmel kullanıyor, İlk yarı bu golle 1-1 kapanıyor.

İkinci yarının başında takımlar aynı kadrolarla sahada. 46’da Lalana öne geçiriyor deplasman takımını, asisti yapan Wijnaldum’un sağdan ortası mükemmel. Gol sevincinde gözlüklerini düşürüyor Klopp ama görmesi gerekeni görmüştür muhtemel. Üçüncü gol için çok beklemiyor Klopp’un öğrencileri, 56’da mükemmel pas trafiğini gole çeviriyor sahanın en iyisi Coutinho. O futbol şehrinin takımı bu dakikalarda kasırga misali…

63’de Ramsey’nin yerine Cazorla giriyor oyuna, Emirates tribünleri sessiz. Aynı dakikada Mane ile 4’ü buluyor Liverpool, protestolar yükseliyor tribünlerden. 65’te oyuna henüz giren Chamberlain 4-2 yapıyor durumu, Wenger’in yüzü gole rağmen gülmüyor. 75’te Calum Chambers 4-3’e getiriyor skoru. Liverpool hücumda ne kadar iyiyse savunmada o kadar kötü. Arsenal savunması da geri kalmıyor rakibinden. Maçı 4-3 kazanıyor Liverpool, bir sezona daha yenilgi ile başlıyor Wenger. Basın toplantısında takımının fizik olarak hazır olmadığını dile getiriyor. Velhasıl Emirates’te bazı şeyler hiç değişmiyor…

Ziya Adnan
16 Ağustos 2016

ArsenalvLiverpool(Agustos2016)

FA community shield, yeni sezona ısınırken…

FA community shield, yeni sezona ısınırken…

Uzaklardan…

Ada futbolunda ilk kez 1908 senesinde oynanmış günümüzdeki adıyla “FA Community Shield”, bizdeki adıyla “Süper Kupa”… Geçtiğimiz sezonun Premier Lig şampiyonu ve Federasyon Kupasını kaldıran takımı karşı karşıya getiren maçın gelirleri Federasyon Kupasının ilk turunda mücadele eden 124 takımın belirlediği hayır kuruluşlarına, yardım derneklerine eşit ölçüde dağıtılıyor. Endüstriyel futbolda ara sıra iyi işler de oluyor anlayacağınız…

Ancak önem sıralamasında diğer kupalar kadar prestijli değil. Mesela Liverpool’un eski kaptanı, şimdilerin SkySports yorumcusu Mark Lawrenson, “glorified friendly” (abartılmış dostluk maçı) olarak tanımlamış kupayı, futbol tabiriyle gazozuna! 2009 senesinde oynanan final öncesinde kupa hakkında fikrini soran gazetecilere, “Sezon öncesinde oynanan bu maçı, futbolcularımızın fizik olarak hazır olup olmadıklarını ölçmek için kullanırız, kazanmak önemli değil” demiş Sir Alex Ferguson…

Ancak meselenin içinde Sir Alex olur da, kazanmak önemsiz olur mu? Kupayı en çok kazanan takım Manchester United, köklü tarihinde 20 kez kazanmış. Kırmızı Şeytanları, Liverpool (15) ve Arsenal (14) takip ediyor. Tarihte Ada futbolunun dokuz futbol mabedinde oynanmış FA Community Shield Kupası. Kupayı en son kazanan takım Arsenal…

Sezonun açılmasına bir hafta kala, o güneşli Londra pazarında, Wembley Stadında dolu tribünler önünde, Manchester United geçen sezonunun en güzel hikâyesi Leicester City karşısında. Geçen sezon karşılaştıkları iki maç beraberlikle bitmiş. Tarihinde ilk kez bu kupa maçında yer alacak mavili takım, ancak bu sezon işleri biraz daha zor. Çünkü orta sahanın dinamosu N’Golo Kante’nin Chelsea’ye transfer olması onlar adına büyük kayıp. Yine de 6 milyona aldığını 30 milyona satmak her kulübün rüyası…

Sahada yer alan futbolcular içinde en değerlisi 34 yaşındaki Zlatan İbrahimoviç, ona da selam çakalım bu vesileyle. 3 Ekim 1981 tarihinde İsveç’te dünyaya gelmiş; 1977 senesinde ülkeye Bosna’dan göç eden Bosnalı alkolik bir baba, Hırvat bir annenin altı çocuğundan biri. Henüz iki yaşındayken ayrılmış annesi ve babası, Malmö’de göçmenlerin yoğunlukta olduğu, yoksulluğu ile namlı Rosengård mahallesinde geçmiş çocukluk yılları. 1999 senesinde Malmö’de başlayan kariyerinde Avrupa’nın en iyilerinde forma giymiş, Şampiyonlar Liginde altı farklı takımın formasıyla golü bulunan gol canavarı. İnanması güç ama 6 farklı takımla 13 kez şampiyonluk sevinci yaşamış. Bilinen hikâyedir, 17 yaşına bastığı zamanlarda Arsene Wenger tarafından denenmek üzere Arsenal antrenmanlarına davet edilmiş. Kabul etmemiş bizimki, “Zlatan asla denenmeyi kabul etmez” demiş, şimdilerde çok tanıdık kendinden emin edasıyla. Yakın geçmişte bir gazeteci kendisine, eşine doğum günü hediyesi olarak ne aldığını sormuş. “Hiçbir şey” diye cevaplamış ve devam etmiş, “Zaten Zlatan’ı var!” Böylesine bir özgüven…

Yeni takımına dönersek, bu yazının yazıldığı saatlerde United’ın transfer döneminde kasasından çıkan para 56 milyon Sterlin. 100 milyonluk Pogba’nın transferi ise muhtemel siz bu yazıyı okurken bitmiş olacak. Eric Bailly, Villarreal’den 30 milyona transfer edilirken, ofansif orta saha Henrikh Mkhitaryan’ın maliyeti 26 milyon Sterlin. Her ne kadar Zlatan için Paris St Germain’e transfer bedeli ödememiş olsalar da, sezonluk ücreti 12 milyon Sterlin. Geçen sezon Premier Lig tarihinde en kısır sezonunu yaşamıştı Kırmızı Şeytanlar, yeni sezonda Düşler Tiyatrosu’nun müdavimleri gole doyacaktır muhtemel. Yeni transfer Mkhitaryan 2015-2016 sezonunda Borussia Dortmund formasıyla 26 gol kaydetmişti, muhtemel devam edecektir gösterisine Kırmızı Şeytanlar’da…

Geçen sezon Chelsea’nin başında kupa maçına çıkan ve Arsenal’e kaybeden Mourinho, bu kez Manchester United’ın başında. Yeni transferlerden Bailly ve İbrahimoviç sahada. Şampiyon Leicester’in tek eksiği ise Kante. Maçın ilk dakikalarında topa daha çok sahip olan takım Manchester United, orta sahada 27 numaralı formasıyla Fellaini oyun kurucu konumunda. İnanması güç ama şampiyon oldukları sezonda sadece 5 maçta rakibinden daha fazla topa sahip olmuş Tilkiler. İlk 20 dakikada sahada en çok göze batan Mavilerin 20 numarası Shinji Okazaki… 30 yaşındaki forveti Mainz’dan 7 milyon Sterine transfer ettiler, Bundesliga tarihinin maç sayısı olarak en kıdemli Japonu. Maçta ilk gol 31. dakikada Jesse Lingard’ın ayağından, asist Rooney… Leicester’ın daha takım havasında göründüğü maçta İlk yarının sonucu 1-0.

Leicester’de 2. yarıda 7 numaralı formasıyla Ahmed Musa, Okazaki’nin yerine sahada. Nijeryalı, kulüp tarihinin en pahalı futbolcusu. 52’de hatalı geri pasını affetmiyor Vardy, golcü geçen sezon kaldığı yerden devam ederken şimdi skor 1-1… 83’de sahneye çıkıyor Zlatan, Valencia’nın ortasına vurduğu kafa köşeyi buluyor, 2-1… Zor da olsa kupayı kazanıyor United, Mourinho’nun yüzü gülüyor…

Velhasıl, gazozuna da olsa sahada Zlatan’ın olduğu maçı izlemek ayrı keyif, hele de o maç futbolun en görkemli mabedinde oynanıyorsa…

Ziya Adnan
9 Ağustos 2016