İyi gününde, kötü gününde Borussia Dortmund FC…

İyi gününde, kötü gününde Borussia Dortmund FC…

Uzaklardan…

Giderek zorlanıyorum futbolu yazmakta, her ne kadar uzaklarda olsam da elim kâğıda, kaleme, klavyeye gitmiyor. Yüreğimin başkentinde patlayan bombalar, ölen çocuklar, masumlar geliyor aklıma; ölü çocuklar coğrafyasında, yanlış zamanda yanlış yerde oldukları için hayattan koparılanlar, en güzel gülüşleri fotoğraflarda kalmış olanlar. Kifayetsiz ellerde yangın yerine dönmüş ülkemin her geçen gün kanlı, beter bir Ortadoğu coğrafyasına dönüşmesini izliyorum içim acıyarak, sahi futbolun ne önemi olabilir ki ölüm karşısında…
Ama bizden beklenen yazmamız, yazalım o halde, artık futbolun ne anlamı kalmışsa…

Dortmund…

Almanya’nın Ruhr bölgesinde 580 bin nüfusuyla ülkenin 8. büyüğü. 1970’li senelere kadar kömür madenleri, çelik üretimi, birası ile adını dünyaya duyurmuş, günümüzde iki büyük üniversiteye sahip, nüfusunun yüzde 8’ini Türklerin oluşturduğu öğrenci şehri. İşte o şehrin 1909 senesinde kurulmuş, bu senenin aralık ayında 107. yaşını kutlayacak köklü takımı Borussia Dortmund FC, nam-ı diğer “Die Schwarzgelben” (Kara Sarılar). Premier Lig’de bu sezon şampiyonluğa koşan Tottenham’ı, UEFA Kupası’nda Alman tankı edasıyla ezip geçtikleri zamanlarda, selam çakalım Avrupa’nın en yüksek taraftar ortalamasına sahip takımına…

19 Aralık 1909’da yerel kilisenin sponsorluğunda bir Katolik cemaatinin genç takımında top koştururken kilisenin baskısından bunalmış, gençler tarafından, “Zum Wildschütz” adında bir birahanede kurulmuş. Kulübün adı da Dortmund’da isim yapmış bir bira fabrikasından esinlenerek konulmuş, ne de olsa bölge halkının milli içereceği! Kurulduğu zamanlarda renkleri mavi beyazmış ama zaman içinde şehri o yıllarda anlatan, işçi sınıfıyla özleşmiş iki rengi tercih etmişler, kömürün karası, biranın sarısı… (Tanıl Bora, birlikte yazdığımız “Kimi Başrol Kimi Karakter – Kulüp Hikâyeleri” kitabında, Borussia Dortmund’a selam durduğu yazısında yazmıştı renklerin hikâyesini). Yerel liglerde mücadele ettikleri zamanlarda, 1929 senesinde hesapsızca kadrolarına kattıkları profesyonel futbolculara verdikleri paralar nedeniyle dara düşüp iflasın eşiğine kadar gelmişler. İmdatlarına kulübün borcunu kendi cebinden ödeyen taraftarın biri yetişmiş. Ne diyelim futbol tanrıları her kulübe böyle taraftar ihsan eylesin!

1963 senesinde kurulan Bundesliga öncesinde üç sezonda (1956, 1957, 1963) şampiyonluk kupasını kaldıran kulübün yükselişe geçtiği zamanlar 90’lı yıllar. 1992 senesinde şampiyonluğu kıl payıyla kaçırıp, son maçını kazanan VfB Stuttgart’ın arkasında 2. sırada bitirmişler. O sezon ilerleyen zamanlarda görecekleri güzel günlerin habercisi olmuş, 1994’den 2012 ye kadar geçen sürede beş sezonu şampiyon olarak kapatmışlar. Yabana atılmasın, Bundesliga’da Bayern Münih’in hegemonyasını kırmak her kulübe nasip olmaz!
Takıma 1974 senesinden beri ev sahipliği yapan 81.359 kapasiteli Westfalen Stadı, 2005 senesinin aralık ayından günümüze sponsorunun adıyla, “Signal Iduna Park” olarak biliniyor. 2009 senesinin ağustos ayında “The Times”ın Avrupa’nın en iyi 10 futbol mabedi sıralamasında ilk sırayı almış. Avrupa statları içinde en iyi atmosfere sahip, futbol sevdalıları için inşa edilmiş gerçek futbol mabedi olarak tanımlamış Times, tüm kupa finallerinin bu statta oynanması gerektiğini vurgulayarak. 2001 senesinde, Liverpool – Alaves arasında oynanan UEFA Kupası finalini o mükemmel statta izlemiş bu futbol dilencisinin de unutmadığı statlardan biridir Westfalen…

İyi zamanları kadar kötüyü görmüşlükleri de var elbet. 2000’li senelerin başında hisselerini halka açtıktan sonra, hesapsız harcamalar, Şampiyonlar Ligi’nin ön elemelerinde havlu atmalar nedeniyle parasal sıkıntılar yaşamışlar. 2003 senesinde topçuların parasını ödeyemeyecek duruma geldiklerinde Bayern Münih yetişmiş imdatlarına, kısa süreliğine 2 milyon borç vermiş muhtemel eski rekabetin hatırına. 2005 senesinde iflasın eşiğine geldikleri zamanlarda kemer sıkma yoluna gitmişler, haliyle alacaklarından yüzde 20 kesilen topçular da etkilenmiş mali krizden…
İyi günde kötü günde dedik ya, şehir sakinlerin gerçek aşkı takımları. 2013 senesinde Şampiyonlar Ligi finaline hak kazandıkları zamanlarda 24.042 bilet için 502.567 bin taraftar akın etmiş kulübe. 55 bin kombine biletli taraftara sahipler, 30 bin taraftar bekleme sırasında. Evlerinde oynadıkları maçlardaki taraftar ortalaması 80.291 (dünya rekoru). İnanması güç ama 2013-2014 sezonunda 1,8 milyon taraftarı ağırlamış o görkemli stat. Taraftarlar maç başına yaklaşık 12 Euro ödüyorlar, 200 Euro ödeyerek takımın sezonluk biletine sahip olmak mümkün! (Arsenal’de ortalama sezonluk bilet fiyatının 1.500 Euro olduğunu düşünürsek Dortmund maçları hafta sonları için cazip bir seçenek!)

•••

Mart ayının ortalarında Dortmund, UEFA Kupası maçında Tottenham’ın White Hart Lane Stadı’nda… Deplasmanda bu sezonun en ağır yenilgisini almış olan ev sahibi 34.593 taraftarın önünde mucize peşinde, malum çıkmayan candan umut kesilmez. Evinde oynadığı son 9 Avrupa maçını kaybetmemiş beyazlı takım ama bu maça üç ası Dembele, Eriksen ve Kane’den yoksun çıkıyor sahaya. 24. dakikada Aubameyang’in ayağından gelen gol tüm umutların sonu oluyor onlar adına. Sonrası teferruat…

Hakemin bitiş düdüğüyle birlikte, kale arkasında maç boyunca hiç susmadan şarkılarını söylemiş 8 bine yakın taraftarına yöneliyor sarı siyahlı takım. Sonra bugüne kadar gördüğüm en ilginç maç sonrası ritüellerinden birini sergiliyorlar. Taraftarlarının önünde geldiklerinde takım halinde yavaşça otuyorlar yeşil çimenlere, büyüğüne saygıda kusur etmeyen çocuk edasında. Öylece izliyorlar şarkılarını söylemeye devam eden taraftarlarını, alkışlamak için eserin bitmesini bekliyorlar sanki. Sonra hep birlikte ayağa kalkıp alkışlayarak yürüyorlar taraftarlarının arasına. Tribünde birlikte söylüyorlar şarkılarını, karşı tribünde bu sevinci izlemek için stadı terk etmemiş Tottenham taraftarları bile alkışlıyor misafir takımı…

Velhasıl, günün birinde yolunuz Dortmund maçının olduğu yere yakın düşerse, o takımı ve taraftarını izleme fırsatını kaçırmayın derim. Teveccüh, şükran, saygı, futbola dair unuttuğumuz her şeyi hatırlattıkları için teşekkür edeceksiniz o küçük şehrin büyük takımına…

Ziya Adnan
22 Mart 2016

Derin husumet; Liverpool FC, Manchester United…

Derin husumet; Liverpool FC, Manchester United…

Uzaklardan…

İngiltere’nin kuzeybatısında, birbirlerine 35 kilometre uzaklıkta iki şehrin takımı UEFA Kupasının ilk maçında çeyrek finale kalmak için karşı karşıya geldi geçenlerde. Bu vesileyle hatırlayalım, birbirlerinden hiç haz etmeyen iki takımın eskilere dayanan husumetini…
O günlere yetişememiş olanlar için, 80’li yıllar Liverpool’un Ada futbolunu kasıp kavurduğu zamanlardı. 1980 senesinden, Premier Ligin kurulduğu 1992-1993 sezonuna kadar 7 sezonda şampiyonluk yaşamıştı asla yalnız yürümeyenlerin takımı. Aynı dönemde Manchester United, Liverpool FC’nin gölgesinde kimi zaman orta sıraların müdavimi, kimi zaman zirveyi zorlayan, ancak aradığı başarıyı bir türlü yakalayamayan bir takım görüntüsündeydi. Mesela, 1983-1984 sezonunun sonunda Liverpool şampiyonluk kupasını kaldırırken, Kırmızı Şeytanlar, Southampton ve Nottingham Forest’in ardından ligi dördüncü sırada bitiriyordu. Bir sonraki sezonda şehrin mavili takımı Everton şampiyon olurken, Liverpool ikinci sırada yer alıyor, United yine dördüncülükle yetinmek zorunda kalıyordu. 1986-1987 sezonunda Everton bir kez daha zirvede yer alıyor, Manchester United ligi Coventry City’nin altında on birinci sırada tamamlıyordu. 1989-1990 sezonunda küme düşmekten beş puan farkla kurtuldular. Haliyle, o yıllarda sezon başında çekilen fikstüre göz atarken Liverpool taraftarlarınca, Everton ile oynanacak maç önem sırasında ilk sırayı alır, United ile oynanacak maçlar sıradan görülürdü. Zira Merseyside derbisinin yanında, yakın şehrin takımının esamisi bile okunmazdı!

Premier Lig’in kurulmasından sonra, iki takımın makûs kaderi muhtemel hiçbir futbolseverin tahmin edemeyeceği şekilde değişti. Tıpkı o iki tarihi şehrin kaderinin değiştiği gibi! 1992–1993 sezonunda ilk Premier Lig şampiyonluğunu yakalayan Kırmızı Şeytanlar, ilerleyen yıllarda kupalara ambargo koyuyor; Liverpool eskiye ağıt yakıyordu. Günümüze kadar gelen süreçte 13 şampiyonluk yaşadı Manchester United, Liverpool’un en son şampiyon olduğu sene doğanlar ise şimdilerde 20’li yaşların ortalarında. Liverpool’a gönül veren yeni futbol nesilleri adına ummak ve beklemekle geçti zamanlar. Bir zamanlar ambargo koydukları şampiyonluk kupasını Premier Lig’in kurulmasından sonra hiç kaldıramadılar. Birbirlerinden hiç haz etmeyen şehirlerin husumeti derinleşti zamanla, üstelik sadece taraftarlarla da kısıtlı kalmadı. Televizyon programlarının birinde izlemiştim, evinin kapılarını bir televizyon kanalına açan Liverpool’un kaptanı Steve Gerrard, sahip olduğu geniş forma koleksiyonunu teşhir ederken, neredeyse tüm takımların formalarına sahip olduğunu, ancak evinde asla bir Manchester United forması bulundurmayacağını söylüyordu! Yakın geçmişte, iki takım arasında oynanan bir maçta Liverpool tribünlerinde açılan o pankart düşmanlığın boyutunu anlatıyordu bilmeyenlere:

“We are not racist, we only hate Mancs!” (Biz ırkçı değiliz, sadece Manchesterlılardan nefret ederiz!)

İki kulüp arasında 1964 senesinden beri futbolcu alışverişi olmadığını hatırlatalım. (Phil Chisnall o sene 20 bin Sterlin karşılığında Liverpool’a transfer olmuş).

***

Mart ayının ortalarına yaklaşırken, bu kez UEFA Kupasında çeyrek finale kalabilmek için karşılaştı iki takım. Bu sezon Premier Ligde karşılaştıkları iki maçta da yenmişti Manchester United rakibini ama bu maçta eksikleri vardı. Son üç sezonda, transferlere 300 milyon Sterlin harcamış bir takım için eksiklik bahane olamazdı ama paranın da her zaman saadet getirmediği malumunuz. Maçtan önceki basın toplantısında, “Mother of all games!” diyordu Jurgen Klopp; Türkçeye, futbol dilinde tercümesi “Vur kır parçala bu maçı kazan!” O ruh haliyle, 43.228 taraftarın önünde sahaya çıkan Liverpool göz açtırmadı ilk yarıda rakibine, kalede devleşen David De Gea olmasaydı ilk yarıda rakibini eleyecek farkı yakalamıştı ev sahibi. Daniel Sturridge’in 20. dakikada gole çevirdiği penaltı sonrasında dalga dalga geliyordu Liverpool atakları. Lallana, Sturrdige, Coutinho üçlüsüne karşı tek başına direndi 1.93’lük kaleci. İlk yarı bittiğinde “You will never walk alone” yankılanıyordu muhteşem Liverpool tribünlerinde.

İkinci. yarıya Carrick’i savunmanın ortasına alarak başladı United ama ne fayda! Son iki maçında golü olan Firmino 73’de farkı ikiye çıkarıyor, Avrupa arenalarında son beş maçta dört yenilgi almış United tel tel dökülüyordu. Anfield Stadı’nda oynadığı son 10 maçın 9’unda kalesinde gol görmüş United’ın hocası Van Gaal maçın bitiminde Liverpool’un kazanmayı hak ettiğini söylüyordu… İyi teknik direktör olup olmadığı tartışılır ama fair play ruhuna sadık kalması takdire şayan!

17 Mart akşamı bu kez Old Trafford Stadı’nda bir kez daha karşılaşacak iki takım. İlk maçı izlemiş olanlar Liverpool’un turu şimdiden hak ettiğini düşünüyordur muhtemel. Bana gelince, gönlümün bir köşesinde her daim ayrı yeri vardır Liverpool çocuklarının, muhtemel futbola sevdalandığımız zamanlarda o güzel oyunun en güzel abileri oldukları için. Bu yüzden her hafta sonu, bizim takımın maçının bitiminde onların maçının sonucuna ”Acaba yenmişler mi?” gözüyle bakmam hep ondandır. Sanırım benim gibi 80’lere yetişmiş olanlar için Liverpool’a hürmet, bize futbolu sevdirdikleri için en azından şükran borcudur…

Ziya Adnan
16 Mart 2016

LiverpoolvManU

Devletin koruyup kolladığı takımlar!

Devletin koruyup kolladığı takımlar!

Uzaklardan…

Geçenlerde ülkenin çok satan gazetelerinin birinde üç İstanbullunun borçlarını okumuştum, madem zamanı geldi, yazalım futbol âleminde borç meselesini bilgimiz yettiğince. Şimdilerde Beşiktaş’ın 1 milyar 117 milyon 772 bin TL, Fenerbahçe’nin 1 milyar 113 milyon TL, Galatasaray’ın 995 milyon TL borcu varmış. Hal böyleyken, Türk futbolunun içinde bulunduğu derin mali krizi çözebilmek için tarihi bir adım atılacakmış! Ne demişti aya ayak basan ilk astronot Neil Armstrong: “İnsan için küçük insanlık için büyük bir adım!” Sanırım bu borç meselesi de öyle bir adımla çözülecek! Önerilen projeye göre, Süper Lig kulüplerinin 3,5 milyar lirayı bulan borçlarının üç devlet bankası tarafından üstlenilmesini ve 10 yıl gibi orta vadede düşük faizlerle geri ödenmesi çözüm olarak sunulmuş. Adım büyük, anlayacağınız!

Ancak tam da bu önerinin gündeme geldiği günlerde, TFF Kulüp Lisans Kurulu, PTT 1. Lig ve Spor Toto 2. Lig’de mücadele eden yedi takımın üçer puanını siliyordu, kaderin böylesi! TFF’den yapılan açıklamada, Kulüp Lisans Kurulu’nun 4 Eylül 2015’te aldığı ve Tahkim Kurulu’nun 14 Ocak 2016’da onadığı kararlar gereğince PTT 1. Lig ekiplerinden Samsunspor ve Denizlispor ile Spor Toto 2. Lig’de mücadele Orduspor, MKE Ankaragücü, Kahramanmaraşspor, Bucaspor ve Tarsus İdmanyurdu’nun mevcut puanlarından üçer puanın silindiği bildirildi…

Meselenin özeti, bizim topraklarda futbolun görünmez, duyulmaz köşelerindeysen kaderine razı olacaksın, malum futbolun adaleti, içinde bulunduğun coğrafya kadar. Küçüksen tüm hesapsız harcamalarının, kötü yönetilmenin, iş bilmez yöneticilerinin hatalarının bedelini transfer yasaklarıyla, borç silmelerle ödeyeceksin. Küçüksen sürüm sürüm sürüneceksin, biat ederek, sesini çıkarmadan. “Ama büyüklerin de borcu var, onlara neden transfer yasağı yok, puanları silinmiyor?” sorusunu sormayacaksın mesela. Sonu başından belli kötü bir filmde onların her daim esas oğlan, senin de figüran olduğunu, ülke futbolunda aslolanın üç İstanbullu olduğunu hiç aklından çıkarmayacaksın. Hele de “Devlet halktan topladığı paraları futbol kulüplerine nasıl verebilir?” meselesini aklına bile getirmeyeceksin, devletin koruduğu takımlarla kendini aynı kefeye asla koymayacaksın.

Futbolun doğup büyüdüğü topraklardan örnekler vermeyeceksin mesela. Oradaki federasyonun kulüplere eşit mesafede durduğunu, devletin kulüplerin vergi borçlarını silmesinin mümkün olmadığını, büyük küçük ayrımı yapmadan kötü yönetilenin puanın silindiğini, hatta küme düşürüldüğünü (İskoç bayırlarında çile çeken Glasgow Rangers’a selam olsun bu vesileyle) dile getirmeyeceksin…

Premier Lig takımı Crystal Palace’ın 2010 senesinin ocak ayında borçları nedeniyle kayyuma devredildiğini, sonrasında 10 puanının İngiltere Futbol Federasyonu tarafından silindiğini, o sezonun sonunda küme düşmekten son anda kurtulduğunu hatırlatmayacaksın. Premier Lig’de mücadele ettiği 2009-2010 sezonunda borçları nedeniyle 9 puanı silinen, 2009-2013 arasında üç sezonda küme düşmüş Portsmouth’u, 2013 senesinin mart ayında 10 puanı silinen Coventry City’i, kökleri 1919 senesine uzanan, Premier Lig’in bir altı Championship’te senin şampiyonundan daha fazla taraftar ortalaması yakalayan Ada futbolunun kalabalık takımı Leeds United’ın borçları nedeniyle silinen puanlarını anlatmayacaksın…

Kötü yönetildiği için ayrım yapmadan puanı silme cezasıyla karşılaşmış Wrexham, Cambridge United, Luton Town, Bournemouth, Stockport County, Chester City, Plymouth Argyle… Onların senin adaletsiz coğrafyandan çok uzaklarda olduğunu, o diyarlarda adalet terazisinin herkesi eşit tarttığını aklından çıkarmayacaksın…

Bir de diyorlar ki, “TFF meseleyi uzaktan izlemekle yetiniyor!” Sekiz sene yönettiği, 17 milyon dolar borçla devraldığı kulübü 250 milyon dolar borçla bırakıp siyasetin eliyle futbolun başına getirilmiş, geçen sezon yabancı kısıtlamasını serbest bırakan, bir sezon sonra “Kulüpler altyapılara ağırlık vermeli!” diyen bir yöneticiden nasıl bir çözüm bekliyorsunuz ki? Şike sürecinde, “Beş sene Avrupa Kupalarına katılmasak ne olur ki?” diyen yönetici bugün hâlâ Türk futbolunun başında değil mi?

Velhasıl geldiğimiz noktada ülke futbolunun fotoğrafı, borç içinde yüzen kulüplerimiz ama sadece figüranlara uygulanan puan silme cezaları, maç günleri hayalet kasabaları andıran tribünler, bayat pastanın çileği PasoLig garabeti! Sahada oynanan futbolun kalitesi, rekabet, istikrar, ekonomi, hal ve gidiş sıfır, varsa yoksa koruyup kollanan birkaç takım. Galatasaray’a UEFA’dan beklenen ceza geldi sonunda, geçmiş olsun ama bizim federasyondan en küçük yaptırımın bile gelmemesi şike sürecinde izlediğimiz filmi hatırlatıyor. Koruyup kollayacağız derken verdikleri zararın farkında bile değil muhteremler! Deniz Ateş Bitnel olayını yazmaya gerek bile yok, adaleti tamamen yok olmuş coğrafyada çoğunluğu mutlu etme adına kendini feda etti, sanırım bundan sonra önündeki maçlara da bakamayacak!

Yeri gelmişken, “Financial Fair Play” meselesini de hatırlatalım. UEFA’nın getirdiği kuralın özeti şu: Bir takımın transfer harcamaları, senelik gelirinin yüzde yetmişinden fazla olamaz. Kulübün geliri; gişe hâsılatı, naklen yayın gelirleri, transferden elde ettikleri ve sponsorluk anlaşmalarından ibarettir. Başkanların veya yöneticilerin kulüplerine verdiği ya da hibe ettiği paralar, senelik gelirin içine dâhil edilemez. Senelik transfer harcamaları gelirinin yüzde yetmişinden fazla olan takımlar Avrupa Kupalarına katılamaz…

Bu verilerin ışığında ülke futbolunda hiçbir kulübün geleceğinin parlak olmadığı ortada. Hele de devletin koruyup kolladıklarından değilsen…

Ziya Adnan

8 Mart 2016

Wembley’de Lig Kupası finali…

Wembley’de Lig Kupası finali…

Uzaklardan…

Ada futbolunun üçüncü kupası olarak bilinir 1982 senesinden günümüze farklı sponsorların adını taşıyarak gelmiş Lig Kupası. 1982’den 1986’ya Milk Cup (Süt Kupası) olarak nam salmışken, 1986–1990 arasında Littlewoods Challenge Cup, 1998–2003 arasında “Worthington Cup” (bira üreticisi), 2003–2012 arasında “Carling Cup” (bira üreticisi) olarak isim yapmış futbol âleminde. 2012 senesinden beri kredi kartı şirketi “Capital One” adını taşıyan kupaya 20’si Premier Lig takımları olmak üzere, profesyonel liglerden 92 takım katılıyor. Yarı finale kadar tek maç üzerinden oynanırken, yarı final iki maçla finalistleri belirliyor.

İlk kez 1960 senesinde oynanmış kupayı, iki maç üzerinden oynanan finalde Rotherham United’i 3-2 yenen Aston Villa kazanmış. Bir zamanlar yalnız Ada futbolunda değil, Avrupa arenalarında esmiş kükremiş, Premier Lig’in kuruluşundan sonra düşüşe geçmiş Liverpool FC kupayı en çok kazanan takım. En son 2012 senesinde, Cardiff’i penaltılar sonucunda yenerken kupayı sekizinci kez şehrine götürüyordu Kırmızılar. Kupayı beş kez kazanan Aston Villa ve geçtiğimiz sezonunun kupa beyi Chelsea’yi, dörder kez kazanan Manchester United, Nottingham Forest, Tottenham Hotspur takip ediyor…
Madem adları geçti, bir zamanlar Avrupa futbolunda nam salmış, sonra düşüşe geçmiş, eski şaşaalı günlerine dönmenin özlemiyle yanıp tutuşan, yeni futbol nesillerinin hiç bilmediği, en fazlasından büyüklerinden dinleyebilecekleri Brian Clough’un efsane takımına da selam çakmadan geçmeyelim. Kupayı en son Wembley Stadı’nda kaldırdığı 1990 senesinde, Oldham Athletic’i 74.343 taraftarın önünde 1-0’la geçmişlerdi ama kim bilebilirdi ki bunun onların kazanacakları en son kupa olacağını…

Lig Kupasının hikâyesine dönersek, FA Cup (Federasyon Kupası) kadar önem taşımasa da, kupayı kazanan takımın Europa Lig’ine gitmeye hak kazanması, kulüpleri teşvik etmesi adına önemli. Ancak parasal açıdan getirisi, Federasyon Kupasının yanında devede kulak misali. Federasyon Kupasını kazanan takımın kasasına 2 milyon Sterlin girerken, Lig Kupasını kazanan 100 bin Sterlinle yetinmek durumunda.

• • •

Soğuk ama aydınlık bir Şubat Pazar’ında, Wembley Stadı’nda bu sezonun iki finalisti Liverpool ve Manchester City karşı karşıya. Biri ilk, diğeri son sezonunda kupa kazanmak isteyen iki teknik direktörün mücadelesi o enfes futbol mabedinde, 86.206 taraftarın önünde. Premier Lig’deki yerlerine bakınca City maçın favorisi gibi görünse de onların da hal ve gidişi istikrardan uzak. Şampiyonlar Liginde Kiev’de 3 golle kazandıkları maç öncesinde üç maç arka arkaya kaybettiler, oynadıkları 26 lig maçının yedisinden sahadan yenik ayrıldılar. Daha önce hiçbir kupa finalinde kozlarını paylaşmamış iki takımdan Liverpool 12 final oynarken Man City dört kez finale gelmeyi başarabilmiş. Maça daha istekli başlıyor kırmızılı takım, belli ki kupalara yalnız yürüdükleri zamanları fena özlemişler. Karşılaştıkları son sekiz maçın hiçbirini kazanamamış maviler geçtiğimiz senenin kasım ayında kendi evlerinde dört golle mağlup olmuşlar!

24. dakikada City’nin en tehlikelisi Aguero’nun şutunu direk ve kaleci Mignolet birlikte çıkarıyor! Yeri gelmişken çoğunluk Liverpool taraftarının Mignolet’i yeterli görmediğini, kalede daha güvenilir kaleci görmek istediklerini belirtelim. Eh kim istemez ki! Ama sorun sadece kalede değil, golsüz biten ilk yarı bilhassa Liverpool’daki kalite eksikliğini özetliyor.

İkinci yarıya golle başlıyor City. Dakika 49, Fernandinho zor açıdan top ağlara yolluyor. Mignolet golde hatalı. Jurgen Klopp’un yaz aylarında bakacağı ilk mevki kaleci olmalı, malum iyi takımlar geriden inşa edilir. Golden sonra Klopp’un Dortmund’unu andırıyor Liverpool’un azmi, beraberlik çabası. 83. dakikada Couthinho’nun golü sonrasında yıkılıyor Liverpool tribünleri. Maç önce uzatmaya sonrasında penaltılara kalıyor. Bilir misiniz tarihinde penaltılara kaldığı 17 maçın 14’ünden galip ayrılmış Liverpool, kulüp futbolunun Almanya’sı! Ama bu kez olmuyor, City 34 yaşındaki Arjantinli kalecisi Willy Caballero’nun kurtardığı üç penaltıyla 3-1 kazanıyor maçı…

Ziya Adnan

3 Mart 2016

LigKupasi(2015-16)

FA CUP: Federasyon Kupasında Şubat gezintisi…

FA CUP: Federasyon Kupasında Şubat gezintisi…

Uzaklardan…

Kuzey Denizi’ne 49 kilometre uzaklıkta, adını kıyısına kurulduğu nehirden alan, 256.100 nüfuslu, köklü bir üniversiteye sahip eskinin sanayi şehri Hull, şimdilerde eskiye dönmeye çalışan. Bilir misiniz, Daniel Defoe’nun hayali kahramanı Robinson Crusoe’nun gemisi 1 Eylül 1651 tarihinde şehrin Queen’s limanından açılmış açık denizlere ve macera orada başlamış. İşte o tarihi şehrin 1904 senesinde kurulmuş sarı siyahlı takımı Hull City AFC (Association Football Club), nam-ı diğer ‘Kaplanlar’. Takıma ev sahipliği yapan 25.400 kapasiteli KC Stadı, adını sponsoru olan telekomünikasyon şirketinin (Kingston Communications) baş harflerinden almış. 2002 senesinde 44 milyon Sterlin maliyetle tamamlanmış o futbol mabedi. Aynı zamanda şehrin rugby takımı Hull Rugby League FC de o güzel statta oynuyor maçlarını…

Mazisinde büyük başarıları yok; kentin iki büyük rugby takımının gölgesinde geçip gitmiş seneler. 1930 senesinde Federasyon Kupasında yarı final oynamışlıkları var. 1959 ve 1966’da 3. Lig şampiyonlukları bulunsa da parasal sorunlarla boğuştukları 80’li senelerde 4. Lig’e kadar düşmüşler. Sonrası alt liglerde geçen gözden uzak zamanlar, ta ki 2008 senesine kadar… O senenin mayıs ayında, Wembley’de oynanan play-off finalinde Bristol City’i yenip Premier Lig’e terfi etmişler. Başarması güç ama beş sezonda ülke futbolunun en alt liginden en üst ligine yükselmeyi başarmış “Kaplanlar”. Ancak futbolun içinde yükselmek kadar düşmek de var! 2010 senesinin baharında Wigan Athletic’le berabere kaldıkları son maçtan sonra düşmüşler Premier Lig’den. Ancak uzun sürmemiş ayrılık. 2013 senesinin mayıs ayında yeniden dönmüşler ülke futbolunun en üst ligine…

2014-2015 sezonunda Premier Lig’den düşerken sıklıkla isim değişikliği ile gündeme gelmişlerdi. Kulübün 74 yaşındaki Mısırlı başkanı Assem Allam kendi anlatımıyla futbol taraftarı değil, hiçbir dönemde futbolla yakından ilgilenmemiş. Şehrini seviyormuş aslında, kulüp şehir sevgisine vesile olmuş. Gelişen futbol âleminde kulübün profilini yükselterek cazibesini artırmak için adını “Hull Tigers” (Hull Kaplanları) olarak değiştirmek istemiş ama taraftarın tepkisi ile karşılaşmış. Adı değişmediği sürece kulübe 5 kuruş bile vermeyeceğini söylüyor yakın geçmişte BBC için yaptığı söyleşisinde…

***

Güzel bir şubat cumartesinde, Federasyon Kupasının son sekize kalma mücadelesinde Hull City, 59.830 taraftarın doldurduğu Emirates Stadı’nda Arsenal’in konuğu. Championship lideri, deplasmana yaklaşık 8 bin taraftarı ile gelmiş. Arsenal cephesinde ise akıllar birkaç gün sonra oynanacak Barça maçında. O maçı düşünerek önemli futbolcularını dinlendirmeyi tercih etmiş Wenger, sahada ne Mesut, ne Sanchez! İlk 11’den tam 9 futbolcu sahada yer almıyor. Takımlar sahaya çıkarken en çok alkışı 10 ay sahalardan uzak kaldıktan sonra dönüşü muhteşem olan Welbeck alıyor. İlk 15 dakikada kapanan Hull City ve saldıran ama son vuruşları etkisiz Arsenal var sahada. Alt yapıdan yetişmiş 19 yaşındaki forvet Alex Iwobi, Arsenal fabrikasının yeni ürünü, kupa maçlarında yeni yetmelere fırsat vermeyi seviyor Wenger. Antrenman maçı havasında geçen ilk yarı golsüz kapanıyor.

Yoğun maç trafiğinde bir maç daha oynamak istemeyen ev sahibi yüklenerek başlıyor 2. yarıya. Ama iyi kapanıyor Championship takımı. Bu sessizliğe daha fazla dayanamamış olmalı ki Wenger, 65’te Welbeck ve Campbell’ın yerine Giroud ve Sanchez giriyor oyuna. Ama Mesut’un yokluğunda kilidi açacak yaratıcı çıkmıyor. Daha önce de yazmıştım, Arsenal o olmayınca kapıyı zorlayan ama açmayan acemi çilingir misali! Golsüz biten maçın sonrasında düzenlenen basın toplantısında Hull City teknik direktörü Steve Bruce sonuçtan memnun olduğunu ancak yoğun maç trafiğinde bir maç daha fazla oynayacak olmanın sıkıntısını dile getiriyor.

O maçtan bir gün sonra, Batı Londra’nın Stamford Bridge Stadı’nda, 41.594 taraftarın önünde Chelsea, Manchester City karşısında. Her iki takım da bu sezon beklenenin altında ve her ikisinin de teknik direktörü kalıcı olmayacağının farkında. Pellegrini’nin sezon sonu görevden ayrılıp yerini Guardiola’ya bırakacağı bir süredir biliniyor ama bu durumun takıma yaramadığı aşikâr. Evlerinde oynadıkları son iki maçı rakipleri Leicester ve Tottenham’a kaybettiler. Önündeki Şampiyonlar Ligi maçını düşünerek alt yapısından takviye kuvvet, beş genç ile başlıyor maça City. Anlayacağınız, adamlara karşı çocuklar sahada! 35. dakikada Diego Costa’nın golüyle öne geçiyor Chelsea. Hemen akabinde City beraberliği sağlasa da bebelerin ev sahibini alt etmesi zor sanki. Willian (48) ve Cahill’in (53) attığı iki golden sonra tek kaleye dönüyor maç, Chelsea penaltı kaçırdığı maçta Manchester City’i beş golle uğurluyor evine. Hazard (67), Traore (89)… City’nin tek golün kaydeden Faupala (37) henüz 19 yaşında, Lens takımından transfer olmuş mavili takıma. Maçın adamı müthiş serbest vuruş golünün sahibi eden Hazard! Kupa maçlarında kalesinde en son 2000 senesinde beş gol görmüş City’de, arka arkaya kaybedilen üç maçtan sonra hüsran devam ediyor.

Ziya Adnan

3 Mart 2016

 

Kazanmaktan yorulmayanlar!

 

Uzaklardan…

2000 senesinden beri beş kez karşılaştı Avrupa futbolunun iki devi. Arsenal bir maçı kazanırken, Barça üç maçta rakibine üstünlük sağlamış. Bu maçların unutulmayanı, 2006 senesinin mayıs ayında Paris’te oynanan Şampiyonlar Ligi finali. Londra takımı uzun süre bir eksik götürdüğü maçı son dakikalarda kaybediyor, evine mutsuz dönüyordu. O maçta Barça’nın başında saha kenarında yer alan Frank Rijkaard’dan sonra dört teknik direktör değiştirdi Katalanlar, Arsenal’de ise değişmeyen tek şey Arsene Wenger…

Ve şubat ayının son günlerinde Şampiyonlar Liginde Emirates Stadı’nı dolduran 60 bin taraftarın önünde iki takım bir maçta daha karşı karşıya. 2010 ve 2011 senelerinde Arsenal’i iki kez eleyen Barça bir kez daha Wenger’in rakibi. Grup maçlarında yenilmeyen Barça bu sezon La Liga’da oynadığı 25 maçın sadece ikisinde sahadan yenik ayrılmış, 63 puanla ligin zirvesinde. Premier Lig’de 3. sıradaki Arsenal’in 5 yenilgisi var, lider Leicester City’nin iki puan gerisinde. Grup maçlarının üçünü kaybederken, deplasmanda kazandığı Olimpiyakos maçıyla son 16’ya kalmayı başardı. Futbol tarihinin en tehlikeli üçlüsü Messi, Neymar ve Suarez grup maçlarında takımın 15 golünden 10’unu atmışlar, bu sezon oynadıkları tüm maçlarda 91 gol kaydetmişler. Mahalle maçı olsa, bu üçlüyü aynı takımda gören karşı takımın elemanları, “Ooo sizde Suarez, Messi, Neymar var. Çok kuvvetli oldunuz, birini bize verin!” derler. Anlayacağınız ‘Topçuların’ savunmasının işi zor. Bu sezon forma giydiği 37 maçta 41 golü olan Suarez, Wenger’in 2013 senesinde elinden kaçırdığı büyük golcü…

Maçtan önceki basın toplantısında “Barcelona are not perfect!” (Barcelona mükemmel değil) demiş olsa da rakibin günümüz futbolunun en iyisi olduğu unutulmamalı. Öyle ki iki sezonda (2008/2009, 2014/2015) La Liga şampiyonluğu, İspanya Kupası ve Şampiyonlar Ligi olmak üzere üç kupayı kazanan tek takım olarak tarihe geçmişler, hatırlatalım bilmeyenlere…

“Kazanmaktan yorulmayan takımımın başında olmak bana gurur veriyor” diyor hocaları Luis Enrique. Onun yerinde olmayı kim istemez ki! 2015 senesinin ekim ayından beri 31 maçtır kaybetmiyor takımı. O süre içinde Arsenal beş maçtan yenik ayrıldı. Arsenal’in Şampiyonlar Liginde en fazla golü olan topçusu Walcott’un 11 golü var, Messi’nin kupada toplam gol sayısı ise 80. Bu veriler ışığında ibrenin kimden yana olduğu aşikâr!

***

O şubat akşamında, kim bilir kaçıncı kez Emirates Stadı’na doğru yürürken ev sahibi taraftarın arasından geçiyorum. Az ilerde ne kadar da ihtişamlı görünüyor o futbol mabedi. Karaborsacılar, dudak uçuklatan rakamlara alıcı arıyorlar. “1000 Euro!” diyor karaborsacı elindeki bileti göstererek. Eh, ne de olsa arz talep meselesi! Her ne kadar bizim diyarlarda yanlış anlaşılmış olsa da, futbolun marka değeri bu olsa gerek! Bilir misiniz, Messi’nin dünyaya geldiği sene, Arsenal finalde Liverpool’u yenerek Lig Kupası’nı kazanmış, o takımın sevileni David Rocastle 20. yaşını kutlamıştı. Takvimler 31 Mart 2001’i gösterirken, aramızdan ayrıldığında henüz 33 yaşındaydı “Rocky”…

***

60 bin taraftarın önünde Arsenal iyi başlıyor maça. Sol kanatta Alexis Sanchez, sağda Oxlade Chamberlain, ortada her daim yaratıcı Özil, önlerinde Giroud. İlk 20 dakikada boş alanları iyi kapatıp rakibe alan bırakmıyor ev sahibi, kontraya çıktıkları anlarda önemli pozisyonlar yakalıyorlar. 21. dakikada Chamberlain net fırsattan yararlanamıyor, beş sezonda sadece 14 gol atabilmiş hücum oyuncusu iyi niyetli ama son vuruşlarda acemi. Bu dakikalarda Topçuların en iyi oyuncusu Ramsey, sahanın her yerinde. 30. dakikada Messi’nin formasını çeken Chamberlain sarı karı görünce Emirates Stadı’nın müdavimleri Cüneyt Çakır’a tepki gösteriyor ama karar doğru. 34. dakikada, stadın endişeyle sessizliğe büründüğü anlarda Messi ceza sahasının hemen dışından frikiği baraja nişanlıyor. Devre biterken Arsenal savunmasını paramparça ediyor Barça’nın korkulan üçlüsü. Ama Suarez kale yerine pası tercih edince takımı golden oluyor. İlk yarı golsüz kapanıyor…

İkinci yarıya daha ofansif başlıyor Arsenal, 47. dakikada Chamberlain’in yerine Walcott giriyor oyuna. 59’da Mesut çıkıyor sahneye, mükemmel pasına Giroud kafayı vuruyor ama çıkartıyor 23 yaşındaki 1.87’lik kaleci Stegen. 72. dakikada beklenen oluyor, ev sahibinin çok adamla hücuma çıktığı anda topu kapan Suarez, Neymar’ı görüyor. Onun pasını boş pozisyonda kaleye yolluyor Messi, 1-0. Bu gol öncesinde Petr Cech karşısında oynadığı 7 maçta gol atamamış olması kayda değer. 80’de oyuna giriyor Flamini ve 47 saniye sonra Messi’yi ceza sahası içinde indirince penaltıyı gole çeviriyor 10 numara, 2-0.

Maçtan sonraki basın toplantısında kaçırdıkları pozisyonlara hayıflanıyor Wenger. Takımının tüm enerjisini sahaya yansıttığını ama son vuruşlarda beceriksiz olduklarını vurguluyor. Velhasıl son 5 sezonda ilk 16’da elenmiş Arsenal adına tarih tekerrürden ibaret!

Ziya Adnan

1 Mart 2016

 

Premier Lig Seyir Defteri – Şubat 2016…

Premier Lig Seyir Defteri – Şubat 2016…

Uzaklardan…

İnanması güç ama şubat ayının ilk günlerinde, Premier Lig’in en pahalı kadrosuna sahip Manchester City’i, üstelik deplasmanda 3 golle geçen Leicester City’nin sahada yer alan on birinin toplam maliyeti 20 milyon Sterlin. Manchester United’ın 308 milyon Sterlinlik kadro değerinin yanında devede kulak misali! Sezonun en iyi kalecilerinden, babasının izinden yürüyen 29 yaşındaki Kasper Schmeichel’i, Leeds United takımından 1,2 Milyon Sterline, takımın Cezayir asıllı Fransız kanat oyuncusu Riyad Mahrez’i, Fransa 2. lig takımlarından AC Le Havre’dan 375 bin Sterlin’e transfer etmişler. “Amatörden esen fırtına” Jamie Vardy’nin inanılmaz yükselişini yakın geçmişte yine bu köşede yazmıştım, 2012 senesinin mayıs ayında 1 milyon Sterline o zamanlarda Championship’te mücadele eden Leicester City’e transfer olduğunda amatör liglerin transfer rekorunu kırmış. 2014-2015 sezonunun sonundan günümüze kadar oynadığı 16 deplasman maçında sadece tek yenilgi almış mavi beyazlı takım. İstatistiklere bakıldığında, oynadıkları maçların sadece birinde topa rakipten daha fazla sahip olmuşlar, topla fazla oynamanın skorla ilgisi olmadığının göstergesi. Geçenlerde Skysports’un internet sitesinde (skysports.com) bu sezon oynadığı maçlarda topla en fazla oynama oranı yakalamış takımın Manchester United olduğu yazıyordu; yüzde 59,75 ortalaması yakalamış Kırmızı Şeytanlar ama onların durumu da ortada. Lider Leicester City’nin topla oynama ortalaması yüzde 41,18 (Premier Lig’in Sunderland ve West Brom’dan sonra topa en az sahip olan takımı) ama bu yazının yazıldığı saatlerde oynadığı 26 maçta topladığı 53 puanla ligin zirvesinde…

Geçen sezonunun şampiyonu Chelsea şubat ayının ortalarında ligde 12. sırada. Mourinho’nun vedasından sonra oynadıkları 9 maçta yenilgileri yok (PSG maçını saymazsak) ama 6 maçta beraberlikle yetinmişler. Son 20 sezonu ilk altıda bitirmeyi başarmış olan  mavilerin bu sezon işi zor. Kendi evlerinde, 41.622 taraftarın önünde lige tutunma mücadelesi veren Newcastle United’ı ağırladıkları maça 21 yaşındaki stoperi Kurt Zouma’dan yoksun olarak çıkıyordu sahaya. Manchester United maçında geçirdiği ağır diz sakatlığı sonrası 6 ay uzak kalacakmış sahalardan, geçmiş olsun diyelim. Newcastle United’a gelince, ocak transferinde Swansea’den 11,5 milyon Sterline transfer ettikleri Jonjo Shelvey takımın son maçlarda göze batanı. Deplasman karneleri pek iç açıcı değil, son 18 deplasmanın 15’inden eli boş dönmüş siyah beyazlılar. Bu sezon profesyonel liglerin deplasmanda en az gol atan takımı…

Chelsea golle başlıyor maça, Diego Costa, dakika 5. Üç dakika sonra Pedro’nun ayağından 2. golü buluyorlar. Bu savunmayla Newcastle’ın lige tutunması zor, hele de küme düşme hattındaki rakibi Sunderland çıkış yakalamışken. İlk yarı 3-0 bitiyor bu yarıda, ev sahibi zayıf rakibi karşısında Barça tadında. İlk yarınının sonunda Alan Shearer’ın, “2. yarıda, bu kadar kötü olamazlar!” temennisi havada kalıyor. 59’da dördüncü, 85’de beşinci golü atıyor Chelsea. Bu maçtan sonra İspanya’ya moral toplamak için gidecekmiş Newcastle. Sahada yer alan topçularının bir kısmı, sanki ruhen maçtan önce oraya uçmuşlar gibi!

***

O maçtan bir gün sonra, sezonunun dişli takımı Tottenham, son maçta kendi evinde Leicester City’e kaybetmiş Manchester City deplasmanında. Ligin en iyi savunmasına sahip Londra takımı, bu sezon kalesinde sadece 19 gol görmüş. Üstelik ligin en formda takımı. Oynadıkları son dört maçı kazanmışlar. Bundan maçtan önce Etihad stadında oynadıkları son beş maçı kaybetmişler ama Tottenham bu sezon ligin en diri ve kadro olarak en dengeli takımı. Londra takımının daha tehlikeli göründüğü, golsüz biten ilk yarının ardından 2. yarı golle başlıyor. Ucuz penaltıyı gole çeviriyor bu sezon 16. golünü kaydeden Hary Kane. Oyuna sonradan giren Iheanacho’nun ayağından beraberliği sağlasa da ev sahibi, uzun sürmüyor gol sevinci. Tottenham 85’de ikinci golü kaydederek üç puanı kapıyor. Günümüz futbolunda atletik yeteneklerle donatılmış olanların daha başarılı olduğu aşikâr. Tottenham’ın 19 yaşındaki orta sahası Dele Alli 11,9 km kat etmiş bu maçta, City takımındaki tüm futbolcuların koştuğundan daha fazla. Çok koşan her zaman kazanmaz ama koşmadan da kazanılmaz ki!

Ligin dibi ise kaynayan kazan. Son sıralardaki takımlardan Newcastle ve Aston Villa 49 ve 46 gol görmüşler kalelerinde. Evinde oynadığı son maçta Liverpool’dan altı yiyen Villa havlu atmış boksör misali. 19. sıradaki Sunderland düşme tehlikesini her sezon yaşayanlardan, çekirge bu sezon da sıçrar mı bilinmez ama evlerinde oynadıkları son maçta Manchester United’ı devirmeleri takdire şayan. Kırmızı Şeytanlar’a gelince, bu sezon oynadıkları 26 maçın 7’sini mağlup kapattılar. 70 ve 80’li senelerde Ada futbolunda esip kükreyen, sonra düşüşe geçen Liverpool’u andırıyor şimdilerdeki görüntüsü…

Ziya Adnan

23 Şubat 2016

Leicester City: Sezonun en güzel hikâyesi…

Leicester City: Sezonun en güzel hikâyesi…

Uzaklardan…

Londra’nın kuzeyinde, East Midlands bölgesinde Soar nehrinin kıyısına kurulmuş, 337 bin nüfuslu, sakinlerinin yüzde 40’nı göçmenlerin oluşturduğu, geçmişte tekstil ve ayakkabı üretimi ile tanınmış, günümüzde iki büyük üniversiteye sahip tarihi şehir Leicester, şimdilerde biraz sessiz, kendi halinde. Göçmen nüfusun büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturması kayda değer. Ada futbolunun iki efsanesi Gary Lineker ve Peter Shilton bu şehirde dünyaya gelmişler.

İşte o tarihi şehrin günümüzden 131 sene önce 1884 senesinde kurulmuş takımı Leicester City, nam-ı diğer “Foxes” (Tilkiler). İlk kuruldukları zamanlarda “Leicester Fosse” olarak bilinirlermiş, Fosse sokağının çocukları. 1919 senesinde günümüzdeki adlarını almışlar. Köklü tarihlerinde öyle büyük başarıları yok. Futbolun farklı kurallarla oynandığı zamanlarda, 1928–1929 sezonunda ligi 2. sırada bitirmişler. 1949 senesinde ilk kez Federasyon Kupası finalinde yer almışlar, ama o maçı komşu şehrin sevilmeyen takımı Wolverhampton Wanderers’a kaybetmişler. Dört kez yer aldıkları Federasyon Kupası finalinde sahadan hep yenik ayrılmışlar. 1957 senesinden 1969’a kadar ülke futbolunun en üst liginde mücadele etmişler ki bu, kulüp tarihinin rekoru. Sonrası düşmeler ve çıkmalarla geçen, asansör takımların izlerini taşıyan zamanlar. 2002 senesinde 37 milyon Sterline mal olmuş stadın yükü ağır gelince kayyuma devredilmişler, kulübün o dönemki borcu 30 milyon Sterlin. Ama kulüp tarihinin efsanesi Lineker yetişmiş dar zamanlarında imdatlarına, onun başında bulunduğu konsorsiyum borçlarını ödeyerek kulübü satın almış…

Yeri gelmişken, selam çakalım 30 Kasım 1960’da dünyaya gelmiş güler yüzlü futbol adamına. 1978 senesinden 1994’e kadar süren kariyerinde hiç kart görmemiş, üç takımda gol krallığı yaşamış büyük golcü. Biyografisinde, okul zamanlarında çalışkan öğrenci olmadığını, hatta öğretmenlerinden birinin raporuna küçük Lineker’ın tüm enerjisini futbola harcadığını, ancak yaşantısını futboldan kazanmasının mümkün olmayacağını yazmış. Yanılgının böylesi! Neticede 1986 Dünya Kupası’nın gol kralı, 1984–1992 arasında İngiltere Milli Takımı ile 80 maçta 42 gol kaydetmiş 10 numaradan bahsediyoruz. Üstelik vefalı mı vefalı. Ne diyelim, futbol tanrıları her kulübe böylesine hayırlı futbolcular ihsan eylesin…

O el değiştirmeden sonra bahtı açılmış kulübün, en azından bir süreliğine. 2002-2003 sezonunun sonunda Championship’i 2. sırada bitirerek Premier Lig’e yükselmişler. Ama uzun sürmemiş mutlulukları, ertesi sezon düşmüşler. 2007-2008 sezonunun son maçı, kulüp tarihinin en önemli maçlarından. Championship’te tutunabilmek için Stoke City deplasmanına çıkan maviler, o maçı beraberlikle bitirince tarihinde ilk kez 3. Lig’e düşmüş. Ertesi sezon bir üst lig Championship’e, 2013–2014 sezonunda Premier Lig’e yükseldiler.

***

Tam da Sevgililer Gününde Emirates Stadı’nda Arsenal’in konuğu Leicester City, sezonun en güzel hikâyesi. Bilirsiniz işte, her futbolseverin gönlünde romantik bir hikâye yatar, gönül ister ki bu sezonun kahramanı da onlar olsun. İnanması güç ama sezon başında Leicester City’nin şampiyonluğuna bire beş bin veriyordu bahis siteleri, romantik bir taraftarı 5 Sterlin yatırmış o bahse. Sevgililer gününde, sevgilinin yanında soluğu almış 60 bin sevdalının önünde Arsenal hızlı başlıyor maça. İlk dakikalarda o gülümseten, ironik tezahürat yankılanıyor lider takımın tribünlerinden, “Staying up, we are staying up” (Kümede kaldık!). Son antrenmanda sakatlanan Gabriel’in yerine savunmanın ağır halkası Mertesacker sahada. Oyunu kendi sahasında kabul edip kaptığı toplarda iki üç pas yaparak rakip kaleye gidiyor ‘Tilkiler’. Bu sezon Premier Lig’in Sunderland ve West Brom’dan sonra topla en az oynayan takımı… Yüksek tempoda oynanan ilk yarıda iyi kapanıp boş alan bırakmıyorlar. 6 milyon Sterline transfer edilmiş 14 numaralı Kante savunmanın önünde geçilmez kale misali. Devrenin bitimine az kala kazandıkları penaltıyı Vardy gole çevirince öne geçiyorlar. Ev sahibi tribünler hakem Atkinson’un yönetiminden mutsuz ama pozisyon penaltı. 2013 senesinden beri ilk yarıda geriye düştüğü hiçbir maçı kazanamayan Arsenal hayli sıkıntılı…

54’de Simpson ikinci sarıdan oyun dışında kalınca, Mahrez’in yerine Wasilewski’yi alıyor oyuna Ranieri. Bir eksik Leicester City kırmızı karttan sonra daha da sıklaştırıyor safları. İlerde Vardy gelmeyecek sevgiliyi bekleyen adam kadar yalnız! 68’de Giroud’un mükemmel kafa pasını oyuna sonradan giren Walcott gole çeviriyor. 1-1… Son 20 dakika tek kaleye dönüyor maç, kaçırdıkça kaçırıyor ev sahibi. Tam bitti derken Mesut çıkıyor sahneye, müthiş ortasını Welbeck gole çeviriyor, yıkılıyor Emirates. Tevekkeli değil maç sonrası basın toplantısında, “Topun başında Mesut varsa her zaman umut vardır” diyor Wenger…

Ziya Adnan

20 Şubat 2016

Ranieri

 

Fulham FC; Championship’in siyah beyazı…

Fulham FC; Championship’in siyah beyazı…

Uzaklardan…

Londra’nın batısında, zenginler kulübü Chelsea’ye taş atımlık mesafede, Fulham semtinin kendi yağıyla kavrulan mütevazı takımı… Kökleri 1879 senesine uzanıyor, çokları bilmez ama Londra’nın en eski profesyonel futbol kulübü. Kulübün kuruluş hikâyesi de ilginç… St Andrew’s Kilisesi’nin pazar günü müdavimleri tarafından kurulmuş. 1887 senesinde amatör liglerde ilk kupasını kazanan takım, o yıllardaki adı “Fulham Excelsior”u değiştirerek “Fulham FC” olmuş. 1893 senesinde Batı Londra ligini kazanan takımın renkleri kırmızı-beyazmış. 80’li yıllarda Batı Londra’nın Queens Park Rangers takımıyla birleşerek Fulham Park Rangers adıyla liglerde yer almaları gündeme gelmiş, ancak taraftarın sert tepkisi sonucunda bu fikirden vazgeçmiş kulüp yönetimi.

Maçlarını oynadıkları 25.700 kapasiteli Craven Cottage Stadı, Thames nehrinin kıyısına kurulmuş, Avrupa’nın en güzel manzaralı on stadından biri. Güzel bir yaz gününde tribünlerde maç izlerken, arka fondaki nehirde kürek çekenleri, saha manzaralı balkonlarda maç izleyenleri görmek mümkün. Böylesine leb-i derya! Premier Lig’de oynadıkları en son sezonda maç başına 24.073 taraftar ortalaması yakalamışlar. Bölgenin zenginliği, her daim rakip takım taraftarlarının alaycı tezahüratlarına malzeme konusu olmuş. Rakip tribünlerinden yükselen “Flats on the Cottage, they are building flats on the cottage!” (Cottage üzerine apartmanlar inşa edecekler!) tezahüratı stadın bulunduğu bölgenin zenginliğini anlatıyor bilmeyenlere…

2000’li senelerin başları Premier Lig’de ilk kez yer aldıkları, kulübün şaşaalı zamanları… 2001-2002 sezonunu 13. sırada bitirmişler. Lige yeni çıktıkları için ayakta maç izlemenin mümkün olduğu yegâne Premier Lig stadıymış o yıllarda Craven Cottage. Kulüp tarihinin efsanesi, 1952’den 1970’e kadar takımın formasını giymiş, 2005 senesinin Ekim ayında 71 yaşında aramızdan ayrılmış Johny Hayes. Ada futbolunda haftada 100 Sterin kazanan ilk futbolcu ünvanı onunmuş. 27 yaşında geçirdiği trafik kazasından sonra aşina olduğu milli formayı giyememiş kanat oyuncusu. Günümüzde o futbol mabedinin tribünlerinden biri onun adını taşır; efsane futbolcunun anısını yaşatma adına…

Yeri gelmişken, Mısırlı iş adamı Muhammed El-Fayed’i de hatırlamadan geçmeyelim. 1997 senesinde, Fulham’ın 3. Lig’e terfi ettiği zamanlarda satın aldığı kulübü, Ada’nın güneyinin “Manchester United”ı yapacaktı ama olmadı. 1997 senesinin yazında, oğlu Dodi’yi Prenses Diana ile birlikte Paris yakınlarında geçirdikleri kaza sonucu kaybetti. Bu kazadan İngiltere İstihbarat Teşkilatını sorumlu tuttu. 2013 senesinin Temmuz ayında kulübü Amerikalı iş adamı Shahid Khan’a satarak futboldan uzaklaştı. Ona dair ilginç bir hikâye de Michael Jackson’un ölümüne dair. Ünlü şarkıcının ölümünden sonra anısını yaşatmak için 2011 senesinde stada heykelini diktirmiş ama taraftarın tepkisi ile karşılaşmıştı. 2013 senesinde kulübün yeni sahipleri heykeli söküp kendisine iade etti. Kulüp o sezon sonunda küme düşerken El Fayed, Fulham’ın Jackson’un ruhunun gazabına uğradığını, heykelin sökülmesinin kulübe kötü şans getirdiğini söylüyordu.

Premier Lig’de arka arkaya geçirdikleri 12 sezondan sonra, 2013-2014 sezonunda küme düştü Fulham FC, o yaşanılası semtin siyah beyazı. Küme düştükleri zamanlarda, “The Telegraph” gazetesi kulübün Al Fayed döneminden sonra kötü yönetildiğini, Mısırlının vedasının kötü sonu hazırladığını yazıyordu. Bu yazının yazıldığı saatlerde Championship’ye küme düşme hattının hemen üzerinde 19. sıradalar…

***

Soğuk bir şubat gününde Fulham, kendi evinde ligin zirveye oynayan takımlarından Derby County karşısında… Craven Cottage Stadı’nda Altınsay ailesiyle birlikteyiz bu maçta. 90’lı senelerde, Londra’da yaşadıkları, Beşiktaş özleminin ağır bastığı zamanlarda renklerinden ötürü gönül vermişler Fulham’a, fırsat buldukça kapağı bu diyarlara atıp özlem gideriyor futbol sevdalıları…

Maça dönersek, Fulham ocak transferinde Sporting Lisbon’un golcüsü Zakaria Labyad’ı kadrosuna katıyor, takımın 19 yaşındaki golcüsü Moussa Dembele’nin Tottenham Hotspur’e transferi gerçekleşmiyordu. Kale arkalarında, sahaya nazır balkonlardan maç izleyenlerin haricinde, 18.472 taraftarın önünde oynanan maça ev sahibi daha iyi başlıyor, 17. dakikada Olsson’un kendi kalesine attığı golle 1-0 öne geçiyordu. Sonra skoru koruma telaşında oyunun kontrolünü rakibe verince, ilk yarının bitimine az kala Bryson’un ceza sahasının hemen dışından müthiş volesiyle gelen gole engel olamadılar. 29 yaşındaki İskoç orta saha oyuncusunun üst köşedeki örümceği aldığı gol, sezonun en iyi gollerinden olmaya aday…

Fulham teknik direktörü Slavisa Jokanovic 2. yarıya Rohan Ince’in yerine Alexander Kacaniklic’i alarak başlaması takıma hareket getiriyor, ama gününde olmayan Moussa Dembele yakaladığı önemli fırsatlardan yararlanmıyordu. Premier Lig’e dönme çabasındaki Derby County oynadığı son yedi, Fulham ise son beş maçtan galibiyet çıkartamamış. Bu beraberlik iki takımı da mutlu etmez, hele de küme düşme potasındaki Fulham’ı…

Ziya Adnan

16 Şubat 2016

FulhamMaciAltinsayAilesi

Liverpool FC; çilesi bitmez!

Liverpool FC; çilesi bitmez!

Uzaklardan…

1892 senesinde kurulmuş Liverpool FC, bu senenin Haziran’ında 124. yaşına basacak, Ada futbolunun efsanesi. Futbol âleminde nam saldıkları 1970 ve 80’lı senelerde esip kükremişler. O dönemde 11 Lig şampiyonluğu, 7 Avrupa Kupası kazanmış asla yalnız yürümeyenlerin takımı…

Ama Premier Lig’in hayatımıza girmesiyle düşüşe geçmişler, geçmişine ağıt yakan şehri gibi eskiyi özler olmuş. 1991 senesinden günümüze kadar 11 teknik direktörle kesişmiş yolları ama hiçbiri Shankly’nin ruhunu geri getirememiş. Ummak ve beklemekle geçmiş sezonlar. 2006 senesinde Rafa Benitez’le kazandıkları Şampiyonlar Ligi Kupası bile çare olmamış şampiyonluk hasretine…

Bilir misiniz, şampiyonluk kupasını sen son kaldırdıkları 1989-90 sezonunda, doğu Londra’nın köklü takımı West Ham United 2. Lig’i 7. sırada bitirmişti.  O yıllarda Liverpool deyince akan sular durur, West Ham United ise asansör takım görüntüsü içinde düşmeler ve çıkmalar ile geçirirdi zamanları.  1990–91 sezonunda çıktıkları 1. Lig’den, ertesi sezon ligi sonuncu sırada bitirerek düştüler, Premier Lig’in kurulduğu 1992-93 sezonunda yeniden döndüler. 2002-03 sezonunda bir kez daha düşüp, 2005 senesinde oynanan play-off finalini kazanarak döndüler Premier Lig’e…

***

Ve iki takım soğuk bir Londra akşamında Upton Park stadında, Federasyon Kupası maçında karşı karşıya. İlk maçta Anfield stadında gol sesi çıkmayınca, bu kez Londra buluşmasında. Bu sezon ligde ve kupada üç kez karşı karşıya geldiler, Liverpool’un o maçlarda golü yok, West Ham tarihinde bir ilk. Londra takımı bu sezon ligde iki kez mağlup etti çilesi bitmez rakibini…

Onca senedir süren şampiyonluk özlemine, hep hüsranla geçen zamanlara rağmen sevdalarından ve değerinden kaybetmemiş Liverpool FC. Soğuk bir Salı akşamında, şehrinden neredeyse 400 kilometre uzaklıktaki stadı tıka basa doldurmuş takıma gönül verenler, üstelik kötü giden bir sezona aldırmadan. Premier Lig’de lider Leicester City’nin 18 puan gerisinde 9. sıradalar, futbol tabiriyle ‘orta sıraların takımı’. Ama taraftar dediğin sevinmek için sevmez ki! Hele de eski yer etmişse gönlünde, o güzel futbol şarkısına tribünlerden eşlik edip asla yalnız yürümemişsen. Pek muhtemel gelecek sezonda da izleyemeyeceğiz onları Şampiyonlar Ligi’nde, o yüzden elde kalan son değerlerden Federasyon Kupası, tutunmak gerek…

İlk maça kıyasla daha güçlü Liverpool’un 11’i. Benteke ve takımın en iyisi Coutinho sahada. Ama takımın zayıf halkası savunmanın ortası. 15. dakikada O’Brien boş pozisyonda topu direğe nişanlıyor, şans melekleri o dakikada beyaz formalı Liverpool’un yanında. Sol beki 94 doğumlu Brad Smith hücuma çıktığı anlarda etkili. 14 yaşında okul takımında oynarken keşfetmişler Avustralyalıyı. Premier Lig meraklıları adını sıkça duyacaktır ilerleyen zamanlarda. Sonra 45’de golü buluyor ev sahibi, Upton Park tribünleri Antonio’nun golünden sonra ayakta…

2. yarıya golle başlıyor Liverpool, Coutinho’nun barajın altından bıraktığı frikiği görülmeye değer. 61’de sakatlıktan nasibini fazlasıyla almış Sturridge giriyor oyuna. Bu sezon sahada yer aldığı altıncı maç. Karşılıklı ataklarla geçen maçın normal süresi berabere bitiyor. Uzatmaların ilk bölümünde kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda atamıyor Benteke. Sanki eskilerden Emille Heskey’i andırıyor kaçırdıkları! Ve beklenen oluyor, onca golü kaçırdıktan sonra son dakikada yediği golle eleniyor Liverpool FC, çilesi bitmez!

Ziya Adnan

13 Şubat 2016