Wembley’de Britanya çarpışması…

Wembley’de Britanya çarpışması…

Uzaklardan…

Mel Gibson’ın yönettiği ve başrolünü oynadığı 72 milyon dolara mal olmuş 1996 yapımı Braveheart (Türkçeye “Cesur Yürek” olarak çevrilmiş) filmi, 13. Yüzyılda yaşamış İskoç savaşçı William Wallace’ın İngiltere Kralı King Edward’in ordularına karşı bağımsızlık savaşını anlatır. Wallace’ın önderliğinde, onun kahramanlıklarından cesaret alan İskoç halkı İngilizlere karşı ayaklanmış, İngiliz ordularını Sterling’de bozguna uğratmıştır. Filmin bazı sahneleri Sterling’de çekilmiş olsa da, büyük savaş sahneleri İrlanda’da çekilmiş ve çekimlerde İrlanda Ordusu’nun askerleri kullanılmış. O sene 10 dalda Oscar’a aday olan yapım, en iyi film ödülünü kazanırken aynı zamanda dört dalda daha ödül almıştır. O film İskoç halkının “uzun bacaklılar” olarak tanımladığı İngilizlere karşı tarih boyunca verdikleri özgürlük mücadelesini pek güzel anlatır. Filmin doğuş hikâyesi ilginç, senaristi Randall Wallace’ın 1983 senesinde Edinburgh ziyareti sırasında tarihi Edinburgh kalesinin dışında yer alan William Wallace heykelini görmesi ve daha önce hakkında hiç bilgi sahibi olmadığı İskoç kahramanının hayatını araştırmasıyla başlamış. İzlememiş olanlara şiddetle tavsiye…

Futbola dönersek, ülkenin milli takımı İngiltere ile birlikte dünya futbolunun en eskisi. 1872 senesinde kurulmuşlar, köklü tarihlerinde 23 teknik direktörle çalışmışlar. Şimdilerde takımın teknik direktörü 59 yaşındaki Gordon Strachan, 1984 – 1989 arasında Manchester United’da top koşturmuş, o dönem kazandığı tek kupa 1985 senesinde Federasyon Kupası. İskoçya’nın Dünya Kupası tarihindeki katılımları sınırlı, FIFA’ya üye olmadıkları ilk üç Dünya Kupası’na katılmamışlar. İlk kez boy gösterdikleri 1954 Dünya Kupasında Uruguay karşısında tarihin en ağır yenilgisini 7-0 ile almışlar. 1958 Dünya Kupası’ndan sonra günümüze kadar gelen süreçte sekiz Dünya Kupası görmüşler. Kupalarda kayda değer başarıları olmasa da, İngiltere’yi yendikleri maçlarda Dünya Kupası’nı kazanmış kadar sevinmeleri görülmeye değer. İlk kez 30 Kasım 1872’de, futbolun faklı kurallarla oynandığı zamanlarda karşılaşmış iki takım ve maç golsüz beraberlikle tamamlanmış. İngilizleri “Auld Enemy” (eski düşman) olarak tanımlıyorlar. Aradaki husumet öyle derin ki ilk kez 1883–1984 senesinde oynanmış Galler, Kuzey İrlanda, İngiltere ve İskoçya’nın katıldığı “British Home Championship”, 1984 senesindeki turnuvada çıkan olaylardan sonra bir daha oynanmamış. Çoğunlukla karakolda biten o maçları muhtemel en iyi “The Guardian” özetlemiş: “Sınırın iki tarafında yer alan milyonlar için iki tarafın karşılaştıkları maçlar, düşman karşısında elde edilecek en büyük zafer olarak görülüyor!” Anlayacağınız bizim üç İstanbullunun aralarında oynadıkları itiş kakış derbi, bunlarınkinin yanında Papazın Çayırı’nda pazar pikniği gibi kalır. Malum, futbolun en kanlı derbilerinin temelinde din ve mezhep çatışmaları yatar. Yeri gelmişken İngiliz taraftarlar arasında çok bilinen espriyi de atlamadan geçmeyelim. “İskoçya ile görünmez adam arasındaki fark nedir?” diye sorar İngiliz ve cevabı yine kendi verir: “Dünya Kupası finallerinde görünmez adamı görme ihtimali, İskoçya’yı görmenizden fazladır!”

Kışın habercisi soğuk ve kasvetli bir kasım akşamında, 2018 Dünya Kupası gruplarında görkemli Wembley Stadı’nda İngiltere İskoçya karşısında. 4-2-3-1 dizilişinde sahaya çıkan İngiltere’nin geri dörtlüsünden üçü, Walker, Rose ve Dier bu sezon Premier Lig’in kalesinde en az gol gören takımı Tottenham’da top koşturuyor. Takımın kaptanı United’da forma şansı bulmakta zorlanan Rooney, ilerde Sturridge. 3-2-4-1 dizilişindeki İskoçya’da Premier Lig’in dişli takımı West Brom’da forma giyen kaptan Fletcher ve Morrison ilk 11’de. Cüneyt Çakır’ın yönettiği maçta İskoçlar istekli başlıyor, uzun toplarla rakip kalede gol arıyorlar. Savunmadan pasla çıkan ve iki kanat oyuncusu Sterling ve Lalana’yı çizgiye yakın oynatan İngiltere’nin oyun planını kalabalık orta sahayla bozma niyetinde İskoçlar. İlk 15 dakikada İngiltere’nin topla oynama oranı yüzde 54. İskoçya top rakibe bırakıp çabuk çıkmak için fırsat kolluyor. 24’de golü buluyor İngilizler, Lalana’nın sağdan ceza sahasına kestiği topu kafayla köşeye bırakıyor Sturridge, 1-0. Liverpool’un golcüsü sakatlıklardan uzak kalmayı başarabilse hücumda çok üretken. Golden sonra beraberlik için çok adamla çıkmaya başlıyor İskoçlar. 30’da Griffiths kale yerine pası düşünse beraberlik golü işten değil. Tek golün kaydedildiği ilk devrenin sonunda ev sahibinin topla oynama oranı yüzde 71.

İkinci yarıya beraberliği yakalama adına baskılı başlıyor Strachan’ın takımı. 50’de Snodgrass müsait pozisyonda topu savunmaya nişanlıyor. İskoç tribünleri kaçan gole hayıflanırken İngilizler ikinci golü buluyor. Rose’un soldan ortaladığı topa kafayı vuran Lalana, 2-0. İki takım arasında, bilhassa 3. bölgede kalite farkı çok belirgin. Bu dakikaya kadar İngiltere kaleyi bulan iki vuruşunu da gol yaparken, İskoçya sekiz kez yokladığı rakip kalede gol bulamıyor. 61’de fark üçe çıkıyor, Rooney’nin soldan kullandığı kornere kafayı vuran Cahill, 3-0. İskoçya savunmasının ortasındaki ikili Berra ve Henley adam paylaşımında sıkıntılı. İngiltere çok iyi oynamadığı ama kolay goller bulduğu maçı farklı kazanırken, Cüneyt Çakır Avrupa arenalarında bir maçta daha iyi not alıyor.

Ziya Adnan
15 Kasım 2016

Premier Lig seyir defteri; Londra derbisinde Çılgın Bielsa’yı hatırlarken…

Premier Lig seyir defteri; Londra derbisinde Çılgın Bielsa’yı hatırlarken…

Uzaklardan…

Takvim yaprakları 21 Temmuz 1955’i gösterirken Arjantin’in Rosario şehrinde dünyaya gözlerini açmış futbol dahisi. Dahi tanımı bana ait değil, Pep Guardiola böyle tanımlamış teknik direktörlerin en iyisi dediği Marcelo Bielsa’yı. Taraftarlık folklorunda çocuk dediğin genelde babanın izinden yürür ama o babasının taraftarı olduğu Rosario Central’a değil de şehrin Santa Fe bölgesinde yer alan Newell’s Old Boys takımına sevdalanmış. Onlara da selam çakalım yeri gelmişken. 3 Kasım 1903 tarihinde Arjantin futbolunun atalarından Isaac Newell tarafından kurulmuşlar, günümüze kadar gelen süreçte altı şampiyonlukları bulunuyor. Renkleri bizim Gençlerbirliği’ni andırıyor, 38 bin kapasiteli futbol mabetleri adını bir zamanlar formasını giymiş, sonraları takımın teknik direktörlüğünü de yapmış futbol adamından almış: “Estadio Marcelo Bielsa…”

1977-1978 sezonunda giymiş Old Boys formasını, sert bir savunma oyuncusuymuş. 25 yaşında bırakmış futbolu. Beden eğitimi öğretmenliği diplomasını aldıktan sonra çalıştırdığı ilk takım eski takımı olmuş. Onun teknik direktörlüğünde 1990-1992 seneleri arasında harikalar yaratmış Newell’s Old Boys. Futbol felsefesini anlatan yazılarda günün neredeyse tamamını maç kasetleri izleyerek geçirdiğini, antrenmanlarda farklı mevkilerde oynayan topçuları ayrı seanslarda çalıştırdığı, basın toplantılarında saatlerce maç analizi yaptığı, futbolla yatıp futbolla kalktığı anlatılır. Arjantin Milli Takımı’nın kaptanlığını yapmış defans oyuncusu Roberto Ayala, onun zamanında antrenmanlarda bazen hiç forvet görmediklerini, hücum ve orta saha oyuncularını ayrı zamanlarda çalıştırdığını dile getirmiş. Takım formasyonunda 3-3-3-1’i sıklıkla kullandığını, bu oyun düzeninde sahanın her yerinde takımına sayısal üstünlük kazandırdığı, çok koşan oyuncuları tercih ettiği biliniyor. İngiliz gazeteci John Carlin onu, “Bu gezegende en geniş futbol bilgisine sahip futbol adamı” olarak tanımlıyor.

•••

“Yazın bittiği her yerde söylenir / Söylenmeyen şeyler kalır geriye / Ve sonra, hiçbir şey olmamış gibi / ağır, usul bir hazırlık başlar / Uykuya benzer yeni bir mevsime…” der Murathan Mungan o enfes “Yaz Bitti” şiirinde. Yaz biteli çok oldu, şimdi kasım kasveti bu diyarlarda. Kasımın ilk günlerinde Kuzey Londra derbisinde. 2014 senesinden beri Tottenham’ın başında Çılgın Bielsa’nın öğrencisi Mauricio Pochettino. Henüz 14 yaşındaymış Bielsa tarafından keşfedildiğinde, gecenin geç bir saatinde yardımcısı Jorge Griffa ile gitmiş çocuğun evine. Hani “topçu dediğin bacaklardan belli olur!” derler ya, o da çocuğun bacaklarını görmek için ailesinden izin istemiş ve o küçük çocuk katılmış Newell’s Old Boys’un gençlerine. “Babam gibidir” diyor Pochettİno ondan bahsederken ve ekliyor: ”Futbola dair öğrendiğim her şeyi ona borçluyum.”

Harry Kane’nin yokluğunda gol yollarında sıkıntılı Tottenham, Şampiyonlar Ligi’nde Wembley’de oynadıkları iki maçı da kaybettiler ama Premier Lig’de mağlubiyeti olmayan tek takım. Kane uzun aradan sonra bu maçta takımıyla sahada, Dele Alli sakatlığı nedeniyle maç kadrosuna alınmamış. Arsenal’ın önemli eksiği orta sahanın dinamosu Cazorla. 1993 senesinden beri Arsenal deplasmanında sadece bir maç kazanabilmiş Tottenham. Bu maça üçlü savunma düzeninde çıkan beyazlı takımın orta sahasında Wanyama, Dembele ve Eriksen, iki kanat beki Danny Rose ve Kyle Walker. İlk 20 dakikada Tottenham’ın orta sahası rakibin pas trafiğine izin vermiyor, bilhassa Wanyama sertliğiyle göze batıyor bu dakikalarda. İyi pres yapıp, kaptıkları toplarla etkili çıkıyorlar. 21. dakikada Kane’nin kafa vuruşu az farkla dışarda. Kontraya çabuk çıktıkları anlarda Son ve Kane savunmanın arkasına yaptıkları koşularla pozisyon yaratıyorlar. Wenger endişeli ilk 30 dakikada. 33’te ev sahibi ilk tehlikeyi yaratıyor, Sanchez’in pasına Iwobi iyi vuramıyor, Lloris için kolay bir top. 39’da Walcott sağdan aldığı topa sert vuruyor, top çataldan dönüyor. İlk yarı bitti derken Mesut çıkıyor sahneye, duran topu mükemmel kesiyor ceza sahasına, Wimmer’im kalesine doğru hamlesi topu ağlarla buluşturuyor ve Arsenal öne geçiyor. İlk yarı Arsenal 1 – Tottenham 0.

İkinci yarıda takımlar aynı kadrolarla sahada. 50’de Dembele Arsenal ceza sahasında Koscielny tarafından düşürülüyor, hafif temas var ama karar ağır. Penaltıyı Kane kullanıyor, şimdi durum 1-1. Gol iştahlandırıyor beyazlı takımı, 55’de Kane vuruyor Cech son anda çıkarıyor. 60’da sağdan Rose kesiyor, Kane mutlak golü kaçırıyor. 64’te Coquelin çıkıyor Ramsey sahada. 70’de Giroud ve Chamberlain, Walcott ve Iwobi’nin yerine giriyor. Son 15 dakikada Tottenham 5-2-3 dizilişinde oynamaya başlıyor, Arsenal pozisyon yaratmakta zorlanıyor. 83’te Eriksen’in soldan ceza sahasına ortaladığı top direkte patlıyor, Arsenal adına şans anı. 89’da Sanchez ortalıyor, Giroud’un kafa vuruşu Lloris’in ellerinde kalıyor. Maç beraberlikle biterken Pochettino’nun takımı Premier Lig’de hâlâ yenilgisiz.

Ziya Adnan
13 Kasım 2016

Premier Lig seyir defteri; Ronald Koeman…

Premier Lig seyir defteri; Ronald Koeman…

Uzaklardan…

21 Mart 1963 tarihinde Hollanda’nın 72.597 nüfuslu Zaandam şehrinde dünyaya gelmiş futbol adamı. Jenerasyonunun en iyi savunmacılarından biri olarak kabul ediliyor, aynı zamanda ölümcül şutlara sahip bir duran top ustası. Futbolculuk yıllarında en golcü defans oyuncusu seçilmiş, uzman bir penaltıcı aynı zamanda. İlk profesyonel takımı 1980 senesinde FC Groningen. Henüz 17 yaşında sahaya çıktığı takımda 1983 senesine kadar forma giymiş, 90 maçta 33 golü var, bir savunmacı adına mükemmel istatistik. O futbol ülkesinde o kadar iyi topçu olur da, “de Godenzonen” (Tanrının çocukları) Ajax talip olmaz mı, olmuş elbet, 1983–86 seneleri arasında kırmızı beyazlı takımda top koşturmuş. Kariyerinin zirve yaptığı yıllar, PSV (1986–1989), Barcelona (1989–1995) zamanları. Hollanda ve İspanya’da sekiz şampiyonluk yaşamış, Hollanda Milli Takımıyla 78 maçta sahaya çıkmış…

Barça yıllarında lakabı ‘Tintin’, sarı saçları ve ele avuca sığmaz hallerine itafen Herge’nin yarattığı, bizde de Tenten olarak bilinen çizgi roman kahramanından miras. 1998 senesinde Almanya’da oynanan Avrupa Şampiyonasında Hollanda’nın Almanya’yı yendiği, maçtan sonra rakip takım taraftarlarının yer aldığı tribünün önünde Alman Olaf Thon’un formasıyla poposunu silme hareketi kariyerindeki muhtemel pişmanlıklarından. 1992 senesinde oynanan Şampiyonlar Ligi finalinde Sampdoria karşısında kaydettiği inanılmaz golden sonra Barça taraftarları arasında, Barcelona hayvanat bahçesinde yaşayan albino gorilinin adıyla anılmış uzun zaman, “Floquet de Neu” İltifatın böylesi! Futbolu 1997 senesinde Feyenoord’da bıraktığında verileri yabana atılmaz, 535 maçta 193 gol.

Teknik direktörlük kariyerine 1998 Dünya Kupasında Guus Hiddink’in yardımcısı olarak başlamış. Aynı ekipte Johan Neeskens ve Frank Rijkaard ile birlikte çalışmışlar o dönem. 2000 senesinde Barça’da yardımcılık deneyimden sonra Hollanda Ligi’nin mütevazı takımı Vitesse’nin teknik direktörlüğüne getirilmiş, takımı kısıtlı bütçesine rağmen UEFA kupasına katılma hakkı kazanmış. 2001 – 2016 arasında Hollanda, Portekiz, İspanya, İngiltere’de devam etmiş her sezon yükselen kariyeri, Hollanda futbolunun devleri Ajax, PSV ve Feyenoord’da forma giymiş ve teknik direktörlük yapmış yegâne futbol adamı. Valencia’nın başında olduğu 2007–2008 sezonunda takımı kazandığından daha çok maç kaybetmiş ama İspanya Kupasını kazanmayı başarmış. Ada futboluna gelişi 2014 senesinin yazında… Mauricio Pochettino’nun Tottenham’ın yolunu tuttuğu zamanlarda onun Southampton’da bıraktığı görevi devralmış. O sezon sonunda Premier Lig tarihinin en iyi derecesini yakaladı kırmızı beyazlılar, ligi 6. sırada bitirerek UEFA Kupasına katılma hakkını kazandılar. Ada futbolunda bulunduğu kısa sürede üç kez ayın teknik direktörü ödülünü kazanmış Hollandalı’nın talipleri arttı ve geçtiğimiz haziranda Everton ile üç senelik sözleşme imzaladı.

Kasım ayının ilk Cumartesi gününde, Stamford Bridge Stadı’nda havanın erken kararmaya başladığı zamanlarda Chelsea, Koeman’nın Everton’u karşısında. Rakibiyle evinde oynadığı maçlarda 1994 senesinden beri yenilgi almamış Londra takımı. Conte’nin öğrencileri ligin en formda takımlarından, son dört maçta 11 gol atıp kalelerinde gol görmemişler. Everton’un geri dörtlüsü Oviedo, Jagielka, Williams ve Coleman Tottenham’dan sonra ligin en sağlam savunması. Chelsea’nin bu maçta da ileri üçlüsü Pedro, Hazard ve Costa. İlk dakikalarda oyunu sahasında kabul edip kontradan gol arıyor misafir takım. Sağ kanatta oynayan Bolasie rakip savunmanın solundaki Alonso’yu zorluyor topla buluştuğu anlarda. Takımını 4-2-3-1 düzeninde sürmüş sahaya Koeman, forvetleri Lukaku gol yollarında takımın en önemli silahı. 19. dakikada soldan ceza sahasına girip uzak köşeye mükemmel vuruyor Hazard, 1-0. Belçikalı gününde olduğunda fırtına gibi. Bir dakika sonra farkı ikiye çıkarıyor Chelsea, Everton savunmasının uzaklaştıramadığı topa son vuran Alonso, 2-0. Everton orta sahası savunmasına yakın oynuyor, haliyle o bölgede üstünlük Chelsea’de. 34’de Alonso’nun ortasına sağdan Moses’in vurduğu top direkten dönüyor. 41’de bir gol daha buluyor maviler, kornerden gelen topu arka direğe indiriyor Cahill, Costa kaçırmıyor, 3-0. Kalesinde pozisyon vermediği maçın ilk yarısı Chelsea’nin üç farklı üstünlüğüyle kapanıyor.

İkinci yarının başında Chelsea’de sağda Moses solda Hazard. Conte’nin 3-4-3 dizilişi bu maçta daha çok etkili. Hazard 54’te sağdan getirdiği topu kalecinin uzanamayacağı köşeye bırakıyor, 4-0. Orta sahada Matic ve Kante rakibe top göstermiyorlar bu dakikalarda. 64’te Hazard vuruyor, kaleciden dönen topu Pedro tamamlıyor, 5-0. 70’de Pedro’nun yerine Oscar giriyor oyuna. 80’de maçın adamı Hazard alkışlar arasında yerini Batshuayi’ye bırakıyor. Son beş dakikada takımın emektarı Terry, Cahill’in yerine giriyor oyuna. Cadılar bayramında, 41.429 taraftarın önünde Hazard’lı Chelsea, Everton karşısında farklı kazanıyor.

Ziya Adnan
8 Kasım 2016

Bayer Levekusen; Wembley’de bir fabrika takımı…

Bayer Levekusen; Wembley’de bir fabrika takımı…

Uzaklardan…

Almanya’nın batısında, Rhine nehrinin kıyısına kurulmuş 161 bin nüfuslu Leverkusen şehrinin takımı Bayer 04 Leverkusen, nam-ı diğer “Werkself” (Fabrika takımı). 1904 senesinde şehrin ünlü ilaç firması Bayer’nin çalışanları tarafından kurulmuşlar. Kuruluş hikâyeleri kayda değer, 1903 senesinin kasımında Wilhelm Hauschild adlı isçinin, aynı fabrikada çalışan 170 işçinin imzasını taşıyan mektubunu işverene göndermesiyle başlamış. İşçiler, Friedrich Bayer and Co şirketinden yeni bir spor kulübünün kurulması için yardım talep ediyormuş. Şirketin bu girişime olumlu bakmasıyla 1904 senesinin temmuz ayında hayata geçmiş Turn- und Spielverein Bayer 04 Leverkusen. Atletizm, kürek, jimnastik, basketbol başta olmak üzere farklı spor dallarında faaliyet göstermeye başlamışlar. Bir futbol ülkesinde spor kulübü olur da futbol olmaz mı, haliyle 1907 senesinin mayıs ayında futbola da el atmışlar…

Ülke futbolunun en üst ligi Bundesliga’da ilk kez boy göstermişlikleri 1979-1980 sezonunda. 1988 senesinde Avrupa arenalarında ilk kupalarını kazanmışlar. O sezon, UEFA Kupası finalinin ilk maçını Espanyol’a karşı 3-0 kaybetti, ikinci maçta üç golle maçı penaltılara taşıyarak penaltılar sonucunda kupaya uzandı küçük şehrin büyük takımı. Takıma 1958 senesinden beri ev sahipliği yapan BayArena 30 bin kapasiteli, günümüzdeki adını 1998 senesinde almış. Önceleri eski başkanları Ulrich Haberland’ın adını taşıyormuş o tarihi futbol mabedi. Geçtiğimiz sezon evinde oynadıkları maçlarda 29.311 taraftar ortalaması yakalamışlar.

1996 senesinde küme düşmekten son anda kurtulurken, takımın başına getirilen Christoph Daum ve transfer ettikleri Lúcio, Emerson, Zé Roberto ve Michael Ballack takımın çehresini değiştirmiş. 1990’lı senelerin sonunda yükselişe geçerken 2000 ve 2002 senelerinde şampiyonluğu kıl payıyla kaçırmışlar. 2000 senesinin son maçında Unterhaching karşısında alacakları bir puan şampiyonluğa yetecekken, Ballack’ın kendi kalesine attığı golle taraftarlarının gözyaşları arasında sahadan yenik ayrılmışlar. İki sene sonra bitime üç kala beş puan öndeyken üç maçın ikisini kaybederek şampiyonluğu Borussia Dortmund’a hibe etmişler. Kaçan o iki şampiyonluktan sonra futbol medyasında “Neverkusen” (hiçbir zaman Kusen) lakabıyla bilinmeleri boşuna değil anlayacağınız. 1996 senesinden beri beş sezonda ligi 2. sırada bitirmişler. Kendi liginde hiç şampiyon olmadığı halde Şampiyonlar Liginde oynamaya hak kazanan ilk takım olmaları futbol tarihine düşen notlardan. 2015-2016 sezonunu Bundesliga’da 3. sırada tamamlarken, bu sezon Şampiyonlar Liginde oynamaya hak kazandılar.

•••

Kasım ayının ilk günlerinde, Londra ayazının kendini iyice hissettirmeye başladığı zamanlarda görkemli Wembley Stadı’ndayız. Şampiyonlar Ligi E grubunda oynadığı üç maçta dört puan toplamış Tottenham, üç puanlı rakibi Bayer Leverkusen karşısında. İki önemli asından yoksun çıkıyor Londra takımı sahaya, orta sahada Lamela ve golcü Kane sakatlıkları nedeniyle forma giyemiyor. Son beş maçını da beraberlikle kapatmış ev sahibi gol yollarında sıkıntılı. Bayer Leverkusen Şampiyonlar Liginde İngiliz takımlarına karşı oynadığı sekiz maçın sadece birini kazanabilmiş, yedi maçta sahadan yenik ayrılmış. Bu maçta 21 numaralı Ömer Toprak sahada, kaleci Ramazan Özcan ve Hakan Çalhanoğlu yedekler arasında. Henüz 6. dakikada tehlike yaratıyor siyahlı Leverkusen ama Admir Mehmedi ofsayt pozisyonunda. 25 yaşındaki Arnavut forvet iki gol bir asistle takımının Şampiyonlar Liginde kaydettiği son dört golden üçünde pay sahibi. İlk 20 dakikada topa daha çok sahip olmasına rağmen pozisyon yaratmakta zorlanıyor Tottenham, 3. bölgede sezonun formda golcüsü Son yalnızları oynuyor. 30. dakikada Dembele yerini Janssen’e bırakıyor. 43’de Hernandez penaltı noktasından kaleyi görse misafir takım öne geçecek ama iyi vuramıyor Meksikalı. İki kalecinin de zorlanmadığı ilk yarı golsüz kapanıyor.

İkinci yarıya baskılı başlıyor Tottenham, tribünlerde alışılmış “Come on You Spurs” tezahüratı. 60’da Walker kaptığı topla ceza sahasına giriyor ama vuruşu kaleyi bulmuyor. Akabinde gelişen Leverkusen atağında Hernandez boş kale yerine topu savunma oyuncusuna nişanlayınca net fırsattan yararlanamıyor. 65’de golü buluyor çalışkan misafirler. Tottenham savunmasının uzaklaştıramadığı topu önünde bulan kanat oyuncusu Kampl takımını öne geçiriyor, 0-1. 26 yaşındaki Alman futbolcu takımın alt yapısından yetişmiş. 70’de Çalhanoğlu giriyor oyuna, 80’de kullandığı kornere Ömer kafayı vuruyor ama top üstten dışarda. 81’de Dier’ın serbest vuruşu üst direkte patlarken Tottenham tribünleri mutsuz. Son dakikalarda Tottenham gol için yükleniyor ama Leverkusen dirençli. 85.512 taraftarın izlediği ve Tottenham’ın seyirci rekoru kırdığı maçta fabrika takımı mutlu dönüyor evine.

Ziya Adnan
6 Kasım 2016

Premier Lig seyir defteri: Mauricio Pochettino; Marcelo Bielsa’nın izinde…

Premier Lig seyir defteri: Mauricio Pochettino; Marcelo Bielsa’nın izinde…

Uzaklardan…

Günümüzden 134 sene önce, 5 Eylül 1882’de kurulmuş Tottenham Hotspur FC… Ada futbolseveri arasında Spurs olarak nam salmış Kuzey Londra kulübü… En son şampiyonlukları benim dünyaya geldiğim siyah beyaz zamanlarda, 1960-61 sezonunda. O sezon kazandıkları UEFA Kupasıyla, tarihe o kupayı kazanan ilk İngiliz takımı olarak geçmişler. Maçlarını oynadıkları 36.284 kapasiteli White Hart Lane Stadı 1899 senesinin eylülünden beri takıma ev sahipliği yapmakta ama ikbali de idbarı da görmüş o eski futbol mabedi, niceleri gibi şimdilerde yıkılma aşamasında. 2018-2019 sezonundan itibaren 61 bin kapasiteli yeni stadında oynayacak maçlarını beyazlı takım. Eh, en büyük rakip Arsenal’den az da olsa daha büyük bir stada sahip olmakta önemli! Gelecek sezon maçlarını bir sezonluğuna Wembley’de oynarken, yeni stat eskisinin üzerine yükselecek, bir futbol mabedi daha tarih olacak…

Kapı komşusu ve ezeli düşmanı Arsenal’in teknik direktörü Arsene Wenger’in görevde olduğu sürede 17 teknik direktörle çalışmışlar ve ligdeki en iyi dereceyi geçen sezon Mauricio Pochettino ile yaşadılar. Şampiyonluğu kovaladığı sezonda, bahar aylarında tökezledi ve ligi bir sezonda daha Topçular’ın altında bitirdi beyazlı takım. Muhtemel, bilhassa son sezonlarda kaderleri olmuş istikrarsızlıkları bir kez daha kendini gösteriyordu. Ada futbolseveri arasında sıkça kullanılan klişedir, derler ki: “Bahis oynayacaksan her maça oyna ama asla Tottenham maçına oynama!” Böylesine istikrar abidesi Kuzey Londra takımı! 2001 senesinin güz zamanlarında, kendi evinde Manchester United’a karşı oynadığı lig maçının ilk devresini 3-0 önde kapatınca, kız arkadaşına güzel bir sürpriz yapmak istemiş adı açıklanmayan bir Tottenham taraftarı. Takımının maçı kazanacağına dair evini koymuş ortaya. İkinci yarıda United şahlanıp maçı 5-3 kazanınca, yalnızca evini değil, aşkını da kaybetmiş bahtsız taraftar…

Yeri gelmişken, 2014 senesinden beri takımın teknik direktörlüğünü yapan Mauricio Pochettino’ya da selam çakmadan geçmeyelim. 2 Mart 1972 tarihinde Arjantin’in Murphy kasabasında dünyaya gelmiş, çiftçi bir babanın oğlu. Arjantin’in kazandığı 1978 Dünya Kupasını televizyon ekranlarında babasıyla birlikte izlemiş, o kupa ilham olmuş futbol kariyerine. 1988 senesinde Newell’s Old Boys takımıyla ilk profesyonel maçına çıkmış, 2006 senesinde kadar Espanyol, Paris Saint-Germain, Bordeaux takımlarında stoper olarak top koşturmuş. Futbolculuk yıllarında, Arjantin efsanesi Marcelo Bielsa’nın öğrencisiymiş, disiplini ve çok çalışmayı ondan öğrenmiş. (Bu vesileyle Bielsa’yı da anlatacağımız bir yazı sözümüz olsun!) Newell Young Boys günlerinde Bielsea ondan rakip takımların maç analizlerini ister, Pochettino antrenmanlardan geri kalan zamanlarda rakipleri çalışırmış. Futbolculuk zamanlarını yakından takip etmiş Arjantinli gazeteci Martin Manzur, Pochettino’nun mükemmel bir savunma oyuncusu olduğunu anlatır ve devam eder: “Adam markajını ondan iyi kimse yapamazdı.”

Futbolu bıraktıktan sonra çalıştırdığı ilk takım Espanyol. 2008-2009 sezonunda küme düşme potasında aldığı Espanyol takımını sezon sonunda orta sıralara taşıdı, sonrasında teknik direktörlük macerası 2013-2014 sezonunda Southampton’da devam etti. O sezon tarihinin en iyi derecesini yakalamıştı kırmızı beyazlılar. Futbol felsefesi Bielsa’dan miras, top rakipteyken amansız pres, kazanılan topları dikine oynama isteği, hızlı pas trafiği, savunma arkasına yapılan koşularla üretilen pozisyonlar. Çok koşan, mücadeleden yılmayan dirençli futbolcularla çalışmayı seviyor…

•••

Kasım kasvetinin yaklaştığı zamanlarda Tottenham Hotspurs’un White Hart Lane Stadı’ndayız. Konuk Leicester City geçen sezonki formundan uzakta, dokuz maçta dört mağlubiyetle ligde 12. sırada. Tilkiler bu sezon deplasmanda oynadıkları dört maçı da kaybetmişler. Ancak geçen sezon bu statta oynadıkları maçı kazanmışlardı. Tottenham savunmasının belkemiği Toby Alderweireld bu maçta sakatlığı nedeniyle forma giyemiyor. Ev sahibi bu sezon ligde yenilgi almayan tek takım, kalesinde sadece dört gol görmüş. Maça daha istekli başlayan Leicester City solda kanatta oynayan 7 numaralı Ahmad Musa, Kyle Walker’ı geçip sıfırdan iki kez ortalıyor topu ilk beş dakikada. Tottenham’da Kane’in yokluğu hücumda kendini gösteriyor, rakip savunmanın arkasına sarkmakta zorlanıyorlar. İlk tehlikeyi 13. dakikada yaratıyorlar, Rose’un uzaklarda vuruşu Schmeıchel’in ellerinde kalıyor. Sonra orta sahada ağırlığını koymaya başlıyor ev sahibi, Leicester kendi yarı sahasından çıkmakta zorlanıyor. 33’de Ozaki’nin kafa vuruşu az farkla dışarı çıkarken Ranieri kenarda kaça gole hayıflanıyor. 41’de Dele Alli’nin ceza sahasının içinden vuruşu üst direkte patlıyor. İlk yarı biterken Huth ceza sahası içinde Janssen’i düşürüyor, penaltıyı kullanan Jannsen Tottenham’ı öne geçiriyor. İlk yarı 1-0…

İkinci. yarıya golle başlıyor Leicester City, Vardy’nin arka direğe kestiği topa Musa dokunuyor. Durum şimdi 1-1. Yeniden öne geçmek için yükleniyor Pochettino’nun öğrencileri ama 9 numara Jannsen hücumda ağır kalıyor. 70’de Jennsen’in çaprazdan kullandığı frikik az farkla dışarda. 72’de Leicester’de Mahrez çıkıyor Albrıghton giriyor. 86’da Vertonghen’in kafa vuruşu çataldan dönüyor. 31.868 taraftarın izlediği maç 1-1 biterken, geçen sezonunun şampiyonu bu sezon deplasmanda ilk puanını alıyor.

Ziya Adnan
1 Kasım 2016

Premier Lig: Arsene Wenger yılları; 1996-2016 – Bölüm III…

Premier Lig: Arsene Wenger yılları; 1996-2016 – Bölüm III…

Uzaklardan…

Wenger’in son sezonlarda en çok eleştiri aldığı konulardan biri futbolcularına aşırı sadık olmasıydı. Kötü geçen sezonlardan sonra bile onları asla dışlamıyor, yeni pahalı transferler yerine her sezonda aynı yüzlerle devam etmeyi tercih ediyordu. Öyle ki, son 20 senede takımda 100’ün üzerinde forma giymiş topçu sayısı 48’di. Chelsea’de bu sayı 40 iken, Manchester United 35, Tottenham 30, Liverpool 27’de kalıyordu. Değişime değil, elinde olanın performansını artırmaya inanıyordu futbol bilgesi. Onunla geçen zamanlarda 162 futbolcu forma giymişti takımda. Bu sayı Manchester United’da 159 iken, Chelsea 191, Liverpool 192, Tottenham 193 futbolcu ile değişim rüzgârlarını anlatıyordu görmesini bilenlere. Çoğunluk taraftarın pahalı transferler istediği zamanlarda, o kendi gençlerine şans vermek istediğini söylüyordu her fırsatta. Yıldızlara değil kendi yıldızlarını yaratmaya inanan bir teknik direktörün elinde, zaman içinde nice genç, futbol âleminde adını duyurma fırsatı buldu. Sevimsiz Mourinho’nun, “Çocuk bakıcılığı yapmaktan takımını şampiyon yapamıyor,” cümlesi bu durumu en iyi özetleyendir sanırım…

Wenger’in en çok tartışılan yanı, transfer dönemlerinde para harcamaktan mümkün olduğunca kaçınmasıydı. Her başkanın hayalindeki teknik direktör modeli! (Bu vesileyle uzaklarda İlhan Cavcav’a da selam olsun). Geçenlerde okuduğum bir Wenger söyleşisinde, “Bana göre teknik direktör dediğin transfer dönemlerinde para saçarken, kulübün değil kendi parasını saçıyormuş gibi davranmalı” diyordu. Muhtemel onu anlatan en iyi cümle! 2012 senesinde takımdan ayrılmak isteyen Luis Suarez için Liverpool’a 40 bin bir Sterlin teklif veriyor, Liverpool başkanı John W. Henry bu teklifi, “Emirates’te ne içiyorlar bilmiyorum!” diyerek geri çeviriyordu. Suarez o yaz 65 milyon Sterlin karşılığında Barça’nın yolunu tutarken, Arsenal bir golcüyü daha elinden kaçırmıştı. Sanırım o dönem Suarez, Arsenal’in saflarına katılmış olsaydı, bugün kulübün müzesinde fazladan birkaç şampiyonluğu, tribünlerinde onu protesto eden daha az taraftarı olurdu…

Verilere dönersek, Wenger’in rakiplerine göre daha az para harcadığı gerçeği ortada. Son 20 senede Chelsea transfer dönemlerinde 1.396, Manchester United 1.144, Manchester City 1.266, Liverpool 1.022 milyon Sterlin harcarken, Arsenal 687 milyon Sterlinde kalmış. Wenger aynı sezon içinde 60 milyondan fazla transfer harcamasını sadece iki sezonda yaparken, dört büyük rakibi toplamda 34 sezonda 60 milyonun üzerinde harcamış. Onun döneminde sadece Chelsea’nin kasasından 11 sezonun her birinde 60 milyon Sterlinden fazla para çıkmış. Tevekkeli değil, Premier Lig tarihinin en pahalı 20 transferinin sadece üçünde Arsenal’in adı var, Manchester’in iki takımı listede yedişer kez yer alıyor.

•••

Güz zamanlarının kendini iyiden hissettirmeye başladığı, Arsene Wenger’in 67. yaşına bastığı zamanlarda, Emirates Stadı’nda Arsenal’in konuğu ligin yeni takımı Middlesbrough. Ev sahibinde kırmızı kart cezalısı Granit Xhaka yer almazken Santi Cazorla sakatlığından dolayı forma giyemiyor. Son yedi maçını kazanmış Arsenal ligin en formda takımı. Middlesbrough teknik direktörü Aitor Karanka, bu sezon hedeflerinin ligde kalmak olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Ligde 17. sıradayız, sezon sonunda aynı yerde olursak benim için yeterli.” Middlesbrough Arsenal’e karşı oynadığı son 31 maçta tek galibiyet alabilmiş, bu maçta işleri zor. Son 19 deplasman maçının sadece birinde kalelerinde gol görmemişler. Bu arada, Mesut Özil’e değinmeden geçmeyelim, Arsenal formasıyla sahaya çıktığı 90 lig maçında 18 gol, 33 asisti var 11 numaranın. Real Madrid’de forma giydiği zamanlarda 90 maçta aynı istatistiği yakalamış istikrar abidesi.

İlk dakikalarda topa sahip olan oyunu yönlendiren ev sahibi Arsenal sağ kanadı iyi kullanıyor. Bu dakikalarda savunmanın sağında oynayan Bellerin sürekli hücumda… 8. dakikada Mesut’un frikiği az farkla dışarda. İleride 10 numara Negrodo’yu yalnız bırakan misafir Middlesbrough 10 kişiyle kalesini savunuyor. 21’de Ramirez’in frikiği çataldan dönerken “Ah!”lar yükseliyor deplasman tribününden. 33’de Ramirez’in yakın mesafeden kafa vuruşunu köşeden çıkartıyor Cech. 37 numaralı Traore Arsenal savunmasını zorluyor bu dakikalarda. Cazorla’nın yokluğunda rakibi açmakta zorlanan, iki defansif orta saha Elneny ve Coquelin’in pozisyon yaratmakta zorlandığı ilk yarı golsüz kapatıyor.

59.982 taraftarın önünde ikinci yarıya baskılı başlıyor Arsenal. 53’te Sanchez’in soldan frikiği az farkla dışarda. 54’de yine Sanchez sahnede, vuruşunu köşeden çıkarıyor Valdes. 56’da kendi sahasından kaptığı topla hızlı çıkan Traore’nin köşeye vurduğu şutu Cech uzanarak kornere çeliyor. 65’de rakibini indiren Mustafi sarı karı görürken Arsenal tribünleri tedirgin. 67’de Iwobi yerini Lucas’a bırakıyor. Son dakikalarda golü bulmak için yükleniyor kırmızılı takım ama Middlesbrough savunmasını açamayınca maç golsüz kapanıyor…

Ziya Adnan
25 Ekim 2016

Şampiyonlar Ligi: Arsene Wenger yılları; 1996-2016 – Bölüm II…

Şampiyonlar Ligi: Arsene Wenger yılları; 1996-2016 – Bölüm II…

Uzaklardan…

Geçen yazıda Arsenal’de 20 senesini dolduran 66 yaşındaki futbol adamını anlatmıştım kalemim ve bilgim yettiğince. Bu yazıda bıraktığım yerden devamla, Wenger’in Şampiyonlar Ligi karnesi…

Yirmi senelik Arsenal serüveninde Avrupa kupalarında iki kez final oynamış, ikisini de kaybetmiş Arsene Wenger. 2000 senesinde oynanan UEFA Kupası finalinde Galatasaray karşısında penaltılar sonucu sahadan yenik ayrılıyor, 2006 senesinin Şampiyonlar Ligi finalinde Barça’ya 2-1 mağlup oluyordu. Geçenlerde bir söyleşisinde okumuştum, kariyerinin en acı maçının o final maçı olduğunu, aklına geldiğinde uykusunun kaçtığını söylüyordu. Takımı son 13 dakikaya 1-0 önde girmiş, Henry kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda kupayı getirecek golü kaçırmıştı. Onca maç içinde en çok hayıflandığıydı. O süreçte Şampiyonlar Liginde bir sezon yarı final, bir sezonda çeyrek final oynamış. Neredeyse her sezon gruplardan çıkarak son 16 takım arasına kalmayı başarmış ama son altı sezonda son 8’e kalamadan elenmiş. Velhasıl Ada’da 20 sezonda 11 final oynayan takımı, o finallerden altısını kazanmış ama Avrupa arenalarında kupa kaldıramamış…

• • •

Ekim ayının ortalarında Arsenal’in Şampiyonlar Ligindeki konuğu Ludogorets Razgrad, Bulgaristan’ın kuzeybatısında yer alan 33 bin nüfuslu Razgrad şehrinin yeşil beyaz takımı. Şehrin nüfusunun yüzde 20’ye yakınını Türkler oluşturuyor. 2001 senesinde “Ludogorie Football Club” adıyla kurulmuşlar. Kulübün adı 1945 senesinde kurulmuş, 2006 senesinde maddi sıkıntılar nedeniyle kapısına kilit vurulan Razgrad’dan miras. 2010 senesinin eylülünde kulüp iş adamı Kiril Domuschiev tarafından satın alınmış ve kısa sürede yenilenen takımla 2011 senesinin mayıs ayında ülke futbolunun en üst ligine terfi etmiş. Maçlarını oynadıkları “Ludogorets Arena” 2011 senesinin eylül ayında açılmış, 8.800 kapasiteli stadın koltuk sayısını yakın geçmişte 12.500’e çıkarmışlar.

14 takımlı Parva Liga’yı geçen sezon şampiyon olarak bitirmişler. Geçen sezon CSKA Sofia ve Levski Sofia’dan sonra ülkenin üç büyük kupasını kazanan 3. takım olarak tarihe geçmiş ‘The Eagles’ (Kartallar). Levski Sofia’dan sonra Şampiyonlar Liginde gruplara kalmayı başarmış ikinci Bulgar takımı olmaları kayda değer. Aynı zamanda ülke futbol tarihinde arka arkaya iki sezon bir üst kümeye terfi eden ilk takım. 2013-2014 sezonunda Avrupa kupalarında dokuz maç kazanan ilk Bulgar takımı, o sezon 5 deplasmanda sahadan galip ayrılmış. 2012 senesinde Şampiyonlar Liginde gruplara kalma şansını Dinamo Zagreb karşısında son saniyede yedikleri golle kaybetmişler. Teknik direktörleri Georgi Dermendzhiev 61 yaşında, 1976–1980 arasında Slavia Sofya takımında top koşturmuş.

• • •

4 puanlı Arsenal kalan maçlarından alacağı iki galibiyetle son 16 takım arasına kalacak olmanın verdiği motivasyonla hızlı başlıyor maça. Takımın formda hücumcusu 27 yaşındaki Theo Walcott, geçen sezon forma giydiği 15 lig maçında 5 gol kaydedebilmiş. Bu sezon çok etkili olan 14 numara, ligde oynadığı son Swansea maçında iki gol kaydederken maçın adamı seçilmişti. 9. dakikada kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda kale yerine pası düşününce golü kaçırıyor Walcott. Ev sahibi Arsenal 10. dakikadan sonra baskıyı artıyor ve beklenen gol 12’de geliyor. Çizgi halindeki yeşil savunmanın arkasına sarkan Sanchez kalecinin üzerinden topu köşeye bırakıyor, 1-0. Asist Alex Oxlade-Chamberlain… 19’da tehlikeli geliyor Razgrad, Ospina köşeden çıkartıyor. O hücum cesaretlendiriyor misafirleri, bilhassa kaptanları 18 numara Dyakov ataklarda tehlikeli. 28’de mutlak golü kaçırıyor Arsenal, Sanchez boş pozisyonda Walcott’u göremiyor. 31’de Wanderson’un ceza yayından vurduğu top direkten dışarı çıkıyor, kaçan gole hayıflanıyor deplasman tribünü. 42’de ceza sahasının dışından mükemmel vuruyor Walcott, 2-0. Golün pası Özil’den. Arsenal’in önde bitirdiği ama çok da rahat olmadığı ilk yarı iki farkla kapanıyor.

İkinci yarıya golle başlıyor Arsenal, Sanchez’in soldan ortaladığı topu Chamberlain ağlarla buluşturuyor. 56’da savunmanın arkasına sarkan Özil yerden vuruşla farkı dörde çıkartıyor. 62’de Walcott yerini Lucas’a bırakıyor. Dördüncü golden sonra direnci düşüyor Razgrad’ın, hani boks maçı olsa hakem durdururdu muhtemel. 83’de bu kez Lucas soldan getiriyor. Özil ikinci golünü rahat atıyor. Ardından 87’de bu kez soluyla mükemmel vuruyor, 6-0. Velhasıl Şampiyonlar Liginde 59.944 taraftarın önünde oynadığı ve Mesut Özil’in hat-trick yaptığı maçı farklı kazanıyor Arsenal…

Ziya Adnan
23 Ekim 2016

Premier Lig: Arsene Wenger yılları; 1996-2016 – Bölüm 1…

Premier Lig: Arsene Wenger yılları; 1996-2016 – Bölüm 1…

Uzaklardan..

1 Ekim 1996 tarihinde Arsenal teknik direktörlük görevine getirildiğinde adı sanı çok bilinen bir futbol adamı değildi Arsene Wenger. 18 yaşında Fransa 3. Lig takımlarından Mutzig’de top koşturmuş, 1978 senesinde RC Strasbourg’la 12 maça çıkmış. 1981 senesinde aldığı teknik direktörlük diploması sonrası RC Strasbourg’un genç takımını çalıştırmaya başlamış. 1996 senesinin ağustos ayında, o dönem Arsenal’den kovulan teknik direktör Bruce Rioch’un yerine Johan Cruyff’un geçmesi beklenirken, kulübün ikinci başkanı David Dein sürpriz bir kararla kulübün yeni teknik patronu olarak onun adını açıklamış. Bu tercihi şaşkınlıkla karşılamıştı Ada basını. Öyle ki, Dein’in bu kararını, “Arsene Who?” (Arsene de kim?) başlığıyla duyuruyordu Londra’nın çok satan bulvar gazetesi The Evening Standard. Japonya’nın Grampus Eight takımından Kuzey Londra takımının başına getirildiğinde Premier Lig tarihinin üçüncü yabancı hocası olarak futbol tarihine yazılıyor, ilk dokuz sezonunda Arsenal ligi ilk ikide bitirirken, üç kez Premier Lig şampiyonluğunu kazanıyordu. George Graham dönemindeki, “Çanakkale geçilmez!” futbol felsefesini değiştirmiş, hızlı pas yapabilen, kanatları iyi kullanan, dikine oynayabilen hücumcu bir takım yaratmıştı. İzlenmesi keyif veren bir takım haline gelmişti Arsenal, maç günleri bilet bulmak zorlaşmış, sezonluk bilet için kuyruk uzamıştı.

Aradan geçen 20 senede Arsenal 15 kupa kazanırken, Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupasında final oynuyor, yeni futbol mabedine kavuşuyor, o süreçte futbolcu transferlerinde 700 milyon Sterlin harcıyordu. Onun görevde olduğu sürede Ada futbolunun dört devi Chelsea, Liverpool, Manchester City ve Manchester United toplamda 42 teknik direktörle çalışmış. Sadece Chelsea’de 17 kez teknik direktör değişirken, uzaklarda bizim Gençlerbirliği’nde ise bu sayı 33…

Wenger’li yıllarda Arsenal Premier Ligi dördüncülüğün altında bitirmezken, her sezon Şampiyonlar Liginde yer almayı başarıyor, Ada futbol tarihinde sadece Sir Alex Ferguson ondan daha fazla kupa kazanıyordu. Takımın başında sahaya çıktığı 810 Premier Lig maçının yüzde 65,2’sini kazanmış İskoç teknik adam. Wenger’in kat edecek az mesafesi var, 758 maçın yüzde 57,8’sini üç puanla tamamlamış. En başarılı sezonu 2003-2004, 49 maçta yenilgi almayan Arsenal futbol tarihini yazan kitaplara “The Invincibles” (yenilmezler) olarak yazılıyordu. Ancak ligi ilk dört içinde bitirdiği sezonlarda bile şampiyonun çok gerisinde kaldığı zamanlar da oldu. Son 12 sezonun 10’unda ligi zirvedeki takımın en az 10 puan gerisindeydi. 2004-2005 sezonunda kazandığı Federasyon Kupasından sonra 2013-2014 sezonuna kadar kupa kazanamayacak, haliyle Emirates’in sabrı taşmış müdavimleri tarafından eleştirilecek, hatta istenmeyen adam ilan edilecekti. Maç günleri tribünlerinde açılan, “Her şey için teşekkürler ama artık veda zamanı!” pankartları alışılmış görüntülerdi takımın maçlarında…

2012 senesinde, kötü biten bir maçtan sonra kendisine kulübün yedi sezondur kupa kazanamadığı hatırlatılınca, her sezon ligi ilk dört içinde bitirip Şampiyonlar Liginde oynamaya hak kazandıklarını, bunun kupalardan daha önemli olduğunu söylüyordu. Meseleye taraftar gözüyle değil de, finansal açıdan bakınca pek de haksız sayılmaz, malum endüstriyel futbol meselesi. Her başkanının hayalindeki teknik direktör modeliydi Wenger…

•••

Ekim ayının ortalarında Arsenal’in ligdeki konuğu geçmiş sezonların dişli takımı Swansea City. İnanması güç ama 2012 senesinde takıma katılan, ilk sezonunda 22 gol kaydeden önemli golcüsü Mitchu, kariyerinin en verimli çağında İspanya 2. Lig takımlarından Real Oviedo’da top koşturuyor…

Bu sezon lige iyi başlamadı Galler takımı, oynadığı 7 maçta sadece bir galibiyet alırken kalesinde 12 gol görmüş. Yeni teknik direktörleri Bob Bradley’nin ilk maçında ligdeki son beş maçını kazanmış rakip karşısında sürprizi kovalıyorlar. Premier Lig tarihinde ilk kez bir Amerikalı takımın başında sahada. İlginç istatistik, Arsenal, Kuğular’a karşı ligde oynadığı son beş maçın üçünü kaybetmiş.

Bu maçta da forvette Sanchez, sağda Walcott, solda 28. yaş gününü kutlayan Özil. Orta sahada Cazorla ve Xhaka ikilisini değiştirmiyor Wenger. 10. dakikada Mesut’un sağdan kullandığı kornere kafayı vuran Mustafi topu üst direğe nişanlıyor. 18’de Swansea’nin golcüsü Leroy Fer Arsenal ceza sahasının içinden dışarıya yolluyor. 26’da golü buluyor ev sahibi, Bellerin’in kafayla indirdiği topu yakın mesafeden köşeye bırakıyor Walcott. 33’de soldan kullanılan korneri önüne düşürüp mükemmel tamamlıyor sezonunun formda hücumcusu. 2-0. 38’de ceza sahasının önünde topu kaptırıyor Xhaka, Sigurdsson Cech’in uzanamayacağı köşeye bırakıyor. 2-1.

İkinci yarıda takımlar aynı kadrolarla sahada. 59’da dakikada Sanchez’in ortasına sert vuruyor Özil, o güzel gol muhtemel en güzel doğum günü hediyesi. 66’da Barrow sağdan getirip rahat geçiyor Monreal’i. Ortaladığı topa dokunan Boston ve şimdi durum 3-2. 70’de rakibine yaptığı sert müdahale sonrası kırmızıyı görüyor Xhaka, Arsenalli futbolcular uzun süre itiraz ediyor bu karara. Bir eksik Arsenal son 20 dakikada bocalarken, Swansea beraberlik şansını 76’da kaçırıyor. 82’da Sanchez ve Özil yerlerini Chamberlain ve Gibbs’e bırakıyor. 84’de Wallcott’un şutu direğe çarpıp dışarı çıkarken ahlar yükseliyor tribünlerden. Son dakikalarda top iki kalede mekik dokuyor ama başka gol olmayınca Arsenal 60.007 taraftarın önünde 3-2 kazanıyor…

Ziya Adnan
18 Ekim 2016

Leyton Orient’ten Oxford United’a; Ada futbolunun alt liglerinde sonbahar gezintisi…

Ada futbolunun alt liglerinde sonbahar gezintisi

Uzaklardan…

Milli maçlar nedeniyle verilen aradan yararlanıp, yaz güneşinin yerini sonbahar serinliğine ve kasvetine bıraktığı zamanlarda, bir başka olur alt liglerin ve taşra futbolunun tadı diyerek düşüyorum yollara. İlk durağımız Londra’nın merkezinden yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta, Doğu Londra’nın Asyalı göçmenlerin çoğunlukta olduğu Leyton mahallesi. Adını o mahalleden alan, İngiltere dördüncü liginin (League 2) pek mütevazı, pek gösterişsiz, kendi halinde takımı Leyton Orient FC. 1881 senesinde kurulmuşlar. İlk zamanlarında ‘Eagle Cricket Club’ ‘Kartallar Kriket Kulübü’ olarak bilinirlermiş, 1888 senesinde şimdiki adlarını almışlar. Kulübün lakabı “Orient”… ‘The O’s’ (O’lar) olarak da biliniyorlar. Renkleri kırmızı beyaz, Fulham’dan sonra Londra’nın en eski takımı olmaları kayda değer…

Leyton Orient aynı zamanda profesyonel liglerin en eski 24. takımı. Takımı kuranlar, aynı bölgede yer alan Homerton hastanesinin o yıllarda ki çalışanları. Ülkenin en üst liginde sadece bir sezon mücadele edebilmişler; 1962–1963 sezonunda. 1978 senesinde ‘İngiltere Federasyon Kupasında’ yarı finale kadar çıkmışlıkları var. 2014 senesinin temmuzuna kadar kulübün başkanlığını yapan Barry Hearn, kulübü 1995 senesinde eski başkan Tony Wood’dan beş Sterlin (13 Lira) karşılığında satın almış. O yıllarda kapanma noktasına gelen kulübün hikâyesi İngiliz televizyon kanallarından Channel 4’e konu olmuş. Programın adı ilginç, ’Club for a Fiver’ (Beş Sterline satılık kulüp). 2014’ün yazında İtalyan iş adamı Francesco Becchetti’ye satılmış Orient.

1937 senesinden beri takıma ev sahipliği yapan ‘Brisbane Road,’ (sponsorunun adıyla Matchroom Stadium), Waltham Forest semtinde yer alan, 9.271 kapasiteli eski bir futbol mabedi, bizim Cebeci Stadı’nı andırıyor. Stadın kapasitesini 10.000’e çıkarma çalışmaları halen devam etmekte. Taraftarının büyük çoğunluğu kombine bilet sahibi…

Brisbane Stadı’na adımı attığımda, bu senenin nisanında teknik direktörlüğe getirilen UEFA A lisansı günlerinden sınıf arkadaşım Andy Hessenthaler’ın takımdan ayrılmış olduğunu, yerine Alberto Cavasin’inin getirilmiş olduğunu öğreniyorum. 24 takımlı ligde 17. sıradaki Orient’te işler beklendiği gibi gitmiyor demek ki. Üstelik bugünkü rakip Portsmouth 6. sırada, ligin dişli takımlarından.

Ev sahibi baskılı başlıyor maça, alt liglerin tipik özelliği uzun toplarla gol arıyor iki takım. 10. dakikadan sonra oyuna genişlik kazandırmaya başlıyor Portsmouth. 12. dakikada Orient’in sağbeki Erichot’u ceza sahasında düşürüyor Portsmouth savunması ama penaltı kararı gelmiyor. Takımın forveti 27 numaralı Jay Sımpson Arsenal alt yapısından yetişmiş, üst liglerde top koşturmuş. İki takımın rakip kaleyi sadece üç kez bulduğu ilk yarı golsüz kapanıyor.

6.078 taraftarın izlediği maçın ikinci yarısına atak başlıyor Orient ama son vuruşlarda etkisiz. 57’de golü buluyor Portsmouth, soldan kullanılan korneri kafayla köşeye gönderen 6 numaralı Burgess. Son altı sezonda Premier Ligden 4. Lig’e kadar düşmüş Portsmouth taraftarları yalnız bırakmamış takımlarını, 1.328 taraftarla gelmişler Londra deplasmanına. Golden sonra bocalıyor Orient, Porstmouth bastırıyor. Ancak ikinci golü bulamıyor Portsmouth ve maçı 1-0 kazanıyor.

•••

O maçın ertesi gününde bu sefer yolumuz İngiltere’nin güneybatısında, başkent Londra’ya 60 mil uzaklıkta dünyanın en bilindik üniversitelerinden biriyle adını duyurmuş 165 bin nüfuslu o şirin kasaba, Oxford’a düşüyor. Tarih kitaplarına göre, İkinci Dünya Savaşında Hitler İngiltere’yi fethetmesi durumunda kasabayı başkent yapacakmış, o yüzden hiç bombalanmamış. İşte o sakin kasabanın takımı Oxford United FC, günümüzden 124 sene önce 1893’de Headington United adıyla kurulmuş. Renkleri bizim başkentin takımını hatırlatıyor, muhtemel kaderleri de. Onlar da ülke futbolunun en üst liginde boy gösterdikten sonra 4. Lig’e kadar düşmüşler, geçen sezon ligi 2. sırada bitirerek 3. Lig’e terfi ettiler. Maçlarını oynadıkları Kassam Stadı 12.500 kapasiteli ve adını başkanlarından alıyor. Kulübün taraftar derneği OxVox, stadı başkandan satın almak için masaya oturmuşlar. Önlerinde saygıyla eğiliyorum, taraftarın kendi stadında maç izlemesinden keyifli ne olabilir ki…

Gol umutlandırıyor ev sahibini ama Wimbledon dirençli. Maçta başka gol olmayınca 7.742 taraftarın önünde Oxford sahadan yenik ayrılıyor.

Madem konu başkandan açıldı, 80’li senelerde kulübün başkanlığını yapmış Robert Maxwell’i de hatırlatmadan geçmeyelim. O yıllarda dünyanın en büyük medya patronu olarak nam salmıştı, 70’li yıllarda İşçi Partisi’nden milletvekilliği yapmış işadamı. 1991 senesinin kasımında Kanarya Adaları açıklarında yatından düşerek boğulmasının üzerindeki sır perdesi hiç kalkmadı…

Oxford United’a dönersek, bu sezon 24 takımlı ‘League One’da 11 maçta topladıkları 15 puanla 10. sıradalar. Pazar günü öğle saatlerine oynanan maçta konuk çubuklu yeşil formalı AFC Wimbledon. Köklü tarihlerinde rakibe hiç mağlup olmamışlar. Uzun toplarla gol arıyor deplasman takımı, 9 numaralı iri kıyım Eliott hava toplarında çok etkili ve 20. dakikada kornerden gelen topu kafayla tamamlıyor ve öne geçiyor yeşiller. Maçın 20. dakikasında, geçenlerde bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiş 20 yaşındaki taraftarını alkışlıyor Oxford tribünleri. Takımın 10 numarası Macguire hücumda etkili ama 9 numaralı forvetleri Thomas ceza sahasında ağır kalıyor. İlk yarının bitimine yakın ikinci golü buluyor Wimbledon, 32 numaralı Charles enfes vuruyor ceza sahasının dışından. Tam yarı bitti derken 17 numaralı Barcham’la üçlüyor Wimledon ve ilk yarı deplasman takımının 3-0 üstünlüğüyle sona eriyor. İkinci yarıya golle başlıyor Oxford United. Gol umutlandırıyor ev sahibini ama Wimbledon dirençli. Maçta başka gol olmayınca 7.742 taraftarın önünde Oxford sahadan yenik ayrılıyor.

Ziya Adnan
11 Ekim 2016

West Ham United; Olimpiyat Stadı’nda zor zamanlar…

West Ham United; Olimpiyat Stadı’nda zor zamanlar…

Uzaklardan…

Stratford… Newham Belediyesine bağlı, 2011 sayımında 98.812 nüfusa sahip, sakinlerinin çoğunluğunu Asyalı göçmenlerin oluşturduğu kendi halinde bir Doğu Londra mahallesi. Kalabalığı, hareketliliği ve şehrin en büyük alışveriş merkezlerinden birine sahip olması nedeniyle Doğu Londra’nın başkenti olarak nam salmış. 2012 Londra Olimpiyatlarının sahne aldığı yer olması kayda değer. İşte o mahallede inşa edilmiş Olimpiyat Stadı, Londra’nın merkezine yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta, 486 milyon Sterline mal olmuş 60 bin kapasiteli futbol mabedi. Aslında sadece futbol arenası olarak inşa edilmemiş, konserlere, kriket ve rugby maçlarına da ev sahipliği yapıyor. 2008 senesinin Mayıs ayında başlayan inşaatı, dört senede tamamlanmış…

2012 yaz olimpiyatlarının bitiminde, yeni stat arayışındaki iki kulüp Tottenham ve West Ham stadın kullanım hakları için kıyasıya rekabete giriştiler ve stat Doğu Londra takımına yakın olması nedeniyle West Ham’a verildi. Bu sezonun başından itibaren 99 seneliğine kiraladığı Olimpiyat Stadı’nda oynamaya başladı maçlarını bordo mavililer. Siyah beyaz koltuklar ev sahibi takımın renklerine dönüştürülürken, yeni stadında yeni umutlarla sezonu açtı Slaven Biliç’in öğrencileri. Eskiyi bilen taraftarlarının iç çekerek özlediği Upton Park Stadı ise endüstriyel futbolun acımasız çarkında, tüm yaşanmışlıklarla birlikte tarih olacak yakında, tıpkı Highbury ve eski Wembley Stadı gibi…

Ama West Ham adına işler beklendiği gibi gitmedi, yeni sezon ve yeni mabetleri uğur getirmedi takım sevdalılarına, en azından şimdilik. Oynadığı 6 maçta sadece 1 galibiyetle ancak üç puan toplayabildiler. Bu sezon ilk 6 maçta 16 gol görmüşler kalelerinde, en son 1967-1968 sezonunda bu kadar kötü başlamışlar lige. Velhasıl West Ham eylül ayının sonlarında Premier Lig’in 18. sırasında…

***

“Yaz bitti mi diye sorma yaz çoktan bitti / yedeğinde karartılmış sevgiler taşıyarak/ nasıl özlendiğine tutkunlar gibi şaşarak” der Haydar Ergülen, o enfes “Unutulmuş bir yaz için” şiirinde. Bir yaz daha geçerken ömürden, şimdi güz zamanları Londra’da. Güneşin ısıtmadığı, aydınlık ama serin bir Cumartesi günü West Ham United’ın konuğu ligin yeni takımı Middlesbrough. Stratford metrosunun çıkışında futbol renklerine bürünmüş taraftarlar akıyor stada. Babasının elinden tutmuş 6-7 yaşlarındaki West Ham taraftarı çocuk, “Yine yenilmeyeceğiz değil mi?” diye soruyor babasına. Evinde oynadığı son Southampton maçında, üç farklı yenilginin acısı öyle taze ki hafızalarda, cevap vermiyor baba. Sanırım yeni mabetlerine de alışmak zaman alacak, malum olimpiyat statlarının genel sorunu büyüklük ve tribünlerin sahaya uzaklığı. Velhasıl Upton Park’taki taraftar baskısını burada kurması çok kolay olmayacak. Ancak misafir takımın da sorunları az değil. Ligde oynadıkları son üç maçı kaybederken bu sezon deplasmanlarda sadece beş kez rakip kaleyi yoklayabilmişler. Londra’da oynadıkları son 22 maçın sadece ikisini kazanabilmiş kuzeyin takımı…

İki takım arasındaki maçlara bakınca, ligde oynadıkları son 7 maçı da kazanmış West Ham. Middlesbrough, Londra’da oynadığı son beş maçı da kaybetmiş ama teknik direktörleri Aitor Karanka kötü şansı kırmayı umuyor bu maçta. Oyuncularının Premier Lig’e adapte olmaya çalıştığını, ancak zorlandığını söylüyor. 2010–2013 arasında Real Madrid’de yardımcılık yapmış 43 yaşındaki İspanyol hoca.

Bu maçta Gökhan Töre 17 numaralı formasıyla sahada. West Ham’ın sağ beki Sam Byram henüz 4. dakikada sakatlanınca onun yerine 5 numaralı formasıyla Arbeloa oyuna giriyor. 12. dakikada gole yaklaşıyor Middlesbrough, Fischer’ın uzak köşeye yerden vuruşu direği sıyırıyor. Bilic huzursuz bu dakikalarda. Sonra oyuna ağırlığını koymaya başlıyor ev sahibi, 18 ve 19’da Antonio ve Payet’in vuruşları az farkla dışarda. 40’ta ceza sahasına ortalanan topu sol ayağıyla dışarıya vuruyor Töre; iyi topçu ama Premier Lig’in futbolun sert oynandığını, haliyle ayakta kalmayı öğrenmesi lâzım. 44’te Noble’ın üst direğe nişanladığı top olmasa, iki takımın da kaleyi bulan topu yok ilk yarıda…

İkinci yarıya Töre’nin yerine 11 numaralı Simone Zaza ile başlıyor Biliç. 50’de golü buluyor misafirler, Cristhian Stuani sağdan kullanılan kornere iyi yükselip kafayı vuruyor. Ama uzun sürmüyor sevinçleri, 56’da Dimitri Payet ceza sahasında rakip savunmayı ipe dizip topu ağlara yolluyor, bu sezonun en güzel gollerinden biri. 72’de Noble’ın yerine Lanzini sahada. Geçen sezona kıyasla topa sahip olmakta zorlanıyor West Ham (bu maçta %39). Andy Caroll’un yokluğunda hücumda etkili olamazken, 56.945 taraftarın izlediği maçta sahadan bir puanla ayrılıyor. Velhasıl Slaven Biliç’i Olimpiyat Stadı’nda zor zamanlar bekliyor…

Ziya Adnan
4 Ekim 2016