Östersunds’tan, Vardar SK’ye Kaybedenler Kulübü…

Uzaklardan…

“Kimileri de yüklenemeyecekleri ya da sürdüremeyecekleri masalları yaşamaya kalkışır” der Murathan Mungan o enfes yazılarının birinde…

Türk futbolunu edebiyat literatüründe anlatan en güzel cümledir sanırım. Fenerbahçe-Vardar maçını izlerken sorsalar mesela; “Maçı özetle” deseler…

Sanırım sadece şu cümle yeter: “Kimileri de yüklenemeyecekleri ya da sürdüremeyecekleri masalları yaşamaya kalkışır.”

•••

Daha önce de yazmıştım, işte o masallardan biridir ‘Üç Büyükler’ masalı…

Kendimi bildim bileli, yurduma özel, tüm gazeteler, televizyon kanalları ve sözde tarafsız spor programlarında ballandıra ballandıra anlatılır ülke taraftarına. Ne kadar çok anlatırsan, ne kadar çok dillendirirsen o kadar inanır futbolseverler gerçekliğine. İnandığın tüm Türk masalları gibi buna da inanırsın. Ne demişti Joseph Goebells? “Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar.”

Aslında bu masal Türk’ün Türk’e propagandasıdır ve hükmü yalnızca bayrağımızın dalgalandığı topraklar üzerinde sürer, yalnızca o topraklar üzerinde yaşayanlar inanır bu masalın gerçekliğine…

Zira onca fakirliğin, onca kabullenmişliğin, onca ezilmişliğin, onca küçük olmayı hepten kabul etmişlerin arasında kolay hale gelmiştir ‘büyük’ olmak…

Zaten, arkalarındaki medya desteği, reyting kavgası, her sene transferlerde har vurup harman savurdukları milyonlarca avro ve sözüm ona tarafsız spor programlarında her daim boy gösteren portreleri yeter de artar ‘büyük’ masalını devam ettirmelerine…

Kendi vasat liginde genelde iyi de oynasalar kazanırlar, kötü de…

Ve yenseler de yenilseler de medya hep onları yazar, rekabetsizliğin laneti olduğunu unutarak, diğerlerini yok sayarak…

•••

Genelde işler hep tıkırında gider büyük masalının kahramanları adına mutlu mesut oynarlar kendilerine biçilmiş büyük rolünü…

Ancak işin başka bir boyutu vardır her hikâyede olduğu gibi…

Küçüklerin içinde ‘büyük’ olmak kolaydır ama Edirne’den öteye her an mümkündür belalı bir gecenin ansızın gelivermesi…

Tıpkı yaşanan Vardar SK hezimeti, ya da diğer büyük Galatasaray’ın temmuz ayında, henüz 2. eleme turunda yaşadığı Östersunds faciası gibi. Yoklayın hafızanızı isterseniz, adını bile telaffuz edemediğiniz niceleri karşısında havlu attıklarımızı düşünün: Malmö, Sigma, Cannes, Rosenborg, Valerenga, Hapoel Haifa, Anorthosis, Tromsö, Metalist, Young Boys, Videoton bir çırpıda akla gelenler…

Velhasıl Edirne’den öteye kimseler dinlemez ‘Made in Turkey’ patentli ülke masalını. Bir yaz akşamında mesela, artık çok alıştığımız tekinsiz bir Avrupa gecesinde FIFA sıralamasında 266. sıradaki takım iki maçta da yener geçer bizim büyüğü. Toplam değeri 11 milyon avro olan, Avrupa futbolunda esamesi bile okunmayan bir takımdan bahsediyorum. Senin takımında milyonlar saçtığın Van Persie, Soldado, karşı takımın en değerli oyuncusu 1 milyon avro değerinde!

Velhasıl alay konusu oluruz eloğlunun topraklarında…

“Her hafta sizinle oynayabilir miyiz?” tezahüratı yankılanır rakip tribünlerde…

Müthiş yalan ortaya çıkmıştır ama biz görmezden geliriz böyle tekinsiz geceleri…

Ahlar ve vahlar, ‘sensizlik’ nidaları ile geçer ertesi saatler…

Ama önemi yoktur bizler için alay konusu olmanın; nasılsa birkaç gün sonra kendi çöplüğümüzde ötecektir borumuz…

Onca fakirliğin, onca kabullenmişliğin, onca ezilmişliğin, onca küçük olmayı hepten kabul etmişlerin arasında, rekabetsizliğin futbolun laneti olduğu topraklarda yine ‘büyük’ oluruz nasılsa…

Nasılsa ‘Büyükler’ masalına alışmıştır bizim kulüp sevdalısı…

Ve bir dahaki tekinsiz geceye kadar yaşarız masalımızı…

Ne Östersunds, ne Vardar SK hezimeti ders olur bize…

Unutmak ve her yaz unuttuğumuzu yeniden yaşamak arasında, yazık bir nakarat tadında geçer futbol zamanları…

Velhasıl yaz geçer…

Siz unutmaya şartlanmış olsanız da tüm acısıyla geçer kaybedenler kulübünde…

Dipnot: Bu yazının bir benzerini 2004 senesinde BirGün’de yazmaya başladığım zamanlarda yazmıştım.

Görünen o ki hiçbir şey değişmemiş ülke futbolunda…

Ziya Adnan
22 Ağustos 2017

Huddersfield Town, kuzeyin mavi beyazı…

Huddersfield Town, kuzeyin mavi beyazı…

Uzaklardan...

Huddersfield… İngiltere’nin kuzeyinde, West Yorkshire bölgesinde Leeds ve Manchester şehirleri arasına kurulmuş, Başkent Londra’ya 310 kilometre uzaklıkta 163 bin nüfusa sahip tarihi bir kasaba. Ülkenin en büyük 11. kasabası olarak eski zamanlarda yün üretimiyle adını duyurmuş, şimdilerde adını kasabasından alan 20 bin öğrenciye ev sahipliği yapan büyük bir üniversiteye sahip. Nüfusunun üçte birini öğrencilerin oluşturması nedeniyle öğrenci kasabası olarak biliniyor. Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu kasaba sakinlerinin en büyük tutkusu rugby 1895’te ilk kez bu diyarlarda oynanmış. Her sene dünyanın en büyük müzik festivallerinden birine ev sahipliği yapan kasaba Lawrence Batley adında sanatseverler arasında bilinen büyük bir tiyatroya sahip.

İşte o tarihi kasabanın 1908’de kurulmuş mavi beyaz takımı Huddersfield FC, nam-ı diğer ‘Terriers’ (av köpekleri). 1910’da futbol ligine giriş yaptıktan sonra 1926’da arka arkaya üç sezon şampiyon olan ilk İngiliz takımı olarak tarihe geçmişler. 1920-1930 arasında Ada futbolunun en korkulan takımı olduklarını yazar futbol tarihini anlatan kitaplar. Efsaneleri Herbert Chapman 1921’de kulübün teknik direktörlüğüne getirilmiş. Modern futbolun temel taşlarını kulübe yerleştirirken, stadın ışıklandırılmasından, fizyoterapinin önemine kadar futbolla ilgili her konuda kulübünü ileri taşımış. Transferleri ve takım seçimini başkanların ve yöneticilerin yaptığı zamanlarda bu sorumluluğu alan ilk futbol adamı olduğunu hatırlatalım. Ocak 1934’te 55 yaşında aramızdan ayrılmış futbol sevdalısı… Siyah beyaz zamanların başka bir efsanesi, Liverpool’un yaratıcısı Bill Shankly 1950’li senelerin sonunda takımı çalıştırmış, o dönem formasını giyenler arasında Denis Law ve Ray Wilson gibi nam salmışlar bulunuyor.

Sonrasında düşüşe geçmişler, alt liglerde geçen zamanlardan sonra 1999-2000 senesinde Premier Lige yükselmeye çok yaklaşmışken, yıldızı ve golcüsü Marcus Steward’ı o dönem şampiyonluk yarışındaki rakipleri İpswich Town’a satmışlar. Sezonun sonunda İpswich Town ülke futbolunun en üst ligine terfi ederken, Huddersfield Town play-of oynama fırsatını iki puan farkla kaçırmış. 100. senelerini kutladıkları 2008-2009 sezonunda sezonluk bilet fiyatlarını 100 Sterline düşürürken, açılış maçını Herbert Chapman’ın anısına onun çalıştırdığı en son takım Arsenal’le yapmışlar.

1994’ten beri takıma ev sahipliği yapan 24.500 kapasiteli Kirklees Stadını her sezonda doldurmayı başarmaları kayda değer. Championship’ten terfi ettikleri 2016-2017 sezonunda evlerinde oynadıkları 23 maçı 467.887 taraftar izlerken maç başına 20.343 taraftar ortalaması yakalamışlar. Her fırsatta marka değerinden dem vurup kulüplere verilen cezalar nedeniyle maçların boş tribünlerde önünde oynandığı bizim coğrafyanın futbolunu yönetenlere tekrar hatırlatma olsun bu vesileyle, maç günleri tribünlerini dolduramayan bir ülkenin futbolunun asla ilerleyemeyeceği gerçeği…

2017-2018 sezonunda ilk kez Premier Lig’de yer alan takımın 28 kişilik kadrosunun yaş ortalaması 25.9, toplam değeri 50 milyon Sterlin civarında. PSG’nin Neymar transferi için Barça’ya ödediği rakamı düşününce takdiri hakkediyorlar sanırım. Teknik direktörleri 45 yaşındaki David Wagner Premier Lig tarihinin en mütevazisi olarak görüyor takımını, en değerli topçuları 30 Ocak 1992’de dünyaya gelmiş sol kanat oyuncusu Tom İnce, 90’lı senelerde Manchester United ve İngiltere Milli Takımının kaptanlığını yapmış Paul İnce’in oğlu. Futbol kariyerine Liverpool’un genç takımlarında başlamış, alt liglerde top koşturduktan sonra geçen günlerde Huddersfield Town’un saflarına katılmış. Premier Lig’in açılış maçında deplasmanda Crystal Palace’ı üç golle geçen takımın kadrosundaki Premier Lig tecrübesi olan tek futbolcusu 22 sırt numaralı Steve Mounie. O maçta iki golle maçın adamı seçilen Steve Mounie, geçen günlerde 12 milyon Sterlin karşılığında Montpellier’den transfer edildi, ligin sürpriz golcülerinden olmaya aday 22 yaşındaki forvet…

20 Ağustos 2017 Pazar günü, Premier Lig’deki ikinci maçında Huddersfield Town evinde, lige birlikte çıktığı Newcastle United karşısında. Ev sahibi takım 4-2-3-1 dizilişinde, tek forveti Mounie. Topa yüzde 58 sahip olduğu ilk yarıda 6 kez rakip kaleyi yokluyorlar ama pozisyon üretmekte sıkıntılılılar. Orta sahanın solunda oynayan 1.93’Lük Philip Billing 20 yaşında Danimarka U21 takımında forma giyiyor, sahanın göze batanlarından. 50’de golü buluyor ligin çiçeği burnunda takımı, sahanın en iyisi orta sahanın dinamosu Avustralyalı Aaron Mooy, Kachunga ile yaptığı verkaç sonrası ceza yayının üzerinden uzak köşeyi buluyor. John Smith Stadını dolduran 24.128 taraftarın önünde ikinci maçını da kazanıyor Town. Benitez’in Newcastle’ı ligdeki ikinci maçını da kaybederken transfer dönemindeki sessizlikleri 2015-2016 sezonunda küme düşme acısı yaşamış sevdalılarını endişelendiriyor. Huddersfield Town’a gelince, Manchester United’ın ardından ligde 2. sıradalar, bahis şirketleri şampiyonluklarına 1’e 1.500 veriyor. Yakın geçmişte Leicester City’nin şampiyonluğuna şahit olmuş bir futbol romantiği olarak neden olmasın diyelim en kalbi dileklerimizle…

Ziya Adnan
22 Ağustos 2017

Premier Lig seyir defteri: Burnley FC, taşranın bordo mavisi…

Premier Lig seyir defteri: Burnley FC, taşranın bordo mavisi…

Uzaklardan…

Premier Lig’in açılış haftasında geçen sezonu şampiyon bitirmiş Chelsea’nin konuğu Burnley, kuzeyin 73 bin nüfuslu kasabasının bordo mavili takımı. Yerleşkenin nüfusuna orantılı taraftar sayısında Ada futbolunda ilk sıradalar. Geçtiğimiz sezon 21.401 kapasiteli Turf Moor Stadında oynadıkları 19 lig maçında 20.558 taraftar ortalaması yakalamışlar. 2016-2017 sezonunu Chelsea’nin 53 puan gerisinde, düşme hattının iki basamak üzerinde bitirdiler. 23 kişilik kadrolarının değeri PSG’nin Neymar için Barça’ya ödediği transfer ücretinin üçte biri kadar. Sezonun ilk haftasında konuk oldukları Londra deplasmanı vesilesiyle küçük kasabanın mütevazı takımına bir bakış…

Ada futbolunun dört profesyonel liginde şampiyonluk yaşamış üç takımdan biri Burnley FC, (diğer ikisi Wolves ve Preston). 1940’lı yıllardan 70’li senelerin ortalarına kadar esip kükremişler yeşil sahalarda. Bakmayın şimdilerde büyüklerin gölgesinde kalmış olmalarına, 1960 senesinde ligi şampiyon bitirmişler, ülke futbolunun en üst liginde iki şampiyonlukları var. Ligi 6. sırada bitirdikleri 1973-1974 sezonunda Arsenal 10, Chelsea 17. olmuş. O sezon Manchester United’in küme düşmüş olduğunu da hatırlatalım. 1987 senesinin mayıs ayında, profesyonel liglere tutunmaya çalıştıkları zamanlarda ligin son maçında Leyton Orient’i yenerek küme kaldıkları maç dönüm noktası olmuş. 2014-2015 sezonunda yükseldikleri Premier Lig’de bir sezon boy gösterdikten sonra küme düştüler, 2015-2016 sezonunda yeniden döndüler futbolun en görkemli sahnesine…

Efsaneleri Bob Lord adında bir kasap, Rus milyarderlerin, Katarlı şirketlerin futbola el atmalarından çok önce, 1955 senesinde kulübün başkanlığına getirilmiş. Kasabada doğup büyüdüğünden olsa gerek, koyu bir Burnley sevdalısıymış. Gergin mizacından mütevellit başkanlığı döneminde takışmadığı kimse kalmamış (Aziz Yıldırım’a selam olsun!). Kimi zaman maçlarına yeterli ilgiyi göstermeyen taraftarla çıkışır, kimi zaman rakip takımın yöneticileriyle kavga edermiş. Evlerinde oynadıkları bir maçta, Fulham başkanı Ernie Clay’i devre arasında stattan tekme tokat kovmuşluğu bile var misafirperver başkanın! Bir Federasyon Kupası maçı öncesinde, kulübe yeterli para verilmediği gerekçesiyle BBC’nin naklen yayın ekibinin stada girmesine izin vermemiş. Ama başkanlığı döneminde yaşanan onca gerginliğe, aleyhindeki onca protestoya rağmen tesisleşme ve ticari alanda hayli başarılıymış. Takımların antrenmanlarını statlarda yaptıkları zamanlarda ilk antrenman sahasını inşa eden kulüp olarak tarihe geçmiş. Ada futbolunda kulüp ürünleri satan mağaza fikri ilk kez ondan çıkmış. O yıllarda deplasmanlara uçakla giden ilk kulüplerden biriymiş Burnley. Takım ruhuna düşkünmüş, teknik direktörlerini mutlaka takımın forması giymiş eski topçulardan seçermiş. Taraftarla arası her daim sıkıntılıymış, öyle ki döneminde taraftar derneği kurulmasına “Bunlar ayağımı kaydırlar” diyerek izin vermemiş. 1981 senesinin aralık ayında 73 yaşında aramızdan ayrılmış nevi şahsına münhasır Burnley sevdalısı. Ömrü uzun olsun, hikâyesi ne kadar da Aziz Yıldırım’ı hatırlatıyor, değil mi!

Yeni sezonun ilk iki maçında futbolseverin 13 gol izlediği haftada Stamford Bridge Stadının konuğu Burnley 4-5-1 dizilişinde, eskilerin tabiriyle “Çanakkale geçilmez” felsefesi. 23 kişilik kadronun yaş ortalaması 23,1… Orta sahanın solunda oynayan 1992 doğumlu Robbie Brady 9 milyon Sterlinle takımın en değerli oyuncusu. Takımın teknik direktörü Sean Dyche 2013 senesinden beri, takımın başında, o sürede bir kez düşüp iki kez yükseldi kasabanın takımı. Chelsea’nin yeni transferi Batshuayi bu maçta sahada. 19 sene süren tek takımlı kariyerinden sonra Aston Viilla’ya transfer olan eski kaptanlarını unutmamış Chelsea taraftarı, kale arkası tribününde “JT Captain, Leader, Legend” flaması. Takımdan ayrılmış olsa da böylesine sevgiyle hatırlanmak kaç topçuya nasip ulur ki!

Hazard’ın yokluğunda çabuk hücuma çıkan ama 3. bölgede pozisyon üretmekte zorlanan Chelsea’de Kante çalışkanlığıyla takımın en göze batanı. Maçın kırılma anı 14. dakikada Cahill’in gördüğü kırmızı kart. O dakikaya kadar Chelsea’nin topla oynama oranı yüzde 79. Rakibin eksik kalmasıyla hücuma çok adamla çıkıyor Burnley ve 24’te golü buluyor, Sam Vokes’un vuruşuna hamle yapmakta gecikiyor Courtois. Golden sonra topa daha çok sahip olan Burnley (yüzde 58), 39’da farkı ikiye çıkarıyor, golün sahibi Sam Ward. Üçlü savunmada ısrarın bedelini ödüyor Conte’nin takımı ve 42’de Vokes’un kafası ile fark üçe çıkıyor. Chelsea, Premier Lig tarihinde ilk kez ilk yarıyı üç farklı yenilgiyle kapatıyor.

Yaz güneşinin ısıttığı 41.616 taraftarın önünde ikinci yarıya farkı azaltmak için başlıyor ev sahibi ama ileride Batshuayi çok yalnız. Kalesini çok adamla savunup önde olmasına rağmen oyun disiplininden kopmuyor Burnley, 58’de Batshuayi’nin yerine Morata sahada. 60’tan sonra Fabregas orta sahaya ağırlığını koymaya başlıyor ve 62’de Morata’nın kafa golüyle fark ikiye iniyor. Golden sonra deplasman takımın kalesi abluka altında ama direniyor Burnley. 81’de bu kez Fabregas 2. sarıdan oyun dışında kalınca rahatlıyor Burnley, Chelsea şimdi 9 kişi. Ama futbolun içinde iki eksikle golü bulmak da var, 88’de Luiz’in golüyle farkı bire indiriyor Conte’nin takımı. 90 dakikanın sonunda zor da olsa kazanıyor Burnley, sezonun ilk sürprizi onlardan. Velhasıl futbol küçüğün büyüğü devirme ihtimaliyle güzel, zaten bu yüzden sevmedik mi bu güzel oyunu…

Ziya Adnan
17 Ağustos 2017

Premier Lig sezonu başlarken: Emirates’te cuma mesaisi…

Premier Lig sezonu başlarken: Emirates’te cuma mesaisi…

Uzaklardan…

‘A clockwork Orange’ın yazarı İngiliz edebiyatçı Anthony Burgess, futbolun sadece hafta sonları oynandığı çok eskide kalmış zamanları şöyle anlatır: “Five days shalt thou labour, as the Bible says. The seventh day is the Lord thy God’s. The sixth day is for football.” (İncil’de yazıldığı gibi, beş gün çalışacaksın. Yedinci gün Tanrı’nın, altıncı gün futbolun.) 1993’te, 76 yaşında aramızdan ayrılan futbol sevdalısı Premier Lig sezonunun bir cuma akşamı maçıyla açıldığını görseydi ne düşünürdü kim bilir! Ama artık futbolun içinde cuma mesaileri de var, malum 212 ülkede milyarların izlediği, 2016-2017 sezonunda maç başına 35.822 taraftar ortalaması yakalamış, naklen yayın gelirlerinin 2,5 milyar Sterlin civarında olduğu heybetli bir ligden bahsediyoruz. Talep bu kadar fazla olunca haftanın her günü maç kaçınılmaz, haliyle kolay gelsin meraklısına….

Devam eden transfer döneminde Premier Lig kulüpleri transfere 867 milyon Sterlin harcadı, en fazla harcayan Manchester City’i (212 milyon Sterlin), Manchester United (145,8) ve Chelsea (130,4) takip ediyor. Geçen sezon ligi 5. sırada bitiren, 20 seneden sonra ilk kez bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde yer alamayacak olan Arsenal sıralamada Everton’un arkasından 5. sırada. 2015-2016 sezonunu şampiyon olarak kapatmış küçük şehrin büyük takımı Leicester City (29,9) 11. sırada. Saflarına kattıkları iki önemli topçu, Hull City’den gelen Harry Maguire ve Sevilla’dan transfer Vicente Iborra…

Geçenlerde Chelsea karşısında kazanılan maç sonrasında Wenger, 33 kişilik kadronun fazla şişkin olduğunu, bazı topçularla yollarını ayıracaklarını duyuruyordu. Son 6 sezonda ligin ilk maçını evinde oynayan takımı ancak sadece birini kazanabildi. Geçen sezon ilk maçı Emirates Stadı’nda Liverpool karşısında kaybederken, ligin sonunda Şampiyonlar Ligi biletini rakibine kaptırdı. Bahar aylarında üçlü savunmayla döndü Arsenal. Savunmanın solunda oynayan ve geçen sezon Bundesliga’nın en iyi 11’ine girmiş Sead Kolasinac’ın katılımıyla daha iyi olacaktır sanırım. Bonservis bedeli olmadan takıma katılmış 24 yaşındaki Bosna asıllı savunmacı son 6 sezonda Schalke 04 forması giymiş. Karanlık bir sokakta saati sorsa cüzdanı verirsin dedikleri cinsten, sert savunmacılar familyasının izlerini taşıyor. Bizim futbolu vasat coğrafyada, Galatasaray’ın 2015’te 350 bin avro bonservis bedeli karşılığında Norveç’in Bodo Glimt takımından yolu bizim topraklara düşmüş Senegalli orta saha Ndiaye için iki sezon sonra Osmanlıspor’a 7,5 milyon avro ödediğini düşününce, Wenger’e hakkını teslim etmek gerek, bazen yanılsa da transfer işinden anlıyor profesör.

Leicester City’e gelince, 2015-2016 sezonunu şampiyon olarak kapatmış, benim gibi futbol romantiklerinin kalbini kazanmıştı küçük şehrin büyük takımı. Ancak geçen sezon o güzel hikâyenin sonunu izledi futbolsever. Yaz döneminde orta sahanın dinamosu N’Golo Kanté takımdan ayrılmış, şubat ayında o güzel hikâyenin yaratıcısı, şampiyonluğun mimarı teknik direktör kovulmuştu. Oysa heykeli dikilmesi gerekirdi o stada, o parlak sezonun anısına ama olmadı. Ranieri yerine yardımcısı Craig Shakespeare devraldı görevi, ligi ancak 12. sırada bitirebildiler. Bu arada Ranieri’nin Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final görmüş üç İngiliz teknik direktörden biri olduğunu hatırlatalım.

Yağmursuz bir Londra cumasında, sezonun açılış maçında ev sahibi Arsenal, Leicester City karşısında. İnanması güç ama deplasman takımı ligde Arsenal karşısında en son galibiyetini Kasım 1994’te almış, o tarihten sonra oynadıkları 21 maçta sadece 7 beraberlikleri var. Arsenal deplasmanında en son kazandıkları sene 1973. Arsenal adına cuma uğurlu gün, o mübarek akşamda oynadıkları 7 lig maçının altısını kazanmışlar, en son cuma yenilgisi Watford karşısında 1988’de. Yeri gelmişken belirtelim, bu sezon Arsene Wenger’in takımdaki 22. sezonu. O süre zarfında Fenerbahçe 23, Galatasaray 24, Beşiktaş 20 teknik direktörle çalıştı. Bizim Gençlerbirliği’nde bu sayı 34; aynı sezonda 5 teknik direktörle çalıştıkları bile oldu Alkaralar’ın!

Maça dönersek, Arsenal sakatlığı devam eden golcüsü Sanchez’den yoksun, 3-4-2-1 dizilişinde çıkıyor maça. İki kanat beki Kolasinac ve Bellerin takımın önemli silahları. Rakip Leicester City 4-4-2 dizilişinde, hücumda Okazaki ve Vardy. Henüz ilk dakikada ligin açılış golünü kaydediyor Lacazette, Elneny asistin sahibi. Ama uzun sürmüyor gol sevinci, Arsenal’in hava toplarındaki zaafı malumunuz, 5. dakikada kafayla topa son dokunan Okazaki skora dengeyi getiriyor. Ev sahibi istekli, coşkulu ama savunma arkasına atılan uzun toplarda kırılgan. 15. dakikadan sonra inisiyatifi alıyor Arsenal. Solda Chamberlain geniş alan bulduğunda etkili. 28’de savunmadan çıkarken kaptırıyor Xhaka, Albrighton, ceza sahasına kesiyor, Vardy kaçırmıyor. Devre bitti derken Welbeck çıkıyor sahneye, Kolasınac’ın pasını yakın mesafeden boş kaleye gönderiyor. Arsenal’in topa yüzde 75 oranında sahip olduğu, rakip kaleyi 9 kez yokladığı ilk yarı sonucu 2-2.

İkinci yarının başında yine duran toptan kalesinde golü görüyor Arsenal. Kornerden gelen topa kafayı vuran Vardy. Bu dakikalarda Emirates tribünlerinde toplu dejavu… Mertesacker ve Giroud gibi hava toplarında etkili iki oyuncusunun eksikliğinde alan savunması sıkıntılı. 70’ten sonra çift forvete dönüyor Wenger, Holding’in yerine Giroud sahada. 82’de Xhaka’nın lokum gibi pasına enfes vuran Ramsey takımını beraberliğe taşıyor. Bundan sonra dalga dalga geliyor Topçular ve 84’te bu kez süper yedek Giroud vuruyor kafayı, takımını öne geçiriyor. Velhasıl 59.297 taraftarın önünde, hücumda üretken ama çıkarken kaptırdığı toplarda pozisyonlar veren bir takım görüntüsünde sezonu 4-3’lük galibiyetle açıyor Arsenal. Ne diyelim, özlemişiz Premier Lig’i…

Ziya Adnan
14 Ağustos 2017

Wembley’de Ağustos Kupası: Bahtsızların anısına…

Wembley’de Ağustos Kupası: Bahtsızların anısına…

Uzaklardan…

Neymar transferinin gazetelerde yazıldığı zamanlarda çok satan gazetelerin birinde görmüştüm; küçük bir sokak çocuğu köpeğine sarılmış vaziyette uyuyordu Beşiktaş’ta bir sokakta. Altı, yedi yaşlarında ancak var, Suriyeliymiş, kimi kimsesi yokmuş, savaştan kaçmış, sonrası o bilindik iç burkan hikâye. Diyeceğim o ki, bir tarafta zenginliğin sınır tanımadığı ve iyice şımarıklaştırdığı, adına futbol denilen başkalaşmış, giderek sevimsizleşen bir oyun, diğer yanda aç, umutsuz ve geleceğe korkuyla bakan sokaklarda yaşayan çaresiz çocuklar… Kaderi kötü bir coğrafyada dünyaya gelmekle yazılmış çocuklar… Bunca çaresizlik içinde futbolu yazmaya bazen eli gitmiyor insanın ama yine de yazalım Wembley’de oynanan sezon başı kupasını, yazalım bahtsızların anısına…

Premier Lig’de 2016-2017 sezonunu şampiyon olarak bitiren Chelsea transfer sezonunun Manchester City’den sonra en fazla harcayan takımı. Forvet Alvaro Morata için Real Madrid’e 55,25 milyon, defansif orta saha Tiemoue Bakayoko için Monaco’ya 34 milyon Sterlin ödedi Batı Londra’nın zenginler kulübü. 24 yaşındaki 1,89’luk forvet Morata futbola 2006’da Atletico Madrid’in altyapısında başlamış. 2010’da Real Madrid’e transfer olmuş ama 2014’e kadar kaldığı takımda fazla forma şansı bulamayınca 20 milyon karşılığında Juventus’a transfer olmuş. İlk sezonunda şampiyonluk yaşarken, İtalya Kupası’nı da kaldırmış. Hava toplarında etkili olduğu kadar sürati ve bitirici vuruşlarıyla namlı. İki sezon kaldığı İtalyan takımında 27 golü var. Hocası Conte, geçenlerde Evening Standard’a verdiği söyleşide “kelepir” gördüğünü söylüyor bu transferi. Neymar için PSG’nin gözden çıkardığı parayı düşününce pek de haksız sayılmaz hani.

Chelsea’nin 31 kişilik kadrosunun toplam değeri 544 milyon Sterlin, en değerli oyuncusu 28 yaşındaki Eden Hazard’in transfer piyasasındaki değeri 64 milyon Sterlin civarında. Conte, kadroda düşünmediği 24 topçusunu başka takımlara kiralık gönderdi, haliyle bu durumu eleştirenlerin sayısı fazla. Premier Lig’de 2017-2018 sezonunun açılmasına az zaman kala, yeni sezonunun provasında geçen sezonun şampiyonu Chelsea, Federasyon Kupası’nı kazanmış ama ilk dörde girememiş Arsenal karşısında…

Bilir misiniz, ilk kez 1898 sezonunda oynanmış ‘Community Shield’ Kupası, ilk zamanlarında profesyoneller amatör takımlarla karşılaşırmış. Her ne kadar Ada futbolunda Federasyon Kupası ile kıyaslanınca gazozuna olarak görülse de hayır işlerine vesile olduğu için hayırla anmak lazım. 90 bin kapasiteli Wembley Stadı’nda oynanan maçın gelirleri Federasyon Kupası’nın ilk turunda mücadele eden 124 takımın belirlediği hayır kuruluşlarına, yardım derneklerine dağıtılıyor. Ortalama ev fiyatlarının 1,5 milyon Sterlin olduğu North Kensington’da, geçen haziran ayında Grenfell adındaki 24 katlı bakımsız bir sosyal konutta çıkan yangında hayatını kaybedenlerin ailelerine bağışlanacakmış bu maçın gelirleri. Futbolu özlememişler için bu bile yeter Wembley Stadı’nın yollarına düşmeye, maksat çorbada tuzumuz olsun…

Kupa tarihinde ilginç vakalar da var, 1972’de, “Gazozuna oynamayız!” diyerek kupaya burun kıvırmış lig şampiyonu Derby County ve kupa galibi Leeds United. Onların yerine sahaya ligi 4. bitirmiş Manchester City ve 3. Lig şampiyonu Aston Villa çıkmış. City tek golle kazanmış o tarihi maçı. 2014’te, İtalya ve Fransa’yı örnek alarak kupanın Amerika, Çin, Katar gibi futbolun para ettiği coğrafyalarda oynanması fikri ortaya atılmış. Ancak taraftarların kupaya verdiği önem, kupanın tarihi ve her sezon bu maçta Wembley’in dolması Federasyonu bu fikirden vazgeçirmiş, en azından şimdilik…

Ağustos ayının ilk pazarında, futbolun muhtemel en görkemli mabedinde Manchester City’den sonra ligin en değerli kadrosuna sahip iki Londra takımı Chelsea ve Arsenal karşı karşıya. Tarihte Federasyon Kupası’nı kazanan hiçbir takım ertesi sezon bu kupada aynı rakibi yenememiş…

Yeni sezonda gözden çıkardığı Costa’yı maç kadrosuna almamış Conte, Hazard ve orta sahanın dinamosu Bakayoko da takımın eksiklerinden. 4-2-3-1 dizilişindeki Arsenal’in çiçeği burnunda golcüsü 9 numara bu maçta sahada. İlk 15 dakikada kanatları iyi kullanan, bilhassa sağdan Bellerin’le pozisyonlar üreten Arsenal daha etkili. 22’de o dakikaya kadar sadece 7 kez topla buluşan Lacazette’in plasesi direkte patlıyor. 3. bölgede hareketli Welbeck, Iwobi, Chamberlain rakip savunmayı zorluyor. Chelsea’nin gole en yakın oyuncusu 11 numaralı Pedro. Arsenal’in topa yüzde 46 oranında sahip olduğu ve iki kez rakip kaleyi yokladığı yarı golsüz kapanıyor…

İkinci yarının hemen başında öne geçiyor Chelsea, savunmanın arkasına atılan topa Holding ve Mertesacker müdahale etmekte ağır kalınca Moses topu ağlara gönderiyor. Koscielny’nin yokluğunda Arsenal savunmasının ortası adam paylaşımında sıkıntılı, ağır aksak. Golden sonra sahaya daha iyi yayılan, ilerde pres yaparak ra kibe göz açtırmayan Chelsea daha istekli. Takımın en iyisi orta sahanın dinamosu Kante, iki kişilik oynuyor 7 numara, istek, enerji, özveri ne ararsan var. 81’de değişiyor maçın gidişatı, Pedro’nun kırmızı kart gördüğü pozisyonun devamında hazırlık döneminin göze batanı Kolasinac, Xhaka’nın ceza sahasına kestiği topu kafayla köşeye bırakıyor. Normal süresi 1-1 biten maçın sonunda, 83.325 taraftarın huzurunda yeni format penaltı atışlarını kazanarak sezonun ilk kupasını kaldırıyor Arsenal, maçın oynandığı Wembley Stadı’ndan birkaç kilometre uzaklıktaki Grenfell yangınında hayatını kaybetmiş bahtsızların anısına…

Ziya Adnan
8 Ağustos 2017

Jean-Marc Bosman’dan Neymar’a, başkalaşmış zamanlar…

Jean-Marc Bosman’dan Neymar’a, başkalaşmış zamanlar…

Uzaklardan…

“Wayne Rooney şimdilerde haftada 200 bin Sterlin kazanıyorsa bunu bana borçludur!”

1995 senesinde European Court Of Justice’nın (Avrupa Adalet Divanı) verdiği karar Avrupa futbolunun o güne kadar alıştığı transfer kurallarını yerle bir ediyordu. Adalet Divanı, evrensel insan haklarını esas alarak bulundukları takımda sözleşmesi biten futbolcuların bonservis bedeli olmaksızın başka bir takıma transfer olmasına imkân sağlayan ‘Bosman Kuralı’nı getiriyor, futbolcunun kendi geleceğinde söz sahibi olmasını sağlıyordu.

O karara neden olan Belçikalı futbolcuyu yâd edelim bu yazıda, bir transfer sezonunda daha mantık sınırlarını zorlayan transfer haberleri düşerken manşetlere, (Neymar’a selam olsun!) anlatalım hazin hikâyesini.

Jean-Marc Bosman, 30 Ekim 1964’te Belçika’da dünyaya gelmiş. Futbol kariyerine 1983’te Standard de Liège takımında başlamış, 1988-1990 arasında Belçika 1. Lig takımlarından RFC Liège’nin formasını giymiş. O yıllarda Belçika genç milli takımında da top koşturuyor, ancak yeterli para kazanmıyormuş. Sözleşmesinin bitimine yakın, kulübüyle yeni bir kontrat pazarlığına girişmiş. Önerilen rakam günümüz piyasasına göre komik! Futbolcuya 1 yıllık kontrat karşılığı aylık 750 avro önerilmiş. Teklifi kabul etmeyen Bosman kendisine daha fazla para verecek bir kulüp arayışına girmiş haliyle. 1990’ın yaz aylarında takımıyla olan sözleşmesi sona erdiğinde Fransa’nın Dunkerque takımından aldığı transfer teklifine olumlu yanıt vermiş. Ancak Liege kulübü bu transferin gerçekleşmesi için bonservis bedeli talep ediyor, Dunkerque kulübü de istenen parayı vermemekte diretiyormuş. Neticede bu transfer gerçekleşmemiş, futbolcunun maaşı ilk on birde yer almadığı için aylık 750 avroya düşürülmüş.

Bu durumu kabullenmeyen topçu konuyu Liege mahkemelerine taşıyarak Liege kulübü, Belçika Futbol Federasyonu ve UEFA’ya karşı dava açtı. Dava ‘restraint of trade’ (ticaret hakkının kısıtlanması) üzerine kurulmuş, Avrupa’daki transfer sisteminin geçerliliğini sorguluyordu. Yerel mahkeme futbolcunun dava konusunda haklılığını vurgulayarak, lehte karar verdi ve davayı bir üst mahkemeye, Avrupa Adalet Divanı’na havale etti. Dava Lüksemburg’da Avrupa Adalet Divanı’nda bir kez daha tartışıldı. 15 Aralık 1995’te futboldaki transfer sistemini altüst edecek karar çıktı ve mahkeme sonrası karar açıklandı.

Kararda; günümüzde futbolun bir ekonomik sektör olduğu ve Avrupa Birliği vatandaşı futbolcuların, kontratlarının bitiminin ardından bonservis gibi kısıtlamalarla transferlerinin engellenmesinin hiçbir hukuki dayanağı olmadığı vurgulanıyor, futbolculara kontratlarının bitimi ardından serbest kalma hakkını tanınıyordu.

Jean-Marc Bosman uzun süren hukuki sürecin sonunda davayı kazanmıştı.

•••

Ancak futbolcu adına işler hiç de beklendiği gibi gitmedi. 26 yaşında başlattığı hukuki süreç 31 yaşında tamamlanmıştı. Dava sürerken Belçika’nın alt liglerinde sürdürdü futbol yaşantısını, kısa bir süre Hint Okyanusu adası Reunion’da şansını denedi. Futbol kariyerinin sonlarına doğru Belçika takımı Charleroi onu kadrosuna dahil etti. Ancak geçmişte yaşananlardan dolayı kulüpler onu yüksek risk kategorisinde bir futbolcu olarak görüyorlardı. Futbolun problemli çocuğu! Hangi kulüp futbolu mahkemelere taşımış bir futbolcuyu kadrosunda görmek isterdi ki!

Bir süre ayda 700 avro karşılığında takımda forma giyen Bosman, maddi sorunlar yüzünden eşinden ayrılmıştı. Charleroi’daki evinin kirasını ödeyemeyecek duruma geldiğinde ailesinin evinin garajında yaşamaya başladı. Davayı kazandığında elde avuçtakini kârlı yatırım olarak gördüğü marka işine yatırmış, kazandığı davaya ithafen binlerce “Who’s the Boz” (soyadından esinlenerek patron kim? anlamında) yazılı tişört bastırmış. Ancak sadece bir tanesini, onu da avukatının oğluna satabilmiş.

Futbolseverler arasındaki genel kanı, dava sonunda çok para kazandığı, evlere, lüks arabalara sahip olduğu yönündeydi. Oysa tam tersine, giderek sefalete düştü; alkol illetine bulaşmış, ailesinden uzaklaşmıştı. 2013’te kız arkadaşını darp ettiği gerekçesiyle bir sene hapse mahkûm oldu. Yalnızlık ve depresyonla geçen berbat zamanlarda bir süre alkol tedavisi gördü. Hastaneden çıktığında en büyük zaferinin ‘Bosman Kuralı’ değil, alkol iletini yenmek olduğunu dile getirdi.

•••

Günümüzde 52 yaşında Jean-Marc Bosman. Devletin verdiği 720 avro aylık ile hayatını idame ettirmeye çalışıyor. “Belçika’nın yetiştirdiği en önemli futbolcu muhtemelen benim, ama kimseler beni tanımıyor!” cümlesiyle özetiliyor yaşamını ve şöyle devam ediyor:

“Wayne Rooney şimdilerde haftada 200 bin Sterlin kazanıyorsa bunu bana borçludur!”

Onu en çok üzen şey ise, son 15 senesini birlikte geçirdiği, ‘Özgürlük savaşçısı’ adını verdiği siyah labrador köpeğinin yakın geçmişteki ölümü. “Beni hiçbir zaman terk etmeyen, en sadık arkadaşımdı, onu çok özlüyorum” demiş 2015’te The Telegraph’a verdiği söyleşide.

Velhasıl günümüz futbolunda devrim yaratan, kendisinden sonra gelecek futbol nesillerinin önünü açan, zamanın futbolcularının geçmiş zamanlarda hayal edemeyecekleri servetlere sahip olmasını sağlayan futbol sevdalısı yoksulluk içinde hayata tutunmaya çalışıyor. Bir transfer sezonunda daha dudak uçuklatan paralar karşılığında bir kulüpten diğerinin saflarına dahil olurken topçular, dünyanın en zengin sekiz adamının dünya nüfusunun yüzde 50’sinin servetinden daha fazlasına sahip olduğu başkalaşmış zamanlarda Neymar’ın Barça’da 220 milyon avro karşılığında PSG’nin saflarına katıldığını yazarken gazeteler, hatırlayın Avrupa futbolunu değiştiren futbolcu Jean-Marc Bosman’ı…

Ziya Adnan
5 Ağustos 2017

Arsenal’e bir Mascherano gerek…

Arsenal’e bir Mascherano gerek…

Uzaklardan…

2016 senesinin yazında zeminin yenilenmesi nedeniyle oynanmamıştı Emirates Kupası, bir sene aradan sonra, 2017-2018 Premier Lig sezonunun başlamasına az kala yeniden o yaz turnuvası… Güneşin ara ara kendini hatırlattığı Londra zamanlarında, hafta sonunda oynanan 9. Emirates Kupası vesilesiyle Arsenal’e naçizane bir bakış.

Temmuz ayının son hafta sonunda 60 bin kapasiteli Emirates Stadı’nda Arsenal, Red Bull Leipzig, Sevilla ve Benfica futbolseverler karşısında. Bizim coğrafyanın hal ve gidişi pek iyi görünmeyen, Avrupa Kupası ön eleme turunda adı sanı duyulmamış Östersund takımı karşısında elenen, yeni sezonda Avrupa kupalarında yer alamayacak Galatasaray’ın da geçmişte bir kez misafir olduğu ve Drogba sayesinde evine götürdüğü kupayı dört kez kazanmış ev sahibi. Ama onların da son sezonlarda bu kupada karnesi iyi değil. Geçenlerde 11. yaşına basan mabedinde bu kupayı 2011’den beri sadece bir kez kaldırabilmişler.

Yeri gelmişken, 1996’dan beri takımın başındaki Arsene Wenger’in sözleşmesinin iki sene uzatıldığını, 2019’a kadar görevde kalacağını hatırlatalım. Onun Londra takımına geldiği zamanlarda doğan çocuklar şimdi 20’li yaşlarda. Hikâyesi, son yılları şiddetli geçimsizlikle geçen bitmez bir aşk hikâyesi misali, tıpkı şarkıdaki gibi, gitmek mi zor, kalmak mı? 2008 senesinin Ağustos ayında İndependent gazetesine verdiği söyleşide başarıyı satın almayacağını, başarıyı yoktan var edeceğini söylüyordu, ama takıma gönül vermişler adına ummak ve beklemekle geçti zamanlar. Bilhassa son sezonlarda Arsenal taraftarı mutsuz, umutsuz, kaygılı. 2016-2017 sezonunun sonunda takım ilk dörde giremezken, ezeli rakip Tottenham ligi ikinci sırada bitirdi, Arsenal sevdalıları adına bundan daha büyük hüsran olur mu? Velhasıl Federasyon Kupası finalinde Chelsea karşısında kazanılan kupa bile mutlu etmemişti Wenger’in kulüpte miadını doldurduğuna inananları, anlayacağınız yeni sezon ne getirir bilinmez.

Wenger’in transfer döneminde saflarına kattığı Alexandre Lacazette 1991 doğumlu, Fransa Milli Takımı’nın U16’dan başlayarak her seviyesinde forma giymiş. Lyon’un genç takımında başlayan kariyerinde 2009-2010 sezonunda ‘A’ takıma yükselmiş. İlk zamanlarında kanat oyuncusuyken, son vuruşlardaki becerisi, adam geçme özelliği sayesinde forvet olarak oynamaya başlamış. Wenger onu kulüp tarihinin büyük golcüsü İan Wright’a benzetiyor. 2016’da Ligue 1’de 28 gol kaydetti. Fransa liginde en son o sayıya ulaşan golcü 1991’de Jean-Pierre Papin. 2012-2013 sezonundan beri Avrupa futbolunun en golcü 10 forveti arasında. Tevekkeli değil, eli sıkılığıyla bilinen Wenger 52,7 milyon Sterlin ödedi Lyon tarihinin en pahalı topçusuna. Golcünün Arsenal kariyeri de Wright’inkine benzerse ne ala! Takımın oyun kurucusu Mesut Özil yeni sezonda muhtemel yine Arsenal’de. Geçen sezon The Guardian’da yazan Barney Ronay, Arsenal makinesinin hayaleti olarak tanımlamıştı 11 numarayı. Bir hayalet misali, göründüğü maçlarda rakip adına korkutucu ama kimi zaman yokları oynayan yaratıcı orta saha. Eylül 2013’te saflarına katıldığı takımda iki sezonda Federasyon Kupası’nı kaldırdı ama takımda kalırsa yeni sezonda Şampiyonlar Ligi’nde forma giyemeyecek, tıpkı takımın golcüsü Alexis Sanchez gibi.

Turnuvanın ilk gününde Özil, Ramsey, Bellerin, Lacazzette yedek kulübesinde. Arsenal’de geçen sezon kalesinde 44 gol gören takımın savunmasına tek takviye 24 yaşındaki sol bek Kolasinac ilk 11’de başlıyor maça. Takıma bu sezon altyapıdan yükselen 1999 doğumlu sağ kanat Reiss Nelson, hazırlık maçlarının göz dolduranlarından. İlk 15 dakikada Arsenal’de göze batan, savunmada geçen sezon forma şansı bulamayan Mertesacker’in ağır kalışı, forvette Giroud’un yalnızlığı… 15’te golü buluyor Benfica, artık çok aşina savunma zaafını değerlendiren Franco Cervi. 25’te Walcott’un ayağından beraberliği yakalıyor ev sahibi. 2006’da, henüz 16 yaşında katıldığı takımda 12. sezonu. Southampton’un altyapısında birlikte oynadığı Bale’in kariyerindeki yükselişi düşününce beklenenin altında kaldığı aşikâr. Ama bu maçta iyi 14 numara, 34’te bir gol daha buluyor. 40. dakikada amatör savunmaları hatırlatan bir pozisyonda kalesinde golü görüyor Arsenal, Mertesacker’in hatalı pası, Maitland-Niles’ın topu uzaklaştıramayışı Salvio’nun golünü hazırlıyor.

İkinci yarının hemen başında Walcott’un Giroud’ya pasını kesmek isterken kendi kalesine gönderiyor Lopez, Arsenal bir kez daha öne geçiyor. Ama tıpkı geçen sezon gibi yakaladığı fırsatları değerlendiremiyor. Walcott’un kaçırdığı net pozisyondan hemen sonra bu kez Giroud kaçırmıyor, 4-2… 74’te Iwobi farkı üçe çıkarırken beş değişiklik yapan Wenger aslarını sahaya sürüyor. Velhasıl, 90 dakika sonunda turnuvadaki ilk maçını 5-2 kazanıyor Wenger’in takımı. Sahanın en iyisi Kolasinac ama savunmanın ortasına da ondan bir tane gerek.

Pazar günü oynanan final maçında Arsenal, Sevilla karşısında. 703 bin nüfuslu şehrin takımı 2005’ten beri 5 kez kazandı UEFA Kupası’nı, yani rakip sağlam. Arsenal’in taze golcüsü Lacazette ilk 11’de, üçlü savunmanın ortasında Elneny, Mısırlıdan Mascherano çıkar mı zaman gösterir. Altyapıdan yetişen 1999 doğumlu Joseph Willock orta sahada. Gençlere şans vermesi Wenger’in artılarından. İlk yarıda üçüncü bölgede etkili ama savunmasında rakibe pozisyon veren Arsenal baskılı oynadığı ilk yarıda golü bulamıyor.

İkinci yarının başında rakip savunmanın durduğu pozisyonda Correa’nın ayağından golü buluyor Sevilla. Kalesinde kolay gol gören ama pozisyon üretebilen Arsenal beraberliği Lacazette’nin golüyle yakalıyor. Golü hazırlayan Oxlade-Chamberlain’in takımdaki geleceği belirsiz. Ama uzun sürmüyor golün sevinci, Arsenal savunmasının izlemekle yetindiği taç atışını ceza sahasının dışından ağlarla buluşturuyor N’zonzi. Bu gol izleyenlere, Wenger’in savunma zaafını giderecek bir lider, bir Mascherano arayışını anlatıyor. Velhasıl Arsenal geçen sezondan çok farklı değil. Kalesinde kolay gol gören bir takımın şampiyon olması da ne yazık ki mümkün görünmüyor.

Ziya Adnan
1 Ağustos 2017

Premier Lig’den nokta transfer hikâyeleri!

Premier Lig’den nokta transfer hikâyeleri!

Uzaklardan…

Bilmeyenler için hikâye şöyle gider: 1996 senesinde Liverpool efsanesi Grame Souness Southampton’un başındayken kendisine bir telefon gelir. Telefondaki ses kendisini George Weah olarak tanıttıktan sonra, Paris Saint Germain’de forma giyen ve 13 kez milli olan kuzeni Ali Dia’yi mutlaka transfer etmesi gerektiğini, büyük geleceği olan futbolcuyu kaçırmaması gerektiğini söyler. Souness de bu konuşma sonunda bir cevher keşfettiğine inanarak bir aylık sözleşmeyle kadrosuna katar futbolcuyu. Ancak teknik kadro daha ilk antrenmanda bu işte bir gariplik olduğunu anlar. Souness’i arayan George Weah değil, futbolcunun menajeridir ve Dia’nin amatör olduğu ortaya çıkınca olan olur, yeni transfer kulüpten kovulur. O yıllarda takımın efsanesi Le Tissier şöyle tanımlamış Senegalliyi: “Buz üzerinde koşmaya çalışan yavru ceylan gibiydi sahada. Onu izlemek utanç vericiydi!”

Bir transfer sezonunda daha takımlar nokta transfer peşinde koşarken, gazetelerin spor sayfalarını transfer fantezileri süslerken, hatırlayalım Premier Lig tarihinde büyük beklentilerle transfer edilmiş ama beklenenin hayli altında kalmışları…

2000-2001 sezonunun başında Chelsea’nin futbolcusu Mario Melchiot Hollandalı stoper Winstone Bogarde’ı kulübe önerir ve kulübün futbol direktörü Colin Hutchinson bu transfere onay verir. Takımın o yıllardaki teknik direktörü Claudio Ranieri birkaç antrenman sonrası futbolcuyu yetersiz bulduğunu, gitmesi gerektiğini söyler. Ancak haftada 40 bin Sterlin sözleşmeye imza atmış Bogarde kalmakta kararlıdır. Dört sezon kaldığı takımda sadece bir maçta forma giyerken rezerve ve genç takımda antrenmanlara çıkar. Chelsea kariyeri(!) sonrası kulüp bulamayan stoper 2004 senesinde futbolu bırakır. İşin garip tarafı Chelsea öncesinde Ajax, Milan ve Barcelona’da forma giymiş olması. O dönem Chelsea’den neden ayrılmadığını soranlara, “Premier Lig tarihinin en kötü transferi olabilirim ama umurumda değil, ben kazandığım paraya bakarım!” demişliği bile var.

Premier Lig’in ilk İtalyan ithali Andrea Silenzi 1995 senesinin yazında o dönemin rekor transfer ücreti 1,8 milyon Sterlin karşılığında Nottingham Forest’e transfer oldu. 1997 senesine kadar kaldığı takımda ancak 20 maçta forma giyen 1.91’lik forvet sadece 7 maçta 90 dakika sahada kalabildi. İki sezondan sonra ülkesine döndüğünde Forest’e maliyeti 3,75 milyon Sterlini bulmuştu…

Nokta transfer konusunda fena yanılanlar içinde transfer konusunda uzman gördüklerimiz de oldu elbet. 2001 senesinin yazında Arsene Wenger Everton’dan 10 milyon Sterlin ödeyerek transfer ettiği golcü Francis Jeffers’ı “Fox in the box” (ceza sahasındaki tilki) olarak tanımlamıştı. Wenger’e göre Ian Wright’ın yerini dolduracak golcü bulunmuştu. Ama işler umulduğu gibi gitmedi. Jeffers sakatlıklarla boğuştuğu, ancak 22 maçta forma giyebildiği üç sezonda sadece dört gol bulabildi. 2004 senesinde Everton’a döndü ama burada da kalıcı olamadı. 2012 senesinde şansını bir süre Malta’da denedi, 2014 senesinde alt liglerde, Accrington Stanley’de futbolu bıraktı. Ah çektiren tam bir düşüş hikâyesi!

1999 senesinde Manchester United’ın efsane kalecisi Peter Schmeichel takımdan ayrılmıştır ve Sir Alex Ferguson kaleci arayışı içindedir. Aradıkları kaleciyi İtalya’da bulduklarına inanarak Venezia kulübüne o dönem bir kaleci için rekor sayılacak transfer ücreti 4,5 milyon Sterlin ödeyerek Massimo Taibi’yi transfer ederler. Fergusuon’un yüzü gülüyordur. Malum, iyi bir kaleci takımın yarısı! Ancak yeni transfer beklendiği gibi çıkmaz, 1999-2000 sezonunda sadece dört maçta kaleyi koruyan, Chelsea karşısında oynanan maçta kalesinde beş gol gören bahtsız kaleci 2000 senesinin yazında takımdan ayrılır. Geride Southampton maçında Matt Le Tissier’in zayıf şutunda bacak arasından yediği gol ve o gole dair İtalyan gazetelerinde çıkan manşetler kalmıştır: “Kör kaleci!” Velhasıl futbolun içinde büyük umutlarla geldiğin yerde alay konusu olmak da var.

Yeri gelmişken, bizim bereketli topraklarda boy göstermiş nokta transferleri(!) atlamadan geçmeyelim. 1991-1992 sezonunda Galatasaray’da sadece bir maçta forma giyen Nijeryalı Dominic Iorfa 1984-2000 arasında 22 takımda top koşturmuş. Galatasaray’a gelmeden önce oynadığı Queens Park Rangers taraftarlarının yakın geçmişte yaptığı ankette kulüp tarihinin en kötü topçuları arasında gösterilmiş. Bizim diyarlarda top koştururken, rüzgârın sert estiği bir maçta orta sahadan ceza alanına orta kesip, rüzgâr nedeniyle yavaşlayan topa yetişip kafa vurmuş golcü. Kendi ortasına kafa vuran ilk futbolcu muhtemel! Golcü dedikse abartmamak gerek, o kadar takım ve onca senede ancak 30 gol atabilmiş Nijeryalı…

Transfer hikâyeleri arasında, ıskalanmış, değeri bilinmemişler de var elbet. Michel Platini, 19 yaşında Nancy’de top koştururken Bundesliga’nın çiçeği burnunda takımı Saarbrücken’ın antrenmanlarına çıkmış denenmek üzere. Birkaç antrenman sonrası teknik direktör Slobodan Cendiç çelimsiz ve güçsüz bularak geri göndermiş topçuyu. Onun yerine Fransız forvet Marc Berdoll’u transfer etmişler. Yeni transfer 17 maçta sadece bir gol kaydettikten sonra takımdan ayrılmış. Platini’nin kariyeriyse malumunuz…

Bu hikâyenin bizdeki versiyonu 90’lı yılların ortalarında Samsunspor’la antrenmanlara çıkmış, sonraki zamanlarda nam salacak olan Sami Hyypia ve Jimmy Floyd Hasselbaink… Hyypia’yı ağır olduğu gerekçesiyle beğenmeyip geri gönderirken, Hasselbaink’i yetersiz bulmuş Samsunspor’un o dönemki teknik heyeti. Ne diyelim, nokta transfer meselesinde fena halde yanılmak da var…

Ziya Adnan
25 Temmuz 2017

Bradley Lowery: Hey minik amigo!

Bradley Lowery: Hey minik amigo!

Uzaklardan…

Ölümüyle futbol dünyasını yasa boğan Bradley Lowery’nin kısa süren yaşamının hikâyesi…

Geçenlerde İngiltere’nin saygın gazetelerinin birinin spor sayfalarında görmüştüm fotoğrafını, yeni futbol sezonunun açılmasına az kala, onca transfer heyecanı içinde dikkatimi çekmişti. Altı yaşındaymış, çoğu yaşıtı gibi sevimli, afacan, annesinin, babasının bir tanesi. Geçen sezonun son maçlarından birinde, en sevdiği futbolcunun elini tutarken çekilmiş fotoğrafı… Maskotmuş o maçta… Üzerinde en sevdiği takımın kırmızı beyazlı forması, en sevdiği futbolcunun yanında. Fotoğrafta sıkı sıkı elinden tutuyordu yeni arkadaşının, gördüğü tedaviden olsa gerek saçları dökülmüş, yine de gözlerinin içi gülüyor, dünyanın hiçbir servetinin satın alamayacağı mutluluk minicik yüzünde, öylesine masum, öylesine içten. Bilirsiniz işte, o yaştaki çocuklarda tatlı hınzır bir gülümseme olur, kocaman gözlerinde en parlak ışığı görürsünüz, dünyaları değişmezler bir futbol topuna, ne zaman kavramları vardır, ne dert ne de tasa. Herhalde hep çocuk kalsa insanlar, çok daha güzel bir yer olurdu dünya…

18 aylıkken hastalanmıştı

İngiltere’nin kuzeyinde 175 bin nüfuslu Sunderland şehrinde dünyaya gelmiş. Henüz 18 aylıkken yazılmış kötü kaderi, hastalanmış, uzun süren tetkiklerden sonra neuroblastoma teşhisi koymuş doktorlar. Çocuklarda ender görülen bir kanser cinsiymiş, önce küçük bir ur olarak başlıyor, zaman içinde büyüyerek tüm iç organlarına sirayet ediyormuş. Her sene İngiltere’de yaklaşık 100 çocuğu öldürürmüş bu illet. Ölümcül olduğunu, tedavisinin sadece Amerika’da yapılabileceğini söylemiş doktorlar. Toplanan yardımlar sayesinde Amerika’ya götürmüş ailesi, bir süre tedavi görmüş özel bir hastanede. “Belki bir umut” demişler, “Zaman gösterecek” demişler. İngiltere’ye, şehri Sunderland’e dönmüş tedavi sonrası, beklemişler umutla hastalığı yeneceği günleri…

Çoğu yaşıtı gibi futbol meraklısıymış ufaklık, elinden tutar, şehrinin kırmızı beyazlı takımının maçlarına götürürmüş babası. Futbol, hele de Sunderland denilince akan sular dururmuş. Madem andık, onlara da selam çakalım. Günümüzden 138 sene önce, 1879 senesinde kurulmuş “Kara Kediler”, kuruldukları seneden 1930’lu yıllara kadar ülke futbolunun en üst liginde beş şampiyonluk yaşamışlar. Sonrası düşmeler ve çıkmalarla geçen asansör takımların kaderini anlatan, kimi zaman sevinçli, kimi zaman üzgün zamanlar. Son sezonlarda hep uçurumun kenarında yaşarken, 2015-2016 sezonunun sonunda düşen 3. takım Newcastle United’ın iki puan üzerinde ligi 17. sırada bitirmiş, lige tutundukları için sevinmişlerdi. Ancak geçtiğimiz sezon beklenen son gerçekleşiyor, 38 maçta topladığı 24 puanla lig sonuncusu olarak küme düşüyorlardı. Kaderin cilvesi onların küme düştüğü sezonda yakın şehrin sevilmeyen takımı Newcastle United Premier Lig’e dönüyordu…

Kahramanı Jermain Defoe

Ama sevinmek için sevilmez ki takımlar, ufaklık doğduğu şehrin takımına gönül vermiş kısa hayat hikâyesinin en başında. Kulüp, hastalığını öğrenince maskot olarak maçlarına çıkarmaya başlamış. İşte o maçların birinde, geçen sezonun eylül ayında Sunderland’ın kendi evinde Everton’a karşı oynadığı maçta başlamış arkadaşlıkları. “Maçtan önce sahada beni görünce koşa koşa kucağıma atladı, yüzündeki sevinci, gözlerindeki mutluluğu tarif edemem” diyor Jermain Defoe, Sunderland’ın 34 yaşındaki golcüsü. Sonra devam etmiş arkadaşlıkları, hiç aksatmamış hastane günlerinde ziyaretlerini Defoe. İngiltere’nin Litvanya karşısında Wembley’de oynadığı Dünya Kupası grup eleme maçında yine maskot olarak çıkmış ufaklık sahaya, yine yanında kahramanı varmış…

Ve geçen günlerde, yaz güneşinin içimizi ısıttığı, çocuk seslerinin parklarda yankılandığı zamanlarda, 7 Temmuz günü hayata gözlerini yumdu Bradley Lowery. “Minik cesur oğlumuz meleklerin yanına gitti” cümlesiyle duyurdu ölüm haberini ailesi, nafile bir umutla iyi haberlerini bekleyenlere. Yeni takımı Bournemouth’da, minik arkadaşının ölümünden hemen önce düzenlediği basın toplantısında, çocuğun durumunu soranlara cevap vermeye çalışırken göz yaşlarına boğulan Jermain Defoe, “Hoşça kal küçük arkadaşım seninle paylaştığım o güzel anları hiç unutmayacağım ve o sevimli gülüşün hep aklımda kalacak. Bana yaşattığın mutlu anlar için, beni daha iyi bir insan yaptığın için teşekkür ederim, rahat uyu” demiş taziyesinde…

Bir çocuk daha kayıp gitti aramızdan, çoklarının kısacık hikâyesini hiç bilmeyecekleri, bu hayatın ne kadar zalim olduğunu anlamayacak kadar küçük bir çocuk daha. Bilirsiniz işte, o yaştaki çocuklarda tatlı hınzır bir gülümseme olur, kocaman gözlerinde en parlak ışığı görürsünüz, bir futbol topuna dünyaları değişmezler. Hoşça kal minik futbol sevdalısı, umarım gittiğin yer buralardan çok daha güzeldir…

Ziya Adnan
15 Temmuz 2017

Blackburn Rovers: Şampiyonun düşüşü…

Blackburn Rovers: Şampiyonun düşüşü…

Uzaklardan…

“Futbol birkaç renkten, birkaç büyük takımdan ibaret değil ki. Hep parlak ışıklar altında yaşayanlar var, gözünün feri sönmüşler var. Uzun ömründe ‘ikbali de idbarı da görenler’ var. Kimi eski günlerine ağıt yakarken, kimileri manşetlerden düşmeyen… Kimi endüstriyel futbolun zenginliğinde giderek büyürken, kimi zor zahmet ayakta kalmaya çalışan… Kimi pek meşhur, kimi uzaktan aşina, kimi gözden ırak, adı bile bilinmez… niceleri var.”

Böyle yazmıştık Tanıl Bora ile birlikte çıkardığımız “Kimi Başrol Kimi Karakter – Kulüp Hikâyeleri” kitabının arka kapağına. (Dipnot Yayınevi – 2014). Ama onca kulübün içinde unuttuklarımız da oldu elbet, bu vesileyle hatırlayalım 1994-1995 sezonunda Premier Lig şampiyonluğu yaşamış, aradan geçen onca seneden sonra geçtiğimiz sezon 3. Lige düşmüş mavi beyazlı kulübün hikayesini…

Blackburn…

İngiltere’de Lancashire bölgesinde, Manchester’a 15 kilometre uzaklıkta 105 bin nüfusa sahip küçük bir kasaba. 19. yüzyılda tekstil ve pamuk üretimiyle adını duyururken zaman içinde fabrikaların kapanması sonucu önemini yitirmiş. İşte o mütevazi kasabanın 1875 senesinde kurulmuş takımı Blackburnn Rovers, nam-i diğer “Rovers”… O sene bir grup Katolik öğrenci tarafından sağlık için spor amacıyla kurulmuş. 1888 senesinde kurulan İngiltere futbol liglerinin, çok sonraları kurulacak Premer Ligin kurucu kulüplerinden Aston Villa ve Everton’la birlikte iki ligin de kurulmasına öncülük etmiş üç kulüpten biri olması kayda değer. Bakmayın şimdilerde alt liglerde çile çektiğine, kurulduğu günden beri 72 sezonda ülke futbolunun en üst liginde mücadele etmiş. Kulübün ambleminde yer alan Latince “Arte et Labore”, “Beceri ve çok çalışma” anlamında…

Kapanma noktasına kadar geldikleri ve 5 bin taraftar ortalamasına oynadıkları 80’li senelerde imdatlarına domuz ticaretiyle uğraşan bir taraftarları yetişmiş. Niall Malone adındaki İrlandalı o yıllarda futbolcuların maaşlarını öder, deplasman masraflarını karşılarmış. Ne diyelim, futbol tanrıları her takıma böyle taraftar ihsan eylesin. Antrenman toplarına paralarının yetmediği zamanlarda, antrenman sahasının kıyısına kurulmuş Darwen nehrine kaçan topu almak isterken boğulma tehlikesi atlatmış teknik direktörleri Bobby Saxton.

1990’lı senelerin başında değişmiş makus kaderleri. Takımın koyu taraftarlarından Jack Walker adındaki iş adamı 1991 senesinin ocak ayında kulübü satın alırken, ilk üç sezonunda 25 milyon Sterin harcayarak takımı yeniden inşa etmiş. Onun takıma kazandırdıkları arasında o yılların rekor transfer ücreti 3,3 milyon Sterlin karşılığında Southampton’dan transfer edilen Alan Shearer ve 1994 senesinde Norwich City’den 5 milyon Sterlin bedelle gelen Chris Sutton da var…

Blackburn 1992–1993 sezonunu 4. sırada bitirirken, bir sezon sonra United’ın arkasından ikinci sırayı kapıyor, 1994-1995 sezonunun son maçında Liverpool’a yenilmesine rağmen United’ın önünde ipi göğüslüyordu. Walker göreve geldiğinde, ilk işi Liverpool efsanesi Kenny Dalglish’i takımın teknik direktörlüğüne getirmek olmuştu. O sezon Sheraer ligde 34 gol kaydederken, Dalglish en iyi teknik direktör ödülünü kazanıyordu. Düşünsenize yaklaşık aynı nüfusa sahip Polatlı’nın takımı Polatlıspor’un bizim Süper Ligde şampiyonluk kupasını kaldırmasını, bundan daha güzel bir futbol hikâyesi olur mu? Bazıları paranın gücü olarak görse de, o sezon rakip Manchester United’ın 19,3 milyon değerindeki kadrosunda Schmeichel, İnce, Keane, Giggs, Hughes’ün olduğunu ve United’ın kadro değeri olarak 14,7 milyonluk Rovers’a fark attığını hatırlatalım…

Ancak işler umulduğu gibi gitmeyecek, Rovers bir sonraki sezonu 7. sırada bitirecekti. Dalglish istifa etmiş, Sheraer Newcastle’a satılmıştı. Sonraki sezonlarda kendisine ancak orta sıralarda yer bulabilen takım 1998-1999 sezonunda Premier Ligden düşüyor. İki sezon sonra yeniden dönüyordu. Bizim diyarlarda da adını duyurmuş eski Liverpoollu Graeme Souness takımın başındaki ilk sezonunda 2. Ligde şampiyonluk kupasını kaldırmıştı…

Futbolun en görkemli liginde geçirdiği 11 sezondan sonra, 2011-2012 sezonunda bir kez daha küme düştü. 2003 senesinde UEFA Kupasında bizim Gençlerbirliği karşında UEFA Kupasından elenmeleri tarihe düşen notlar. Takıma en güzel günlerini yaşatan Jack Walker 2000 senesinin Ağusto’unda 71 yaşında aramızdan ayrılmış, düşüşü görememişti. Ertesi sezon takım altı teknik direktör değişikliği yapıyor ama Championship’i ancak 17. sırada bitirebiliyordu…

•••

Ve geçtiğimiz sezonun sonunda 46 maçta topladığı 51 puanla, 70 ve 80’li senelerin unutulmazı Nottingham Forest’in hemen altında gol averajıyla 3. Lige düştü Blackburn Rovers, o küçük kasabanın Premier Ligde şampiyonluk yaşamış, devlere kök söktürmüş takımı. Premier Ligi kazandıktan sonra zaman içinde 3. Lige kadar düşen ilk takım olması o düşüşün hazin hikâyesi. Bir daha ne zaman döner bıraktığı yere bilinmez ama en azından onca büyüğün arasında bir sezon da bile olsa kazandığı o müthiş şampiyonluk unutulmasın. Kendi adıma, büyüğün haşmetinden çok her daim küçüğün sessiz hikâyesiyle ilgilenmiş naçizane bir futbolsever olarak gelecek sezon hafta sonları alt liglerde oynanan maçların sonuçlarına, “Blackburn galip gelmiş mi?” gözüyle bakacağım, umutla bekleyeceğim dönmesini. Hiç değilse neredeyse tüm servetini takımına harcamış takım sevdalısı bir başkan ve Shearer’lı, Sutton’lı o müthiş kadronun anısına…

Günümüzde Ewood Park Stadının girişinde Jack Walker’ın heykeli selamlar o futbol mabedinin ziyaretçilerini, stada giden yol onun adını taşır…

Dipnot: Bu yazının yazıldığı saatlerde Sunderland’ın 6 yaşındaki maskotu Bradley Lowery’ı çocuklarda ender görülen bir kanser türünün pençesinde hayata gözlerini yumdu. Hoşça kal minik Sunderland sevdalısı, eminim gittiğin yer buradan daha iyidir…

Ziya Adnan
11 Temmuz 2017