İstanbul’un Boğazı’nı değil, Ankara’nın ayazını sevenlere: Ankaragücü’nün dönüşü…

İstanbul’un Boğazı’nı değil, Ankara’nın ayazını sevenlere: Ankaragücü’nün dönüşü…

Uzaklardan…

2008 senesinin kışıydı…

Yine bu köşede yazmıştım o bahtsız takımın hazin hikâyesini (Kanayan bir yara, 23 Kasım 2008). Kim bilir kaçıncı kez, kötü gidişin sonunun uçurumun dibini boylamak olacağını; bir zamanlar tıka basa dolu tribünler önünde oynayan başkentin sarı lacivertinin her sezon sayısız futbolcunun “geçerken uğradığı”, kulübün “İş ve İşçi Bulma Kurumu” olarak anıldığını; kasasının bağımsız denetimlerden uzak yönetildiğini; çoklarına göre aslında hiç yönetilmediğini; bölünmüş, yıpranmış, küçülmüş bir gayya kuyusu haline geldiğini yazmıştım. Bir kulüp başkanının, başka bir kulübe üye olmasının asla etik olmadığını, başarısız başkanların, yönetimlerin görevde kalmaması gerektiğini, hasta adam görüntüsündeki kulübün giderek komaya girmekte olduğunu, bu işin sonunda birilerinin yaşam destek ünitesinin fişini çekmek zorunda kalacağını belirtmiştim kalemim yettiğince…

Çok sürmedi, 2011-2012 sezonun sonunda adının başına eğreti bir “Süper” sıfatı yapıştırılmış ülke futbolunun en üst liginden 1. Lige düştü Ankaragücü, tüm zamanların puan cetvelinde 6. sıradaki bahtsız takım, tıpkı şehri gibi biraz unutulmuş, biraz terk edilmiş. 1959 senesinde başlayan resmi futbol ligimizde 48 sezon ülke futbolunun en üst liginde mücadele vermişler. Ama bir kez düşmeye gör, her daim güçlünün ve zenginin kollandığı diyarlarda kimselerin umurunda bile olmazsın; inanmayan PTT’nin, Altay’ın, Vefa’nın, Kocaelispor’un ve bir zamanlar alemde nam salmışken yok olup gitmiş nicelerinin hikâyelerine bir göz atsın…

Velhasıl öyle de oldu zaten bir sezon sonra, bu kez 2. Lige düştü çocukluk yıllarımızın, siyah beyaz zamanların en güzel hikâyesi. Başka bir coğrafyada olsaydı, bir başkent takımı olarak neden bu hallere düştüğü sorgulanırdı, yalnız spor programlarına değil, meclis araştırma komisyonlarına konu olur, kulübün geldiği noktadan sorumlu olanların icraatları mercek altına yatırılırdı. Beş milyon nüfuslu bir başkentte, yüz yılı aşkın maziye sahip bir kulübün, nasıl olur da bodrum katlarında kongreler yaptığı, taraftarın neden kulübüne üye olamadığı, onca sene yapılan göstermelik transferler, harcamalar, gelirler, giderler, didik didik incelenir; borcun nereden geldiği sorgulanırdı. Medeni bir coğrafyada olsaydı hesap sorulurdu sorulması gerekenlerden, o karanlık fotoğrafın tamamı aydınlatılırdı…

Ama olmadı, aynı beter akıbeti paylaşmış, zaman içinde yok olmuş gitmiş nice köklü kulüpler diyarında düşmüşlerin hikâyesine biri daha eklendi. Kafayı üç İstanbulluyla fena bozmuş adaletsiz bir futbol düzeninde, 12 sene başkanlık yapmış kır saçlı adamla, şehrin belediye başkanının bitmek bilmeyen didişmesinde paramparça oldu o köklü kulüp, tutanın elinde kaldı. Giderek artan borç, transfer yasakları, ayrılan futbolcular, gruplaşan taraftarlar, puan silmeler derken yatağında ölümü bekleyen bir hasta gibi eridi gitti asırlık çınar. Üstelik ne sesini duyan oldu ne düşüşünü sorgulayan, en fazlasından tarihi bir kulüp daha futbolun parlak sahnesinden çekilmişti. Çokları için bir figüran daha eksilmişti esas oğlanların dünyasından…

•••

Ve geçtiğimiz günlerde futbolun görünmez duyulmaz köşelerinde geçen dört sezonun ardından 2. Lig Kırmızı Grubu şampiyon olarak bitirip 1 Lig’e döndü Ankaragücü, şehrini tribünlerden sevmişlerin takımı. O süre içinde sevenleri hariç ne halini soran oldu ne hatırını. Ülkenin kırlarında çıktıkları deplasmanlarda taraftar rekorlarını kırıyor, unutulmuş bir hikâyeyi yeniden yazıyorlardı. Kimi zaman Gümüşhane’de, kimi zaman Hatay’da, Kastamonu’da…

Tıpkı o eski şarkıdaki gibi Ankara’nın sisli yamaçlarına baharın indiği günlerde döndüler bıraktıkları yere, hem de ne dönüş. Ankara 19 Mayıs Stadını dolduran 20 binden fazla taraftarının önünde şampiyonluk turunu atarken, “Angaralılar” takımlarını bağırlarına basıyorlardı. En son ancak eskilerin hatırlayacağı, 1981 senesinin Mayısında, takımın 2. Ligde mücadele ettiği günlerde yaşanmıştı böylesine bir sevinç, o gün dünya futbolunda hiçbir takımın başaramadığı bir mucizeyi gerçekleştirerek Türkiye Kupasını kazanmıştı Ankaragücü. O gün bu gündü…

Maddi sorunları henüz çözemediler ama umarım geçmiş sezonlardan ders alıp takımların sevdalı ellerde yükseleceğini, o sevdanın onu eğilmeden taşıyana yakışacağını anlamışlardır. Anlamışlardır bir kez düştün mü, karanlığın, belirsizliğin ve yalnızlığın acısını. Umarım anlamışlardır yönetebilmenin de taraftarlığın da yolunun da karşılıksız sevdadan geçtiğini…

Çocukluk yıllarımda beni elimden tutup ilk maçıma götüren, ilk formamı alan, adına futbol denilen bu güzel oyuna ve renklere sevdalanmama vesile olan kahramanım babama ve artık aramızda olmayanların ruhuna gitsin bu şampiyonluk. Amigo Sefa’ya, Köfteci Ferit’e, Tatar Metin’e, Arif Peçenek’e, Aydın Tohumcu’ya, Baskın Soysal’a, Veli Necdet Arığ’a gitsin.

İstanbul’un boğazını değil, Ankara’nın ayazını sevenlere gitsin…

Ziya Adnan
4 Mayıs 2017

Premier Lig seyir defteri; Zamanla değişir her şey…

Premier Lig seyir defteri; Zamanla değişir her şey…

Uzaklardan…

Arsene Wenger’in Arsenal teknik direktörlüğüne getirildiği 1996 senesinden günümüze 17 teknik direktörle çalışmış Tottenham. Aralarında kimler yok ki… David Pleat, Glenn Hoddle, Martin Jol, Harry Redknapp, André Villas-Boas bir çırpıda akla gelenler. 2014’ün yazından beri takımın başındaki Mauricio Pochettino 1972 senesinde dünyaya gelmiş, Wenger’in Arsenal’deki ilk sezonunda 24 yaşında genç bir stoper olarak Espanyol takımında görev yapıyormuş Arjantinli. Ve kaderin cilvesi, onun çalıştırdığı Tottenham bir mucize gerçekleşmezse 22 seneden sonra ilk kez sezonu Arsenal’in üzerine bitirecek. En son 1994-1995 sezonunda ligi rakibinin üzerinde bitirmişler, ummak ve beklemekle geçmiş seneler. Pazar günü oynanan Kuzey Londra derbisi vesilesiyle iki o sabırlı bekleyişe ve o ateşli derbiye bir bakış…

İki takım arasındaki maçlar futbol âleminde ‘North London Derby’ (Kuzey Londra Derbisi) olarak bilinir, dünya futbolunun en ateşli 10 derbisinden biri. Ligde İlk kez 1909 senesinin aralık ayında karşı karşıya gelmişler, o zamanlar Güney Londra takımı olan Arsenal tek golle kazanmış o tarihi maçı. 1950 senesinden günümüze bir sezon hariç (1977-1978) iki takım da ülke futbolunun en üst liginde mücadele ettikleri için ligde her sezon kozlarını paylaşmışlar. 1971 senesinde oynanan maçta Arsenal’in şampiyonluk kupasını kaldırması için tek puan yetiyormuş ve Ray Kennedy’nin maçın sonlarında kaydettiği golle kazanmışlar kupayı. O maçtan 20 sene sonra, 1991’de bu kez gülen taraf Tottenham olmuş, Federasyon Kupası yarı finalinde 3-1’lik skorla geçmiş rakibini. Premier Lig’in futbolseverin hayatına girdiği zamanlardan çok önce, 80’lerde ligin izlemesi en keyif veren takımlarındandı Tottenham. Ardiles, Hoddle ve Villa’lı kadrosu şampiyonluk kupasını kaldıramamış olsa da üst sıraları zorlardı. İlerleyen zamanlarda düşüşe geçtiler, öyle ki Arsenal’in şampiyonluk kupasını en son kaldırdığı 2003-2004 sezonunda ligi 14. sırada bitirip ezeli rakibinin topladığı 90 puanın ancak yarısına yetişebilmişler. Ancak son sezonlarda arayı kapatmış Tottenham, geçen sezon ikinciliği son maçta kaptırmışlar rakibe. Bu sezon bilhassa Şampiyonlar Ligi hüsranından sonra öyle hoşnutsuz ki Arsenal taraftarı evinde oynadığı son Leicester City maçında tribünlerin yarısından fazlası boş kalmıştı. Ligin bitimine beş maç kala bir maç eksiğiyle rakibin 14 puan gerisindeler…

Premier Lig’in en genç kadrosuna sahip Tottenham, 24 kişilik kadronun yaş ortalaması 25,2. 16 topçusu İngiltere dışında dünyaya gelmiş. Teknik direktörleri Pochettino, hedefinin ligi Arsenal’ın üzerinde bitirmek olmadığını, ligi diğer 19 takımın üzerinde bitirdiği takdirde takımını başarılı sayacağını vurguluyor söyleşilerinde. Wenger’in takımı rakibine göre daha deneyimli, 28 kişilik kadronun yaş ortalaması 27,1.

Maça gelince… Arsenal, White Hart Lane Stadında oynadığı son sekiz maçtan ancak birini kazanabilmiş. Tottenham ise evinde kral, bu sezon mabedinde arka arkaya 12 maç kazanmış, yenilgisi yok. Takımın sessiz kahramanı 25 yaşındaki Danimarkalı Eriksen, ofansif orta sahanın son 12 maçta 16 golde payı var (5 gol, 11 asist). İnanması güç ama 50 Kuzey Londra derbisinde Arsenal’ın başında sahaya çıkmış Wenger. Takımı 20 maçta galip gelirken, 22 maç beraberlikle sonuçlanmış. Son üç maçtaki 3-4-2-1 düzenini bozmuyor Arsenal, Şampiyonlar Ligi’nin vizesi kalan maçlarını kazanmaktan geçiyor. Hücum hattının üçlüsü Giroud, Özil ve Sanchez. Sakatlıklardan mustarip Tottenham üçlü savunmadan 4-2-3-1’e dönmüş, iki beki Walker ve Rose, orta sahanının dinamosu Dembele takımın eksikleri. Tottenham sahanın her yerinde pres yaparak kazandığı topları hücuma çabuk çevirebilen bir takım, dikine oynamayı seviyorlar. Pochettino’nun oyun felsefesi tempo, amansız baskı ve rakibi en zayıf olduğu anda vurabilmek. Lider Chelsea’nin yedi puan gerisindeler, şampiyonluk şansını devam ettirmek için kazanmak zorundalar. İlk 30 dakikada Arsenal’in kaleyi bulan şutu yok, Tottenham’da Dele Alli ve Eriksen iki dakika arayla net fırsatları gole çeviremiyor. 38’de Arsenal gole yaklaşıyor, Ramsey köşeye vuruyor, Lloris kornere çeliyor. Misafir takımın gole en yakın oyuncusu rakip savunmanın sağındaki Tripper’in arkasına yaptığı koşularla gol arıyor. 30’dan sonra daha ofansif misafir takım. İlk yarıda ev sahibinin topa sahip olma oranı yüzde 58.

36 bin taraftarın önünde ikinci yarıya da gol arayarak başlıyor Tottenham. 48’de Wanyama’nın vuruşunu Cech çeliyor. İki kanat beki Rose ve Walker’ın yokluğunda kanatları alıştığımız gibi kullanamıyorlar ama 55’de golü buluyorlar; Eriksen’ın vurduğu, Cech’den dönen topu tamamlayan sezonun parlayanı Alli. O golden bir dakika sonra bu kez hakemin yarattığı pozisyonda penaltı kazanıyorlar. Kane farkı ikiye çıkartıyor. Ev sahibi tribünlerin kendisini ti’ye alan ‘We want you to stay!’ (kalmanı istiyoruz) tezahüratları eşliğinde Xhaxa’nın yerine Welbeck’i oyuna alıyor, geleceği meçhul 67 yaşındaki Fransız teknik direktör. Maç bu sonuçla biterken, Tottenham bitime beş hafta kala rakibinin 17 puan önüne geçip 22 seneden sonra ilk kez bir sezonu Arsenal’ın üzerinde bitirmeyi garantiliyor…

Bilir misiniz, Arsenal sevdalılarının nicedir kutladığı ‘St. Totteringham’ günü, Tottenham’ın rakibini puan cetvelinde matematiksel olarak yakalamasının mümkün olmadığı güne denk gelir. Görünüşe göre bu sezon kutlanmayacak, malum zamanla her şey değişiyor…

Ziya Adnan
2 Mayıs 2017

Çilesi bitmez takımlar…

Çilesi bitmez takımlar…

Uzaklardan…

2000 senesinden günümüze kadar La Liga’yı sekiz sezonda şampiyonluk kupasını kaldırarak bitirdi Barcelona FC, o süre içerisinde Şampiyonlar Ligini ve İspanya Kupası’nı dört kez kazanmış Katalanlar. Takımın efsane futbolcusu olan, sonraları dört sezon takımın teknik direktörlüğünü yapan, şimdilerde Manchester City’de aynı başarıyı yakalamaya çalışan Pep Guardiola döneminde kazandıkları kupa sayısı 14. Tevekkeli değil futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi takımı olarak anılıyorlar. Tıpkı Barça gibi, kendi liginde kupalara hegemonya koymuş Bayern Münih, 2000 sezonundan günümüze kadar Bundesliga’yı 12 kez şampiyon olarak kapatmışlar. İnanması güç ama 1963 senesinde perdelerini açmış Bundesliga’nın 53 sezonunda 26 şampiyonluk yaşamışlar, sanki hiç bitmeyecek bir başarı hikâyesi onların ki…

Ancak futbolun içinde kazananlar kadar kupalara hasret kalmışlar, takımının kazandığı bir kupayı görebilmek için ömür tüketmişler, hatta bir kupa bile göremeden bu fani dünyadan göçüp gitmişler de var. Hatırlayalım yeri gelmişken futbolun çilesi bitmezlerini, kupa görmek için bir ömür beklemişleri…

Bilir misiniz, Ada futbolunda çile çeken takım taraftarının yer aldığı “Long Suffering Fan Index” (uzun süre çile çekenler sıralaması) kupalara hasret kalmışları anlatır. İçlerinde 1960 ve 70’li senelerde yalnız Ada’da değil Avrupa arenalarında da esmiş kükremiş Leeds United’dan, Premier Lig’i 9. sırada bitirmiş Stoke City’den, kuzeyin kalabalık takımı, geçen sezon Premier Lig’den düşmüş Newcastle United’a kadar niceleri var. Siyah beyazlı takımın müzesine en son kupayı koyduğu zamanlarda doğan çocuklar şimdi 50’li yaşlara yaklaşıyorlar…

Bazıları onca bekleyişten sonra muradına erenlerden. 2015-2016 sezonunun sonunda İskoç futbolunun yeşil beyazı Hibernian FC, 114 senelik bekleyişten sonra köklü tarihinde üçüncü kez İskoçya Kupasını kazandı. 465 bin nüfusuyla ülkenin ikinci en kalabalık şehri Edinburgh’un takımı, 1875 senesinin Ağustosu’nda İskoçya’ya yerleşen İrlandalılar tarafından kurulmuş, zaman içinde Ada futbolunda “Hibs” olarak nam salmış. 1948-1952 seneleri arasında dört şampiyonluk yaşamış, şampiyonluk kupasını kaldırdığı 1952 senesinden sonra bir daha şampiyonluk yüzü görmemiş. İskoçya Kupasını kazandığı 1901–1902 sezonundan sonra bu kupaya da hasret kalmış, 2014 senesinde 2. Lige düşmüş. Kupasız geçen zamanları, kulübün lanetlenmiş olmasına bağlamış kimileri. 1900’lü senelerin başında, Çingene bir kadın tarafından lanetlendiklerine inananlar da var, o yıllarda takımın formalarını yıkayan rahibelerin gazabına uğradıklarına inananlar da. Velhasıl maç günleri 20.421 kapasiteli Easter Road Stadını dolduran taraftarları adına ummak ve beklemekle geçmiş zamanlar. Şampiyonluk kupasını kaldırdıkları 1952 senesinden sonra İskoçya Kupasında 10 sezonda final oynamışlar ama hiçbirini kazanamamışlar, ta ki 2016 Mayısı’nın ortalarına kadar. O tarihi günde Hampden Park Stadı’nda 50.701 taraftarın önünde Rangers’a karşı oynadıkları maçı 3-2 kazanıp o uzun bekleyişe son vermişler. Hakemin bitiş düdüğünden sonra sahaya dalan binlerce “Hibs” taraftarı sevincin ve kutlamanın dozunu kaçırmış haliyle!

Bu vesileyle bizim futbol fakiri coğrafyada bir zamanlar “Kupa Beyi” olarak nam salmış, 2. Lig’de oynarken Türkiye Kupası’nı kazanan ilk takım olarak tarihe yazılmış Ankara’nın sarı lacivertli takımına da selam çakalım. Onlar da “Hibs” gibi coğrafyalarının alt liglerinde futbola tutunmaya çalışıyorlar, onların kupa kazandıkları sene doğan çocuklar şimdi 30’lu yaşların ortalarındalar. Büyük sürpriz yaşanmazsa sezon sonunda 2. Lig Kırmızı grubu şampiyon olarak bitirip gelecek sezon 1. Lig’de mücadele edecekler. Dönüşleri muhteşem olsun…

Sadece onlar değil elbet beklemekten yorulmamışlar, bizim diyarlarda benzer bir “Uzun süre çile çekenler sıralaması” yapılsa ilk sıraları kimler paylaşırdı kim bilir! Hele de 4. büyük olarak bilinen Trabzonspor’un en son şampiyonluğunu 1983–1984 sezonunda yaşadığını düşününce!

“Hibs” o uzun süren bekleyişten sonra kupasına kavuştu ama beterin beteri de var. 2015-2016 sezonunu Ada futbolunun 3. liginde (League One) 10. sırada bitirdi Rochdale FC, İngiltere’nin kuzeyinde, Manchester’a 15 kilometre uzaklıkta, Roch Nehri’nin kıyısına kurulmuş, kökleri 1086 senesine kadar uzanan 95 bin nüfuslu tarihi kasabanın mavili takımı. İnanması güç ama kuruldukları 1907 senesinden günümüze tek kupa dahi kazanamamışlar. Kasabaya yolunuz düşerse müzelerini gezmek çok zaman almaz anlayacağınız!

1974-2010 arasında demir attıkları 4. ligde kesintisiz 37 sezon mücadele vermişler. Demirbaşı oldukları “League 2” zaman içinde “Rochdale Ligi” olarak anılmış futbol âleminde! “Long Suferring Fan İndex” sıralamasında ilk sıradalar, haliyle rakip takım taraflarının alaycı tezahüratlarına bile konu olmuşlar. 30 seneden fazla kulübün direktörlüğünü yapmış Graham Morris, “Ne bitmez çileymiş, çifte cinayet işleseydim bu kadar çile çekmezdim!” diyor söyleşilerinde. Ne diyelim, adına taraftarlık denen sevdada Rochdale’e gönül vermek de var!

Yazının başında Newcastle United’dan dem vurmuştuk, kapanışı da onlarla yapalım. En son oynadıkları İpswich Town deplasmanında aldıkları yenilgiyle son üç maçın ikisini kaybederken, liderliği Brighton & Hove Albion’a kaptırdılar. Yine de büyük olasılıkla sezon sonunda Premier Lig’e terfi eden üç takımdan biri olacaklar. Uzaklarda başkentimizin sarı laciverdi gibi onların da dönüşü muhteşem olsun…

Ziya Adnan
25 Nisan 2017

Futbol şehrinin tanrısı…

Futbol şehrinin tanrısı…

Uzaklardan…

İngiltere’nin kuzeybatısında, tarihi Liverpool şehrinde, yüksek işsiz nüfusu ve suç oranı ile nam salmış, yoksulluğun kol gezdiği umutsuz bir mahalledir Toxteth. Şehir merkezine taş atımlık mesafede, geceleri pek tekin olmayan sokakları, berbat görünümlü sosyal konutları, bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuş binaları, geleceğe dair umudunu yitirmiş sakinleri ile o futbol şehrinin “aşağı mahallesi” konumunda nicedir yardım elinin uzatılmasını bekler…

Bu yazıya ilham kaynağı olan o müthiş futbolcu, takvimler 9 Nisan 1975’i gösterirken o fakir mahallede dünyaya gelmiş. Annesi ile babası evlilik akdine imza atmamış, hatta hiç birlikte yaşamamış olsa da o bu durumu hiç yadırgamaz. O günleri, “Yaşıtlarımın tek evi varken, benim hep iki evim oldu” diye açıklar. Çocukluk yıllarında sevdalısı olduğu takımın, Everton’un maçlarını kaçırmaz, hemen her maçta Goodison Stadının tribünlerinde yerini alırmış. İlkokul yıllarında, okulun takımı Thorvald ile sahaya çıkarken, 10 yaşında okullar arası turnuvada Liverpool scoutu Jim Aspinall’in dikkatini çeker ve Liverpool FC’nin minik takımlarında haftada bir antrenmana çıkmaya başlar. 1991 senesinde, Liverpool akademisine giriş yaparken, 17. yaşını doldurduğu gün takımla profesyonel sözleşme imzalar…

Kırmızılı takımla ilk maçına 22 Eylül 1993 tarihinde bir Lig Kupası maçında, Fulham karşısında Craven Cottage Stadında 3-1’lik galibiyeti getiren gollerden birini atar. Anfield Stadında oynanan rövanş maçında kaydettiği beş golle bir maçta beş gol atan 4. futbolcu olarak kulüp tarihine geçmiştir. Ligdeki ilk golünü 16 Ekim 1993 tarihinde Oldham Athletic karşısında kaydeder. O sezon, oynadığı tüm maçlarda 18 golle ligde Ian Rush’un ardından takımın 2. golcüsü olarak yerini alır. Kötü bir sezon geçiren Liverpool ligi 8. sırada bitirmiş, teknik direktörleri Graeme Souness takımdan ayrılmış, yerine gelen Roy Evans yeniden yapılanma peşindedir. O dönem İngiltere U-21 takımına seçilen golcü, Kasım 1993’te San Marino karşısında ilk milli golünü kaydeder.

1994–1995 sezonunda, Liverpool’un tüm maçlarında forma giyerken, Lig Kupası finalinde Arsenal karşısında dört buçuk dakikada hat-trick yapar. Yeşil sahalarda o güne kadar görülmemiş rekoru günümüze kadar kırılamamıştır. O sezon Aston Villa, Ipswich Town, Chelsea ve Norwich City maçlarında hat-trick yapar, o ve ondan sonraki sezon “Ada futbolunun en iyi genç futbolcusu” ödülünü kazanır. Liverpool’da geçirdiği ilk üç sezonunda, sezon başı 30 gol ortalamasının altına düşmemiş. Üç sezonda kaydettiği 98 gol kırılması güç bir rekor olarak, La Liga, Bundesliga ve Serie A dâhil yerini korumaktadır.

• • •

90’lı yılların ortalarında, takımın yıldız futbolcuları Redknapp, Collymore, James ve McManaman ile birlikte magazin basınının ilgi odağı haline gelirler. Liverpool Premier Lig’de hasret kaldığı şampiyonluğu yakalayamazken, onun da içinde bulunduğu grup sürekli gece hayatı maceraları ile manşetlere taşınır. Alemci gruba İngiltere’nin bulvar gazetesi “Daily Mail” o dönemlerin bilindik müzik grubu Spice Girls’e ithafen “Spice Boys” lakabını takmıştır.

1997–1998 sezonunun büyük bölümünü dizinden geçirdiği sakatlık yüzünden takımdan ayrı geçirip 1998 Dünya Kupası’nda forma giyme şansını kaybeder. Onun yokluğunda, Liverpool’da yeni bir golcü adını duyurmaya başlamıştır. Takvim yaprakları Mayıs 1997’i gösterirken, oyuna sonradan giren Michael Owen, Wimbledon karşısında ilk golünü kaydeder…

1999 senesinde, Evertonla oynanan maçta attığı gol sonrası sahadaki beyaz çizgileri kokain çeker gibi görüntülenmesinin ardından başı bir kez daha derde girer. İngiliz Futbol Federasyonu sportmenliğe aykırı davranışları yüzünden altı maç ve 32 bin Sterlin ceza verir. 2000-2001 sezonunda golleriyle sahalara dönerken attığı 17 golle takımını üç kupada birden zafere taşır.

2001-2002 sezonu ise onun adına kötü başlar. Teknik direktörü Gérard Houllier, hücum hattında Michael Owen ve Emile Heskey’i tercih ederken o yedek kalmaya başlamıştır. Kısa süre sonra 12 milyon Sterlin bedelle Leeds United’a transfer olur. “The Guardian” gazetesinin manşetinde “The God Has Left Liverpool” (Tanrı Liverpool’u terk etti) cümlesi yer almaktadır. 2002-2003 sezonunun başında, Leeds United içine düştüğü maddi krizden çıkmanın yollarını aramaktadır ve çözümü maliyeti yüksek futbolcuları elden çıkartmakta bulur. 16 Ocak 2003 tarihinde, toplam 6 milyon Sterlin karşılığında Manchester City’e transfer olur. Ancak beklenen çıkışı yakalayamaz. O sezon sonuna kadar sadece iki gol kaydeder.

2003-2004 sezonunda eski takım arkadaşı McManaman, Manchester City’nin saflarına katılır. Ancak ikili adına eski güzel günler geride kalmıştır. 27 Ocak 2006’da eski takımı Liverpool’a bedelsiz olarak döndüğünde tribünlerde, “God – number eleven, welcome back to heaven” (11 numaralı Tanrı, cennete hoş geldin) flamaları vardır. Temmuz 2007’ye kadar forma giydiği Liverpool kariyerinde 369 maçta 183 golü bulunuyor. Kariyerinin sonbaharında Cardif City ve Blackburn Rovers formaları giyen golcü, 2010-2011 sezonunda Avustralya’nın Perth Glory takımında şansını dener, 2012 Eylülünde futbolu bırakır…

• • •

Biyografisinde hiç uyuşturucu kullanmadığını, bir Merseyside derbisi öncesinde, Everton’lu futbolcuların hakkında çıkardığı “uyuşturucu müptelası” söylentisi üzerine, attığı golden sonra sahadaki beyaz çizgileri kokain çeker gibi yaparak gönderme yaptığını anlatır. Koyu bir Liverpool taraftarıdır, 2005 senesinde Liverpool’un İstanbul zaferinde tribünlerde yerini almıştır. Futbolu bıraktıktan sonra League One’da mücadele eden Milton Keynes Dons’un yardımcı antrenörlüğünü yapan gol ustası futboldan kazandığını doğup büyüdüğü şehirde 100’ün üzerinde ev alarak değerlendirmiş. Bu durumu zaman zaman Anfield Stadının tribünlerinde yankılanan o gülümseten tezahürat anlatır: “We all live in a Robbie Fowler house.” (Hepimiz Robbie Fowler’ın evinde yaşıyoruz.)

Geçen günlerde 42 yaşına bastı Robbie Fowler, o futbol şehrinin tanrısı, doğum günü kutlu olsun…

Ziya Adnan
18 Nisan 2017

PremIer Lig seyir defteri: Selhurst Park Stadı’nda ‘Kartallar’ın gecesi…

PremIer Lig seyir defteri: Selhurst Park Stadı’nda ‘Kartallar’ın gecesi…

Uzaklardan…

Geçen haftaki yazımda hafta içi maçlarına dair yazmış, Wenger’in akıbetinin belirsizliğini koruduğu, suların durulmadığı Arsenal’in bir sonraki maçının pazartesi akşamı oynanacağını yazmıştım. Ve o yazıdan kısa süre sonra, Arsenal, Selhurst Park Stadında küme düşmeme mücadelesi veren, son altı maçından dört galibiyet çıkarmış Crystal Palace karşısında. Bilir misiniz, kapasite olarak küçük olmasına karşın Premier Lig’in futbol atmosferinin en yoğun yaşandığı statlardan biridir Selhurst Park, 1924 senesinin Ağustosundan beri takıma ev sahipliği yapan 25.456 kapasiteli tarihi futbol mabedi. 2015-2016 sezonunda bu statta oynadıkları 19 lig maçını 468.083 taraftar izlemiş, maç başına ortalamaları 24.636…

Küme düşme potasındaki ev sahibi Palace 4-2-3-1 düzeninde başlıyor maça. Gol umutları Benteke bu sezon 11 gol 2 asistle oynuyor. İlk dakikalarda coşkulu Palace, taraftarının da desteğini de alarak tehlikeli geliyor Arsenal kalesine. Sağ kanatta oynayan Wilfried Zaha gününde, ligin izlemesi en keyif veren oyuncularından. Henüz 7. dakikada tehlike çanları çalıyor Arsenal kalesinde, Townsend’in lokum gibi pasını ceza sahasının hemen dışından kaleye gönderen Milivojevic ancak top az farkla dışarda. Topu rakibe bırakıp kaptığı toplarda hızla çıkarak gol arıyor ev sahibi. Dikine oynadıkları anlarda gole çok yakınlar. Bekledikleri golü de 17’de buluyorlar, Zaha’nın mükemmel asistini penaltı noktası üzerinden kaçırmıyor Townsend, Cech ve Ospina’nın yokluğunda kaleyi devralan Martinez çaresiz. Yenilen golden sonra özgüven eksikliği çok belirgin deplasman takımında, Sanchez dışındaki tüm oyuncuları isteksiz ve moralsiz. 27’de Mustafi sert faulü sonrası sarı kartı görürken, Arsenal yediği yumruklardan sersemlemiş boksör misali. 41’de bu kez Benteke vuruyor ceza sahasının solundan, Martinez köşeden çıkartıyor. 44’de ilk yarının en tehlikeli atağında Welbeck kaleyi bulsa Arsenal beraberliği yakalayacak ama olmuyor. Velhasıl Arsenal’ın yüzde 70 oranında topa sahip olduğu ama rakip kaleye gitmekte zorlandığı ilk yarı Palace’ın üstünlüğüyle tamamlanıyor.

İkinci yarıya da etkili başlıyor Benteke, Zaha, Twonsend üçlüsü. Savunmanın ortasında oynayan Liverpool’dan kiralık Mamadou Sakho geçilmez duvar misali. Hal ve gidişten hoşnutsuz Wenger 60’ta Welbeck’in yerine Giroud’u, o dakikaya kadar takımın en çalışkanı defansif savunma Elneny’nin yerine Ramsey’i alıyor. Ancak değişikliklerin maçı değiştireceğini düşünenler fena yanılıyor, 63’de Zaha’nın asistini ceza sahası dışından kaçırmıyor Yohan Cabaye, fark ikiye çıkarken Arsenal havlu atıyor. O golden beş dakika sonra bu kez Martinez ceza sahası içinde Townsend’i düşürüyor, kazanılan penaltıyı gole çeviren Milivojevic. Arsenal’in ikinci yarıda rakip kaleyi bir kez bile bulamadığı maçı 25.648 taraftarın önünde Crystal Palace üç farkla kazanıyor. Maç sonu basın toplantısında nicedir tartışılan geleceği ile konuşmanın zamanı olmadığını, önceliğinin morali bozuk, özgüveni kaybolmuş takımını ayağa kaldırmak olduğunu dile getiriyor Wenger. 21 seneye yaklaşan Arsenal kariyerinde ilk kez üst üste dört deplasman maçından puan çıkartamamış takımı. Crystal Palace ile oynadıkları son 12 maçta ilk kez kaybetmişler. Bu sezon ligdeki 8. yenilgileri…

Naçizane görüşüm, Wenger’in yaşadığı meslek körlüğü. Bilmeyenler için, çok uzun süre aynı işi yapmış, aynı işi aynı şekilde devamlı yapmaktan aksayan yanlarını göremeyen, alternatif çözüm yolları üretemeyen kişiler için kullanılır meslek körlüğü tanımlaması. “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir,” demiş Albert Einstein; muhtemel 67 yaşındaki teknik direktörün son sezonlardaki düşüşünü anlatan en güzel cümle. Bu beklenmedik mağlubiyet sonrası Arsenal 4. sıradaki Manchester City’nin yedi puan gerisine düşerken, ligin bitimine sekiz maç kala Şampiyonlar Ligi şansını mucizelere bırakıyor. Bir sonraki maçları yine bir pazartesi akşamında Middlesbrough deplasmanında, puan kaybetmeleri durumunda gelecek sezon UEFA Kupasına katılma şansları bile zora girebilir

Crystal Palace’a gelince, teknik direktörleri Sam Allardyce, takımının performansından çok memnun olduğunu, sahada görevlerini kusursuz yerine getiren oyuncularının tamamının maçın adamı olmayı hak ettiğini dile getiriyordu. Şansını bir süre Manchester United’da denemiş, sonrasında yuvaya dönmüş Zaha’yı unutmamak lazım. Ligdeki son beş maçında iki gol, üç asisti var 11 numaranın. Gününde olduğu maçlarda ligin izlemesi keyif veren topçularından. Velhasıl kaptığı altın değerindeki üç puandan sonra düşme potasının altı puan üzerinde yer alıyor Güney Londra takımı. Evlerinde oynadıkları son üç maçı kazanmışlar. Bir sonraki maçları hafta sonunda yine bu statta geçen sezonun şampiyonu Leicester City karşısında. Kazanırlarsa büyük olasılık gelecek sezonda futbolun en görkemli sahnesinde boy gösterecekler. Şans yanlarında olsun…

Ziya Adnan
12 Nisan 2017

PremIer Lig seyir defteri: Watford FC, Altın Çocuklara bir bakış…

Premier Lig seyir defteri: Watford FC, Altın Çocuklara bir bakış…

Uzaklardan…

Ada futbolunda “The Hornets” (eşek arıları) olarak nam salmışlar, formaları bizim Galatasaray’ı andırıyor ama kökleri daha eski. Formalarının sarısından olsa gerek “Golden Boys” (Altın Çocuklar) olarak da biliniyorlar. 1881 senesinde “Watford Rovers” adıyla kurulmuş, Londra’nın 30 kilometre kuzeybatısında, Hertfordshire bölgesinde yer alan 90.000 nüfuslu (2006 sayımı) o küçük kasabanın takımı. Küçük dediysek yanıltmasın, 2015-2016 sezonunda takıma ev sahipliği yapan 21.438 kapasiteli Vicarage Road Stadında oynadıkları 19 maçı 391.281 taraftar izlemiş, maç başına ortalamaları 20.594. Efsaneleri Sir Elton John 1976’dan 2002 senesinde kadar takımın başkanlığın yapmış, mabetlerindeki tribünlerinden biri onun adını taşıyor. Kulübün 2012 senesinden beri başkanlığını yapan İtalyan iş adamı Gino Pozzo aynı zamanda İtalya’da Udinese’nin, İspanya’da Granada’nin sahibi, haliyle transfer dönemlerinde İtalyan futbolcularla anılıyorlar. 26 kişilik kadronun yaş ortalaması 28.9, Stoke City’den sonra ligin en tecrübeli kadrosu. 23 futbolcusu İngiltere dışında dünyaya gelmiş, kadronun en değerlisi 26 yaşındaki Arjantinli ofansif orta saha Roberto Pereyra, 2015-2016 sezonunda Juventus’ta top koşturduktan sonra Watford’un yolunu tutmuş. Sol kanatta oynayan Hollandalı kanat oyuncusu ise bizim coğrafyaya aşina, 2012-2015 arasında Galatasaray’da forma giymişti Nordin Amrabat, savunma yönü olmamasına karşın geniş alanlarda sürati ve gücüyle parladığı maçlar olmuştu. Galatasaray’dan sonra Malaga ’da devam etti kariyerine. 2016 senesinden beri Watford’da 30 yaşındaki Faslı. Kanat oyuncusundan dem vurmuşken 1975–1983 arasında takımın formasını giymiş efsaneleri Luther Blissett’i unutmayalım. 4. Lig’de formasını giydiği takımla 1. Lig’e kadar yükselmiş, 503 maçta attığı gol sayısı 186…

Bu yazının yazıldığı saatlerde 20 takımlı ligin ortasına demir atmışlar, ilk 10 takım arasında en cömert savunma onlarınki. Bu sezon evlerinde oynadıkları 16 maçtan yedisini kazanmışlar ama evden ırak olunca karneleri iyi değil, 14 deplasmanın 8’inden eli boş dönmüşler. Son 10 deplasman maçında sadece bir kez galip gelebilmişler. Teknik direktörleri Walter Mazzarri ofansif futbolu seviyor, Napoli günlerinde 4-3-3 düzeninde takımı tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi’ne taşımış. 2012-2013 sezonunda Serie A’yı 2. sırada bitirmişler. Ancak bu maçta takımının işi zor, çünkü Chelsea’nin arkasından şampiyonluğu kovalayan Tottenham evinde kral, bu statta oynadığı 15 lig maçından 12’sini kazanmış, yenilgisi yok. Üstelik Watford, Tottenham’a karşı en son deplasman galibiyetini 1985 senesinde almış, tüm veriler Tottenham’ın galibiyetine odaklı ama futbolun içinde beklenmedik sonuçlar da var…

Watford’u yazıp, taraftarın sevgilisi Troy Deeney’i yazmadan olmaz elbet. 28 yaşındaki forvet 2012 senesinde karıştığı bir kavga sonucu 3 ay hapis yatmış. Hapishane günlerinin kendisine çok şey öğrettiğini ve pişmanlığını dile getiriyor söyleşilerinde. Bu sezon 10 golü, 4 asisti var, ancak sakatlığı nedeniyle yedek kulübesinde başlıyor maça. 4-3-3 dizilişinde Watford, hücumda Ambrabat, Okaka, Niang üçlüsü. Tottenham’da takımın golcüsü Kane yedek kulübesinde, iki kanat beki Walker ve Rose’un yokluğu önemli eksikleri.

Nicedir Londra semalarında görülmeyen güneşin kendini hatırlattığı güzel bahar gününde Watford coşkulu başlıyor maça, ilk 10 dakikada üç kez sağdan tehlikeli geliyorlar. Solda oynayan 22 yaşındaki Niang 17 yaşında Milan’da forma giydiği zamanlarda kulüp tarihinin en genç 2. golcüsü olmayı başarmış. İlk 11’inde dört eksiği olmasına rağmen oyun felsefesini değiştirmiyor Tottenham, yüksek tempoda, sahanın her bölgesinde pres yaparak kaptıkları topları rakibin yerleşmesine fırsat vermeden tehlikeli bölgelere oynuyorlar. 32’de Premier Lig’in parlayan yıldızı Dele Alli çıkıyor sahneye, ceza sahasının çaprazından uzak köşeye bırakıyor. Yalnız Totttenham’ın değil, İngiltere Milli Takımının da geleceği, yaşıyla forma numarası aynı ofansif orta saha. 38’de fark ikiye çıkıyor, bu kez sahnede Eric Dier. Rakibin silindiri andıran temposu karşısında eziliyor Watford, devre bitmeden Son’un golüyle fark üçe çıkıyor.

İkinci yarıya bıraktığı yerden başlıyor ev sahibi, enerji, tempo, pres, coşku futbol adına ne ararsan var; haliyle bu malzemeden ortaya çıkan takım da doludizgin şampiyonluğa koşuyor. 54’te Son ligdeki 11. golünü kaydederken Watford kasırgada batmamak için uğraşan ağır hasar almış gemi misali. 68’de Deeney, Ambrabat’ın yerinde sahada. Son 15’te hiç olmazsa bir gol için yükleniyorlar ama iki takım arasındaki fark çok bariz. Kadro değeri olarak Tottenham 364 milyon, Watford 108 milyon Sterlin. Velhasıl ligdeki 14. mağlubiyetini alıyor Altın Çocuklar, düşme tehlikeleri olmasa da deplasmanlar kâbus…

Ziya Adnan
11 Nisan 2017

PremIer Lig seyir defteri: Bir bahar akşamı Emirates Stadı’nda…

PremIer Lig seyir defteri: Bir bahar akşamı Emirates Stadı’nda

Uzaklardan…

1917 senesinde dünyaya gelmiş, 1993 senesinde 76 yaşında aramızdan ayrılmış İngiliz edebiyatçı Anthony Burgess yeni futbol nesillerinin asla bilmeyecekleri, şimdilerde çok eskide kalmış futbol zamanlarını şöyle özetler: “Five days shalt thou labour, as the Bible says. The seventh day is the Lord thy God’s. The sixth day is for football” (Beş gün çalışacaksın İncil’in buyurduğu gibi, yedinci gün Tanrı’nın günüdür, altıncı gün futbolun). Ada futboluyla haşır neşir olmaya başladığım 80’li yılların futbolu tam da böyle bir şeydi işte, henüz Premier Lig kurulmamıştı, Şampiyonlar Ligi günümüzdeki formatıyla bilinmezdi. Haftanın tüm maçları cumartesi öğleden sonra üçte başlar, saat beşi bulmadan futbol şöleni sona ererdi. Futbol sevdalıları için cumartesi haftanın yegane ayin günüydü. O gün farklı mabetlerde haftalık ritüeller gerçekleşir ve sabırla bir sonraki hafta beklenirdi…

Sonra, endüstriyel futbolun hayatımıza girmesiyle cumartesi alışkanlığı da değişti. Yayıncı kuruluşun planladığı futbol haftanın her günü televizyon ekranlarından evlerimize girmeye başladı. İlk zamanlar haftada iki, üç kez yayınlanan maçlar sonraları haftanın neredeyse her gününe dönüşecek, futbolseverle futbol arasındaki ilişki asla bitmeyecek bir evlilik tadında yaşanmaya başlanacaktı. Bir arkadaşım anlatmıştı, futbolsuz geçen yaz aylarında neredeyse depresyona giriyormuş, çareyi eski maçları izlediği arşivlerde bulmuş…

Bilir misiniz, Ada futbolunda ilk canlı maç 1946 senesinin Ekim ayında yayınlanmış, Barnet’in şimdilerde tarih olmuş Underhill Stadına gece karanlığı çökünce son 10 dakikayı yayınlayamamış BBC. 1980’li senelerde televizyon ekranlarında evlerimize giren ilk lig maçı 2 Ekim 1983’te Tottenham Hotspur ve Nottingham Forest arasında. Premier Lig’in kurulması, Avrupa Kupaları heyecanları derken futbol zamanlarına dair alışkanlıklar da değişmiş, eskiden tek gün kutlanan şölen haftanın tüm günlerine yayılmış. Günümüzde Premier Lig’in yayın haklarını elinde bulunduran Sky ve BT Spor’un 2016-2017 sezonundan itibaren kulüplere üç sezonluğuna 5,13 milyar Sterlin ödemiş olması, hemen her akşam televizyon ekranlarındaki maçlar, geldiğimiz çağın gündelik hayatında futbolun yerini anlatıyor o güzel oyunun sevdalılarına…

• • •

Bir hafta ortası maçında daha Emirates Stadında Slaven Bilic’in takımı West Ham, Arsenal deplasmanında. Ligin bitimine dokuz maç kala, küme düşme potasının altı puan üzerinde yer alan West Ham ligde son dört maçından puan koparamadı. Bu sezon öne geçtikleri maçlarda 20 puan kaybetmişler, sevdalıları adına istenmeyen bir rekor! Geçtiğimiz sezon bu statta oynanan maçı West Ham 2-0 kazanmış, takımın başındaki ilk maçında Bilic’in yüzü gülmüştü. Şimdilerde tarih olmuş Highbury’de en son kazanan rakibin onlar olması da kayda değer…

Yeri gelmişken, 29 yaşındaki kaptanları Mark Noble’ın da kulaklarını çınlatalım. 1987 senesinde Doğu Londra’nın Canning Town bölgesinde dünyaya gelmiş. 11 yaşında Arsenal’ın miniklerinde başlayan futbol serüveni ilerleyen zamanlarda West Ham’da devam etmiş. 15 yaşında rezerv takıma yükseldiği zamanlarda kulüp tarihinin en genç yedeğiymiş. 2004 senesinden beri demirbaşı olduğu takımda forma giyiyor 16 numaralı orta saha. Kariyerini sevdalısı olduğu, nicedir formasını giydiği takımda noktalamak istiyormuş…

Arsenal’ın bu maçtaki kalecisi Martinez kaleyi ligde en son 2014 senesinin Aralık ayında Stoke City deplasmanında korumuştu. Ligin iki formsuz takımı 4-2-3-1 dizilişinde başlıyor maça. Çekişmeli bir Londra derbisi olmasına rağmen tribünlerde yer yer boşluklar var. Topu ve oyunun kontrolünü ev sahibine bırakıp kontradan gol arıyor West Ham, en önemli silahları 1.91’lik 9 numara Carroll. Cazorla’nın yokluğunda Arsenal’de topu taşıyacak, tempoyu ayarlayacak oyun kurucunun yokluğu hissediliyor ilk yarıda. Takımın en göze batanı boş alan bulduğunda sağda oynayan Bellerin, bir de savunma yönü güçlü olsa! Topu yavaş çevirdikleri için pozisyon bulmakta zorlanıyorlar, West Ham savunmasının önünde oynayan Kouyate savunmasından dönen toplarda etkili. Arsenal’in rakip kaleyi altı kez yokladığı ilk yarı golsüz kapanıyor.

59.961 taraftarın önünde Özil’in kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonla başlıyor ikinci yarı. O pozisyonda West Ham savunmasında Collins kayarak mutlak golü önlüyor. Gol için yükleniyor Arsenal ve 58’de Mesut’un ceza sahasının dışından köşeyi bulan vuruşuyla öne geçiyor. Bu sezon 12. golü 11 numaranın. Sanırım kendisini eleştirenlerin en önemli argümanı da onca yetenekle donatılmış bir futbolcunun neden daha fazla gol atamadığıdır. Carroll’ın çıkmasıyla ilerde top tutmakta zorlanıyor West Ham. 69’da Sanchez’in yaratıcılığıyla iki farkı yakalıyorlar, Walcott ceza sahası içinden kaçırmıyor. Gollerden sonra özgüvenini kazanan Arsenal topu iyi çevirip pozisyonlar yaratıyor. Oyuna 74’te giren Giroud’un 84’teki golüne şapka çıkarmak gerek. Velhasıl yazı çağıran bir Emirates akşamında Arsenal rahat kazanıyor. Bir sonraki maçı pazartesi akşamı oynayacaklar, nasılsa nicedir haftanın her günü futbol…

Ziya Adnan
10 Nisan 2017

PremIer Lig seyir defteri: Manchester City, 90’larda neredeydiniz!

PremIer Lig seyir defteri: Manchester City, 90’larda neredeydiniz!

Uzaklardan…

Futbol aleminde zamanını düşme ve çıkmalarla geçirmiş takımları anlatır asansör tanımlaması. Ada futbolunu yakından takip edip yaşı yetenler hatırlayacaktır, Premier Lig’de iki sezon şampiyonluk kupasını kaldırmış (2011–2012, 2013–2014), şimdilerde her sezon zirveye oynayan o futbol şehrinin mavili takımı Manchester City, 90’lı senelerde Ada futbolunun asansör takımlarından biriydi. Ama makus talihleri 2008 senesinin yazında “Abu Dhabi United Group” adlı şirket tarafından satın alınmalarıyla değişti. 2016 senesinde Forbes dergisi tarafından 1,92 milyar Sterlin değeriyle dünyanın en zengin 6. kulübü olarak gösterildi ve tarihe geçti. 2016-2017 sezonunda 24 kişilik kadronun değeri 446,46 milyon Sterlin, Premier Lig’in en değerli kadrosu. İlk 11’in iki değişmezi 25 yaşındaki ofansif orta saha Kevin De Bruyne ile 28 yaşındaki golcüsü Sergio Aguero’nun değeri 110 milyon Sterlin. Kadroda sadece beş İngiliz futbolcunun yer aldığını, İngiltere Milli Takımı’nın kaptanlığını yapan kaleci Joe Hart’ın kadroda yer bulamadığı için Torino’ya kiralandığını hatırlatalım…

Hafta sonu suların durulmadığı Arsenal karşısında, Emirates Stadın’da oynadıkları lig maçı vesilesiyle hatırlayalım muhtemelen 40 yaşındaki petrol zengini başkanları Khaldoon Al Mubarak’in bile bilmediği, sevdalılarının şimdilerde hatırlamak istemeyecekleri kadar eskide kalmış zamanları…

Kökleri 1880 senesine kadar uzanan, 16 Nisanda 137 yaşını kutlayacak (nice senelere) mavi beyazlılar köklü tarihlerinde sadece 25 sezonda ülkenin en üst liginden uzak kalmışlar. 1983-2001 arasında, 18 sezonda dört kez küme düşerken, o dönemde bir sezon 3. Lig’de mücadele etmişlikleri bile var. 1998-1999 sezonunun sonunda 3. Lig Play-off’u kazanarak 2. Lig’e yükselmişler. Ama bizdeki inanışın aksine küme düşmekle tarihlerinden, köklerinden, sevdalarından hiçbir şey kaybetmez takımlar, malum sevdanın ligi olmaz. (Bu vesileyle uzaklarda, 2. Ligde 20 bin ortalamaya oynayan ve şampiyonluğa koşan başkent Ankara’nın sarı lacivertli koca çınarına da selam çakalım). Mavili takıma dönersek, onların lige tutunmaya çalıştıkları zamanlarda, sevilmeyen kapı komşusu Premier Lig’i domine ediyor, kupalara hegemonya koyuyordu. Mesela sevilmeyen komşu United’ın şampiyon olarak kapattığı 1994-1995 sezonunda 22 takımlı ligi 17. sırada bitirip zar zor tutunmuşlar lige. Ama ertesi sezon şansları yaver gitmemiş, o sezonun sonunda Queens Park Rangers ve Bolton Wanderers’la birlikte küme düşen üç takımdan biriymiş Sir Alex’in tanımıyla gürültücü komşular. 2002-2003 sezonunda Maine Road Stadı’nda Manchester United’ı 3-1 yendiklerinde, 13 senede ilk kez bir Manchester derbisini kazanmışlar…

1980 senesinden yükselişe geçtikleri 2008’e kadar 20 teknik direktörle çalıştıklarını, tarihlerindeki ilk yabancı teknik direktör Sven-Goran Eriksson’ın kulüpte sadece bir sezon görev yaptığını hatırlatalım. 2008 senesindeki değişimden sonra 2011’de kazandıkları Federasyon Kupası 35 senelik kupa hasretine son verirken bir sezon sonra şampiyonluk kupasını kaldırdılar. 2015-2016 sezonunda 55 bin kapasiteli Etihad Stadı’nda oynadıkları 19 lig maçını 1.026.776 taraftar izlerken maç başına 54.041 taraftar ortalaması yakalamışlar…

O güneşli Londra pazarında Guardiola’nın 3. sıradaki takımı, bu sezon ilk dörde girmesi zor görünen, son altı maçından dördünü kaybetmiş Arsenal karşısında. Emirates Stadı’nda rakibine karşı oynadığı son 19 maçta sadece bir yenilgi almış ev sahibi, 12 galibiyeti var. Ama Wenger’in takımının hal ve gidişi iyi değil, Nisan 1995’ten beri ligdeki en kötü zamanları, üstelik taraftar karamsar. Arsenal taraftarlar derneğinin yaptığı geniş katılımlı ankette taraftarlarının yüzde 78’i Wenger’in bırakması gerektiğini düşünüyormuş. Rakip Manchester City ise ligde oynadığı son yedi maçı kaybetmemiş, Guardiola’nın ilk sezonundaki en iyi dönemi.

Misafir takım 4-1-4-1 dizilişinde başlıyor maça. 10 numaralı golcüleri Aguero bu sezon sahada kaldığı 1.692 dakikada 13 gol kaydetmiş, gol krallığında 9. sırada. Yeri gelmişken 31 yaşındaki kaptanları David Silva’yı da unutmayalım. Takım arkadaşı Toure, ‘He is a ballerina with a lion’s heart’ (arslan yürekli balerin) olarak tanımlamış 111 maçta İspanya Milli Takımı forması giymiş oyun kurucuyu. Daha kaç sezon izleme fırsatı buluruz bilinmez ama izlemiş olanlar kendilerini şanslı saymalı…

Henüz 5. dakikada Sane ile golü buluyor City, De Bruyne’in ara pasında Arsenal savunmasında Mustafi ve Bellerin adam paylaşımında hatalı. Son maçlarda kaybedilen puanlardan sonra takımda özgüven eksikliği bariz, Mesut Özil’in yenilen golden sonraki vücut dili takımın fotoğrafı. Arsenal topa sahip ama kaybettikleri toplarda City çabuk çıkıyor, Guardiola’nın takımında Bruyne, Sane ve Navas geniş alanları iyi kullanıyor. Arsenal’de orta sahada liderinin olmayışı, rakiple koşan oyuncu sayısının azlığı sezonun özeti. Ama maçı bırakmıyorlar ve 41’de Walcott ile beraberliği yakalıyorlar. Ama uzun sürmüyor sevinçleri, 42’de Arsenal savunmasının izlediği topu köşeye bırakan Aguero, City’i yeniden öne geçiriyor. Kanatları iyi savunamıyor ev sahibi, haliyle çok pozisyon veriyor. İlk 7 takım içinde Liverpool’dan sonra en cömert savunma onlarınki.

İkinci yarıda City’de Sterling’in yerine Toure sahada. Muhtemel onun da takımda son sezonu, oynadığı maçlarda City daha yavaş ama güvenli. 55’te kornerden golü buluyor Arsenal, Mustafi’nin kafa vuruşunu sadece izliyor City savunması. Topla etkili ama top rakipteyken oyundan düşüyor misafir takım, baskı yedikleri anlarda kolay çözülüyorlar. Savunmadan çıkarken kaptırdıkları toplar en önemli zaafları. Sessizliğiyle adeta bir kütüphaneyi andıran Emirates Stadı’nda, 60.000 taraftarın şahitliğinde City’nin yüzde 55 topa sahip olduğu ama puanların paylaşıldığı maçtan sonra Guardiola iki kez öne geçmelerine rağmen üç puan alamadıkları için sonuçtan memnun olmadığını dile getiriyor. Velhasıl, Chelsea’nin kaybettiği haftada Manchester City arayı kapatamıyor…

Ziya Adnan
6 Nisan 2017

Wembley’de golcünün dönüşü, Jermain Defoe…

Wembley’de golcünün dönüşü, Jermain Defoe…

Uzaklardan…

Mart ayının son günlerinde, baharın habercisi Londra Pazar’ında futbolun muhtemel en görkemli sahnesi Wembley Stadında 2016 Dünya Kupası elemelerinde F grubunda dört maçtan üç galibiyet çıkarmış, 10 puanla ilk sıradaki İngiltere, 4. sıradaki 5 puanlı Litvanya karşısında. En son kupasını 1966 senesinde kaldırmış ev sahibi FIFA sıralamasında 14. sırada. Her ne kadar dünya kupalarında hasret kaldıkları başarıyı yakalayamamış olsalar da 1994 senesinden beri katıldıkları dünya kupası elemelerinde grubu hep ilk sırada tamamlamışlar. 25 kişilik kadronun yaş ortalaması 25,9. Takımın günümüzdeki değeri 381,6 milyon Sterlin civarında. En değerli futbolcusu sol kanatta görev yapan 21 yaşındaki Raheem Sterling, daha 14 yaşındayken QPR’in akademisinde top koşturduğu zamanlarda öylesine nam salmış ki, takım “Raheem Park Rangers” olarak anılmaya başlamış. 2010 senesinin Şubat ayında, o dönem teknik direktörlüğünü Rafael Benitez’in yaptığı Liverpool akademisine 600 bin sterlin karşılığında transfer oldu. 2015 senesinde 53 milyon bedelle Manchester City’nin yolunu tutarken Ada futbol tarihinin en pahalı 8. transferi olarak tarihte yerini alıyordu.

Rakip Litvanya FIFA sıralamasında 107. sırada, 23 kişilik kadronun yaş ortalaması 27,9 ve toplam değeri 6,2 milyon Sterlin. 2,9 milyon nüfuslu, 1990 senesinde Sovyetler Birliğinden ayrılan ülkenin takımının tarihinde dünya kupalarına katılmışlığı yok. Kadronun en değerlisi 31 yaşındaki 1.90’luk kalecileri Ernestas Setkus, 2015–2016 sezonunda bizim coğrafyada Sivasspor’un kalesini koruduktan sonra Hollanda takımlarından Ado Den Haag’a transfer olmuş. Tarihinin en golcü futbolcusu Thomas Danilevicius Premier Lig’de top koşturmuş ilk Litvanyalı, 2000-2001 sezonunda iki maçta Arsenal’de forma giymiş. 2016 Avrupa Şampiyonası elemelerine kadar hiç karşılaşmamış olan iki takım, 2015 senesinin Martında İngiltere’nin dört golle kazandığı maçta Harry Kane ilk milli maçında 80. saniyede takımını öne geçirmiş…

Madem konu golcüden açıldı, 34 yaşındaki golcüyü de hatırlamadan olmaz. 7 Ekim 1982’de Doğu Londra’nın Becton semtinde dünyaya gelmiş Jermain Defoe. 1999 senesinde West Ham United’da başlayan profesyonel kariyerinde Bournemouth, Tottenham Hotspur, Portsmouth, ve Toronto FC’de top koşturmuş. Futbolculuğunun yanı sıra çok iyi bir dansçıymış, çocukluk yıllarına annesi dans eğitimi alması konusunda ısrar etse de o futbolu tercih etmiş. 2015 senesinden beri formasını giydiği Sunderland’da iki sezondur harikalar yaratıyor, bu sezon gol krallığı sıralamasında 14 golle 7. sırada. Onun profesyonel kariyerine başladığı zamanlarda milli takım arkadaşı Dele Alli henüz üç yaşındaymış…

Sporcu psikolojisi üzerine yazılan kitaplarda iki farklı yetenek biçimi anlatılır. Biri doğarken dünyaya getirdiğimiz yetenek (Innate ability), diğeri de sonradan çalışarak kazanılan öğrenilmiş yetenek (Learned ability). Bazı futbolcular doğarken kendilerine armağan edilmiş yetenekleriyle farklılık yaratırlar. Kimi zaman gol vuruşlarındaki ustalık, kimi zaman diğerlerinden daha hızlı düşünme ve uygulama becerisidir onları üstün kılan. Sanırım ekim ayında 35’ine basacak olan Defoe da hep o farklılığıyla hatırlanacaktır…

Maça gelince… İngiltere 4-3-3 dizilişinde başlıyor maça. Defoe 2013 senesinin Kasımından beri ilk kez İngiltere Milli Takımıyla sahada. İlk 11’inde Tottenham’da oynayan üç oyuncu bulunması Premier Lig’de son sezonlarda yıldızı parlayan Arjantinli teknik direktörün başarısının göstergesi. Tottenham’da savunmanın sağında görev yapan, ama klasik bir sağ bekten çok bitmek bilmeyen enerjisi ve süratiyle bir kanat oyuncusunu andıran 26 yaşındaki Kyle Walker, Pochettino’nun öğrencisi, gelişiminde hocasının payı büyüktür mutlaka. Bu maçta da İngiltere savunmasının sağında görev yapıyor. 21. dakikada öne geçiyor İngiltere, golün sahibini tahmin etmek zor olmasa gerek. Soldan süratle ceza sahasına girip 9 numaranın önüne lokum gibi pasını bırakıyor Sterling. Golcü uzun kariyerinde kim bilir kaçıncı kez attığı benzer bir golü kolay bir vuruşla kaydediyor. İyi golcülerin en önemli özelliği doğru zamanlama ve pozisyon alabilme yeteneğidir, Defoe o golüyle bu gerçeği hatırlatıyor. İngiltere’nin yüzde 73 topa sahip olduğu ancak sadece üç kez rakip kaleyi bulabildiği ilk yarı 1-0 kapanıyor…

İkinci yarıya yine gol için yüklenerek başlıyor İngiltere. 52’de heyecanlanıyor Litvanya tribünleri, Valskis’in müsait pozisyonda vuruşunu kolay çıkartıyor kaleci Hart. İngiltere Milli Takımının kaptanlığını yapıp da Manchester City’de kadroda yer bulamamak futbolun azizliği olsa gerek! 66’da ikinci golü bulup rahatlıyor ev sahibi, Lalana’nın asistini Vardy yakın mesafeden kaçırmıyor. 79’da daha müsait pozisyonu harcıyor Leicester City’nin golcüsü, tribünler hayıflanıyor. Velhasıl İngiltere’nin 74.690 taraftarın önünde 2-0 kazandığı, Litvanya’nin 90 dakika boyunca sadece iki kez rakip kaleyi bulabildiği maçın adamı Defoe seçilirken İngiltere grupta liderliğini sürdürüyor…

2018 Dünya Kupası zamanlarında 36 yaşında olacak 9 numara, gollerine devam ederse kadroda kendine yer bulur sanırım, malum günümüz futbolunda yaş dediğin takvimde bir yaprak…

Ziya Adnan
26 Mart 2017

Futbolun doğduğu şehrin sarı siyahı, Cambridge United FC…

Futbolun doğduğu şehrin sarı siyahı, Cambridge United FC…

Uzaklardan…

Cambridge… Başkent Londra’nın 80 kilometre kuzeyinde, Cambridgeshire bölgesinde Cam nehrinin kıyısına kurulmuş 123 bin nüfuslu ülkenin en görülesi şehirlerinden. Nüfusunun beşte birini (yaklaşık 25 bin) öğrencilerin oluşturduğu şehrin 1209 senesinde kurulmuş, adını şehrinden alan üniversitesi dünyanın en eski beş üniversitesinden biri, aynı zamanda dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında 4. sırada. Ülke tarihinde başbakanlık yapmış 14 siyasetçinin o görkemli üniversitenin mezunu olması kayda değer. Futbola gelince, tarihte ilk resmi futbol maçı, 1848 senesinde şehrin merkezinde yer alan “Parker’s Piece” parkında oynanmış, 1863 senesinde Futbol Federasyonunun kurulduğu zamana kadar oyunun kuralları da “Cambridge kuralları” olarak bilinirmiş…

İşte o ilim, irfan yuvası şehrin sarı siyahlı takımı Cambridge United F.C, nam-I diğer “United”. 1912 senesinde “Abbey United” adıyla kurulup, 1951 senesinde günümüzdeki adlarını almışlar. 1970-2005 seneleri arasında profesyonel liglerde mücadele ettikten sonra, 2005 senesinde Ada futbolunda “Conference” olarak bilinen amatör kümeye düşmüşler. Dokuz sene almış geri dönmeleri, 2014 senesinde geri döndüklerinde şehri sarı siyahla donatmış sevdalıları. Bu vesileyle artık hiç dönmeyecek olmasalar da ilk takımım sarı siyah PTT’ye de selam olsun, unutulmasınlar. United’a dönersek, 1978-1984 arasında ve sonrasında 90’lı senelerin başında 2. Lig’de mücadele etmişler. Kulüp tarihinin en başarılı derecesi 1991-1992 sezonunda. O sezon 2. Lig’i 5. sırada bitirip Premier Lig’e yükselmek için play-off oynamışlar ama başaramamışlar. Federasyon Kupasında iki kez çeyrek final oynayan takım şimdilerde 24 takımlı League Two’da (4. Lig), bu yazının yazıldığı saatlerde 12. sırada…

Maçlarını oynadıkları 8.127 kapasiteli Abbey Stadı 1932 senesinden beri takıma ev sahipliği yapıyor. 2015-2016 sezonunda evlerinde oynadıkları 23 lig maçını 121.021 taraftar izlemiş, maç başına ortalamaları 5.262… Uzaklarda, adının başına “Süper” eklenmiş ligimizde Anadolu takımlarının o ortalamayı yakalayamamış olmaları marka değeri yaratmaktan ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor görmesini bilenlere…

Efsane teknik direktörleri John Beck (1990-1992) maçlarda saha içi taktikleri kadar, maçtan önce futbolcularını buzlu suyla ıslatma, sahanın çimenlerini mümkün olduğu kadar uzun tutarak iyi pas yapan takımları durdurma, rakip takım kulübesini sahadan biraz daha uzak tutma ve hatta rakip takımın çayına kahvesine fazladan şeker atma gibi kendine özgü taktiklerle bilinirmiş. Böylesine sportmen futbol adamı! Yabana atılmasın, onun döneminde takımda forma giymiş Dion Dublin, Steve Claridge, Liam Daish ve Alan Kimble ilerleyen zamanlarda Premier Lig’de adlarını duyurmuştu. 2015 senesinden beri takımın teknik direktörlüğünü yapan Shaun Derry 39 yaşında. 1995 senesinde Notts County’de başlayan futbol kariyerinde on takımın formasını giydi. Crystal Palace’ın formasını giydiği 2003-2004 sezonunda, Championship’in en istikrarlı orta saha oyuncularından biriydi. Güney Londra takımı o sezon play-off maçları sonunda Premier Lig’e terfi ederken onun da bu başarıda katkısı büyüktü…

2016-2017 sezonunda 27 kişilik takımın yaş ortalaması 24,7 ve takımın toplam değeri 2,6 milyon Sterlin. Takımın en değerlisi 1985 doğumlu forveti Barry Corr’un transfer piyasındaki değeri 235 bin Sterlin civarında. 2002 senesinde Leeds United’da başlayan kariyerinde, üç sezon ilk 11 için beklemiş ve 2005 senesinde Sheffield Wednesday’e transfer olmuş. Takımın en göze batanı 24 yaşındaki orta saha oyuncusu Luke Berry, bu sezon 17 golü var 8 numaranın…

Milli maçlar nedeniyle verilen aradan yararlanıp ziyaret ettiğimiz Abbey Stadında Cambridge United FC’nin konuğu ligin zirvesini zorlayan 4. sıradaki Stevenage, 84 bin nüfuslu küçük kasabanın kırmızı beyazlı takımı. 1976 senesinde kurulmuşlar, 1994 senesinde amatör kümelerin en üst ligine, “Conference”a yükselmişler. İlk sezonlarını şampiyon olarak bitirmişler ama statlarının yetersizliği nedeniyle Federasyon profesyonel lig vizesini vermemiş. Profesyonel statüsünü kazanmak için 2009-2010 sezonuna kadar beklemek zorunda kalmışlar…

Londra’da gerçekleşen terör eyleminde hayatını kaybedenler için bir dakikalık saygı duruşu ile sonrası başlıyor zorlu maç. Cambridge United 4-4-2 dizilişinde uzun toplarla gol arıyor. Alt liglerin klasik görüntüsü, topçuların alan ve zaman yaratmakta zorlanması. İki takımın da bolca top kaybı yaptığı ilk yarıda iki takım da gol yollarında kısır. Ev sahibinin topa yüzde 41 sahip olduğu ilk 45 dakikada sahanın en iyisi takımın dinamosu Berry, 24. dakikada topa vurmakta geç kalmasa golü bulması işten değil. United’ın beş kez rakip kaleyi uzaklardan yokladığı ilk yarı golsüz kapanıyor…

İkinci yarıda iki takımın da umudu duran toplarda. 72’de Stevenage forveti Godden maçın en uygun pozisyonunda ceza sahası içinden kaleyi bulamıyor. Son 15 dakikada top iki kalede mekik dokurken iki takım da son vuruşlarda etkisiz, kaleyi bulan toplam şut sayısı 5… Velhasıl 5.520 taraftarın izlediği maç golsüz kapanırken, uzaklarda adının başına “Süper” eklenmiş ligimizde Anadolu takımlarının çoğunun bu kadar taraftarı tribünlerine çekmeyi başaramaması ülke futbolunun özeti. Tam da bu yüzden marka değeri masalını bir tarafa bırakın derim, zira ülke futbolunun en büyük sorunu ilgisizliktir kanımca…

Ziya Adnan
28 Mart 2017