İstanbul’un Boğazı’nı değil, Ankara’nın ayazını sevenlere: Ankaragücü’nün dönüşü…

İstanbul’un Boğazı’nı değil, Ankara’nın ayazını sevenlere: Ankaragücü’nün dönüşü…

Uzaklardan…

2008 senesinin kışıydı…

Yine bu köşede yazmıştım o bahtsız takımın hazin hikâyesini (Kanayan bir yara, 23 Kasım 2008). Kim bilir kaçıncı kez, kötü gidişin sonunun uçurumun dibini boylamak olacağını; bir zamanlar tıka basa dolu tribünler önünde oynayan başkentin sarı lacivertinin her sezon sayısız futbolcunun “geçerken uğradığı”, kulübün “İş ve İşçi Bulma Kurumu” olarak anıldığını; kasasının bağımsız denetimlerden uzak yönetildiğini; çoklarına göre aslında hiç yönetilmediğini; bölünmüş, yıpranmış, küçülmüş bir gayya kuyusu haline geldiğini yazmıştım. Bir kulüp başkanının, başka bir kulübe üye olmasının asla etik olmadığını, başarısız başkanların, yönetimlerin görevde kalmaması gerektiğini, hasta adam görüntüsündeki kulübün giderek komaya girmekte olduğunu, bu işin sonunda birilerinin yaşam destek ünitesinin fişini çekmek zorunda kalacağını belirtmiştim kalemim yettiğince…

Çok sürmedi, 2011-2012 sezonun sonunda adının başına eğreti bir “Süper” sıfatı yapıştırılmış ülke futbolunun en üst liginden 1. Lige düştü Ankaragücü, tüm zamanların puan cetvelinde 6. sıradaki bahtsız takım, tıpkı şehri gibi biraz unutulmuş, biraz terk edilmiş. 1959 senesinde başlayan resmi futbol ligimizde 48 sezon ülke futbolunun en üst liginde mücadele vermişler. Ama bir kez düşmeye gör, her daim güçlünün ve zenginin kollandığı diyarlarda kimselerin umurunda bile olmazsın; inanmayan PTT’nin, Altay’ın, Vefa’nın, Kocaelispor’un ve bir zamanlar alemde nam salmışken yok olup gitmiş nicelerinin hikâyelerine bir göz atsın…

Velhasıl öyle de oldu zaten bir sezon sonra, bu kez 2. Lige düştü çocukluk yıllarımızın, siyah beyaz zamanların en güzel hikâyesi. Başka bir coğrafyada olsaydı, bir başkent takımı olarak neden bu hallere düştüğü sorgulanırdı, yalnız spor programlarına değil, meclis araştırma komisyonlarına konu olur, kulübün geldiği noktadan sorumlu olanların icraatları mercek altına yatırılırdı. Beş milyon nüfuslu bir başkentte, yüz yılı aşkın maziye sahip bir kulübün, nasıl olur da bodrum katlarında kongreler yaptığı, taraftarın neden kulübüne üye olamadığı, onca sene yapılan göstermelik transferler, harcamalar, gelirler, giderler, didik didik incelenir; borcun nereden geldiği sorgulanırdı. Medeni bir coğrafyada olsaydı hesap sorulurdu sorulması gerekenlerden, o karanlık fotoğrafın tamamı aydınlatılırdı…

Ama olmadı, aynı beter akıbeti paylaşmış, zaman içinde yok olmuş gitmiş nice köklü kulüpler diyarında düşmüşlerin hikâyesine biri daha eklendi. Kafayı üç İstanbulluyla fena bozmuş adaletsiz bir futbol düzeninde, 12 sene başkanlık yapmış kır saçlı adamla, şehrin belediye başkanının bitmek bilmeyen didişmesinde paramparça oldu o köklü kulüp, tutanın elinde kaldı. Giderek artan borç, transfer yasakları, ayrılan futbolcular, gruplaşan taraftarlar, puan silmeler derken yatağında ölümü bekleyen bir hasta gibi eridi gitti asırlık çınar. Üstelik ne sesini duyan oldu ne düşüşünü sorgulayan, en fazlasından tarihi bir kulüp daha futbolun parlak sahnesinden çekilmişti. Çokları için bir figüran daha eksilmişti esas oğlanların dünyasından…

•••

Ve geçtiğimiz günlerde futbolun görünmez duyulmaz köşelerinde geçen dört sezonun ardından 2. Lig Kırmızı Grubu şampiyon olarak bitirip 1 Lig’e döndü Ankaragücü, şehrini tribünlerden sevmişlerin takımı. O süre içinde sevenleri hariç ne halini soran oldu ne hatırını. Ülkenin kırlarında çıktıkları deplasmanlarda taraftar rekorlarını kırıyor, unutulmuş bir hikâyeyi yeniden yazıyorlardı. Kimi zaman Gümüşhane’de, kimi zaman Hatay’da, Kastamonu’da…

Tıpkı o eski şarkıdaki gibi Ankara’nın sisli yamaçlarına baharın indiği günlerde döndüler bıraktıkları yere, hem de ne dönüş. Ankara 19 Mayıs Stadını dolduran 20 binden fazla taraftarının önünde şampiyonluk turunu atarken, “Angaralılar” takımlarını bağırlarına basıyorlardı. En son ancak eskilerin hatırlayacağı, 1981 senesinin Mayısında, takımın 2. Ligde mücadele ettiği günlerde yaşanmıştı böylesine bir sevinç, o gün dünya futbolunda hiçbir takımın başaramadığı bir mucizeyi gerçekleştirerek Türkiye Kupasını kazanmıştı Ankaragücü. O gün bu gündü…

Maddi sorunları henüz çözemediler ama umarım geçmiş sezonlardan ders alıp takımların sevdalı ellerde yükseleceğini, o sevdanın onu eğilmeden taşıyana yakışacağını anlamışlardır. Anlamışlardır bir kez düştün mü, karanlığın, belirsizliğin ve yalnızlığın acısını. Umarım anlamışlardır yönetebilmenin de taraftarlığın da yolunun da karşılıksız sevdadan geçtiğini…

Çocukluk yıllarımda beni elimden tutup ilk maçıma götüren, ilk formamı alan, adına futbol denilen bu güzel oyuna ve renklere sevdalanmama vesile olan kahramanım babama ve artık aramızda olmayanların ruhuna gitsin bu şampiyonluk. Amigo Sefa’ya, Köfteci Ferit’e, Tatar Metin’e, Arif Peçenek’e, Aydın Tohumcu’ya, Baskın Soysal’a, Veli Necdet Arığ’a gitsin.

İstanbul’un boğazını değil, Ankara’nın ayazını sevenlere gitsin…

Ziya Adnan
4 Mayıs 2017