Martıların hikâyesi: Brighton FC…

Martıların hikâyesi: Brighton FC

Uzaklardan…

Brighton…

İngiltere’nin güneydoğusunda East Sussex bölgesinde 273 bin 400 nüfuslu, çoklarınca ülkenin yaşanılacak en güzel yeri olarak görülen enfes bir sahil şehri. Şehir statüsünü 2000 senesinde kazanmış. 2016 senesinde bu güzel şehri sekiz milyon turist ziyaret etmiş. Bilhassa yaz aylarında 8,7 kilometrelik sahili boyunca uzanan pubları, restoranları, eğlence merkezleri her gün binlerce ziyaretçisini ağırlıyor. Mayıs ayında yapılan festival Edinburgh’tan sonra ülkenin en büyük ikinci festivali. İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler şehre öylesine âşık olmuş ki, ordularına şehrin bombalanmaması emrine vermiş ve İngiltere’yi işgal ettiklerinde kendisine denize nazır bir saray yapmayı planlıyormuş. Şehirde yer alan iki üniversiteden Sussex Üniversitesi 1961 senesinde kurulmuş, dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında 110. sırayı alıyor. Adını şehrinden alan diğer üniversitesi ise 20 bin öğrenciye ev sahipliği yapıyor…

İşte o yaşanılası şehrin günümüzden 115 sene önce 1901 senesinde kurulmuş mavi beyaz takımı Brighton & Hove Albion F.C, nam-ı diğer “The Seagulls” (Martılar). Maçlarını oynadıkları 30 bin 750 kapasiteli Falmer Stadı 2011 senesinden beri takıma ev sahipliği yapıyor, 1902’den 1997’e kadar evindeki maçlarını oynadığı Goldstone Stadı’nın yerinde ise şimdilerde bir alışveriş merkezi yer alıyor. Köklü tarihleri boyunca takımı 35 teknik direktör çalıştırırken, en başarılı oldukları zamanlar 1979-1983 seneleri arası. 1983 senesinde Federasyon Kupası finalinde Manchester United ile oynamışlar, berabere biten ilk maçtan sonra ikinci maçı kaybetmişler. Kaderin cilvesi o sene ülke futbolunun en üst ligine veda ederken, 90’lı senelerin sonunda amatör kümelerin eşiğine kadar gelmişler. Parasızlıkla boğuştukları, kulübün kapına kilit vurulmasına ramak kalmış 90’lı yılların sonunda imdatlarına kulübün sıkı taraftarı Dick Knight adındaki iş adamı yetişmiş ve kulübü satın almış. Düşmeler ve maddi sıkıntılarla geçen 90’lı yıllardan sonra, 2000–2001 sezonunda 3. Lig’de şampiyon olarak bir üst lige terfi etmişler. Sevdalıları adına ummak ve beklemekle geçen 13 sancılı seneden sonra gelen şampiyonluk ateşlemiş takımı, ertesi sezon 2. Ligi şampiyon olarak bitirirken Premier Lig’in bir altı Championship’e yükselmişler. Son dört sezonda üç kez play-off oynayan “Martılar” o maçlarda Premier Lig’e yükselme fırsatını kaçırıyor, umutla bir sonraki sezona kalıyordu. 2015-2016 sezonunun iki ayaklı play-off maçlarında Sheffield Wednesday’e 3-1 mağlup olmuştu. Takımın bu sezon evinde oynadığı maçlardaki taraftar ortalaması 27 bin 296, maç günleri 354 bin 850 futbolseveri ağırlamış o gıcır futbol mabedi…

Yeri gelmişken 58 yaşındaki teknik direktörleri Chris Hughton’a da selam çakmadan geçmeyelim. 1977’den 1990’a kadar Tottenham Hotspur’ün savunmasının değişmeziydi İrlanda Milli Takımı’nın 53 kez formasını giymiş sol beki. Futbolu bıraktıktan sonra Tottenham Hotspur, Newcastle United, Birmingham City, Norwich City’i çalıştırdı, 2014 senesinin Aralık ayından beri Brighton’un başında.

•••

O soğuk ama aydınlık Londra pazarında Championship’te lider Brigton, 13. sıradaki Brentford deplasmanında. Bilir misiniz, Brentford’un Griffin Park Stadı Ada futbolunda dört köşesinde pub olan yegane stad olarak yerini korur futbol aleminde. Brentford, Brighton’a karşı evinde oynadığı son sekiz maçın altısında kalesinde gol görmemiş. Lider Newcastle United’ı yakalama adına üç puan için sahaya çıkan “Martılar” 4-4-2 düzeninde başlıyor maça ama ilk 25 dakikada gelen sağlı sollu Brentford atakları karşısında bocalıyorlar. 15’te Jota, 22’de Harlee Dean’in golleriyle yenik duruma düştüklerinde sessizlik kaplıyor kale arkası deplasman tribününü. 57’de Vibe’ın penaltısını ayaklarıyla kurtaran Brighton kalecisi Stockdale geri dönüşün fitilini ateşlerken, 75’te March, 78’de Knockaert’ın golleri skoru eşitliyor. Hakemin 7 dakika uzattığı dramatik dakikalarda Brentford 94. dakikada oyuna sonradan giren Avustralyalısı Kerschbaumer’in ayağından bir kez daha öne geçiyor. Ama koruyamıyorlar galibiyeti, son saniyede Tomer Hemed’in kafa vuruşu Brighton’a beraberliği getiriyor. Maçtan sonra teknik direktörleri Chris Hughton, kalecisi Stockdale’in bu sezon üç penaltı kurtardığını hatırlatırken, taliplilerinin arttığını dile getiriyor. 20 Eylül 1985’de dünyaya gelmiş 1.91 boyundaki kaleci. 2012 Avrupa Şampiyonası elemelerinde İngiltere Milli Takımının eşiğine kadar gelmiş ama 2. kaleci olarak onun yerine Robert Green’i tercih etmişler. Her ne kadar Premier Lig tecrübesi olmasa da, izlenme oranı bizim Süper Lig’e fark atan Championship’in kalecisine bakmalarını öneririm bizim vasat ligde iyi kaleci arayan takımlarımıza…

Ziya Adnan
10 Şubat 2017

Premier Lig seyir defteri; zirveye bir bakış…

Premier Lig seyir defteri; zirveye bir bakış…

Uzaklardan…

Premier Lig’de 2016-2017 sezonunun yarıdan fazlasının tamamlandığı zamanlarda zirvede yer alan takımların hal ve gidişine bakalım bu hafta; çıkıştakileri, düşüştekileri, geride bıraktığımız ocak ayının yaramadıklarını ve birkaç satırda da olsa yıldızı parlayanları hatırlayalım…

Zirvede Conte’nin Chelsea’si, oynadığı 23 maçın 18’ini kazanmış, üstelik ligin en az gol yiyen takımı. Lig üçüncüsü Tottenham gibi üçlü savunmayla, 3-4-3 dizilişinde oynuyorlar. Cahill, Luiz ve Azpilicueta’nin önünde iki defansif orta saha Kante ve Matic ligin en fazla top çalan ikilisi. 1,94 boyundaki Matic duran toplarda savunmasına yardım ederken, takımın zayıf yanı hava toplarında zaman zaman sıkıntı yaşaması. Geçtiğimiz haftalarda Dele Alli’nin iki kafa golüne mani olamayıp sahadan yenik ayrıldıkları Tottenham maçı sonrası teknik direktörleri Conte’ye üçlü savunma düzeninde ısrar edip etmeyeceğini, rakibe göre önlem alıp almayacağını sormuştum. “Üçlü savunmayla kazandığımız onca maçtan sonra bu soruyu sormamıştınız, şimdi sormanızı manidar buluyorum!” demişti gülümseyerek. Ancak her diziliş gibi üçlü savunmanın da aksayan yanları vardı ve Alli o maçta bu gerçeği hatırlatmıştı. Takımın bu sezon topa sahip olma ortalaması yüzde 54,1 ama topu kaptıkları anlarda çok çabuk çıkıyorlar; ileri üçlüsünde yer alan Costa ve Hazard 24 gol ve 8 asistle oynuyor. O süratli ikilinin arkasındaki kanat oyuncuları Moses ve Alonso geniş alanlarda çok etkili. 1990 doğumlu Moses Nijerya’da dünyaya gözlerini açmış. Çok zor geçmiş çocukluk yılları, anne ve babasını cinayet sonucu kaybettikten sonra 11 yaşında İngiltere’ye evlatlık olarak gelmiş. 2012 senesinde Wigan Athletic’den Chelsea’ye transfer olmuş, sonraki üç sezonu Liverpool, Stoke City ve West Ham’da kiralık olarak geçirmiş. Bu sezon yıldızı parlayanlardan, haliyle Conte övgüyle bahsediyor öğrencisinden…

Madem günümüzün futbol modası üçlü savunmadan dem vurduk Kuzey Londra’nın dişli takımını da hatırlamadan geçmeyelim. Chelsea benzeri üçlü savunmayla oynayan Tottenham’ın en büyük artısı çok koşan ve ligin en genç 11’ine sahip olması. Yaş ortalaması 25,2 olan takımın en etkili oyuncuları kanat bekleri Rose ve Walker, ikisi de süratli, saldırgan ve güçlü. Hani derler ya, insan bu ikiliyi izlerken yoruluyor. Gol sayıları lider Chelsea’ye yakın olsa da, Alli ve Kane’nin yokluğunda rakip savunmanın arkasına sarkabilen oyuncu eksiklikleri, haliyle gol yollarında sıkıntı yaşadıkları aşikâr. Şampiyonluğu kovaladıkları 2015-2016 sezonunda gençlikleri ve tecrübesizliklerine yenik düşmüşler, son haftalarda kaybettikleri puanlarla ligi üçüncü sırada bitirmişlerdi. Teknik direktörleri Pochettino bu sezon takımının daha deneyimli olduğunu söylüyor, aynı hataları yapmayacaklarına inanıyor…

Ocak ayının yaramadığı takım Liverpool, evinde oynadığı son beş maçın üçünü kaybetti, bu yazının yazıldığı saatlerde ligde 4. sırada. Chelsea maçı öncesinde Jurgen Klopp takımın bu sezon ilk altıda yer alan rakipleri karşısında maç kaybetmediğini hatırlatarak, Chelsea’yi yendikleri takdirde yeni bir başlangıç umudunu dile getiriyordu. Ama olmadı, iyi mücadele ettikleri maçta Chelsea’den ancak bir puan alabildiler ve aradaki 10 puan farkı kapatamadılar.

Lig ikincisi Arsenal’de Alexis Sanchez 15 gol 7 asistle Costa’dan sonra ligin en golcü oyuncusu. Hafta içi 60.035 taraftarın önünde oynanan maçta Watford karşısında ilk 15 dakikada iki farkla geriye düştü, yüzde 70 topa sahip olduğu ilk yarıda sağda Gabriel, solda Monreal’in kanatları iyi kullanamamasının bedelini ödedi. Bellerin’i yedek kulübesine çekip, ofansif yanı ve sürati olmayan Gabriel’i savunmanın sağında oynatmanın mutlaka kendince bir gerekçesi vardır. Ama sanırım bir önceki maçta hat-trick yapmış Walcott’u ilk 11’de başlatmadığına pişmandır. İkinci yarıda Giroud’un yerine giren Walcott oyuna hareket getirdi ama 58’de Sanchez’in asistiyle gelen Iwobi’nin golü puan almaya yetmedi. Arsenal o maçta rakip kaleyi 19 kez kaleyi yokladı ancak Wenger’in basın toplantısında söylediği gibi takımı bu maça mental olarak iyi hazırlanmamıştı.

Şubat ayının ilk cumartesisinde Arsenal bu kez sezonun ilk yarısında üç golle geçtiği Chelsea karşısında. Cezası nedeniyle tribünde oturan Wenger’in takımı bu statta oynadığı son dört maçı kaybetmiş, kalesinde gördüğü 12 gole karşı sadece 1 gol bulabilmiş. Chelsea bu sezon evinde oynadığı 14 maçın 13’ünü kazanmış, tek mağlubiyeti Liverpool karşısında. Hull City’den (10) sonra kalesinde en fazla penaltı gören takım Arsenal (7), 4-2-3-1 dizilişinde başlıyor maça, gol umudu bu maçta da Sanchez. 41.490 taraftarın önünde 13. dakikada golü buluyor ev sahibi, Costa’nın direkten dönen kafa vuruşunu Bellerin’e yüklenerek tamamlayan Alonso. 53’de maçın adamı Hazard orta sahadan kaptığı topla Arsenal savunmasını adeta delerek takımının ikinci golünü kaydediyor. Wenger’in maç sonu basın toplantısında söylediği gibi, o gol Arsenal’in direncini düşürüyor. 85’de Fabregas farkı üçe çıkarırken, son saniyelerde Giroud’un teselli golü sonucu belirliyor. Futbolun değişmez gerçeğidir, iyi forvetler maç kazandırır, iyi savunmalar kupaları. Arsenal savunmasının bir maçta daha rakibe cömert davrandığı maçı Chelsea 3-1 kazanırken, rakibine 12 puan fark atıyor…

Ziya Adnan
7 Şubat 2017

Premier Lig seyir defteri: Oliver Giroud, her takıma lazım…

Premier Lig seyir defteri: Oliver Giroud, her takıma lazım…

Uzaklardan…

30 Eylül 1986’da Fransa’nın güneydoğusunda, 59.490 nüfuslu Chambéry şehrinde dünyaya gelmiş Fransız golcü. Doğduğu, çocukluk yıllarını geçirdiği şehre yakın Froges kasabasında merak salmış futbola, yerel takım Olympique Club de Froges’in miniklerinde geliştirmiş hünerlerini. 13’üne bastığı zamanlarda Grenoble kulübünün saflarına katılmış ve 21 yaşında ilk profesyonel sözleşmesini imzalamış. Mavi beyazlı takıma da selam çakalım bu vesileyle, kökleri 1892 senesine uzanan Alp dağlarının kıyısına kurulmuş o küçük şehrin takımı alt liglerde duyurmuş adını. 2011 senesinde maddi sıkıntılar sonucu iflas bayrağını çekerken amatör kümeye kadar düşmüş. Köklü tarihinde formasını giymişler arasında Sofiane Feghouli, Ibrahima Sonko, Gustavo Poyet bulunuyor…

Golcüye dönersek, takımının Fransa 5. kümesinde mücadele ettiği 2005-2006 sezonunda rezerve takımda yerini alırken, o sezon 15 maçta kaydettiği 15 golle parlamış. 27 Mart 2006’da ilk 11’de ilk maçına çıkarken, 2006-2007 sezonunda 22 numaralı formasıyla 18 maçta sahada yerini almış. 2007-2008 sezonunu alt liglerdeki İstres takımında kiralık olarak geçirdikten sonra 2008 senesinin Mayısında 2. Lig’de mücadele veren Tours ile sözleşme imzalamış. 2010 senesine kadar kaldığı takımda 44 maçta 22 golü bulunuyor. Takımdaki son sezonunda 2. Ligin en iyisi seçilirken, 2010 senesinin yazında 1. Lig takımlarından Montpellier oyuncuyu kadrosuna katmış. İlk sezonunda takımın en üretken oyuncusu, haliyle kulüp yönetimi sözleşmesini 2014 senesine kadar uzatmış. 2012 senesine gelindiğinde, artık adı yalnız Fransa futbolunda değil, Avrupa’da da bilinen bir gol ustasıymış…

Kulübün başkanı Louis Nicollin bir söyleşisinde, onu kulüpte tutmanın zor olacağını, ancak oyuncusuyla ilgilenen takımların en az 60 milyon Euro’yu gözden çıkarmaları gerektiğini anlatıyor. 2011-2012 sezonunu, Paris St Germain’in forveti Nene ile birlikte ligin en golcü futbolcusu olarak kapatmış. Montpellier takımındaki son sezonunda 4-5-1 dizilişinin hücum hattındaki tek forvet olarak yer alıyor, takımı o sezonu Paris St Germain’in önünde şampiyon olarak kapatıyordu. Bu portakal mavili takımın köklü tarihinde kazandığı ilk 1. Lig şampiyonluğuydu ve 1.92’lik forvetin bu şampiyonlukta payı büyüktü. Güçlü yanı, hava toplarındaki üstünlüğü ve 3. bölgede presi iyi uygulaması. 2015-2016 sezonunda Avrupa’nın beş büyük liginde en fazla hava topu kazanan oyuncu (yüzde 73), kritik maçlarda takımına kazandırdığı puanlar kayda değer. Geçen sezon Arsenal’in evinde Southampton’a karşı oynadığı maçta rakip kaleciye yaptığı müthiş pres sonucu topu kapmış ve ağlara yollamıştı. Montpeller’de son sezonunda takımı ligde 68 gol kaydederken 21’i ondan geliyor, o sezonu 9 asistle tamamlıyordu…

2012 senesinin Haziranında 12,4 milyon Sterlin karşılığında Arsenal’e transfer oldu Olivier Giroud ve 12 numaralı formayla ilk golünü Lig Kupası maçında Coventry City karşısında kaydetti. İlk sezonunu 47 maçta 17 gol ve 11 asistle tamamladı, tek forvet olarak sahaya çıktığı maçlarda zaman zaman eleştirilse de kaydettiği önemli gollerle takımını sırtladı. Bu sezon oyuna sonradan girdiği Manchester United deplasmanında son saniyelerde attığı müthiş kafa golüyle takımına beraberliği getirirken, West Brom karşısında yine son anlarda kaydettiği golle Arsenal üç puanı kapmıştı. Crystal Palace maçında ‘akrep vuruşuyla’ mükemmel golü sezonun golü olmaya adaydır sanırım. Tevekkeli değil vatandaşı Wenger “Fighter” (Savaşçı) olarak tanımlamış oyuncusunu. Geçmiş sezonlarda 30 yaşına gelmiş futbolcularına sözleşme konusunda cimri davranırken onunla 2,5 senelik sözleşme imzalaması bu takdirin bir göstergesi…

•••

Gençlerbirliği başkanı İlhan Cavcav’ı kaybettiğimiz 22 Ocak 2017 Pazar günü, Londra’da soğuk bir havada Giroud, Mesut ve Sanchez’li Arsenal lige tutunma mücadelesi veren Burnley karşısında. Premier Lig tarihinde sadece beş kez karşılaşmış iki takım, dört maçı Arsenal kazanmış, Burnley’nin sadece bir beraberliği var. Arsenal 4-2-3-1 düzeninde başlıyor maça. Giroud son 9 maçı boş geçmemiş, 11 golü var o maçlarda. Arsenal’ın yüzde 75 topa sahip olduğu, 14 kez kaleyi yokladığı ilk yarıda 18 kez topla buluşuyor 12 numara. Bu sezon forma giydiği 33 maçta 1.270 dakika sahada kalmış; 18 golü, 5 asisti var ve maç başına şut ortalaması 1,8.

Rakiplerin puan kaybettiği haftada, golsüz biten ilk yarıdan sonra kazaya uğramama düşüncesiyle ikinci yarıya daha istekli başlıyor Arsenal. 48’de ceza sahasına ortalanan topu Giroud indiriyor, Ramsey vurmakta gecikiyor. 59’da bekledikleri golü buluyorlar. Mesut’un kullandığı köşe vuruşunu kafayla ağlara gönderen Mustafi. 65’de Xhaka’nın kırmızısıyla 10 kişi kalıyor Arsenal. Üç sezonda dokuz kırmızı kart görmüş defansif orta saha. Ayakta kalmayı, rakibe dalmamayı öğrenmesi lazım. Son dakikalarda Giroud’un yerine Wellbeck oyunda. Uzatma dakikalarında önce Burnley penaltı kazanıyor, Gray kaçırmıyor. Wenger’in öfkesini saha kenarındaki dördüncü hakemden çıkardığı son saniyelerde bu kez Arsenal penaltı kazanıyor, Sanchez gole çeviriyor ve Arsenal 2-1 kazanıyor. Topa çok fazla sahip olmalarına rağmen Walcott’un yokluğunda kenarları iyi kullanamamaları, Sanchez’in dışında savunmanın arkasına sarkacak oyuncunun olmayışı ve Xhaka’nın gereksiz kırmızısı bu maçtaki eksileri. Maç sonu basın toplantısında öfkesini kontrol edemediğini dile getiriyor Wenger ve özür diliyor: “Çenemi tutup evin yolunu tutmalıydım” diyor her zamanki bilge haliyle. Giroud’ya gelince, bu maçta golü olmasa da takıma katkısı tartışılmaz. Ne diyelim, her takıma lazım…

Ziya Adnan
31 Ocak 2017

İlhan Cavcav’ın ardından…

İlhan Cavcav’ın ardından…

Uzaklardan…

2015 senesinin yazıydı…

O güneşli eylül sabahında Necdet abi (Özkazancı) ile birlikte kendisini Sincan Organize Sanayi Bölgesi’ndeki un fabrikasında ziyaret etmiştik. İçtenlikle karşılamıştı bizi. Uzun boylu, yapılı cüssesiyle eski Türk filmlerindeki babacan adamları hatırlatıyordu. Ofisinin duvarlarındaki siyah beyaz takım fotoğrafları sizi eskiye götürüyor, geçen zamanı düşündürüyordu. Gençlerbirlikli olduğumuzu duyunca gözlerinin içi gülmüştü. Babam aklıma gelmişti, keşke hayatta olsaydı, o da bu sohbete katılsaydı diye düşünmüştüm. Gençlik yıllarımda anlatırdı, 19 Mayıs Stadı’nın toprak dış sahalarında amatör küme maçlarını izlerken karşılaşırlar, ayaküstü sohbet ederlermiş mutlaka futbola dair. “Adam futbol aşığı” derdi, sanki kendisi değilmiş gibi! Annem anlatırdı, maçların cumartesi ve pazar günleri oynandığı zamanlarda, soğuk, yağmur dinlemez stat yollarına düşermiş babam; ikinci eviymiş o eski futbol mabedi. Velhasıl o neslin adamları futbola ve şehrine fena âşık olurdu, maç dedin mi akan sular dururdu bu adamlarda…

1935 senesinde Ankara’nın Hamamönü semtinde dünyaya gelmiş. Fırıncıymış babası, iki kez evlenmiş, ilkinden sekiz, ikinciden dokuz, 17 çocuk. Rumeli’den gelmişler. Önce Yozgat’a, sonra Konya’ya, sonra Adana’ya ve en sonunda Ankara’ya yerleşmişler. Maliye ile yaşadıkları sıkıntının sonunda fırın elden gidince Mamak’a taşınmışlar. Bir su değirmeninde köylülerin getirdikleri buğdayları öğütüp un yaparlarmış. Çocukluğu Mamak’ta sokak aralarında top koşturarak geçmiş. İlk takımı günümüzde Gençlerbirliği kulübünün futbol okulunda siyah beyaz takım fotoğrafı olan Maskespor. 50’li senelerde PTT’ye transfer olmuş. Ah PTT, yeni futbol nesillerinin hiç bilmedikleri sarı siyah takımım! Sonra Ankaragücü ve Fenerbahçe’den teklif almış ama babası izin vermeyince olmamış…

Dalıp gidiyor o yılları anlatırken, Tayyar amcasını anlatıyor hikâyenin bir yerinde. Amca dediğine bakmayın, sadece üç yaş büyümüş kendisinden. O çalışıp para kazanırken amcası okuyormuş. Yaşıtları arasında sadece onun kramponları varmış. Takımı da amcası yaptığı için bir maçta sağ kramponunu ona vermek zorunda kalmış! Sağ ayağında normal ayakkabı, sol ayağında kramponla oynadığını anlatmıştı gülerek… Sonra hüzünlenmişti, galiba aramızda olmayan Tayyar amcası ve geçmişte Hacettepe’de kalecilik yapan kardeşi gelmişti aklına…

Amatörden 1. Lig’e
Sonra Gençlerbirliği macerasının nasıl başladığını anlatmıştı… 1970’li yıllar… Gençlerbirliği’ne üye olmadan önce, MKE’de avukat olan Yurdakul adlı bir arkadaşı Ankaragücü yönetimine almak istemiş. Ama o yıllarda Ankaragücü’nün başkanlığını kendi tabiriyle başka bir değirmenci Sabri Mermutlu’nun yaptığı ve yine kendi tabiriyle aynı yerde iki horoz olmayacağı için Gençlerbirliği yönetimine girmiş. O yıllarda Gençlerbirliği 2. Lig’de kötü zamanlar geçiriyormuş ve o yönetime girdikten iki ay sonra amatör kümeye düşmüş. Başkan Yahya Demirel kulüple ilgilenmeyince onu başkan seçmişler. Yönetim olarak ilk toplantılarını Maltepe Koç Yurdu binasındaki mekânda yaptıklarını hatırlıyordu. Ona göre, o bina olmasa bugün Gençlerbirliği olmazdı.

O yıllarda futbolun farklı koşullarda oynandığını, günümüzdeki gibi yayıncı kuruluşların, sponsorların olmadığını, paranın başkan ve özverili y17öneticilerden geldiğini söylemişti. Gençlerbirliği’ni önce 2. Lig’e, 1982-1983 sezonunda takımın başına Kadri Aytaç’ı getirerek 1. Lig’e çıkardıklarını anlatmıştı. Eskileri yâd ederken, sözü Moshoeu, Kona, Khuse üçlüsüne getirmiştik. 1993 senesinde bir menajer arkadaşının önerdiği futbolcuları izlemek için Afrika’ya gittiklerini, ancak önerilenleri değil, o üçlüyü beğendiğini Kone ve Kushe’yi 100’er bin dolara, Moshoeu’yu 200 bin dolara transfer ettiğini anlatmıştı. Yakın geçmişte o efsane üçlüden Moshoeu’nun aramızdan ayrıldığını hatırlattığımızda, ölümüne çok üzüldüğünü, futbolcunun kendisine ‘baba’ dediğini dile getirmişti.

Mosheu, Kona, Khuse ve Geremi…

Mesele yabancı oyuncu transferi olur da, bir avuç dolar karşılığında aldığı Geremi’yi 5 milyon dolara Real Madrid’e satması unutulmazdı elbet. Toshack Beşiktaş’ın başındayken futbolcuyu istemiş ama para konusunda anlaşamayınca transfer yatmış. Sonra Toshack Real Madrid’in yolunu tuttu ve bu transfer sonunda gerçekleşti. “Aslında bugün gördüğünüz Gençlerbirliği tesislerinin üzerine, Mosheu, Kona, Khuse ve Geremi yazmak gerek” demişti ve devam etmişti: “Zira biz bu tesisleri onlardan kazandığımız paralarla yaptık…”

Günümüz futbolunun ülke hallerine dair hayıflanmaları vardı. Altyapılara gereken önemin verilmediğini, tabanı olmayanın tavanı olmayacağını, kulüplerin alt yapılarından futbolcu çıkarılmasının şart koşulması, teşvik edilmesi gerektiğine inanıyordu. Ülke futbolunun bu düzeninde Anadolu’dan şampiyon çıkmasının mümkün olmayacağını, Passolig ve e-bilet uygulamasının kulüpleri zor durumda bıraktığını, kaldırılması gerektiğini söylüyordu. Deplasmanlara gidip gitmediğini sorduğumuzda gülümseyerek, “Gidiyorum tabii” demişti…

•••

Ocak ayının ortalarında, soğuk bir Ankara gününde 81 yaşında aramızdan ayrıldı İlhan Cavcav, Cumhuriyetle yaşıt köklü bir kulübü yok
olmaktan kurtarmış, şehrini hep tribünden sevmiş Gençlerbirliği sevdalısı, en koyu Al-Kara. Bazı adamlar vardır, baktıkça size eskiyi hatırlatır, niyeyse bakarken insanın gözleri dolar, onca yaşamışlığın izlerini görürsünüz gözlerinde, en çocuksu gülüşünde bile eskiyi, eskileri hatırlatan bir hüzün vardır. En güzel futbol hikâyelerini onlar anlatır, dinlerken sizi geçmişe götürür, artık hiç olmayacakları hatırlarsınız, içiniz sızlar. İşte öyle bir adamdı İlhan Cavcav, futbola dair bir film çekecek olsanız en efkârlı başrol ona yakışırdı. En son gördüğümde Cebeci Stadında oynanan bir Hacettepe maçındaydı. Ankara yine sıcaktı. Yorgun görünmesine rağmen tribünde yerini almış, mor beyaz takımını kim bilir kaçıncı kez izliyordu. O neslin adamları futbola ve şehrine fena âşık olurdu, maç dedin mi akan sular dururdu bu adamlarda…

Ziya Adnan
27 Ocak 2017

Championship’te bir gün: Batı Londra derbisinde…

Championship’te bir gün: Batı Londra derbisinde…

Uzaklardan…

Shepherd’s Bush, Londra’nın batısında, Hammersmith ve Fulham belediyesine bağlı bir mahalledir ve o mahallenin kuzeyinde yer alır 18.439 kapasiteli Loftus Road, Queens Park Rangers’ın (QPR) futbol mabedi… 1882 senesinde kurulmuşlar, günümüze kalan gelen sürede 16 farklı stat ev sahipliği yapmış mavi-beyazlılara. 1963 senesinden beri maçlarını Loftus Road Stadında oynuyorlar. 2018’de Old Oak Common semtinde yer alan 40 bin kapasiteli yeni mabetlerine taşınacaklar. Tarihlerinde kazandıkları tek kupa 1967 senesindeki “Lig Kupası”. Kupa uğurlu gelmiş ve o sezon 1. Lig’e de çıkmayı başarmışlar. Asansör takımların izlerini taşıyan yıllarda, en başarılı oldukları zamanlar 70’ler. 1976 senesinde eski Chelsea’li Dave Sexton’un teknik direktörlüğünde şampiyonluğu kıl payı kaçırmışlar. O yıllarda takımın yedi topçusu İngiltere Milli Takımı’nın formasını giyiyormuş. Düşmeler ve çıkmalarla geçen 80 ve 90’lı yıllardan sonra, 2000’li senelerin başında 3. Lige kadar düşmüşler. 2003–2004 sezonunda Championship’e dönmüşler, 2011-2012 sezonunda Premier Lig’de boy göstermişler ama uzun sürmemiş saadetleri, iki sezon sonra yeniden Championship’e dönmüşler. Formalarını giyenler arasında Trevor Sinclair, Gerry Francis, Ray Wilkins, Rodney Marsh ve bizim topraklarda da iz bırakmış Les Ferdinand var. 2001 senesinde kulübün iki sıkı taraftarı Winston kardeşler kendi paralarıyla Danny Shittu ve Doudou’yu transfer ederken, ilk sezonlarında futbolcuların maaşlarını da ödemişler. Ne diyelim, futbol tanrıları her kulübe böylesine özverili taraftarlar ihsan eylesin…

Yeri gelmişken 2004 senesinde, taraftarları arasında yapılmış ankette kulüp tarihinin en iyi futbolcusu seçilmiş olan Stan Bowles’u da hatırlamadan geçmeyelim. 1975 senesinin Nisan ayında futbolu bıraktığını açıkladığında bulvar gazetelerinden biri 500 Sterlin ödemiş hikâyesine. Kendisini alkolik, kumarbaz, kadın avcısı olarak anlatıyor 1996 senesinde yayınlanmış biyografisinde. Ama çok uzun sürmemiş futboldan ayrılığı, iki gün sonra yeniden dönmüş yeşil sahalara. 1972–1979 arasında 315 maçta 87 golü var mavili takımın formasıyla…

Batı Londra takımı olmaları münasebetiyle, ezeli rakipleri komşu takımlar Chelsea, Fulham ve Brentford. En önemli rakip Chelsea olsa da, maddi açıdan çok geride kaldıkları için Fulham ile olan rekabetleri daha ateşli. Kaderin cilvesi Premier Lig’in perdelerini açtığı 1992-1993 sezonundan beri sadece iki sezonda Fulham ile aynı kümede yer almışlar. İkisinin de Premier Lig’de yer aldığı 2011–2012 sezonunda, Fulham ezici üstünlük sağlamış rakibine, o senenin Ekim ayında oynanan maçı yarım düzineyle kazanmış siyah beyazlı takım, o zamanların önemli golcüsü Andy Johnson iki maçta da hat-trick yaparken devre arasında oyundan alınan QPR forveti Adel Taarabt maçın bitmesini beklemeden otobüsle evin yolunu tutmuş. 2013–2014 sezonunda QPR’dan Fulham’a kiralanmış Faslı kanat oyuncusu…

Fulham taraftarları arasında çok yaygın şakaya göre QPR’ın açılımı “Quite Possibly Relagated” (Oldukça büyük olasılıkla küme düşeceksiniz). Fulham’ın satışa çıktığı zamanlarda ise QPR taraftarları arasında şöyle bir espri yaygınmış: “Polis maç esnasında Craven Cottage’de sahaya atılan paranın yabancı bir cisim mi, yoksa kulübü satın alma girişimi mi olduğunu araştırıyor!”

• • •

Bu yazının yazıldığı saatlerde Championship’te Fulham 8. ve bir maç fazlasıyla QPR 17. sırada. QPR evinde rakibine karşı oynadığı son dört maçın üçünü kaybetmiş, Fulham QPR’a karşı oynadığı son dokuz maçın yedisini kazanmış. Ev sahibi QPR, Championship’te ilk yarıda en az gol atan takım, bu sezon maçların ilk yarınlarında sadece 8 gol bulabilmişler. QPR’ın iki savunmacısı Jack Robinson ve Steven Caulker sakatlıkları nedeniyle bu maçta yer almıyor.

Aydınlık ama buza kesmiş bir Londra cumartesisinde 17.025 taraftarın önünde 4-4-2 dizilişindeki QPR istekli başlıyor maça. Kırmızılı Fulham oyunu kendi sahasında kabul ediyor ilk dakikalarda. 6. dakikada Fulham’ın sağ kanat oyuncusu Aluko’nun ceza sahasında düşürülmesiyle kazanılan penaltıyı gole çeviremiyor Martin, kaleci Smithies kornere çeliyor topu. Kaçan penaltıya hayıflanıyor deplasman tribünü. Bundan sonra Fulham, 10 numaralı oyun kurucusu Tom Cairney ile orta sahada oyuna ağırlığını koymaya başlıyor ama –beklemediği anda– golü bulan QPR oluyor. 25’de Fulham savunmasının kısa düşen geri pasını gole çeviriyor Manning. Fulham ilk yarıda topa daha çok sahip olmasına rağmen (yüzde 76) rakibin uzun topları karşısında bocalıyor. Misafir takım daha iyi görünmesine rağmen, kanatları iyi kullanamamasının sıkıntısını yaşıyor ilk yarıda.

İkinci yarıya beşli savunma düzeninde, savunmasını kalesine yakın tutarak galibiyeti korumak için başlıyor QPR. Ancak Fulham dakikalar ilerledikçe geniş alanları daha iyi kullanıyor ve 76’da beraberlik golünü buluyor; savunmanın uzaklaştıramadığı topu ağlara gönderen golcü Martin. Golden sonra QPR evinde oynadığını hatırlamış olacak ki daha çok adamla hücuma çıkmaya başlıyor. Oyuna sonradan giren 9 numaralı Washington topla buluştuğu ve yüzünü kaleye döndüğü dakikalarda tehlikeli olsa da maçta başka gol olmuyor. Puanların paylaşıldığı ve 8 sarı kartın gösterildiği ateşli Londra derbisinin maç sonu basın toplantısında QPR’ın yeni teknik direktörü Ian Holloway takımının oyunundan memnun olduğunu, penaltı kararına inanamadığını, zamana ihtiyaçları olduğunu söylüyor…

Ziya Adnan
24 Ocak 2017

Graham Taylor, 80’lerin hatırlattıkları…

Graham Taylor, 80’lerin hatırlattıkları…

Uzaklardan…

15 Eylül 1944 günü Nottingham’ın günümüzde 45 bin nüfusa sahip Worksop kasabasında dünyaya gelmiş futbol sevdalısı. 1947 senesinde, bir zamanlar adını çelik üretimi ile duyurmuş Scunthorpe kasabasına taşınmış ailesi ile birlikte. Spor gazetecisi olan babası o yıllarda bölgenin yerel gazetesi Scunthorpe Evening Telegraph’ta çalışır; kökleri 1899 senesine uzanan, günümüzde League One’da (3. Lig) mücadele eden Scunthorpe United’ın maçlarını kaleme alırmış. Babanın futbol aşkı çocuğuna da geçmiş haliyle, maç günleri babası ile birlikte “Old Show” Stadının tribünlerinde yerini alır, bordo-mavi takımlarını alkışlarlarmış. 1958 senesinde 2. Lige terfi eden takım 1964’e kadar bu ligde top koşturmuş…

Henüz çocuk yaşlarda katıldığı Scunthorpe United’ın miniklerinde hünerlerini geliştirdikten sonra, 1962 senesinde ilk profesyonel takımı Grimbsy Town’a transfer olmuş. İlk maçına 1963 senesinin Eylül ayında Newcastle United karşısında çıkarken, 1968 senesine kadar kaldığı takımda 189 maçta forma giymiş. Sağlam bir savunma oyuncusu olduğu, görev adamı olarak çalışkanlığı ile nam saldığı anlatılır. 1968-1972 arasında top koşturduğu Lincoln City’de geçirdiği sakatlık nedeniyle 27 yaşında futbolu bırakmak zorunda kalmış. Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük kurslarına devam etmiş, 28 yaşında, o yılların en genç teknik direktörü olarak takımın başına getirilirken, 1975-1976 sezonunda takımıyla Division 4 şampiyonluğu yaşamış. Alt liglerdeki başarısı futbol âleminde dikkati çekmiş ve 1977 senesinin Haziran ayında 4. ligde mücadele eden Watford Town’un yeni başkanı Elton John onu takımın başına getirmiş. O dönem 1. Lig takımlarından West Bromwich Albion’un da ona teklif götürdüğü, ancak eski arkadaşı ve o dönemin bilindik futbol adamı Don Revie’nin tavsiyesiyle Hertfordshire takımını tercih ettiği biliniyor.

Sarı kırmızılı takımdaki ilk sezonunda 3. Lige terfi ederken, en alt ligde aldığı takımı beş sezonda 1.lig’e çıkacak, 1982–1983 sezonunda 1. Ligi Liverpool’un ardından 2. sırada tamamlayacaktı. 1984 senesinde Federasyon Kupasında final oynayan Watford o yılların başat takımlarındandı ve o dönem takımda yer alan öğrencileri John Barnes, Luther Blissett, Kenny Jackett, Steve Sherwood, Nigel Callaghan ve Mo Johnston ilerleyen zamanlarda Ada futbolunda yıldızlaşacaktı… 1987 senesinin yaz aylarına o sezon küme düşme şokunu yaşayan Aston Villa’nın başına getirildi. Villa beş sezon öncesinde Avrupa Kupasını kaldırmış, 1980-1981 sezonunda ülkenin en üst liginde şampiyonluk yaşamış olan ama şimdi hayal kırıklığı yaşayan taraftarları kısa sürede umutlandıracak, ilk sezonunda takımı yeniden 1. Lige döndürecekti.

1990 senesinde İngiltere Milli Takımı Dünya Kupasından elenmiş, teknik direktör Bobby Robson takımdan ayrılmıştı. Milli takım için teknik direktör adaylarının arandığı zamanlarda, Ada basını onun milli takımın başına geçmesi için yeterli başarısı olmadığını, alt liglerde yaşadığı şampiyonlukların milli takım için ölçü olmadığını yazıyordu. 1990-1993 arasında çalıştırdığı milli takımda sadece bir yenilgi aldığını (1991 senesinde Wembley’de Almanya karşısında) hatırlatalım. Bizim ay-yıldızlı milli takımın da yer aldığı grup maçları sonunda şampiyonaya gitme hakkı kazanan İngiltere 1992 Avrupa Şampiyonasında elenecek, İsveç karşısında son maçta Lineker’ı 60. dakikada oyundan aldığı için yerden yere vurulan teknik direktör hezimetin baş sorumlusu ilan edilecekti. Ülkenin en çok satan bulvar gazetesi ‘The Sun’ın ertesi günkü baskısında “İsveç 2 – Şalgamlar 1” (Turşular) başlığı yer alıyordu. İngiltere 1994 Dünya Kupasına gitme hakkını kazanamayınca istifa edecek, o tarihi basın toplantısında, kupaya katılma fırsatını kaçırmış eski bir milli takım teknik direktörü olarak kendini ölü bir politikacıya benzetecekti.

Milli takım hüsranı sonrası Wolverhampton Wanderers, Watford ve Aston Villa’yı çalıştırdı. 2003 senesinde Aston Villa başkanı Doug Ellis ile yaşadığı anlaşmazlık sonrasında takımı bıraktı ve bir daha başka takım çalıştırmadı. Ocak ayının ortalarına yaklaşırken, geçirdiği kalp krizi nedeniyle 72 yaşında aramızdan ayrıldı Graham Taylor, 80’li yıllara yetişmiş olanların ve bilhassa Watford ile Aston Villa taraftarının asla unutmayacağı futbol adamı. Onun ölüm haberini alan eski öğrencisi, o zamanların golcüsü Luther Blissett, “Başardığım her şeyi ona borçluydum, futbola dair anılarımın artık hiçbir önemi kalmadı” demiş. Sir Alex Ferguson, “Eski bir dostu kaybetmiş olmanın üzüntüsünü yaşadığını, en zor zamanlarında onu hep yanında bulduğunu” dile getirmiş.

Son sözü artık aramızda olmayan futbol sevdalısına bırakalım: “Futboldan tamamen koptuktan sonra gördüğüm, futbolun içinde olanların büyük bölümü o güzel oyunu sevdikleri için değil, para kokusunu aldıkları için oradalar.”

Graham Taylor: 15 Eylül 1944 – 12 Ocak 2017…

Ziya Adnan
21 Ocak 2017

Dele Alli: Geleceği Parlak…

Dele Alli: Geleceği Parlak…

Uzaklardan…

Milton Keynes… Başkent Londra’nın 72 kilometre kuzeybatısında Buckinghamshire bölgesinde yer alan 230 bin nüfuslu kendi halinde bir kasaba… Kasabanın futbolla anılmasını sağlayan, baş harflerini kasabasından almış takımı MK Dons… Yeri gelmişken hatırlatalım hikâyelerini. Takımın atası Wimbledon FC’yi yeni futbol nesilleri bilmez ama 80’li senelerde büyüklerin belalısıydı sarı lacivertliler, 1977 senesinde profesyonel liglere giriş yapmışlar dört sezonda dört küme atlayarak Ada futbolunun en üst ligine tırmanmışlardı. Ancak onlar da zaman içinde düşüşe geçti ve 2000 senesinin Mayıs ayında Premier Lig’e veda etti. 2004 senesinde kulüp yönetimi 100 kilometre ötede yer alan Milton Keynes kasabasına taşınacaklarını, kulübün yeni adının “MK Dons” olacağını duyurdu futbolseverlere.

İşte o kasabada, 11 Nisan 1996’da dünyaya gözlerini açmış Dele Alli, Premier Lig’in bu sezon yıldızı parlayan ofansif orta saha oyuncusu. Çocuklukları zorluklarla geçen niceleri gibi, o da zor zamanlardan geçmiş ilk yıllarında. Nijeryalı babası Kenny onun dünyaya gelişinin hemen sonrasında Amerika’ya göç etmiş. Dört farklı ilişkiden dört çocuk sahibi alkolik bir annenin elinde, okul sıraları yerine neredeyse tüm zamanlarını parkta top oynayarak geçirdiği zamanlar o yıllara dair hatırladıkları. 13 yaşında kasabadaki bir aileye evlatlık verilmiş. Futbol delisi çocuğun o yıllardaki kahramanları Steven Gerrard, Jason Puncheon ve Yaya Toure. 11 yaşında katıldığı MK Dons’un miniklerinde en göze batan oyunculardanmış. Beş sezon sonra, 16 yaşına bastığı zamanlarda, 2012-2013 sezonunda ‘A’ takıma yükselmiş. O yıllardaki hocası şöyle anlatıyor oyuncusunu:

“Bir antrenmanda kornerleri çalışıyorduk. Henüz 16 yaşına basmış ve takıma yeni katılmış çocuktan ön direğe koşu yapmasını ve kafayla topu arka direğe aşırmasını istedim. Ancak köşe atışında top kafa hizasında değil, bel hizasında gelince şık bir topuk vuruşuyla topu ağlara gönderdi. Hepimiz o enfes golü alkışlarken, o yüzünde hınzır bir gülümsemeyle ağzındaki sakızı dizine düşürüp dizlerinde ve ayaklarında bir kaç kez saydırdıktan sonra sert bir voleyle havalandırıp ağzıyla yakaladı!”

“Delstroyer” (destroyer, yok edici) lakabıyla bilinirmiş takım arkadaşları arasında. Yetenek büyük olunca büyüklerin de ilgisi o derece büyüyor haliyle. 2015 senesinin Şubatında Tottenham beş milyon Sterlin ödeyerek beş senelik sözleşmeyle saflarına katmış genç oyuncuyu. 2014-2015 sezonunun geri kalanını eski takımında kiralık olarak geçirmiş. Tottenham’daki ilk sezonunda sezonun en iyi genç yeteneği seçilmesi, 2016 ayının Ocak ayında dünya futbolunun en iyi elli ‘U20’ oyuncusu arasında gösterilmesi genç yaşında yakaladığı başarıların göstergesi. Ayrıca İngiltere Milli Takımının U17’den itibaren tüm yaş gruplarında forma giymiş olması, A takımla Euro 2016’da yer alması da tarihe düşen notlar…

Bu sezon 34 maçta 2.283 dakika forma giyen 1.88 boyundaki orta saha oyuncusunun 11 golü ve 2 asisti bulunuyor. Maç başına şut ortalaması 2,8… Geçen haftalarda Tottenham’ın 2-0 kazandığı Chelsea maçının golleri onun kafasından gelirken fırsatçılığını konuşturuyor, maçtan sonra teknik direktörü Pochettino onu son yıllarda İngiltere’nin yetiştirdiği en önemli oyuncu olarak tanımlıyordu. Bu sezon Southampton, Watford ve Chelsea karşısında ikişer gol kaydederken onun gol attığı lig maçlarında takımı hiç kaybetmemiş. 2015-2016 sezonunun başından beri Premier Lig’de en fazla gol atan orta saha oyuncusu (20 gol) olurken, Avrupa’nın beş büyük liginde 23 yaş altı hiçbir futbolcu onun kadar çok gol kaydetmemiş. Ada futbolunun son 20 senede çıkardığı orta saha yıldızları Scholes 74, Beckham 90, Lampard 140 ve Gerrard 169 maçta 20 gole erişirken, o bu sayıyı 52 maçta yakalamış.

•••

Ocak ayının ortalarına yaklaşırken, insanın içini titreten soğukta Dele’li Tottenham 31.613 taraftarının önünde ligin sert takımı West Bromwich Albion karşısında. İki takım arasındaki son yedi maçın beşinde puanlar paylaşılmış. Son dört maçında yedi golü bulunan 20 numara, hücum üçlüsünün solunda başlıyor maça. Topa sahip olan, oyunu rakip alana yıkan ev sahibi beklenen golü 11. dakikada buluyor. Eriksen’in ceza sahasına bıraktığı ara topunu ağlara gönderen Kane. Bu sezon 13. golü 10 numaranın. Üçlü savunmanın önünde Dembele ve Wanyama, West Brom’un tehlikeli hücumcusu Phillips’e göz açtırmıyor. 26’de Eriksen ceza sahası dışından vuruyor, savunmaya çarpan top kaleci Foster’ı çaresiz bırakıyor, 2-0. Tottenham’ın topa yüzde 77 sahip olduğu, 10 kez kaleyi yokladığı, Dele’nin rakip sahada ataklara yön verdiği ilk yarı 2-0 kapanıyor.

Tony Pullis’in ilk yarıda varlık gösteremeyen takımı 2. yarının başında daha çok rakip alanda. 50. dakikada Dele’nin iki savunma oyuncusunun arasından topla çıkışı görülmeye değer. Misafir takım, rakibin 3. bölgede yaptığı pres karşısında “B” planı olmayışının sıkıntısını yaşıyor. Rakip sahada top tutacak oyuncularının olmaması, rakip alanda top kazanamamaları ve hücumda çoğalamamaları maçtaki eksileri. Tottenham tempoyu yükselttiği anlarda silindir misali. Nitekim 76’da Walker’ın ortaladığı topu şık bir vuruşla gol yapıyor Kane, o dakikaya kadar kaleyi dokuz kez yoklamış Tottenham’ın golcüsü. 82’de Kane’nin 3. golünü “Hary Kane he is one of our own” (alt yapıdan yetişmiş olduğunu hatırlatarak) tezahüratı ile hatırlatıyor tribünler. Golün asistini yapan Dele’nin özgüveni, o gol pasının şıklığı bir yükselişin hikâyesini anlatıyor. Velhasıl Tottenham zorlanmadığı maçı 4-0 kazanırken, genç topçuları Dele ve Kane ayakta alkışlanıyor…

Ziya Adnan
17 Ocak 2017

Aston Villa: Döner mi bilinmez!

Aston Villa: Döner mi bilinmez!

Uzaklardan…

2015/2016 sezonunun sonunda oynadığı 38 maçta sadece üç galibiyet alarak 17 puanla lig sonuncusu olarak küme düşmüştü Aston Villa, nam-I diğer “The Villa” ya da “Villians”. Tüm zamanların Premier Lig puan cetvelinde Everton’un arkasından 7. sırada, Ada futbolunun en fazla kupa kazanan 5. takımı. 80’li yıllarda sadece Ada futbolunda değil, Avrupa arenalarında da esip kükremiş. 1980-1981 sezonunda kazandığı Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasıyla (günümüzdeki adıyla Şampiyonlar Ligi) o görkemli kupayı kazanan beş İngiliz takımından biri. Yedi sezonda ülke futbolunun en üst liginde şampiyonluk kupasını kaldırmış. Ülke futbolunun en üst liginde 100 sezon mücadele etmiş, 107 senelik Everton’dan sonra en kıdemli 2. takım. Bıraktıkları yere ne zaman dönerler bilinmez ama ocak ayında Premier Lig takımlarının katılımıyla öne çıkan Federasyon Kupası vesilesiyle, ülkenin en kalabalık 2. şehrinin bordo mavili takımının hal ve gidişine bir bakış…

2014 senesinin yazıydı… Kulübün Amerikalı başkanı Randy Lerner 200 milyon Sterlin getiren kulübü satacağını, futboldan yorulduğunu söylüyordu. Oysa 2006 senesinde kulübü satın aldığında umutlanmıştı takım taraftarları, NFL’de Cleveland Cowboyws takımıyla harikalar yaratmış futbol sevdalısı milyarder bir başkan parasal sorunlara derman olacak, kulübü eski şaşaalı günlerine döndürecekti. Ama olmadı, düştüğü zamanlarda, 2016 senesinin Mayısında 76 milyon Sterlin karşılığında 40 yaşındaki Çinli iş adamı Tony Xia’nın sahibi olduğu Recon Sports Limited tarafından satın alındı, o senenin ekim ayında takımın teknik direktörlüğüne Hull City’den ayrılan Steve Bruce getirildi. Kulüp, 2000 senesinden o güne kadar 11 teknik direktör değiştirmiş ama başarıyı yakalayamamıştı. Manchester United’ın eski kaptanının takımın başında sahaya çıktığı 2. maçta Villa deplasmanda Reading’i 2-1 ile geçiyor, takım 11 maçtan sonra ilk galibiyetini alıyordu. Bu, bordo mavililerin 14 ay sonra aldığı ilk deplasman galibiyeti idi…

Bu arada Championship deyip geçmeyin, bir zamanlar Premier Lig’in tozunu attırmış, sonraları kötü yönetimler yüzünden iş bilmez ellerde düşüşe geçmiş Newcastle United, Leeds United, Nottingham Forest, Fulham, Sheffield Wednesday, Derby County, Wolverhampton Wanderers gibi nice köklü takımın eskiye dönmek için mücadele verdiği sert bir ligdir Championship. 2014-2015 sezonunda 17.857 taraftar ortalamasıyla Bundesliga’nın önünde dünya futbolunun en fazla izlenen 2. ligi olduğunu hatırlatalım. Bu yazının yazıldığı zamanlarda, 24 takımlı ligin tam ortasında 12. sırada olan Aston Villa, 25 maçta 8 galibiyet, 6 mağlubiyet almış. Düştüğü 2015-2016 sezonunda 33.690 taraftar ortalamasıyla oynamış. Maçlarını oynadığı 42.682 kapasiteli Villa Park Stadı 1897 senesinden beri takıma ev sahipliği yapıyor. Yeri gelmişken, tarihin en kötü transferlerinden Basko Balaban’ı da atlamayalım. Hırvat golcü (!) 2001 senesinde Dinamo Zagreb’den o zamanın yabana atılmayacak transfer ücreti 5,8 milyon Sterlin karşılığında transfer edilmiş, üç sezonda sadece iki maçta forma giymiş, gol atamadan gönderilmişti.

•••

Aston Villa, Federasyon Kupası 4. tur maçında, deplasmanda Premier Lig’in dişili takımlarından Tottenham Hotspur karşısında. Ev sahibi takım, 1992 senesinden beri kupanın 3. turunda kendi evinde kaybetmemiş, o sene elendiği takım Aston Villa. Maçın tek golü Dwight Yorke’dan gelmiş. Ama şimdilerde eskiye ağıt yakıyor Villa, son 34 deplasman maçının sadece ikisini kazanabilmiş. Championship’in deplasmanda en az golü olan takımı aynı zamanda, 13 deplasmanda sadece 7 gol bulabilmiş. Kupanın romantizmi zaman içinde az da olsa önemini yitirmiş, malum öncelik lig maçlarında. O yüzden düzenli 11’inden 9 eksikle sahada Pochettino’nun Tottenham’ı. Villa’nın 25 numaralı orta sahası tanıdık bir isim, yakın geçmişte bizim Gençlerbirliği formasını da giymiş Mile Jedinak. 4-2-3-1 düzeninde başlıyor Villa maça, gol umutları 11 numaralı Agbonlahor. İlk yarıda oyunu domine eden sahayı iyi parselleyen ve topa yüzde 72 oranında sahip olan Tottenham ama Kane’nin yokluğunda hücumda etkili olamıyor. İzleyene pek keyif vermeyen, Villa’nın sadece bir kez rakip kaleyi yokladığı ilk yarı golsüz kapanıyor.

İkinci yarıda, 31.182 taraftarın önünde Tottenham yine golü arayan takım görünümünde. Pochettino, takımının gol yollarındaki kısırlığına dayanamamış olacak ki 60’da sezonun formda ismi Dele Alli’yi alıyor oyuna. Ve onun oyuna girişinden 10 dakika sonra 70’de golü buluyor Tottenham; ceza sahasına ortalanan topa kafayı vuran Ben Davies. Gol, direncini kırıyor Villa’nın, 80’de Son’un ayağından ikinci golü görüyor kalesinde. Tottenham’ın baskısına karşı topa sahip olup oyuna kanatlara taşımayı, sahayı genişletmeyi beceremiyor Villa, iki takım arasındaki kalite farkı çok belirgin bu yarıda. Maç sonu basın toplantısında takımın geleceğini nasıl gördüğünü sorduğum Steve Bruce, “2015’in Şubatından beri takımın dört teknik direktör değiştirdiğini, zamana ihtiyaç olduğunu” söylüyor tüm içtenliğiyle. Premier Lig’e bu sezon yükselmeleri zor, gelecek sezonlarda ise bilhassa orta saha ve hücuma yetenekli yeniler gerek. Velhasıl Villa, Federasyon Kupasından elenirken, Premier Lig ve eski güzel günler şimdi çok uzak bir hatıra…

Ziya Adnan
13 Ocak 2017

Rose, Alli, Kane: Premier Lig’in yükselenleri…

Rose, Alli, Kane: Premier Lig’in yükselenleri…

Uzaklardan…

Premier Lig’de oynadığı son 13 maçı kazandı Chelsea, Conte’nin makineyi andıran lider takımı. 19 maçta kalelerinde sadece 13 gol görürken Liverpool’dan sonra en fazla gol atan takım olmaları kayda değer. 3-4-3 dizilişinin üç hücumcusu Pedro, Hazard ve Costa bu sezon 27 gol kaydetmişler, takımın maç başına gol ortalaması 2,2… Maviler yeni senenin ilk Londra derbisinde, deplasmanda ligde 5. sıradaki Tottenham karşısında. Bu maçta alacakları bir galibiyet Premier Lig tarihinin galibiyet serisi rekorunu kıracak. Lig tarihinde 49 kez karşılaşmış iki takım, Tottenham rakibini sadece dört maçta yenebilmiş ve o dört galibiyet de kendi evlerinde gelmiş. İnanması güç ama 1974-1975 sezonunda iki takım da kümede kalmak için mücadele vermiş, ligin bitmesine üç maç kala Tottenham Chelsea’yi 2-0 yenerek kümede kalmıştı. O maçtan sonraki iki maçı da kazanamayan Chelsea o sezon sonunda küme düşmüştü…

2006 senesine kadar Chelsea taraftarları Tottenham deplasmanını “three point lane” lakabıyla anarlardı, 19 senedir rakibe karşı yenilmedikleri, üç puanı heybede gördüklerinden olsa gerek. Ama her serinin sonu vardır, o sene bozuldu büyü. Son sezonlarda Chelsea adına ligin en zor deplasmanlarından White Hart Lane; bu tarihi statta oynadıkları son 10 lig maçından sadece birini kazanabilmişler. Sadece Chelsea adına değil, tüm takımlar adına zor deplasman “Lane”, bu sezon Tottenham ligde evinde yenilgi almazken oynadığı 9 maçın 7’sini kazanıp 2’sinde berabere kalmış. Bu vesileyle Tottenham’ın 1993 doğumlu golcüsü Harry Kane’e de selam çakmadan geçmeyelim. Son 17 Londra derbisinde 17 golü var 10 numaranın. Cumartesi gecelerinin enfes futbol programı “Match Of the Day”in yorumcularından Danny Murphy, “İngiltere Milli Takımı ona göre dizayn edilmeli, bu çocuğu izlerken zayıf yönlerini bulmakta zorlanıyorum” demişti.

Her ne kadar Tottenham taraftarları adına ezeli düşman Arsenal olsa da, Chelsea ile aralarındaki gerilimin 2005 senesinden günümüze artarak geldiğini belirtelim. O sene Tottenham’ın futbol direktörü Danimarkalı yetenek avcısı Frank Arnesen, Chelsea’nin göz kamaştıran teklifini geri çevirmeyerek Batı Londra’nın yolunu tutmuş ve Chelsea Tottenham’a 5 milyon Sterlin tazminat ödemek zorunda kalmıştı. 2011 senesinde Chelsea bu kez Tottenham’ın Hırvat oyun kurucusu Modric’e kanca atınca, Tottenham başkanı Daniel Levy futbolcusunu Chelsea’ye vermemek için Real Madrid’le anlaşmıştı. Yazılanlara göre Chelsea’nin önemli oyuncusu Willian, Tottenham’ın saflarına katılmak üzereyken fikrini değiştirip Batı Londra kulübünün saflarına katılmış…

•••

İki takım kasım ayının sonlarına doğru Stamford Bridge Stadı’nda karşılaştı, ev sahibi o maçı 2-1 kazanarak Tottenham’ın bu sezonki yenilmezlik serisine son verdi. Ocak ayının soğuk bir akşamında, o maçın rövanşında 31.491 taraftarın önünde Tottenham kendi evinde lidere karşı. İki takım da üçlü savunmayla başlıyor maça, ev sahibi 3-4-2-1 dizilişinde. Henüz 5. dakikada üçlü savunmanın sıkıntısı gösteriyor kendini, savunmanın arkasına atılan topta az adamla yakalanıyor Tottenham, Hazard’ın çaprazdan vuruşu az farkla dışarda. İki takımın da çok top kaybı yaptığı, temponun hiç düşmediği ilk 20 dakikada Tottenham topla daha çok oynayan takım (yüzde 58). Sol bekte oynayan Danny Rose ligin yükselenlerinden, çizgide savunma ve hücum deparları durmaksızın devam ediyor. Alt yapısından yetiştiği Leeds United’da sağ kanatta oynuyormuş, 2007 senesinde geldiği Tottenham’da Harry Redknapp ona sol bekte görev vermeye başlamış. Yeni yerine kısa sürede alışmış 1990 doğumlu Rose, son sezonlarda ligin en iyi sol beki olma yolunda…

Rose ve Alli gibi genç oyuncuların fiziksel gelişimlerinde Pochettino ve yardımcısı Jesus’un hakkını vermek gerek. Tottenham’ın enerjiye dayalı kaybedilen toplarda rakibe baskı kurması, Southampton’ı Premier Lig tarihinin en iyi derecesine taşıyan teknik direktörün izlerini taşıyor. Maça dönersek, ilk yarı bitti derken golü buluyor Tottenham, Eriksen ortalıyor Delli kafayla tamamlıyor.

İkinci yarıya beraberliği yakalamak için hücumda çoğalarak başlıyor Chelsea ama ilkinin kopyası golle ikinci golü kalesinde görüyor. 54. dakikada Eriksen sağdan ortalıyor, kafayı vuran Dele Alli. 11 Nisan 1996’da dünyaya gelmiş son sezonlarda yıldızı parlayanlardan… Alt liglerde MK Dons takımında başlayan kariyerinde İngiltere Milli Takımının tüm yaş gruplarında forma giymiş. Sahadaki bebek yüzlü görünüşü aldatmasın, çalışkanlığı ve bitiriciliği takdire şayan. Pochettino, Chelsea’nin zayıf tarafını iyi çalışmış olmalı ki oyunu kanatlara yıkıp süratli çıkıyorlar kaptıkları toplarda. Sağda Walker, solda Rose’u durdurmakta zorlanıyor Maviler. Üstelik Moses ve Pedro kötü günlerinde… Velhasıl kayıpsız geçen 13 maçtan sonra yenilgiyi tadıyor Conte’nin takımı. Maç sonu basın toplantısında İtalyan teknik direktör seriyi iyi bir takıma karşı kaybettiklerini, yeni bir seri yakalamak için çalışacaklarını söylüyor. Üçlü savunma felsefesini değiştirip değiştirmeyeceğini soruyorum. Bu sistemin takımına uyduğunu, ancak kaybedilen bir maçtan sonra bu soruyu sormamın manidar olduğunu söylüyor gülümseyerek…

Ziya Adnan
9 Ocak 2017

Londra derbisinde kaptanı hatırlarken…

Londra derbisinde kaptanı hatırlarken…

Uzaklardan…

Premier Lig’in kurulmasından çok önce, takvim yaprakları 5 Kasım 1983’ü gösterirken, eski adıyla İngiltere 1. Ligi’nde Sunderland karşısında ilk kez sahaya çıkan 17 yaşındaki 1.91’lik savunma oyuncusunun Arsenal tarihinin gelmiş geçmiş en önemli 3. futbolcusu olacağını o yıllarda kimseler tahmin edemezdi sanırım. Wenger’in nicedir en çok eksikliğini çektiği, takımı geriden yönetecek hırslı bir kaptana ihtiyacı olduğu zamanlarda hatırlayalım bir zamanlar Highbury tribünlerinde adına şarkılar söylenen, 22 sene “Topçular”ın formasını giymiş “Bay Arsenal” lakaplı stoperi, bilmeyenlere anlatalım hikâyesini…

Arsenal tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı kaptanının adı Tony Adams’dır…

Doğu Londra’nın işçi mahallesi olarak bilinen ‘Romford’ semtinde, 10 Ekim 1966 tarihinde açmış dünyaya gözlerini. Çocukluk yıllarında okul takımlarında top koşturduktan sonra, 1980 senesinde henüz 14 yaşında Arsenal’in alt yapısına kabul edilmiş, 17 yaşında profesyonel sözleşmeye imza atmış. 1985-1986 sezonunda ilk 11’de yer almaya başlarken, onunla birlikte Lee Dixon, Nigel Winterburn ve Steve Bould’dan kurulu savunma Ada futbolunda nam salacak, kısa sürede Highbury tribünlerinde adlarına şarkılar söylenecekti. Kuzey Londra takımı, 1987 senesinde Wembley’de oynanan final maçında Liverpool’u 2-1 yenerek ‘Littlewoods Kupasını’ müzesine götürüyor, o zaferden kısa süre sonra 1 Ocak 1988 tarihinde henüz 21 yaşında takımın kaptanlığına getiriliyordu. O tarihten sonra, 14 sezon takımın başında sahaya çıkacak, Arsenal tarihinin unutulmazları arasında yerini alacaktı…

•••

İskoç George Graham önderliğinde ligin zirvesini zorlayan Arsenal, 1988-1989 sezonunun son maçında Liverpool’u Anfield Stadı’nda son saniyelerde Michael Thomas’ın ayağından bulduğu golle 2-0 yenerek 18 sene aradan sonra şampiyonluk kupasını kaldırıyordu. ‘Gol yememe’ üzerine kurulu futbol felsefesi ile sahaya çıkan takım, her ne kadar hücum futbolu adına pek varlık göstermese de, bilhassa duran toplardan golü buluyor, genelde maçlarını 1-0 kazanıyordu. O yıllarda Arsenal maçlarının deplasman tribünlerinde duyulan “Boring Boring Arsenal” (Sıkıcı sıkıcı Arsenal) tezahüratı abartısız o takımın futbol felsefesini anlatır. Buna karşılık “kazanan her zaman haklıdır” tezini doğrularcasına, taraftarları arasında pek yaygın ‘one-nil to the Arsenal’ (1-0 Arsenal) tezahüratı günümüze kadar gelmiştir. O yıllarda George Graham “savunmadaki dev” olarak tanımlamış futbolcusunu…

Arsenal’in unutulmaz 6 numarası, 22 seneye uzanan futbol kariyerinde dört şampiyonluk kupası kaldırırken, üç sezonda Federasyon Kupasını, bir kez de UEFA Kupa galipleri kupasını kazandı. 668 maçta forma giydi, 48 gol kaydetti. 2002 senesinde futbola veda ettiğini açıklayan, kulübüne olan bağlılığı nedeniyle ‘Mr Arsenal’ olarak bilinen futbolcunun o senenin mayıs ayında Celtic’e karşı oynadığı jübile maçında, defansta uzun seneler birlikte forma giydiği Dixon, Winterburn ve Bould vardı.
Futbolculuğu sonrasında Brunei Üniversitesinde ‘Sports Science’ eğitimi alırken, 2003-2004 sezonunda Wycombe Wanderers’ın teknik direktörlüğüne getirildi. Sezon sonunda takımın 2. lige düşmesi üzerine görevi bıraktı. 2005 senesinde Hollanda’nın Feyenoord rezerve takımını çalıştırdı, 2006 sezonunda Harry Redknapp’in yardımcısı olarak Portsmouth’ta görev aldı. 2008–2009 sezonunda Portsmouth’ta başarısızlıkla sonuçlanan teknik direktörlük macerası sonrası bir süre şansını Azerbaycan’ın ‘Gabala F.C’ takımında denedi ama 2010-2011 sezonunun sonunda ayrıldı. Günümüzde Emirates Stadı’nın girişinde heykeli bulunan, Arsenal tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı kaptanının adı Tony Adams’dır…

•••

Yeni senenin ilk Londra derbisinde Emirates Stadı’nda Arsenal’in konuğu Crystal Palace. Kartallar son 12 lig maçından sadece birini kazanabilmiş (9 mağlubiyet 3 beraberlik). Avrupa’nın beş büyük liginde 2016 senesinde Palermo ile birlikte en çok maç kaybeden iki takımdan biri, 22 maçta sahadan yenik ayrılmışlar.

Kaptandan çok zaman sonra, dörtlü savunmanın ortasında başka bir kaptan Laurent Koscielny var. Hastalığı nedeniyle kadroda yer almayan Mesut’un yerinde Lucas ilk 11’de. 4-2-3-1 dizilişindeki Arsenal 18. dakikada golü buluyor. Giroud’un mükemmel golünü, “20 senelik Arsenal serüvenimde şahit olduğum en güzel beş golden biri” cümlesiyle tanımlıyor Wenger. Ama Sanchez’i de unutmamak gerek, bu sezon Arsenal’in gollerinin 18’inde payı var (12 gol 6 asist) Şilili forvetin. Giroud’un ilk 11’de başladığı son üç maçta altıncı. golü. City hariç ilk altıdaki takımların kazandığı haftada Arsenal ilk 30 dakikada iştahlı. Son bölgede kolay adam eksilten Sanchez, sağda Bellerin ve forvet arkası Iwobi ile hızlı gelişen Arsenal atakları karşısında bocalıyor Palace. Topa daha fazla sahip olan ev sahibi (yüzde 63) yedi kez kaleyi yoklarken, ilk yarıyı tek golle önde kapatıyor.

59.975 taraftarın önünde Arsenal bıraktığı yerden başlıyor ikinci yarıya. Benteke, Zaha, Townsend gibi önemli oyunculara sahip olmasına rağmen oyunda sürekliliği yakalayamayan Palace 58’de ikinci golü görüyor kalesinde. Savunmanın uzaklaştırmadığı topu Iwobi kafayla ağlara gönderiyor. Premier Lig tarihinde Arsenal’e karşı sadece bir kez 1994’te kazanabilmiş Crystal Palace bir Londra derbisini daha kaybediyor. O maçı izleyenler arasında Tony Adams da var. Maçın bitiş düdüğü ile birlikte Arsenal taraftarları unutulmaz kaptanlarını selamlıyor…

Ziya Adnan
7 Ocak 2017