Kitaplar


Çünkü Biz Ankaragüçlüyüz

Nereden Alabilirim?

Çünkü Biz Ankaragüçlüyüz!..

Anılar • Denemeler • Söyleşiler

“…kimileri vardır, stada fazla uzak olmayan bir erketede
toplanırlar maç günleri, zaferleri ve hüzünleri
tribünlerde hep beraber paylaşırlar…
Tribün çocuklarıdır onlar ve bu kitap onlar için yazılmıştır.
Kendi şehirlerinin değerlerine sahip çıkanlar için yazılmıştır,
hiç bitmeyen umutların sahipleri için yazılmıştır…
Ve geçmişe özlem duyanlar için yazılmıştır…”

“…kimileri vardır, stada fazla uzak olmayan bir erketede
toplanırlar maç günleri, zaferleri ve hüzünleri
tribünlerde hep beraber paylaşırlar…
Tribün çocuklarıdır onlar ve bu kitap onlar için yazılmıştır.
Kendi şehirlerinin değerlerine sahip çıkanlar için yazılmıştır,
hiç bitmeyen umutların sahipleri için yazılmıştır…
Ve geçmişe özlem duyanlar için yazılmıştır…”Nostaljik bir futbol kitabı, elinizdeki… Türkiye futbolunun en eski kulüplerinden biri olan Ankaragücü’nün güzel zamanlarını hafızalarda sabitlemeye dönük: 70’lerin “Bastııır Ankaragücü”sünü… 1981 Bolu finalini…
Aynı zamanda, Ankara futboluna sevdayla yazılmış bir kitap. Ziya Adnan, “İstanbullu haramiler” karşısında “kendi şehrine sahip çıkma” duygusunu arıyor.
Denemeler, anılar: Ankaragücü, Ankara ve futbol sevdası üzerine, futbol ortamı üzerine… Taraftar anılarından bir demet ve yazarın İngiltere futboluna dair anıları-izlenimleri de ilâvesi!
Ve söyleşiler: Efsanevi amigo Sefa’yla, Ankaragüçlü gol kralları Ertan Adatepe ve Ali Osman Renklibay’la, kaptan kaleci Adil Erinç’le, “Bonhof” Nazmi’yle, unutulmaz başkan Sabri Mermutlu’yla, kaptan Hakan Kutlu’yla, gazeteci Güray Soysal’la…

Kitap hakkında Can Dündar’ın Milliyet gazetesinde yayımlanmış yazısı:

Yine o eski günlerde…
Geçen yaz bir arkadaşımla Ankara’da bir bara gittik.
Genç barmen, “Her gece burada neler yaşadığımızı bir bilseniz” diye sohbete başladı.
Anlattıklarını dinleyince “Yazsana bunları” dedim, “Herkes başından geçenleri yazsa tarihi sivilleştirebiliriz.”
Unutup gitmiştim.
Geçen gün bir anı kitabı geldi.
Girişte bu diyalog hatırlatılıyor ve bana teşekkür ediliyor.
Hayır; kitabın yazarı bizim barmen değil; sohbete kulak misafiri olan yanımdaki arkadaşım:
Ziya Adnan…

***

Ziya tavsiyeye uymuş ve oturup “başından geçenleri” yazmış.
“Çünkü biz Ankaragüçlüyüz” (İletişim, 2005), sadece bir takımın değil bir kuşağın da öyküsünü anlatıyor. Çocukluğumuzun arsalarının tozuna karışıp uçuşmuş mazisinden fotoğraflar hatırlatıyor:
“Japon kale”ler, “üç korner bir penaltı”lar, “5’te haftayım, 10’da biter”ler… Camı kıran topu elde bıçakla rehin alıp “Kesiym mi ha, kesiym mi” diye tehdit edenler…
Topu olanın en iyi mevkide oynadığı, top olmadığında gazete kâğıtlarının iple sarmalanıp top niyetine yuvarlandığı, o kâğıttan ucubeyle kaldırıma konulmuş iki taş parçasının gün boyu bizi oyaladığı canım günler…
Komik ama, Ziya’nın özlem kokulu kaleminden dökülenleri okurken ben de kendi öğüdüme uyup yaşadıklarımı yazmak istedim.

***

Bizim mahalle takımı da adını sokağımızdan almıştı:
“Marmara Spor”
Antrenörümüz Muzaffer’di.
Ben ortada oynardım.
Tayfun bekte, Reha ileride… Adil forvette… Tufan açıkta…
Kaleyi Sacit beklerdi.
Maçlar ya bizim evin arkasındaki arsada yapılırdı ya Hacettepe’nin küçük kale beton zemininde ya da okulun futbol sahasında…
Maç sonuçlarını yazdığımız, her birimizin vesikalık fotoğraflarının yapıştırıldığı ajandadan bozma takım defteri hâlâ bende durur.
Her daim dizleri yara bere içinde çocuklardık.
İnternette dolaşan bir yazıda sorulduğu gibi, “Bilmem o koşullarda nasıl hayatta kaldık?”
“Haftayım”da paylaşarak içtiğimiz gazozların şişeleri ya da sırayla ağzımızı dayadığımız mahalle çeşmeleri pislik içindeydi. Biz gün boyu dışarıda sürterken ana babalar işindeydi. Cep telefonu olmadığından gün boyu kapsama alanı dışındaydık. Azmak serbestti ve o zamanlar yaramazları terapiste götürmezlerdi.
Büyüdük yine de, her nasılsa!..

***

Ziya’nın kitabını okurken şöyle bir göz attım “Marmara Spor” ajandasına…
Muzaffer Hoca memur oldu.
Tayfun profesörlüğün eşiğinde…
Öbürleri kim bilir nerede?
Lakin kalecimiz Sacit’i kaybettik, lisede, terör cehenneminde…Takım, o zaman dağıldı işte…
Ben de futbolu hafızama gömdüm.
Yıllar sonra geçenlerde niyeti bozup oğlumu maça götürdüm. Çıkışta, maçtan aklında kalan tek ayrıntıyı sordu bana:
“İ.ne ne demek baba?”
Ona futbolu ve taraftarlığı tanısın diye Ziya’nın kitabını vereceğim.
Ve becerebilirsem Marmara Spor’dan hayatta kalanları, şimdi çirkin bir apartmanın işgalindeki eski arsada buluşturup onlara kitabın girişindeki Ümit Yaşar şiirini okuyacağım:
“Farzet ki doğup büyüdüğün yerdesin / Caddeler aşina, insanlar tanıdık / velhasıl yine o eski günlerdesin.”

NOT: Bir hafta tatil için izin istiyorum. Dönüşte burada buluşmak üzere…

Can Dündar

28 Ağustos 2005 / Pazar

 

 

KİMİ BAŞROL KİMİ KARAKTER

Nereden Alabilirim?

“Seyretmek yetmiyor okumak da lazım!

Uğur Vardan

Hürriyet 28 Ocak 2014

Uzun ömründe ‘ikbali de idrabı da görenler’ var. Kimi eski günlerine ağıt yakarken kimileri manşetlerden düşmeyen… Kimi endüstriyel futbolun zenginliğinde giderek büyürken, kimi zor zahmet ayakta kalmaya çalışan… Kimi pek meşhur, kimi uzaktan aşina, kimi gözden ırak, adı bile bilinmez… Niceleri var.”
Bu güzel oyunu İngilizler icat etti, sevdirdi, bazı yerlerde ‘sömürgeci efendiler’in ifadesi oldu, bazı yerlerde başkaldırının simgesi… Bazen ona çok anlamlar yükledik, bazen hak ettiği değeri veremedik. Ama küçük bir 19. yüzyıl eğlenceliği, 20. yüzyılda kitlelerin en büyük histerisine dönüştü ve hükümranlığını 21. yüzyıla taşımayı da başardı. Herkesin oyunla olan ilişkisi türlü türlü, mesafelisinden hastalıklısına her dem taze, her dem ilgi çekici… Ama Britanya’da doğup çoğu kez Brezilyalıların estetik, Almanların fiziki güç, İtalyanların taktik, Hollandalılar akıl, bu coğrafyanın ise kaos kattığı oyun, artık ‘endüstriyel futbol’ adı verilen bir çarkın içinde salınıp duruyor. Bu çark, her yerde asıl olarak kasaları doldurulmasına, her daim kazanılmaya yönelik bir kültürün yeşermesine, ilgili ilgisiz birçok kişinin kâr hırsıyla meseleye dahil olmasına ortam sağlıyor. Ama yine de herkesi bir noktada birleştiren, belki de toplayan başka bir şey var; oyunun kendine özgü çekiciliği…

‘Söz uçar, yazı kalır…’

Eskiden sadece hafta sonu oynanan lig maçları, hafta ortası ifa edilen kupa serüvenleri ilişkiyi belli bir seviyede tutardı, şimdiyse her geceye yayılan ve gereksizce uzatılan bir yarış var ve asıl hedef, oyunun cazibesinden yararlanarak her daim kâr, kâr, kâr… Hal böyle olunca da etikten çok ‘Durmak yok, yola devam’ öne çıkıyor.
Asıl kötü olan da şu: Bu topraklarda ‘endüstriyel futbol’un oyunun kuralına göre inşa edilmemesi… Ürünler problemli. Müşterinin eli açık, son derece cömert ama piyasaya sürülen ‘mal’ tatmin edici değil. Verdiğin paranın karşılığını alamıyorsun. Lakin taraftarsın ve doğan gereği, bir zamanlar yaptığın o sadakat sözleşmesini kafana göre yırtıp atamıyorsun. Elin oğlu kuralına göre oynuyor oysa.Sevdasının karşılığını alıyor ve tutkusunu sadece maça giderek değil, meseleye ilişkin dergisiydi, kitabıydı, almanağıydı diyerek, ‘yazılı alan’da da gösteriyor. Sadece seyretmiyor, okuyor da… Bizde ise tutku, sadece oyunun görselliğine ve nerdeyse o anına dair… Geride kalan tortuda ise yalnızca komplo teorileri ve kaotik yansımalar var. Her konuda olduğu gibi okumak bu alanda da bizim için meşakkatli bir uğraş. Bir maçı izliyoruz ve hemen tarihin çöplüğüne yolluyoruz. Her zaman önümüzdeki maçlara bakıyoruz.Önümüzdeki maçlara, önümüzdeki yeni transferlere, önümüzdeki yeni hamlelere… Oysa futbolda da ‘Söz uçar, yazı kalır’ şiarı geçerli.

Oyunun her limanına uğruyor!

Farkındayım, geniş aldım ve asıl olarak varmak istediğim limana yaklaşmak için fazladan turlar attım. Özetle mesele şu: Girişte, çok yakın bir zaman önce çıkmış bir kitabın sunuş yazısından alıntı yaptım. Tanıl Bora-Ziya Adnan ikilisinin (ya da ‘Tandem’inin) ortak yazılarıyla çıkan ‘Kimi Başrol, Kimi Karakter’ adlı çalışma, ‘futbol kitapları’ başlıklı toplama yeni dahil olmuş taze bir soluk. Bora-Adnan ikilisi, koca bir okyanusun farklı sularına girip çıktıkları kitapta 70 yazıyla o çok sevdiğimiz oyunun her bir limanına uğramışlar neredeyse. Belki şöyle özetlersem meseleyi daha kolay anlatırım derdimi: Eğer Simon Kuper’in üslubundan, futbola bakış açısından ve yaklaşımlarından hoşlanıyorsanız bu kitapta benzer bir mantığın izlerini bulacaksınız. Bu âlemde futbolun yazısı çizisi çok az ve her yeni hamle, yeni bir çentik oluyor. ‘Kimi Başrol, Kimi Karakter’ ise ait olduğu topluluk adına derin bir bırakacak çalışma olmuş. Nasıl derler, belki her eve değil ama her aklı başında futbolsevere lazım…”

 

Tanıl Bora ile Ziya Adnan’ın birlikte kaleme aldıkları Kimi Başrol Kimi Karak-ter: Kulüp Hikâyeleri adlı kitap futbolla ilgili harika öykülerle dolu. Dünyanın en önemli derbilerinden seçmelerle başlayan çalışma, Ada futbolundan ülkemize kadar farklı coğrafyalardan anekdotları bir araya getiriyor.

KİMİ BAŞROL KİMİ KARAKTER: KULÜP HİKÂYELERİ, TANIL BORA-ZİYA ADNAN, DİPNOT YAYINEVİ, 344 SAYFA, 20 TL

Baştan söyleyeyim, Kimi Başrol Kimi Karakter adlı kitabı tanıtmak için uzunca bir alıntı yapmak zorundayım. İşin kolayına kaçmaktan değil, “Kulüp Hikâyeleri” alt başlığını taşıyan kitabı çok iyi anlattığı için bunu yapacağım. Yoksa bu kitap üzerine birkaç saat içinde beş ayrı yazı yazabilirim, yayımlatacak yer bulabilmek koşuluyla tabii: “Her futbol kulübü bir nevi roman kahramanıdır. Haydi deyin ki, hikâye kahramanı! Bu kitaptaki yazılar, dünyanın dört bir köşesinden, bu hikâye ve roman kahramanlarının bir öbeğinin resmi geçididir. Nasıl ve nerede başlamış hikâyeleri, renkleri nasıl doğmuş, nasıl büyümüşler ya da önemsizliğe sürüklenmişler, zaman içinde kimler giymiş formalarını, neler kazanmış, neler kaybetmişler, şimdilerde ne yaparlar, ne âlemdedirler, sevdalıları kimlerdir? (…) Futbol birkaç renkten, birkaç büyük takımdan ibaret değil ki. Hep parlak ışıklar altında yaşayanlar var, gözünün feri sönmüşler var. Uzun ömründe ‘ikbali de idbarı da görenler’ var. Kimi eski günlerine ağıt yakarken, kimileri manşetlerden düşmeyen… Kimi endüstriyel futbolun zenginliğinde giderek büyürken, kimi zor zahmet ayakta kalmaya çalışan… Kimi pek meşhur, kimi uzaktan aşina, kimi gözden ırak, adı bile bilinmez… niceleri var.”

Evet, Tanıl Bora ile Ziya Adnan’ın birlikte kaleme aldıkları kitapta bu söylenenlerin hepsi, hatta çok daha fazlası var. O kadar ki, futbolun magazin yanıyla ilgilenenler bile unutulmamış diyebiliriz. Kuşkusuz yazarlarımızın böyle bir dertleri yok ama Barcelona savunmasının iki temel direğinden biri olan Gerard Piqu’nin hayat arkadaşı Kolombiyalı ünlü şarkıcı Shakira’nın Real Madrid taraftarı olduğundan haberiniz var mıydı? Sadece bu değil, bunun gibi daha neler neler…

Kitap değişik zamanlarda yazılmış yazılardan oluşuyor. İki yazarımız bunları belli bir düzen içinde derlemiş ve ortaya bu eser çıkmış. Dünyanın en önemli derbilerinden seçmelerle başlıyor kitap. Bu da benim için kışkırtıcı bir konu; mesleğimin ahir zamanında dünyanın en büyük 10 derbisini yerinde izleyip bir kitap yazarak mesleğe nokta koymak gibi bir hedef ve özlemim var.

Üçüncü dünya savaşının provası

Derbiler arasında en çok ilgimizi çeken El Ahli-Zamalek oluyor. Niye ötekiler değil de bu, sorusu gereksiz çünkü başka herhangi bir derbi “Üçüncü dünya savaşının genel provası” olarak nitelendirilmiyor. Bizim Fenerbahçe-Galatasaray derbisi de şiddet yönünden hatırı sayılır bir potansiyele sahip ama yabancı bir gazeteciye “gitmeyin, öldürülürsünüz” denilecek kadar değil. Bu derbiyi konu etmeden Mısır üzerine konuşmuş olamazsınız denilebilecek kadar ileri noktada iş…

Kızılyıldız-Partizan derbisi de ondan geri kalır gibi değil… Aralarındaki mezhep ayrılığına karşın Celtic-Rangers rekabeti bunların yanında romantik kalıyor. Zaten Rangers’ın küme düşürülmesi nedeniyle bu derbinin yeniden başlaması için birkaç yıl beklememiz gerekiyor. Roma derbisinde şiddet, nefret ve ırkçılık var. Schalke-Dortmund rekabetinin içinde biraz biz de yer alıyoruz. Ajax-Feyenoord rekabetinin Yahudilerle köylülerin çatışması olarak görüldüğünü işitmiş miydiniz? Brezilya’nın Fla-Flu derbisinin eğlence yanının ağır bastığını kestirebiliriz. Ancak “Brezilya’da futbol, adalet ve demokrasinin ilk öğretmenidir.” gibi önemli bir sözü de atlamayalım.

Ardından sertçe bir geçişle Ankara futbolunun haline bakıyoruz. Ankaragücü ve Gençlerbirliği ağırlıklı olarak dünden bugüne yolculuk yapıyoruz. Elbette ki hüzün tarafı ağır basan bir yolculuk bu. Zaten yazarlardan Ziya Adnan ağırlıklı olarak İngiltere’den değişik bakımlardan çarpıcı örnekler verirken, bizdeki fiyasko düzeyindeki aksaklıklara sık sık göndermede bulunuyor. Gerçekten iki dünya arasında o kadar büyük farklar var ve bunlar öylesine aleyhimizde ki, sık sık hatırlayıp hayıflanmamak elde değil.

Londra: Bir futbol kıtası

Ankara bölümünden “Avrupa’nın Büyükleri”ne zıplıyoruz. Real Madrid, Barcelona ve Bayern Münih’e birer selam çakıp Londra’ya geçiyoruz: “Bir Futbol Kıtası”. Evet, kenti ya da bölgesi filan değil kıtası. Bence de Londra bir futbol kıtası, belki daha da fazlasıdır. Burada o kadar çok futbol romanı ve öyküsü var ki, benzerini ancak bir kıtada bir araya toplayabilirsiniz. “Ada’nın Taşrasından” bölümündeki yazılar da bu iddiayı pekiştiriyor.

“Avrupa Taşrasından” bölümünün sürprizi İsveç’teki Süryani takımı. Zaman zaman Türk kökenli oyuncular da bu takımda yer alıyor. Ceyhun Eriş bunların transferle Türkiye’den gideni olarak aralarına katılmıştı… “Dünyanın Taşrasından” bölümünden inanılmaz bilgiler edineceksiniz. Örneğin, Cezayir’in bağımsızlık savaşında futbolun önemli bir rolünün bulunduğunu öğrenmek gerçekten ilginç. İlk cumhurbaşkanı Ahmed Ben Bella, Marsilya’da oynamış bir futbolcu imiş. Daha fazlası da var.

“Unutulmuş… Ve Unutulmayan” ile “Sol Kale Arkası” bölümleri kesinlikle ayrı bir yazıyı hak ediyor. Tanıl Bora ismi zaten bu alanda bir kalite güvencesi. İki arkadaşımız hazine değerinde bir kitap ortaya çıkarmış. Payınızı almak ister misiniz? Siz bilirsiniz.”

 

 
***

 

Nereden sevdim o zalim takımı…

Futbol takımı taraftarlığında “sevilen”i anlatmak mümkün. Tanıl Bora ile Ziya Adnan, Kimi Başrol Kimi Karakter’de, futbol kulüplerinin hikâyelerini anlatarak “sevilen”i tasvir ediyor.

25.01.2014 00:25

BURAK KURU burak.kuru@radikal.com.tr

Nereden sevdim o zalim takımı...

Ülkemizde insanın kendisini tanımladığı kimliklerden biri, hatta zaman zaman en önemlisi olarak karşımıza çıkıyor “desteklediği takımın mensubu” olmak. O unvanı şerefle taşımak, hayata o pencereden bakmak, kararlarını bu unvanla ilişkili olarak vermek, kısacası ömrünü böyle geçirmek… Kim olduğunu sorduğunuzda isminin önüne Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Galatasaraylı’ ya da her kimi destekliyorsa onu koyan kişiler, varlığını dünya döndükçe ve top yuvarlandıkça korudular.

Tabii bu ruh hali herkese normal gelmek zorunda değil. Sonuçta ülkemiz sınırlarında geçerliliğini koruyan, sanıyorum yabanellerde de öyledir, bir ebeveyn “serzenişi” der ki: “Sizin cebinize ne giriyor da bu kadar kendinizi parçalıyorsunuz evladım! Parayı futbolcular kazanıyor, size ne oluyor?”

Ancak bu ruh haline uzak olsanız bile, bir insanın böylesine aidiyet hissetmesinin altında yatan nedenleri hiç merak etmediniz mi? Mesela bir kişi neden hayatının merkezine desteklediği futbol takımını koyar, o takımı o merkeze getiren faktörler nelerdir? Bunlara kafa yormaz mısınız?

Eğer kafa yoruyorsanız yardımcı bir kaynak, yok hiç bu konuları düşünmediyseniz size hazır yoldan cevap verebilecek ve ileride sizi bunları düşünmekten kurtarabilecek “futbol taraftarlığının sırrı” konusuna da eğilen kitapla müşerref olmanızı sağlayacağım.

Tanıl Bora ve Ziya Adnan ortak yapımı, Kimi Başrol, Kimi Karakter isimli eser, kapağında da belirtildiği gibi kulüp hikâyeleri anlatıyor.

Yetmiş tane yazı var. Farklı disiplinlerde elbette. Ancak yazarlarından beklendiği üzere “ahkâm” üzerine kurulu değil, bilgilendirme amaçlı… Yazıyı biraz açacak olursak “portre” dememiz mümkün. Kimisi kulüp, kimisi “derbi” portresi…

Tıpkı futbol liglerinde olduğu gibi bu yazılar da “klasman”lara ayrılmış durumda.

Mesela “Derbiler” bölümünde Arap Baharı’nda “hasta olan” Mısır’ın görkemli derbisi El Ehli-Zamalek’i Tanıl Bora’nın kaleminden okuma şansınız var. Küçük bir alıntı: “Kahire derbisi, Afrika’nın en büyük futbol olayıdır ve birçok Afrika ülkesinde de merakla takip edilir.

Kahire’nin kaotik trafiği, bir tek bu derbi vesilesiyle biraz ferahlar, sokaklar boşalır. Kahire’nin ‘Nasır şehri’ denen dış mahallesindeki dev Ulusal Stadyum’un biletleri genellikle günler öncesinden tükenmiş olur. Her seferinde 100 bin kişi ‘olay yerinde’dir Kahire derbisinde.

Bu derbiyi de büyük yapan etkenlerden biri, taşıdığı şiddet yükü. Nijeryalı spor yazarı Fabio Lanipekun, ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın genel provası’ diye tanımlamış bir seferinde Kahire derbisini! 2008’de bu maçı izlemeye gelen bir İngiliz gazeteci, havaalanından bindiği taksinin şoförünün onu basit bir İngilizceyle ‘Do not go. You will be killed’ (Gitmeyin, öldürülürsünüz) diye uyardığını yazmıştı…”

Taşra’dan futbol hikâyeleri…
Ankara, bölümünde Ziya Adnan’ın yazdığı Büyükada’nın başşehri Londra, ile Türkiye’nin payitahtı Ankara’yı kıyaslayan yazıdan bir bölüme ne dersiniz: “Kaderleri farklı iki şehir bilirim, iki başkent… Birinin stadları dolar taşar maç günleri. Babalarının ellerinden tutmuş küçük çocukların gülümseyen yüzleri yansır ekranlara. Kombine biletlerine sahip olabilmek için senelerce beklemek gerekir. Stadları ev sahipliği yapar futbol şölenlerine. Futbola dair güzel hikâyeler yazılır. Diğerine bakarken uzaklardan, içiniz acır. Zira yeniktir zamana…”

“Avrupa’nın Büyükleri” bölümünde Barcelona, Real Madrid, Bayern Münih’i Tanıl Bora’dan dinleyecek, “Londra: Bir Futbol Kıtası”nda Ziya Adnan’ın araştırmalarıyla bu önemli şehri biraz daha farklı tanıyacaksınız.

Taşra’dan futbol hikâyeleri de barındırıyor bu eser ama biraz farklı. Daha uzaktan bakıyor: “Ada’nın Taşrasından”, “Avrupa’nın Taşrasından”, “Dünyanın Taşrasından”…

Tabii bu futbol kulüpleri arasında ‘bir devir muhteşem’ olan fakat şu günlerde ‘eski gücünde olmayan’lar da var. ‘Unutulmuş… Ve Unutulmayan’ bölümü buna ayrılmış. Oradan bir Tanıl Bora alıntısıyla devam edelim. “1999 büyük depreminin futbol sahalarındaki yetimi Kocaelispor…” şeklinde başlayan “Depremin Takımları” yazısından: “Kocaelispor Kulübü Başkanı Orhan Görsen, bir basın toplantısında ‘Kocaelispor kapanmayacak, kapatmıyoruz’ demiş. Özgür Kocael gazetesinde İsmet Çiğit, ellerini dizlerine vuran yazılarında şöyle diyor: ‘Sezon sonuna kadar bu takım puan alamayabilir. Olsun. Bir sonraki sene Bölgesel Amatör Lig’e, sonra bakarsınız oradan Kocaeli Amatör Kümesi’ne düşeriz. Ama biz, gün gelir küllerimizden doğarız. Önemli olan yaşamaktır. Nefes almaktır.’

Daha duru, daha asil, nasıl söylenir? Her hafta “Gol atmışlar, puan almışlar mı?” diye Kocaelispor’un maç sonucuna bakıyorum umut gözüyle. Futbolsever duası niyetine. Elimizden gelen budur…”

Eduardo Galeano’nun Gölgede ve Güneşte Futbol kitabının açılış cümlesi “Futbolun öyküsü, zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öyküdür” ile açılan önsözde Tanıl Bora ve Ziya Adnan şu ifadeyi kullanıyor: “Bu küçük kulüp portreleriyle, futbol sandığımız bunca gürültüde konuşulmayanları, bilinmeyenleri, görünmeyenleri görmeye çalıştık. Sadece renkleri, kulüpleri, takımları değil de futbolun cilvelerini ve acı tatlı hikâyelerini sevenlerle yeşil sahalara daha geniş, daha havadar bir pencereden bakabilme adına…” Son sözü okur olarak tavsiyeyle söyleyeyim o halde: Kitabı okuduğunuz zaman önsözde yer alan bu ifadeyi test etmiş ve onaylamış olacaksınız.

Papağanın ölümü, takımın düşüşü
Arsenal-Tottenham Hotspur derbisine Ziya Adnan’dan tarihi bir bakış. Bir kuple: “Rivayete göre İngilizcede büyük hayal kırıklıklarını anlatmak için kullanılan “Sick as a parrot” (Papağan kadar hasta) deyiminin kökeni 1919 yılına dayanır. Tesadüf mü bilinmez ama o sene, tam da Arsenal’in Tottenham’ın yerine 1. Lig’de mücadele etmeye hak kazandığı gün, Tottenham’ın maskotu olan papağan ölür! 1908’de çıktıkları Güney Amerika turu sonrası takım kaptanı tarafından kulübe hediye edilen şirin papağan, on bir sene yaşadıktan sonra bir anda hastalanmış ve o kada günde hayata gözlerini yummuştur. Tottenham taraftarları arasında, takımlarının o sezon 1. Lig’de oynayamayacak olması ve papağanın ölümü büyük üzüntüyle karşılanır. Batıl inançları güçlü olanlar, bu kara hadiseyi futbola bağlarlar ve deyim günümüze kadar gelir…”

Burak Kuru

Radikal Kitap

25.01.2014 00:25