Bir başkadır gece maçları…

Bir başkadır gece maçları…

Uzaklardan…

Tribün müdavimleri arasında yaygın inanıştır; derler ki bir başka olur gece maçları. Hele de buz kesmiş bir kış akşamında tıka basa dolu tribünler önünde, ışıklar altındaki sahada takımın galip gelmişse. Premier Lig’in kurulmasından çok önce, maçların ayakta izlenebildiği zamanlarda Highbury Stadı’nın North Bank tribününü doldururdu taraftarlar. Kış ayazında devre arasında içilen ‘Bovril’ (İngilizlere has acılı bir nevi çorba) az da olsa ısıtırdı içimizi. Bilir misiniz, Ada futbolunun televizyon ekranlarında naklen yayınlanan ilk maçı 1940 senesinin Ekim ayında. Şimdilerde profesyonel liglerin en altında, 4. ligde mücadele veren Barnet’in Underhill Stadı’nda, ev sahibi takımın Wealdtone’a karşı oynadığı maçı yayınlamışlar. Ancak karanlık erken bastırınca, maçın bitimine 15 dakika kala yayını kesmek zorunda kalmış yayıncı kuruluş, malum o günün teknolojik koşulları…

Ada futbolunun ilk aydınlatmalı futbol mabedi, Sheffield United’ın 32 bin kapasiteli Bramall Lane Stadı. 1930’lu senelerde Arsenal efsanesi Herbert Chapman, Highbury Stadı’nın batı tribününün ışıklandırma projesini başlatmış ama Futbol Federasyonu kullanımına izin vermemiş. 1950’li seneler stat ışıklandırılmasının ilk kez kullanıldığı zamanlar. Profesyonel liglerde ışıklar altında oynanan ilk maç 22 Şubat 1956 tarihinde, Portsmouth ile Newcastle United takımları arasında…

•••

Şimdilerde fikstürün bir parçası gece maçları… Haftanın her günü, her akşam maç, meraklısına. İngiliz yazar Anthony Burgess, futbolun sadece hafta sonları oynandığı zamanları şöyle özetlemiş: “Five days shalt thou labour, as the Bible says. The seventh day is the Lord thy God’s. The sixth day is for football.” (İncil’de yazıldığı gibi, beş gün çalışacaksın. Yedinci gün Tanrı’nın, altıncı gün futbolun.) Oysa futbol şimdi her gün hayatımızda! Futbolsuz ne gece var, ne gündüz!

Günümüze dönersek, tıpkı şarkıdaki gibi, işte böyle bir akşamda ama Akdeniz akşamında değil, buz kesmiş yağmurlu bir Southampton akşamında bu sezonun en ağır yenilgisini almıştı Arsenal: 4-0! Maçtan sonraki basın toplantısında Wenger’ın yüzünden düşen bin parçaydı…

O maçtan kısa süre sonra, bu kez soğuk ama kuru bir şubat akşamında, ligdeki son üç maçından sadece iki puan çıkartabilmiş ev sahibi yine Southampton karşısında. Sevgili İbrahim Altınsay’la birlikte stattayız. Kuruluşu 1885 senesine dayanan, St Mary Kilisesi’nin takımı olarak kırmızı-beyaz renklerde kurulan Azizler, bu sene 131. yıldönümlerini kutlayacaklar. Köklü tarihlerinde en büyük başarıları 1976 senesinde kazandıkları Federasyon Kupası… 1983-1984 sezonunda ligi 2. sırada bitirmişler. 27 sene ülkenin en üst liginde mücadele ettikten sonra, 2005 senesinde Premier Lig’e veda ettiler. Ancak beterin beteri vardı. 2009 senesinde League One’a (3.Lig) düştüler ama çok sürmedi çileleri. Nigel Adkins’in teknik direktörlüğünde iki sezonda iki küme terfi ederek 2011-2012 sezonunun sonunda bıraktıkları yere, Premier Lig’e döndüler. Bu yazının yazıldığı zamanlarda Premier Lig’de 8. sıradalar…

bir-baskadir-gece-maclari-111652-1.Tarihte 70 kez karşı karşıya gelmiş iki takım, Arsenal bu maçlardan 39’unu kazanmış, 31 maçta puanlar kardeş payı. Arsenal evinde Southampton’a karşı oynadığı son 20 maçta yenilmemiş, en son mağlubiyetleri 1987 senesinin kasım ayında…

Ancak iki teknik direktörün karşılaştırılmasında ibre Ronald Koeman’dan yana. Wenger 10 maçta ancak iki kez yenebilmiş Koeman’ın takımlarını. Southampton ligde oynadığı son üçü maçı kazanmış olmanın verdiği özgüvenle çıkıyor sahaya…

60.017 taraftarın önünde maça daha hızlı başlayan taraf deplasman takımı Southampton… Arsenal oyunu sahasında kabul ediyor ilk dakikalarda. Son haftaların iki formsuzu Walcott ve Mertesacker yedek kulübesinde, geçirdiği uzun sakatlık sonrası Sanchez sahada. İlk dört içinde en az golü bulunan takımın ara transferi ıskalamış olması düşündürücü. Golsüz bitiyor ilk yarı. Arsenal tribünleri mutsuz, huzursuz…

İkinci yarıya daha istekli başlıyor kırmızılı takım. 61’de çalışkan ama etkisiz Campbell’in yerine Walcott giriyor oyuna. Son yarım saatte bastırıyor Arsenal, zirve yarışındaki rakiplerinin gol haberleri hareketlendiriyor takımı. Ama kalede devleşen kaleci Fraser Forster’ı geçemiyorlar ve başladığı gibi bitiyor gece maçı…

Yeri gelmişken, Forster’ın da hakkını verelim. 17 Mayıs 1988 tarihinde dünyaya gelmiş İngiliz kaleci. 2014 senesinin ağustos ayında 10 milyon Sterin karşılığında Celtic’den transfer olmuştu takıma. 2015 senesinin mart ayında Burnley’e karşı oynanan maçta dizinden sakatlandı. O kadar kötüymüş ki sakatlığı, doktorlar futbola devam etmesinin zor olacağını söylemişler. 10 ay sonra döndü sahalara, hem de ne dönüş! Son dört maçta gol görmedi kalesinde 2.01’lik kaleci. Tevekkeli değil Ronald Koeman, kalecisinin Premier Lig’in hatta Avrupa’nın en iyileri arasında olduğuna inanıyor…

Arsenal’e dönersek, geçenlerde, kendi evinde Chelsea’ye tek golle mağlup olduğu maçtan sonra Daily Mail gazetesinde enfes futbol yazıları yazan Martin Samuel’in o maça dair değerlendirmesinde okumuştum; “Spineless Arsenal” (Omurgasız) diyordu, Wenger’in izlemesi keyif veren ama zaman zaman kırılgan takımını anlatırken. Mesut’un olmadığı maçlarda pozisyon üretmekte zorlanırken, Alexis Sanchez’in yokluğunda gol yollarında sıkıntı çekiyordu Arsenal. Savunmada Alman tankı Mertesacker’in ağır kalması, Walcott’un son maçlardaki formsuzluğu, orta sahada lider oyuncuya, forvet hattında dünya çapında golcüye sahip olmayışı kaybedilen puanların özetiydi…

Ziya Adnan

9 Şubat 2016

IbrahimAltinsay(ArsenalSouthamptonAmended)

Premier Lig Seyir Defteri – Ocak 2016…

Premier Lig Seyir Defteri – Ocak 2016…

Uzaklardan…

Ülkeme bakıyorum uzaklardan, bir tarafta sahillere vuran çocuk cesetleri, diğer yanda anayasa, başkanlık, referandum tartışmaları… Ülkenin bir yanında tüm şiddetiyle yaşanan adı konulmamış bir savaş, diğer yanda televizyon kanallarında efsanelerin (!) futbol turnuvası, dest-I izdivaç ya da evlendirme programları… Adamın biri çıkmış, “100 bin şehidi göze alıp Musul’a operasyon yapalım!” diyor ekranda. Ülkenin iç acıtan hallerine bakarken, hani bilmesen hangi ülke olduğunu sıradan bir Ortadoğu ülkesi dersin. Korku ile terbiye edilmiş, kötülüğün, merhametsizliğin kol gezdiği beter bir coğrafya, öylesine başkalaşmış, öylesine umutsuz. Hüzünlü bir fotoğraf, baktıkça acıtan…

Ülkeden uzaklarda, hayatın her gün normal akışında devam ettiği topraklarda… En son şampiyonluğunu 2004 senesinde yaşamış, o şampiyonluktan sonra her sezon ilk dörtle yetinmek zorunda kalmış Arsenal kendi evinde Chelsea’ye tek farkla mağlup olduğu maçtan sonra 3. sırada. Arsenal’ın belalısı Diego Costa, “Topçular”a karşı oynadığı üç maçta rakibin kırmızı kart sonrası eksilmesinde başrolü oynamış, üstelik o maçlarda iki gol atarak. Ocak ayının ortalarında, “Son yedi sezonda sadece bir defa galip gelebildiği Stoke City deplasmanından puanla dönmesi, Arsenal’in bu sezon direncini gösteriyor” diyordu BBC’de, futbol yorumcusu Alan Shearer. Haksız sayılmazdı, Stoke City bu sezon Premier Lig’in en zor deplasmanlarından, Britannia Stadı’nda zirveye oynayan Manchester City, Manchester United ve Chelsea’yi devirmiş. Zor lokma anlayacağınız! Ama kendi evinde Londra derbisini kaybetmesi iyi olmadı Arsenal adına. Yine de Petr Cech’in de hakkını verelim. Bu sezon kaleyi koruduğu 22 maçın 10’unda kalesini gole kapatmış 33’lük kaleci…

Zirvedekilerden konu açılınca, küçük şehrin büyük takımı (en azından bu sezon!) Leicester City’yi de unutmayalım. Sezon boyunca 33 gün ligin zirvesinde kalmayı başarmış mavili takım. Yaban atılmasın, Premier Lig’in perdelerini açtığı 1922-1993 sezonundan beri onların zirve keyfi Tottenham Hotspur’den daha fazla! Ocak ayını da lider olarak tamamladılar. Ama taraftarlarının mütevazı tavrı da takdire şayan; şimdilerde her maçta “Staying up Staying Up” (kümede kalıyoruz) tezahüratı yankılanıyor Leicester City tribünlerinden… Tottenham bu sezonun dişli takımlarından, her ne kadar kendi evlerinde Leicester City’ye mağlup olsalar da oynadıkları futbol keyif veriyor. Takımın 19 yaşındaki ofansif orta saha oyuncusu Dele Alli’nin, Crystal Palace deplasmanında attığı gol, sezonun en güzel golüne aday. Çocuğun geleceği parlak…

Manchester United’a gelince… Kırmızı Şeytanlar sıkıntılı, galip geldiği maçlarda bile oynanan futboldan hoşnutsuz taraftarı. “El freni çekik araba!” gibi bu takım diyor BBC’de, eski toprak United taraftarı. Yakın geçmişte oynadıkları Newcastle maçından dem vuruyor, “Üç kez öne geçtik ama yine yenemedik” diyor. Liverpool deplasmanında aldığı tek farklı galibiyet bile memnun etmiyor sevenlerini, bizdeki “1-0 olsun bizim olsun” mantalitesinin aksine sahada oynanan futbol kalitesine bakıyor çoğunluk taraftar. Bu sezon “Düşler Tiyatrosu”nda oynadıkları 11 maçın ilk yarısında gol kaydetmeyi başaramamışlar, nasıl memnun olsun taraftar! Kendi evlerinde mağlup oldukları Southampton maçı teknik direktörleri Van Gaal’ın gidişini hızlandıracaktır sanırım…

United’ın komşusu City zirveden kopmamakta ısrarlı. İyi oynamadıkları zamanlarda bile Toure ve Aguero varsa kazanmayı başarıyorlar. 2011 senesinde geldiği City’de 118 gol kaydetmiş Arjantinli, şüphesiz ligin en büyük golcüsü. Ah bir de sıklıkla yaşadığı sakatlıkları olmasa! Onların da sıkıntısı savunmanın ortasında, Company’nin olmadığı maçlarda eksikliği göze çarpıyor. West Ham United deplasmanında aldıkları bir puan onlar adına fena sayılmamalı. Yeri gelmişken, maçtan sonra ülke gazetelerinde gündemden düşmeyen Burak Yılmaz’ın West Ham’a olası transferini sorduğum Slaven Bilic, “Burak’ın çok iyi futbolcu olduğunu, her takıma yararlı olacağını, ancak böyle bir transfer girişimleri olmadığını” dile getirdi tüm içtenliğiyle…

Chelsea, Mourinho’nun vedasından sonra biraz toparlanmış olsa da zirveden çok uzakta. O vedadan sonra oynadıkları 7 maçtan 13 puan çıkarmışlar. Hiddink, kaybedilmiş onca puandan sonra ilk dörde girmenin çok zor olacağını düşünüyor ama umudu kaybetmemek lazım. Eh futbolun içinde şampiyon olup ertesi sezon sürünmek de var! Tevekkeli değil, kendi evinde iki farkla geriye düştüğü dakikalarda Everton tribünlerinden “Going down Going Down!” (kümeye, kümeye!) tezahüratları yükseliyordu. Ama dalga geçmeye gelmez iki dakikada beraberliği yakaladı o maçta ev sahibi… Liverpool ise bildiğiniz gibi, ummak ve beklemekle geçen zamanlar… Norwich deplasmanında son saniye golü ile maçı 5-4 kazandı kırmızılı takım. Ocak ayının ortasında Chelsea 13, Liverpool ise 7. sırada.

Ligin dibindeki takımlardan en zor durumda olanı Aston Villa… Ada futbolunun en eski kulüplerinden olan bordo mavililer, bu sezon oynadıkları 22 maçta sadece iki kez galip gelebilmişler. Kümede kalmaları mucizelere bağlı ama futbolun içinde imkânsızı başarmak da var. Geçenlerde BBC’nin o enfes futbol programına bağlanan bir Birmingham City taraftarı, “Aston Villa’ya gönül verenler üzülmesin, en azından gelecek sezon gerçek bir derbi izleyecekler!” diyordu. Villa’nın ezeli düşmanı Birmingham City, bu yazının yazıldığı saatlerde Championship’te 8. sırada…

Ziya Adnan

2 Şubat 2016

Arsenal Supporters Club…

Arsenal Supporters Club…

Uzaklardan…

“That’s the wonder, the wonder of you…” (Bu senin, senin mucizen…)

Futbol âleminde Kuzey Londra takımı olarak bilinir Ada futbolunun en başarılı takımlarından Arsenal, nam-ı diğer “Topçular” (Gunners)… Oysa 1886 senesinde, Güneydoğu Londra’da İngiliz silahlı kuvvetleri için cephanelik (top ve silah mermisi) üreten “Royal Arsenal” fabrikasının işçileri tarafından kurulmuş. İlk zamanlarındaki adı da fabrika ile aynıymış: Royal Arsenal. 1893 senesinde “Woolwich Arsenal” olarak değiştirilmiş kulübün adı. Kuzey Londra’ya taşındıkları sene 1913. Bir sene sonra da adının başından Woolwich’i silmişler. 6 Eylül 1913’ten Mayıs 2006’ya kadar takıma ev sahipliği yapmış 38.419 kapasiteli, şimdilerde tarih olmuş Highbury Stadı…

22 Temmuz 2006’da, o hüzünlü yaz gününde kulüp tarihinin efsanelerinden Dennis Bergkamp’in Ajax karşısında sahada son kez yer aldığı jübile maçıyla taraftara kapılarını açmıştı 60 bin kapasiteli Emirates, Ada futbolunun Wembley ve Old Trafford’dan sonra üçüncü büyük stadı. İşte o görkemli futbol mabedine taş atımlık mesafede “Arsenal Supporters Club” (Arsenal Taraftarlar Derneği). Arsenal metrosunun çıkışından birkaç dakikalık yürüme mesafesinde, Gillespie Sokağı üzerinde İngiliz mimarisinin izlerini taşıyan, tarih kokan iki katlı bir binada yaşatıyorlar Arsenal sevdasını. Maç günleri dolup taşıyor dernek. Gencinden yaşlısına taraftarlar maçtan önce ve sonra bir araya gelip biralarını yudumlarken o günkü maçın değerlendirmesini yapıyorlar…

arsenal-supporters-club-107499-1.

Derneğin kapısından içeri girdiğinizde, gözünüze ilk çarpan duvarda asılı Arsenal efsanelerinin fotoğrafları, Tony Adams, Ian Wright, Michael Thomas, David Seaman, Thierry Henry, Dennis Bergkamp ve yakalandığı amansız hastalığın pençesinde henüz 33 yaşında aramızdan ayrılan ama hiç unutulmamış David Rocastle, nam-ı diğer Rocky…

•••

Derneğin yönetim kurulu başkanı Barry Baker 77 yaşında bir Arsenal sevdalısı. 1966 senesinden beri dernekle haşır neşir, mali konulardan üyelik kayıtlarına kadar her işle o uğraşıyor. İlk kez Higbury Stadı’nda Arsenal’i izlediğinde 12 yaşındaymış, babasıyla gitmiş maça ve o gün sevdalanmış takıma. 1949 senesinde kurulan derneğin ilk zamanlarında, şimdilerde bar olan bölümün o yıllarda üyelerin bisikletlerini park etmek için kullandıkları geniş bir bahçe olduğunu anımsıyor. Wenger’den önce takım futbolcularının maçlardan sonra derneğe uğrayıp taraftarlarla kadeh kaldırdıklarını, ancak Wenger’in gelişiyle birlikte kulübün topyekûn değişime uğradığını anlatıyor. “Eskiden takım otobüsü stattan ayrılırken futbolcular camın arkasından taraftarlara el sallardı, şimdilerde karartılmış camların arkasında hangi futbolcunun olduğunu bile göremiyorsunuz!” diyor. Eskiyi bilen niceleri gibi endüstriyel futbola sıcak bakmıyor; paranın futbolu değiştirdiğini, günümüzde o güzel oyunun işçi sınıfının oyunu olmaktan çıkıp zengin eğlencesi haline geldiğini vurguluyor…

İlerleyen zamanlarda derneğin önce genel sekreterliğini, sonra başkanlığını yapmaya başlamış. Ada futbolunun neredeyse tüm statlarını, Avrupa’nın önemli futbol mabetlerini gezmiş takımla, tahminen 150’ye yakın statta maç izlemişliği var eski toprak Arsenal sevdalısının. Ulaşımın günümüzdeki kadar kolay olmadığı 60’lı senelerde, bir gün önceden otobüsle gidip, akşam o şehirde konaklar, ertesi gün maçtan sonra Londra’ya dönerlermiş. “O zamanlarda statlar futbol kokardı, şimdinin yeni futbol arenaları para üzerine dönüyor!” diyor muhtemel eskinin özlemiyle. 2004 senesinde, yeni stadın isim hakkı tartışılırken “Emirates” adının kulübün kökleri ile hiçbir bağı olmadığını, tarihe ve kulübün geleneksel değerlerine sadık kalma adına stadın adının “Ashburton Grove” veya “Emirates Highbury” olması gerektiğini savunmuş…

arsenal-supporters-club-107500-1.“Neden onca zamandan sonra hâlâ başkansınız?” diye soruyorum, “Derneğin yaklaşık 6 bin kadar üyesi olduğunu, deplasman organizasyonlarından, finansal konulara kadar her şeyle kendisinin ve genel kurulun ilgilendiğini, kimsenin böylesine büyük sorumluluğun altına girmek istemediğini” anlatıyor tüm içtenliğiyle. Üyelerden konu açılmışken, geçenlerde elim bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrılmış en eski üyelerden 90 yaşındaki Ernie Crouch’u da yâd etmeden geçmeyelim. İlk maçına 1934 senesinde gitmiş ve o günden sonra takımı hiç bırakmamış Arsenal sevdalısı. Emekliye ayrıldığı 1990 senesine kadar hayatını sütçülük yaparak kazanmış. “Evlere süt dağıtırken hep geç kalırdı!” diyor tanıyanlar ve ekliyorlar: “Zira süt dağıttığı her evde mutlaka koyu Arsenal sohbetine dalacağı bir futbol sevdalısı olurdu!” Mekânı cennet olsun…

Devam ediyor Barry, Arsenal kulübünden hiçbir koşulda maddi destek almadıklarını, dernek olarak üyelik aidatları ve sene içinde gerçekleştirdikleri faaliyetlerle ayakta kaldıklarını, 60’lı senelerde satın aldıkları dernek binasının kendilerine ait olduğunu, kimselere borçları olmadığını anlatıyor. Yeri gelmişken, bizim futbol fakiri coğrafyada kulüpleri rant kapısı haline getirmişleri de hatırlayalım. Keşke mümkün olsa da onlara hakiki taraftar derneklerini, kulüp-taraftar ilişkisinin nasıl olması gerektiğini anlatabilsek!

Artık uzak deplasmanlara gitmediğini, ailesi ile daha çok zaman geçirdiğini anlatıyor. Unutamadığı maçları, futbolcuları soruyorum, “Ah Rocky!” diyor; David Rocastle’ı çok iyi tanıdığını, iyi insan ve çok iyi futbolcu olduğunu anlatıyor. Duvarda asılı dev posteri gösteriyor sonra. 1989 senesinin Mayıs ayında, Arsenal’in, sezonun son maçında Michael Thomas’ın son saniyelerde attığı golün büyütülmüş fotoğrafı süslüyor duvarı. O tarihi maçı, Arsenal’in inanılmazı başararak Liverpool’u 2-0 yenip şampiyonluk kupasını kaldırışını unutamadığını anlatıyor gülümseyerek…

Dernekten ayrılırken beni en kısa sürede yeniden görmek istediğini, Türkiye’den Arsenal maçları için geleceklere kapılarının her zaman açık olduğunu vurguluyor. Ayırdığı zaman ve keyifli sohbet için kendisine teşekkür ediyorum…

Ziya Adnan

26 Ocak 2016

AFC2

“FA Cup”, Federasyon Kupası zamanlarında Kuzey Londra…

“FA Cup”, Federasyon Kupası zamanlarında Kuzey Londra…

Uzaklardan…

“FA Cup” (The Football Association Challenge Cup), bizdeki adıyla Federasyon Kupası, dünya futbolunun en eski kupası… İlk kez 1871 senesinde oynanmış. Son sezonlarda Avrupa kupalarında mücadele eden takımların önem vermemesi nedeniyle biraz gölgede kalmış olsa da Ada futbolunda önemi ayrı, malum zayıfın güçlüyü yenme ihtimali. Futbol literatürüne “Giant Killing” (devi öldürmek) olarak geçmiş. Alt liglerde oynayan takımlar için bulunmaz fırsat, hele de kurada şanslı çıkıp tıka basa dolu tribünler önünde kendi evlerinde oynama fırsatı yakalamışlarsa. Hem kasaları doluyor, hem de bir sezonluğuna da olsa nam salıyorlar futbol âleminde. Kupayı kazanan takım sadece 1,8 milyon Sterlin kazanıyor ama kupanın prestiji para ödülünden çok daha fazla. Geçenlerde kupanın marka değerini artırma adına Premier Lig takımlarının kupada her maçını deplasmanda oynaması gerektiğini, böylece alt liglerde oynayan takımların daha kazançlı çıkacağı vurgulanıyordu BBC’de yayınlanan o enfes futbol programında. Bizdeki “mutlaka iki büyük takım finalde yer almalı” hastalıklı düşüncesinin aksine!

Kupa tarihi sürprizlerle dolu. Geçtiğimiz sezon 4. turda Premier Lig’in devleri Chelsea, Tottenham, Manchester City alt liglerde mücadele veren takımlara yenilip elenmişlerdi, sonunda aradan sıyrılan Arsenal kazandı kupayı. Federasyon Kupasını en çok kazanan takım olan “Topçular”, 12 sezonda kupayı müzelerine götürmüşler. Ama onların da kazalara uğradıkları sezonlar olmuş. 1992 senesinde, bir önceki sezonda, 92 takımlı profesyonel liglerin en son sırasında yer almış Wrexham Town’a elenmişler, üstelik ligi şampiyon olarak tamamladıkları sezonda! Kupayı en çok kazanan teknik direktör ise Arsene Wenger, 19 senelik Arsenal macerasında 6 kez kazanmış Federasyon kupasını…

Bir de ‘Kupa Beyi’ Yeovil Town var, dev öldürme konusunda hayli iddialı. Bakmayın şimdilerde League Two’nun (4. Lig) son sırasına demir atmış olmalarına, profesyonel liglere adım atmadan önce, köklü tarihlerinde yirmi kez Federasyon Kupasında profesyonel liglerde oynayan takımları elemişler, amatör kulüp için yabana atılmayacak rekor. Madem ‘Kupa Beyi’ konusu açıldı, Ankara’nın sarı lacivertli takımına da selam olsun…

Bu sezon 135’incisi oynanan kupaya 4’ü profesyonel, kalanı amatör liglerden 736 takım katılıyor. 2004 senesinde 660 takım katılırken, bu sayı her sezon artarak gelmiş günümüze. Kura çekiminde “seeding” (seri başı) uygulanmıyor; küçük büyük ayrımı gözetmeden her takım aynı torbadan katılıyor kuraya. Toplamda 14 tur var, amatör takımların katıldığı ilk tur maçları ağustos ayında yapılıyor ve ocak ayına kadar 6 tur oynayıp hâlâ kupada kalmayı başaranlar büyüklerle oynama fırsatı yakalıyor. “Anything is possible” (her şey mümkün) sloganıyla reklamını yapıyor kupa maçlarının reklamını BBC, kupanın her türlü sürprize açık olduğunu hatırlatarak…

1994–1995 sezonundan günümüze beş sponsor kupaya adını vermiş, son sponsor Emirates’in 2018 senesine kadar anlaşması var. Her ne kadar kupada sponsorun adı bulunsa da, kupanın tarihini ve önemini hatırlatma adına “FA Cup” adı mutlaka kullanılıyor, marka değerinin en güzel hatırlatması…

***

Yeni yılın ilk günlerinde, soğuk, yağmurlu bir Londra cumartesisinde son iki sezonda kupayı kazanmış Arsenal, bu sezon Premier Lig’de zor zamanlar geçiren Sunderland karşısında. Sezonun en iyisi Mesut’u maç kadrosuna almamış Wenger, önündeki önemli maçları düşünüyordur muhtemel. Maça hızlı başlayan ama Mesut’un yokluğunda pozisyon üretmekte zorlanan ev sahibi takım, Koscielny’in savunmada topu kaptırması sonrasında kalesinde golü görüyor. Dakika 17… Sonra yükleniyor Arsenal, Campbell ile beraberliği yakalıyor 25. dakikada. Mesut’un yokluğunda takım, kapıyı zorlayan ama açamayan çilingir misali!

İkinci yarıya da baskılı başlıyor kırmızılı takım ama son bölgede etkisiz. 66.dakikada oyuna giren Ramsey 72’de öne geçiriyor takımını. 75’de Giroud farkı ikiye çıkartınca rahatlıyor takım. Adı yakın geçmişte Galatasaray ile anılan Joel Campbell 80’de oyundan çıkarken ayakta alkışlanıyor. Tur atlayan takım Arsenal. Sunderland’ın şimdi tek derdi kümede kalmak. Maç sonu basın toplantısında, 20 yaşındaki savunmacı Hector Bellerin övgüler alıyor hocasından…

O maçtan bir gün sonra, Kuzey Londra’nın White Hart Lane Stadı’ndayız. Ligin dişli takımı Tottenham Hotspur, bu sezon ‘gönüllerin takımı’ olan Leicester City karşısında. İki takım 1961 senesinin kupa finalinde karşı karşıya gelmişler, Tottenham kazanmış o maçı. Bu maçta iki takım da aslarını lig maçına saklamış, sahada ne Kane, ne Vardy! Tottenham’ın topa bolca sahip olduğu ama fazla pozisyon yaratamadığı maç 2-2 bitince iki takım yeniden buluşma sözüyle sahadan ayrılıyor. Hary Kane’nin son dakikalarda penaltıdan Tottenham formasıyla 50. golünü atması kayda değer. Gelecekte adını sıkça duyacaksınız sanırım…

Ziya Adnan

19 Ocak 2016

Pavel Srnicek…

Pavel Srnicek…

Uzaklardan…

Aralık ayının son günlerinde, kötü geçen bir yılı geride bırakmaya hazırlandığımız zamanlarda, spor yaparken geçirdiği kalp krizi sonrasında 47 yaşında aramızdan ayrıldı, 90’lı senelerde Ada futbolunda isim yapmış kaleci. Bilmeyenler için yazalım hikâyesini, yâd edelim eski günleri…

10 Mart 1968 tarihinde Çekoslovakya’nın Ostrava şehrinde dünyaya gelmiş. Oduncuymuş babası, komünizmin tüm sertliğiyle hüküm sürdüğü zamanlarda zor şartlarda geçmiş çocukluk yılları. 1977 senesinde TJ Viktorie Bohumín takımının miniklerinde başlayan kalecilik kariyeri, 1990 senesinde ilk kez profesyonel sözleşmeye imza attığı Banik Ostrava’da devam etmiş…

Mavi beyazlı takıma da selam çakalım bu vesileyle. 1922 senesinde SK Slezská Ostrava adıyla bir grup maden işçisi tarafından kurulmuşlar. Kuruluşlarından günümüze 10 kez isim değiştirmişler. Köklü tarihîlerinde üç şampiyonlukları bulunuyor. Ancak en son şampiyonlukları 1981 senesinde. Kümede kalma mücadelesi verdikleri 2014-2015 sezonunu 14. sırada bitirdiler. Takıma ev sahipliği yapan 10 bin kapasiteli Bazaly Stadı’nın müdavimleri, Avrupa futbolunun hırçın çocukları olarak nam salmışlar…

Kaleciye dönersek… 1991 senesinde, Newcastle United’ın o yıllardaki teknik direktörü Jim Smith’in ısrarları sonucu 350 bin Sterlin karşılığında transfer edilmiş. Yakın geçmişte yayımlanan biyografisinde (Pavel Is A Geordie), Newcastle’da ki ilk zamanlarında koyu Geordie İngilizcesini anlamakta çok zorluk çektiğini, okul zamanlarında sadece Rusça öğrendikleri için Ada’daki ilk zamanlarında dil konusunda sıkıntı yaşadığını anlatır. Bilmeyenler için, Newcastle şehrinin sakinleri ‘Geordie’ olarak bilinir ve İngilizceyi kendilerine has koyu diyalektle konuşurlar…

Takıma katıldığı zamanlarda, Newcastle United 2. Ligde kümede kalma savaşındaydı. Henüz Premier Lig kurulmamıştı. Onun, ilk sezonunda 24 takımlı 2. Ligi 20. sırada bitirmişti siyah beyazlı takım. Kısa süre sonra Jim Smith takımdan ayrılmış, yerine Tottenham’ın eski futbolcusu Arjantinli Ossie Ardiles gelmişti. Ardiles ilk kaleci olarak onu sahaya sürüyor, takımın diğer iki kalecisi John Burridge ve Tommy Wright yedek kalırken o, ilk 11’de maçlara çıkıyordu. (2011 senesinin Eylül’ünde yine bu köşede yazmıştım John Burridge’in hikâyesini. Otuz senelik futbol kariyerinde 15’i profesyonel olmak üzere 29 takımın kalesini korumuş seyyah kaleci).

Ama umduğu gibi gitmeyecek, 1991-1992 sezonunun ilk 15 maçında kalesinde 32 gol görecekti. Kötü gidişin faturası ona ve Ardiles’e kesilmiş, kaleyi Wright’a devrederken teknik direktörlüğe Kevin Keegan getirilmişti. O sezon güç bela kümede kaldı Newcastle United. Bir sonraki sezonda yıldızı parladı kalecinin, ilk kaleci olarak çıktığı maçlarda övgüler alıyor, takımı da o sezonu şampiyon olarak kapatarak Premier Lig’e yükseliyordu.

***

Liverpool’dan transfer edilen Mike Hooper ve Reading’den gelen Shaka Hislop ile birlikte kalede müthiş maçlar çıkartırken, Newcastle 1995-1996 sezonunda şampiyonluğu kıl payıyla kaçırıyordu. Keegan’ın o yıllardaki izlemesi keyif veren takımının önemli isimlerindi. Eski takım arkadaşı Rob Lee şöyle anlatmış takım arkadaşını: “Kendine çok iyi bakar, antrenmanlarda en çok o çalışırdı. Kimseye kızdığını, sinirlendiğini görmedim. Soyunma odasının neşesiydi, Newcastle taraftarlar ona tapardı. Hayatındaki iki sevdasının ailesi ve Newcastle United olduğunu söylerdi.”

1991-1998 arasında siyah beyazlı takımla 150 maça çıktı. 1998 senesinde Banik Ostrava’ya gitti. 2000 senesinde, Ada’ya dönüp bir süre Sheffield Wednesday’in kalesini korudu. Kariyerinin ilerleyen zamanlarında Portsmouth ve West Ham United’da şansını denedi, 2006-2007 sezonunda Newcastle United’a dönüp birkaç maça çıktı.

Ve geçtiğimiz Aralık ayının 29’unda, geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı sevilen kaleci Pavel Srnicek. Ölümünden kısa süre sonra, Newcastle’ın evinde oynadığı Everton maçında tribünleri dolduran taraftarların “Pavel is a Geordie” tezahüratı ona duyulan sevgiyi anlatıyordu. Onu en iyi tanıyanlardan eski hocası Kevin Keegan, “Her zaman hatırlanacaktır, şehir bir evladını kaybetti” demiş…

Bu vesileyle benim yetişemediğim zamanlarda Arsenal’de ve West Bromwich Albion’da top koşturmuş, 1975–1976 sezonunda bizim futbol fakiri coğrafyada Galatasaray’ı, 1983–1986 arasında Arsenal’ı çalıştırmış Don Howe’ı da anmadan geçmeyelim. 2004 senesinde West Brom taraftarları arasında yapılan ankette, kulüp tarihinin en iyi 11’ine seçilmiş. Futbolun içinde geçen 40 seneden sonra, 2003 senesinde emekliye ayrılmıştı. Srnicek’in ölümünden kısa süre önce, 80 yaşında hayata gözlerini yumdu Ada futbolunun efsanesi…

İkisinin de mekânı cennet olsun…

Dipnot: Necdet Özkazancı’nın web sitesi kurma konusunda nicedir ısrarla uyguladığı tam saha presine direnemediğimi borsaya bildiririm. Bundan sonra Birgün’de yayımlanan naçizane yazılarımı www.ziyaadnan.com sitesinde bulabilirsiniz…

Ziya Adnan

5 Ocak 2015

Pavel

Jamie Vardy; Amatörden Esen Fırtına…

Jamie Vardy; Amatörden Esen Fırtına…

Uzaklardan…

Biraz karamsar olacak ama yeni yıla dair hiçbir umudumun olmadığını söyleyerek başlayayım yazıya. Geçmiş senelerdeki yeni yıl dileklerine bakıyorum; huzur, mutluluk, barış, dilekler, temenniler… Sonra geçiyor zaman, sadece söylendiğiyle kalıyor temenniler. Ülkenin hali malumunuz, hâlâ bekliyoruz demokrasinin, adaletin, düşünce özgürlüğünün doyasıya yaşanacağı günleri, kötü zamanlardan geçiyoruz ama hiç bitmiyor o kötü zamanlar. Futbol da bunca kötülükten nasibini alıyor haliyle, zaten ülkede çocuklar ölürken futbolun ne önemi olabilir ki! Sanırım konu yeni yıl olunca susmak en doğrusu…

Necdet Özkazancı’nın “Taşradan Futbol Hikâyeleri” kitabında (İletişim Yayınları – Ağustos 2013) taraftarlarının üstten bagajlı, burunlu otobüsler, minibüsler ve traktörlerle maça gelip köy takımlarını desteklediği siyah beyaz zamanları anlatan enfes hikâyeler vardır. O güzel hikâyelerden, “Köyden Esen Fırtına”, bir zamanlar Polatlı’daki köyler arası futbol turnuvalarında mücadele eden bir köy takımı (Şıhahmetlispor) taraftarlarının Polatlı Şehir Stadı’nın tel örgülerine astıkları iki pankartta yazan şu sloganlarla başlar:
“Köyden Esen Fırtına: Şıhahmetlispor!”

“Sakin ol, şuurlu oyna. Karşında yenilmeyecek takım yoktur – Şıhahmetlispor!”

Ve hikâye, Polatlılı iki futbolseverin Polatlı’daki köy maçlarına ve futbol dolu eski güzel günlere ilişkin sohbetleriyle devam eder, okumayanlara naçizane tavsiye…
Eh, köyden esen fırtına takım olur da, amatörden esen fırtına topçu olmaz mı? Yazalım hikâyesini kalemimiz yettiğince. Adı Jamie Vardy… En sıkı futbolseverin bile bu sezona kadar adına pek aşina olduğunu sanmıyorum. 11 Ocak 1987’de İngiltere’nin kuzeyinde, bir zamanlar adını çelik üretimi ile duyurmuş Sheffield şehrinde dünyaya gelmiş. Şehrinin takımı Sheffield Wednesday’in minik ve genç takımlarında top koşturduktan sonra, 16 yaşında kendisine başka kulüp bulması söylenmiş. O yaşlarda futbola gönül vermiş, topçu olmayı kafasına koymuş bir genç için ne büyük hayal kırıklığı! Ama yılmamış bizimki, Ada futbolunun 8. Liginde mücadele eden Stocksbridge Park Steels FC ilgilenmiş futbolcuyla. 2007 senesinde amatör kümelerde boy göstermeye başlamış.

Onlara da selam çakalım bu vesileyle, malum amatör denilince akan sular durur bu fakirde. 1986 senesinde kurulmuş sarı lacivertli takım, maçlarını Sheffield şehrinin 3.500 kapasiteli “Bracken Moor” Stadı’nda oynuyor. Şehrin iki büyüğü Wednesday ve United’ın gölgesinde kalmış olsa da, 2003 senesinde Federasyon Kupası’nda 4. tura kadar yükselmişler…

Futbolcuya dönersek, 2010 senesine kadar forvette görev aldığı takımda 107 maçta 66 golü bulunuyor. Oyun stilini, onun gibi amatör kümelerden yetişmiş İtalyan efsanesi Schillaci’ye benzetiyorlar. İki ayağını da iyi kullanan, kolay adam eksilten, çabuk hücum oyuncusu. Gerektiğinde kanatlarda da oynayabiliyor ama en önemli özelliği bitmeyen enerjisi. “Çalışkanlığıyla takım arkadaşlarına örnek oluyor” diyor şimdilerde “Sky Sports”ta yorumculuk yapan Kırmızı Şeytanlar’in eski kaptanı Gary Neville…

2010 senesinde, 5. Ligde top koşturan F.C. Halifax Town’a transfer olmuş. Transfer dediysek yanlış anlaşılmasın, amatör küme ölçeğinde karın tokluğuna. Takımdaki ilk sezonunda 27 gol kaydetmiş gol canavarı, o sezon Halifax kuzey bölgesel amatör lig şampiyonluğunu kazanmış. Bir sonraki durağı amatör kümelerin namlısı Fleetwood Town… Kulübün sahibi Andy Pilley 2011 senesinde, amatör kümeler için yabana atılmayacak 150 bin Sterlini gözden çıkartarak futbolcuyu kadrosuna katmış. Bir nevi Ada futbolunun Cavcav’ı anlayacağınız, onun da zaman içinde ülke futboluna kazandırdıklarını düşününce!

Vardy henüz ilk sezonunda 31 gol atarak takımın tarihinde ilk kez profesyonel liglere terfi etmesinde pay sahibi olmuş. “Onun formasını giydiği tüm takımların şampiyonluk kupasını kaldırmış olması tesadüf olamaz!” diyor 45 yaşındaki başkan ve devam ediyor: “100 taraftarın izlediği amatör maçta da oynasa, Wembley Stadı’nda oynuyormuşçasına formasının hakkını verir.”

2012 senesinin Mayıs ayında 1 milyon Sterline o zamanlarda Championship’te mücadele eden Leicester City’e transfer olduğunda amatör liglerin transfer rekorunu kırmış. Ancak ilk sezonunda takıma ve profesyonel lige uyum sağlamakta zorlanırken takımdan ayrılmayı bile düşünmüş. Takımın teknik direktörü Nigel Pearson ve yardımcısı Craig Shakespeare’in çabaları sonucu takımda kalmaya karar vermiş. 2013-2014 sezonu kariyerinin zirve yaptığı zamanlar. 16 gol kaydettiği sezonda Leicester City’nin nicedir ayrı kaldığı ülke futbolunun en üst ligine dönmesinde payı büyük… Sezon sonunda taraftarlar tarafından takımın en iyisi olarak gösterilmesi de kayda değer.

Ve bu yazının yazıldığı saatlerde, Premier Lig’de gol krallığı yarışının zirvesinde 28 yaşındaki golcü. 19 maçta kaydettiği 15 golle Sergio Agüero, Olivier Giroud, Harry Kane, Alexis Sánchez gibi tanınmış golcülerin önünde. Premier Lig’de üst üste 11 maçta gol atarak Ruud van Nistelrooy’a ait rekoru kırması, 2015 senesinin Mayıs ayında İngiltere Milli Takımına çağrılması tarihe düşen notlar…

Her transfer sezonunda kulüplerin har vurup harman savurmasına alıştı futbolseverler. Sadece 2015-2016 sezonunun açılışından önce Premier Lig kulüplerinin transfere harcadığı para 859 milyon Sterlin. Hele de bizim coğrafyada gırtlağa kadar borçlu kulüplerin, pastanın çileğini bulma adına harcadıklarını düşününce! Oysa yıllarını futbola vermiş, şimdilerde Luton Town’un teknik direktörlüğünü yapan 65 yaşındaki John Still’in söylediği gibi: “Biraz ilgilenilse amatör kümelerde ne cevherler var!”

Ziya Adnan
30 Aralık 2015

Stamford Bridge; Mourinho sonrasında…

Stamford Bridge; Mourinho sonrasında…

Uzaklardan…

Oysa her şey çok farklı olacaktı, Chelsea’de iki şampiyonluk yaşamış kulüp tarihinin en başarılı teknik direktörü 2013 senesinin Temmuz’unda ikinci kez Batı Londra’nın zenginler kulübünün başına geçtiğinde böyle düşünüyordu Batı Londra’nın zenginler kulübünün taraftarı. “Special One” geri dönmüştü. O güzel hikâye kaldığı yerden devam edecekti, şampiyonluklar, kupalar…
Bilmeyenler için, lakabının hikâyesini de anlatalım. 2004 senesinde, senelik 4,2 milyon Sterlinlik sözleşmeye imza attığı zamanlarda düzenlediği basın toplantısında, “Lütfen kibirli olduğumu düşünmeyin ama ben Avrupa Kupasını kazanmış bir teknik direktörüm ve özel olduğumu düşünüyorum” demişti. O basın toplantısından sonra hep kendi kendine yaftaladığı “Special One” (özel biri) lakabıyla anıldı…

Teknik direktörlük kariyerine 2000 senesinde Benfica’da yardımcı olarak başlamış, sonrasında Porto’da iki şampiyonluk yaşamıştı. Chelsea’deki ilk sezonunda Premier Lig’in en fazla puan toplayan takımı olarak tarihe geçmesi, o sezon elli senedir şampiyonluk kupasını kaldıramamış takımla rekorları alt üst etmesi karnesindeki iyiler… 2005-2006 sezonunda da esti kükredi mavili takım. Portekizli teknik direktör iki farklı ülke liginde üst üste dördüncü şampiyonluğunu yaşıyor, 3-0 kazandıkları Manchester United maçından sonra kazandığı şampiyonluk madalyasını kendisini ayakta alkışlayan Chelsea taraftarlarına atıyordu. Taraftarla arası hep iyi olmuştu zaten, sevmişti Chelsea taraftarı kibirli ama karizmatik hocasını…

Ancak sonra işler beklendiği gibi gitmedi. 2007 senesinde Avram Grant’ın, kulübün futbol direktörlüğüne getirilmesini kabullenememiş, nicedir ters düştüğü Abramovich ile arası iyice açılmıştı. 2007 senesinin güzünde takımdan ayrıldığında geride üç sezonda kazanılan altı kupa bırakıyordu ve o sürede evinde oynadığı maçlarda yenilgi yüzü görmemişti Chelsea… 2008–2010 arasında çalıştırdığı İnter’de iki şampiyonluk yaşadıktan sonra 2010 senesinde Real Madrid’in yolunu tuttu. 2010 senesinin Ağustos ayında El Pais Gazetesi’ne verdiği röportajı çevirip Acetobalsamico blogunda yayınlayan Ali Ateş’e emeği için teşekkür edip “Futbolda her şeyi riske ederim, özelimde hiçbir şeyi” diyen hocanın söylediklerine kulak verelim: “Futbolcu geçmişe göre artık çok daha bilge, zeki ve mükemmeliyetçi. Bu yüzden artık hocalar da eskiye göre çok daha donanımlı olmalılar. Sadece futboldan anlayan bir hoca bitiktir. Bu ortamda barınamaz, hayatta kalamaz. Sadece iyi antrenman yaptırmak, iyi oynamak değil, karar vermek ve kazanmak. Çok dahası var: ego yönetimini üzerine almak, duyguları idare etmek gibi şeyler şu an bizim işimizi çok daha karmaşık, çok daha güzel ve aynı zamanda çok daha zor yapıyor.”

2013 senesinin yazında, “hayatımdaki iki tutkudan biri” dediği Chelsea’ye geri döndüğünde taraftarlar kadar en çok takımdaki oyuncuları sevinmişti muhtemel. Takımla iletişimini şu sözlerle özetliyor: “Her zaman için çalıştığım oyuncu grubuyla müthiş bir ilişkim oldu ve onlara karşı hep dürüst oldum. Tüm kararlarını her gün oyuncularına açıklayan bir hoca değilim. Bunu yapmıyorum ama her zaman için bir ya da birden fazla nedenim oluyor bir karar alırken. Bunun açıklamasını istiyorlarsa, çok kolay bir yolu var, ofisimin kapısı onlara her zaman açık.”
Chelsea, 2013-2014 sezonunu şampiyon City’nin gerisinde 3. sırada tamamlıyor ama o, tartışmalardan, çekişmeden, ihtilaftan uzak durmuyordu. Evinde yenemediği, o maçta etten duvar ören West Ham için “19. yüzyıl futbolu oynuyorlar” diyor ama kendisi de mesela Barça karşısında aynı taktiği uyguluyordu. 2014-2015 sezonunu sadece üç yenilgiyle şampiyon olarak kapatırken mavili takımın tribünlerinde adına şarkılar söyleniyordu…

***

Ama 2015-2016 sezonunda işler beklendiği gibi gitmedi, bu yazının yazıldığı zamanlarda ligde oynadığı on altı maçın dokuzunu kaybeden Chelsea küme düşme potasına yakın, sıkıntılı zamanlardan geçiyordu. Mourinho’ya gelince… Portekizli aslında hep bildiğimiz gibiydi, kimi zaman kurmaylarıyla ihtilaf yaşıyor, kimi zaman federasyona, hakemlere çatıyor, arada Wenger’e giydirmeyi asla ihmal etmiyordu. “Specialist in failure” (başarısızlık konusunda uzman) demişliği bile var. Mourinho’nun hışmına uğramış olan takımın eski doktoru Eva Carneiro’ya da bir selam çakalım bu vesileyle…

Velhasıl kötü bir seneyi geride bırakmaya hazırlandığımız zamanlarda Chelsea tarihinin en başarılı teknik direktörünün kovulduğu haberi düştü ekranlara. Şaşırmadık! Birkaç gün sonra Chelsea, Stamford Bridge Stadı’nda Sunderland’ı ağırlıyor, ev sahibi tribünlerinden “Mourinho” tezahüratları yükseliyordu. 41.562 taraftar önünde Chelsea o maçı rahat kazandı ama taraftarların, sevdikleri teknik direktörün zamansız gidişinden sorumlu gördüğü üç futbolcuya tezahüratı, sanırım maçın en can alıcı noktasıydı: “Where were you when we shit?” (Boktan oynadığımız zamanlarda neredeydiniz?)

Futbol tam da böyle bir şey zaten, arş-ı alaya erdiğini sanırken insan, kaderde tepetaklak hallerden geçmek de var. Sahi ne demişti Albert Camus? “Hayatta ne öğrendiysem futboldan öğrendim; Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.”

Ziya Adnan
22 Aralık 2015

Aramızdan ayrılışının 10. senesinde, kahramanıma…

Sene1966

Aramızdan ayrılışının 10. senesinde, kahramanıma…

Uzaklardan…

Bilirsiniz işte, hepimizin bir kahramanı vardır. Benim kahramanım bana futbolu sevdiren adamdı, mahalle aralarında oynadığımız ilk futbol topunu, ilk formamı alan, çok küçükken elimden tutup ilk maçıma götüren, stat yollarını öğreten, elinden geldiğince oyunun kurallarını anlatmaya çalışan, “Ofsayt nedir?” diye sorduğum zaman anlatmakta hayli zorlanan…

Alçakgönüllü, konuşkan, neşeli, şakacı, hani çocukla çocuk, büyükle büyük olan… Bazen muzip, hep dost canlısı, muhabbet adamı…

Çocukları, hayvanları, efkârlı türküleri, Türk sanat müziğini severdi… İşe giderken sabahları, takım elbisesini giydi mi, Humphrey Bogart filmlerindeki siyah beyaz “cool” jönlere benzerdi; ince kravatlar, kolalı gömlekler, kol düğmeleri… O evden çıkarken mutlaka pikapta taş plaklar çalardı; pek sıklıkla “Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar”…

Hafta sonlarını, güneşli günleri, piknikleri, yaz tatillerini, sinemaları, Ankara’nın yaz akşamlarını, ailesini severdi…

Benim kahramanım futbol aşığı bir adamdı. Pek küçüktüm, hani ofsayt kuralının ne olduğunu anlayamayacak kadar küçük. Zaten mahalle maçlarında ofsayt yoktu ki, arkadaşlarım da doğru dürüst bilmezdi ofsaytın ne olduğunu, aklımız ermezdi…

Ama ofsaytın ne olduğunu anlamasam da, çocuk aklımla onun futbola olan sevdasını ta en başında anlamıştım.

***

Ankara takımlarının Ankara’daki maçlarını hiç kaçırmaz, bu yüzden annem ile arasının açıldığı günlerde, bir yolunu bulur, ne yapar, ne eder, onun gönlünü alır ama futbol sevdasını her şeyin üstünde tutardı.

Ve maçlara mutlaka beni de götürürdü…

O zamanlar Ankara’da Ankaragücü, Gençlerbirliği, Şekerspor, PTT, Hacettepe, Demirspor, Güneşspor vardı. Bu takımların maçları hınca hınç dolar ve Ankara’nın futbol sevdalıları futbola doyardı. Maçlar hem cumartesi, hem pazar günü oynanır, aynı gün iki maç olurdu. Genelde, önce sahaya Hacettepe ya da Şekerspor çıkar, o maç bittikten sonra ikinci maç başlardı. Hafta sonları adeta bir futbol şöleniydi, Ankaralılar sahip çıkardı takımlarına…

Ve o, şölenin vazgeçilmez misafirlerinden biriydi…

Her maçtan önce Maraton tribününde yerini alır, etraftaki aşina yüzler ile olağan futbol sohbetlerini yapar, birazdan başlayacak maç hakkında fikir yürütürlerdi. O zamanlar, mahalledeki tek tük arabalardan biri ona aitti ve o arabasına çocuğu gibi bakardı. 1958 yapımı sarı Ford Zephyr’i mahallede herkes tanır, bilirdi. Yirmi iki sene kullandı arabasını ve satıldığı gün döktüğü sessiz gözyaşlarını galiba yalnızca bizler gördük. İşte o araba bizler ile her maça gelen, bütün bu ortak anıları paylaştığımız yürüyen evimizdi…

Bazen mahalleden arkadaşım Faik ve babası Sami amca, bazen Çetin dayı da bizimle maça gelir, 19 Mayıs Stadı’nın Maraton tribününde hep beraber oturulur, eğer önünde çok uzun kuyruklar yoksa maçtan önce mutlaka Köfteci Ferit’ten köfte yenirdi. Köfte denince akla gelen ilk isimdi köfteci Ferit, maç günleri arabasının önünde uzun kuyruklar oluşurdu. Malum en lezzetli köfteleri Ferit yapardı…

Maçları seyrettiğimiz 19 Mayıs Stadı ise ikinci evimiz gibiydi, orada maç günleri her türlü karaktere rastlamak mümkündü. Getirdiği büyük kavanozlarda koca koca turşuları satan turşucu Hurşit, attığımız her golden sonra etrafına çikolata dağıtan “çikolatacı amca”, ve elbette en vazgeçilmez Amigo Sefa…

O, Amigo Sefa’nın bir orkestra şefi olduğuna inanırdı, atılan her golde Amigo Sefa’nın payı olduğunu söylerdi. Ertan Adatepe’yi, Metin Oktay’ı, Zeynel Soyuer’i, Fikri Elma’yı, Metin Kurt’u, Kaleci Varol’u, Ali Osman Renklibay’ı, Erman Toroğlu’nu, Baskın Soysal’ı, Aydın Tohumcu’yu, Müjdat Yalman’ı onun sayesinde tanıdım.

***

Maç sonrası eve dönerken mutlaka mahalledeki fırına uğrar, taze çıkmış ekmek alır ve daha arabaya biner binmez o ekmekten biraz bize verir, biraz da kendisi tırtıklardı…

Her maç dönüşü eve girişimizde mutlaka elinde kenarları tırtıklanmış taze ekmek bulunurdu…

Ve çoğu zaman annem, ekmeği tırtıkladığımız için bize kızardı…

Ve her maç dönüşünde, “Şimdi annenden zılgıtı yiyeceğiz” diye uyarırdı…

Ve annemin gönlünü almak için akşam bizi sinemaya götürürdü. Henüz yıkılmamıştı Konak Sineması, Büyük Sinema, Arı Sineması…

Sinemaya giderken, “Bir daha ne zaman maça gideceğiz?” diye sorardım…

Gülümserdi…

***

2005 senesinin Aralık ayında kaybettim kahramanımı… Kanser hastalığının amansız pençesinde, soğuk, puslu, karanlık bir günde ayrıldı aramızdan, geride o eski günlere ait bir daha hiç yaşanmayacak hatıraları bırakarak…

Ölümünün üzerinden 10 sene geçti… Ama alışamadık yokluğuna, gidişinden sonra her şey yarım kaldı, birlikte maç seyredemedik, maç günleri stat yollarına düşemedik, Deniz’i, o minik afacanı hiç tanıyamadı, benim elimden tuttuğu gibi onun da elinden tutamadı. Bana aldığı gibi, onun da ilk formasını alamadı…

Ankara’da olduğum zamanlarda stat yollarını onsuz yürüdüm, hep biraz eksik kaldı o geçmişi hatırlatan futbol mabedi. Maçtan sonra hiç uğramadım o eski fırına, kimselere, “Bir daha ne zaman maça gideceğiz?” diye sormadım…

Pikapta, “Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar” hiç çalmadı…

Huzur içinde yat baba…

Ziya Adnan

10 Aralık 2015

Yazara Mail: ziyaadnan@yahoo.com

 

Premier Lig seyir defteri: Aralık 2015…

Premier Lig seyir defteri: Aralık 2015…

Uzaklardan…

Bazen kısa bir görüntü anlatır her şeyi; onca gürültüde duyulmayanları, görülmeyenleri görünür yapar görmesini bilenlere. Suriye sınırında Rus uçağının düşürüldüğü zamanlarda, Cumhurbaşkanı Erdoğan uçağın düşürüldüğünü açıklıyor, bunun üzerine salonu dolduran öğretmenler avuçları patlarcasına alkışlıyordu bu durumu, artık alkışlanacak ne varsa! Bu garip duruma Cumhurbaşkanı da şaşırmış olmalı ki, “Kardeşlerim aslında mesele bir alkış meselesi değil!” diyebildi alkışların sonrasında. Oysa eskiden saygın meslekti öğretmenlik, Mahmut hocalarla büyümüş nesiller için o alkışları kabullenmesi zor bilirim ama artık böyle bizim topraklar, herkesin kendi ölüsüne ağladığı, kendinden olmayana bir dakikalık saygı duruşunun bile esirgendiği, köklü bir gazetenin yayın yönetmeninin halkı bilgilendirmek adına gazetecilik yaptığı için hapse girdiği beter bir coğrafya…

Bataklığın giderek derinleştiği Ortadoğu coğrafyasından uzaklarda, Doğu Londra… Çoğunluğu Asyalı göçmenlerin oluşturduğu Newham, 2001 nüfus sayımında yüzde 24 Müslüman nüfusuyla İngiltere’de Müslümanların en yoğun yaşadığı ikinci bölge olarak sıralamada yerini almış. Hemen güneyinde, bir zamanlar tersaneleri ile nam salmış, günümüzde görkemli binaların, pahalı malikânelerin yer aldığı, eskinin ve yeninin birbirine karıştığı Docklands, bölgenin zaman içinde uğradığı büyük değişimin fotoğrafı…

Upton Park metrosunun çıkışından kısa bir yürüyüş sonrasında, Ada futbolunda “Çekiçler” (The Hammers) olarak bilinen, demiryolu işçileri tarafından kurulmuş, zaman içinde nice yıldızları futbola kazandırmış, o köklü takım West Ham United’ın 35 bin kapasiteli Boleyn Ground Stadı’nda. Müthiş futbol filmi “Green Street Holigans”ın geçtiği, adını filme veren caddenin bitiminde yer alan o tarihi stadın çevresinde maçtan önce silahlı polisler devriye geziyor, geldiğimiz kötü zamanların göstergesi. Bu, eski adıyla Upton Park’ın son sezonu, gelecek sezon yeni evine taşınacak West Ham, eskinin bir futbol mabedi daha tarih olacak. 2012 senesinde Londra Olimpiyatlarına ilk kez kapılarını açan, 529 milyon Sterline mal olmuş 80 bin kapasiteli Olimpiyat Stadı uzun süren tartışmalardan sonra gelecek sezon takıma ev sahipliği yapacak…

Bu sezon Premier Lig’de oynadığı 13 maçın altısını kazanmış, 6. sıradaki West Ham, geçen hafta Arsenal’i devirmiş West Brom karşısında. Evinde oynadığı son dört maçı kaybetmemiş ev sahibi, üstelik sadece bir maçta gol bulamamış. Bizim futbolsevere yabancı olmayan Slaven Biliç, maçtan önceki basın toplantısında geçen hafta kaybedilen Londra derbisini hatırlatıyor ve takımdan galibiyet beklediğini söylüyor. Bilir misiniz, geçtiğimiz temmuz ayında 120 yaşını kutlayan bordo mavili kulüp tarihi boyunca sadece 15 teknik direktörle çalışmış. UEFA Kupasını kazanan Galatasaray’da, o kupadan sonra 20 teknik direktörün görev yapmış olması bizim coğrafyada teknik direktörün kaderi…

Maça 34.914 taraftarın önünde hızlı başlayan ev sahibi, ama golcüsü Andy Carroll’un eksikliğini hissediyor. Aradığı golü 10 numaralı Zarate’nin ayağından 17 dakikada buluyor West Ham, ceza sahasının dışından kullanılan müthiş serbest vuruş haftanın en güzel gollerinden. Kariyerinde İnter ve Lazio’da forma giymiş 28 yaşındaki Arjantinli ilk yarıda sahanın en iyisi. Rakip kaleye gitmekte zorlanıyor West Brom, West Ham kalecisi Adrian sadece maçı izliyor bu yarıda…

Ama ikinci yarının başında maçtaki ilk tehlikeli atağında golü buluyor misafir takım. Oyuna ikinci yarının başında giren eski Liverpoollu Rickie Lambert’in savunmaya çarpan şutu ağlarla buluşuyor. Eh futbolun içinde iyi oynarken tepe taklak olmak da var! Velhasıl son 8 maçında kalesinde gol görmüş bordo maviler bir maçta daha savunmada sıkıntılı. İkinci yarıda daha etkili misafir takım, top iki kalede mekik dokuyor ama başka gol olmayınca beraberlikle bitiyor 90 dakika. Kaçan iki puan rağmen o güzel tezahürat yankılanıyor statta:
“fortune’s always hiding / I’ve looked everywhere / I’m forever blowing bubbles / pretty bubbles in the air.”

Maçtan sonraki basın toplantısında her zamanki mütevazı üslubuyla takımının ilk yarıda çok iyi oynadığını, ama Premier Lig’de tek golün maç kazanmaya yetmeyebileceğini, West Brom’un beraberliği hak ettiğini söylüyor Slaven Bilic. Son dört maçından sadece iki puan çıkarabilmiş takımının gol yollarında daha etkili olması gerektiğini vurguluyor. Basın toplantısından sonra muhabbet ediyoruz; “Merhaba” diyor sevimli Türkçesiyle, selamlarını yolluyor…
O basın toplantısının en keyifli anı, West Brom teknik direktörü Tony Pullis’in toplantıya o maçın misafiri çocuklardan bazılarını yanına alarak çıkması. Pullis’in söylediği gibi, futbol çocuklarla güzel…

Ziya Adnan
1 Aralık 2015

Slaven Bilic ile West Ham - West Brom maçından sonra... Aralık 2015

Slaven Bilic ile West Ham – West Brom maçından sonra… Aralık 2015

Colchester United FC: Şirin kasabanın mavi beyazı…

Colchester United FC: Şirin kasabanın mavi beyazı…

Uzaklardan…

Bu yazının yazıldığı zamanlarda Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül tutuklama talebiyle mahkemeye sevk ediliyor ve ikisi de mahkemece tutuklanıyordu. “Silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etmek”, “Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin etmek”, “Devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklamak”… Tutuklama gerekçeleri bunlar… Ne hazin! Askerliği dışında hayatında eline silah almamış, merhameti, vicdanı, insanlığı ve dostluğu kalemi kadar güçlü biri için söylenebilecek en son şey budur sanırım. Ne yazık ki ülkede 12 Eylül hukuku hüküm sürmeye devam ediyor. Artık hiçbir şey şaşırtmıyor güzel ve yalnız ülkemde…

Nicedir acı veren güzel ve yalnız ülkemden çok uzaklarda…

“Gerçek futbolsever, küçük takımların taraftarıdır” demişti futbol âleminin gözlerden ırak bir kıyısında, öylece oturup tüm olup bitene dışarıdan bakan, az ama öz konuşan eski toprak futbol bilgesi. “Yürek ve sabır ister” demişti, sessiz bir takıma sevdalı olmak. Koca bir yaşamda, sevdalısı olduğun takımın pek muhtemel hiçbir büyük başarıya şahit olmayacağını, mesela takımını hayatın boyunca Şampiyonlar Liginde bir kez bile göremeyeceğini bildiğin halde formanın peşinden koşturmak, kar kış demeden, yağmurda, çamurda, hemen her maçta tribünlerde yerini almak… “Karşılıksız sevda, özveri” ister demişti… Bunu düşündüm o cumartesi öğle saatlerine yakın stat yollarına düştüğüm zamanlarda. İnsan bir kez futbol dilencisi olmaya görsün, milli maçlar için verilen arada bile o stat senin bu stat benim gezer, güzel bir maç izleme adına…

Londra’nın yaklaşık 80 kilometre kuzeybatısında, Essex bölgesinin 122 bin nüfuslu kendi halinde şirin, tarihi bir kasabası Colchester. İngiltere tarihini anlatan kitaplara en eski kasaba olarak geçmiş. Günümüzde “University of Essex” adında bir üniversiteye sahip. İşte o şirin kasabanın 1937 senesinde kurulmuş takımı Colchester United FC. Uzun seneler amatör kümelerde top koşturduktan sonra, 1950 senesinde Ada futbolunun profesyonel liglerine yükselmişler. 1950-1990 arası 3. ve 4. kümede geçen zamanlar… Ama beterin beteri var, 1990 senesinde yeniden amatöre dönmüşler. Bereket uzun sürmemiş çileleri, 1992 senesinde yeniden yükselmişler profesyonel liglere…
Tarihlerinde Premier Lig’de boy göstermişlikleri yok. 2006 senesinde yükseldikleri Championship’te ligi 10. sırada bitirerek tarihlerindeki en iyi dereceyi elde etmişler. Ama uzun sürmemiş iyi gidiş, 2008 senesinde şimdilerde mücadele ettikleri League One’a (3. Lig) dönmüşler…

Maçlarını oynadıkları Colchester Community Stadı 10 bin kapasiteli… 2008 senesinde taşınmışlar yeni mabetlerine. Taraftarın stada ulaşımı kolay olsun diye, kasaba merkezinden uzakta, ‘A12’ karayolunun çıkışına inşa etmişler. Önceleri, 2040 koltuğa sahip 6 bin kapasiteli “Layer Road” stadında oynuyorlarmış maçlarını, 71 sene takıma ev sahipliği yapmış o eski stat… Yıkıldığı gün takım tarafları akın etmiş stada, eski bir dostu son yolculuğuna uğurlama adına…

Başkanları Robbie Cowling 100 milyon Sterin’in üzerinde servete sahip zengin bir işadamı. Servetini 1993 senesinde kurduğu “Jobserve” adında iş bulma sitesi sayesinde edinmiş. Koyu bir West Ham United taraftarı, öyle ki geçmiş sezonlarda West Ham’ın deplasmanda Sunderland’la oynadığı Federasyon Kupası maçına cebinden 50 bin Sterlin harcayarak 60 otobüs dolusu taraftar götürmüş…
Kulüp tarihinin efsanesi 2012 senesinde 78 yaşında aramızdan ayrılmış Peter Wright. 1951-1964 arasında 400’ün üzerinde maçta forma giymiş kanat oyuncusu. Şimdilerde stadın içinde yer alan heykeli o futbol mabedinin ziyaretçilerini selamlıyor… 2012 senesinden beri bizim topraklarda kariyerini devam ettiren Lomana LuaLua’nın ilk profesyonel takımının Colchester olduğunu hatırlatalım. 1998–2000 arasında oynadığı 61 maçta 15 gol atmış Kongolu, 2000 senesinin Eylül ayında Newcastle United’a transfer olmuş…

***

Soğuk, yağmurlu kasım kasvetinde, Colhester United’ın konuğu ligin zirveye oynayan takımlarından Coventry City. Onlara da selam çakmadan geçmeyelim. “The Sky Blues” (Gökyüzü mavisi) lakaplı takım Ada futbolunun eski kulüplerinden. 1883 senesinin Ağustos ayında kurulmuş. 1967 senesinden 2001’e kadar Ada futbolunun en üst liginde mücadele ettikten sonra 2001 senesinde küme düştüklerinde üzülmüştü sevenleri, umutla dönecekleri günü beklediler ama olmadı. 2011 senesinde şimdi yer aldıkları “League One”a düştüler. Premier Lig’in kurucu takımlarından olmaları, İngiltere’de ilk tamamı koltuklu stadın, takıma 2005 senesine kadar ev sahipliği yapmış “Highfield Road” olması onların hikâyesinden kalanlar…
3. Lig maçı olmasına rağmen bu maçtaki taraftar sayısının (5.275), adının başına ‘Süper’ eklenmiş ligimizdeki Anadolu kulüplerinin bazılarından fazla olması maçın ilginç detaylarından. Mesela, başkent kulübü olmasına rağmen Gençlerbirliği’nin Passolig’den sonra taraftar ortalaması bu sezon 5 bini bile bulmuyor. League One’da aynı gün oynanan maçlardaki taraftar sayılarını da yazalım yeri gelmişken, en azından gerçek futbol ülkesinin ne olduğunu anlama adına. Sheffield United – Southend maçını 19.007, Bradford – Crewe maçını 17.546, Gillingham – Bury maçını 6.063 taraftar izlemiş…

Coventry’nin hücumda daha etkili olduğu maçı deplasman takımı kazanıyor ve Gillingham’ın ardından gol averajıyla 2. sıraya yerleşiyor. Maçın kırılma anı ev sahibi takımın 1-0 öndeyken direkten dönen topu. Bu maçta göze çarpan 1993 doğumlu George Moncur’ü de unutmayalım. Sürekli 10 numara arayışındaki ülke kulüplerine Colchester’in 10 numarası naçizane tavsiye… Geçen sezonun son maçında son bölümde attığı golle takımının ligde kalmasını sağlamış. Genel kanı, oynadığı ligin üstünde olduğu yönünde. Sanırım adını ilerleyen yıllarda sıkça duyacaksınız…

Ziya Adnan
20 Kasım 2015