Premier Lig Seyir Defteri: Londra’nın belalı derbisi!

Premier Lig Seyir Defteri: Londra’nın belalı derbisi!

Uzaklardan…

Bilir misiniz, 1989-1990 sezonunda, henüz Premier Lig’in kurulmadığı zamanlarda ülke futbolunun en üst liginde sekiz takımla temsil edildi Londra, şehirde o sezon 56 derbi maçı oynandı. Sezon sonunda Millwall ve Charlton Athletic’in küme düşmesiyle azaldı derbilerin sayısı. Derbi demişken, 2003’te Arsenal taraftarları arasında yapılan geniş katılımlı ankette katılımcılara en hazzetmedikleri takımı sormuşlar, Tottenham ve Manchester United’dan sonra Chelsea üçüncü sırayı almış. Chelsea taraftarları ise benzer ankette ilk sıraya Arsenal’i koymuş. Londra’nın iki köklü ve en başarılı iki takımı arasındaki rekabet Kasım 1907’den beri sürüyor. 2003’ten beri 4 sezonda ligi ilk iki sırada bitirdiler. 2006’da Arsenal altyapısından yetişmiş Ashley Cole’un Chelsea’ye transferi iki takım arasındaki husumeti derinleştirdi. 2007’deki Lig Kupası finalinde karşılaşan iki takım oyuncuları arasındaki kavga iki takıma da para cezası getirmişti. 2014 Mart’ında, Wenger’in takımın başında sahaya çıktığı 1000. maçta yarım düzine gol kaydederek ezip geçti maviler. 2016 Eylül’ünde bu kez Arsenal farkı yakalayan takım oldu, 1997’den o güne rakipleri karşısında üç gol buldukları maçta en farklı galibiyetlerini aldılar.

Arsenal’in belalısı Didier Drogba, 2004-2012 arasında 13 gol kaydetti derbilerde, Chelsea kulüp tarihinin en büyük yabancı golcüsü. Azılı Chelsea taraftarlarının maç günleri doldurduğu ‘Shed End’ tribününde asılı ‘Droga Legend’ hiç unutmayacakları efsanenin hatırasına. Velhasıl Kuzey Londra derbisi kadar olmasa da yeni sezonda Premier Lig’de altı takımla temsil edilen şehrin belalı derbisi Chelsea-Arsenal maçları. O derbiye naçizane bakış…

Ağustos ayının ortalarında iki takımın da başında yeni hoca, yeni umutlar. Sezona Huddersfield deplasmanında üç puanla başlayan Chelsea, evinde, geçen hafta sahasında Manchester City’e boyun eğmiş Arsenal karşısında. Yeni hocasıyla birlikte 22 sene aradan sonra yeni sistemine alışmaya çalışıyor Kuzey Londra takımı. Unai Emery’nin oyun felsefesi rakibin presi ne kadar amansız olursa olsun kaleciden başlayarak oyunu geriden kurmak. Takımın başında sahaya çıktığı ilk maçta topun kaleci Cech’in ayağına 42 kez gelmesi, Arsenalli oyuncuların savunmadan mutlaka pasla çıkma çabaları o felsefenin göstergesi. Geçen sezon Cech’in maç başına topa ayakla müdahalesi 24, bu sayı yeni hocayla ilk maçta neredeyse iki katı. İlk maçta takımın göze batanı 19 yaşındaki Guendouzi, Fransa 2. Liginden katıldı takıma. Zaman zaman hata yapsa da isteği, hırsı ve topu sürekli ileri taşıma niyeti artıları. Deneyimsiz ama cesur 29 numara, 72 kez topla buluşmuş ilk maçında, takımın en fazla topla oynayanı. Takımın iki ası Mesut Özil ve Mkhitaryan kanatlarda denendi ilk maçta ama ikisinin de süratinin olmayışı, defansif yönlerin zayıflığı eksileri. Daha önce de yazmıştım, Arsenal makinesinin hayaleti Özil, iyi oynadığı zaman etkili ama önemli maçlarda çoğu kez kayboluyor sahada…

Evinde Arsenal karşısında kaybetmiyor Chelsea, son altı maçın beşini kazanıp bir kez berabere kaldı. Hocaları Maurizio Sarri Napoli’nin başındayken evinde oynadığı 57 maçın sadece dördünü kaybetti, Arsenal ise yolları sevmiyor, geçen sezonla birlikte son sekiz deplasmanın yedisinden puansız döndü. Geçen sezon ligde 11 kez kaybettiler, en son 1994-1995 sezonunda karneleri bu kadar kötüydü!

4-2-3-1 dizilişinde Arsenal, ileri uçta Mkhitaryan, Özil, Iwobi, önlerinde Aubameyang, Avrupa’nın dört büyük liginde top koşturdu 29 yaşındaki Aubameyang, 149 gol kaydetmiş. En parlak zamanları 2013-2018 arasında formasını giydiği Borussia Dortmund’da. Sürati en önemli artısı, 2009’da Usain Bolt 100 metre rekorunu kırarken 30. metreye 3,78 saniyede erişmişti. Milan’ın genç takımında oynarken aynı mesafeye 3,7 saniyede erişmiş, yakın geçmişte Bolt’u 100 metre yarışına davet ettiğini de hatırlatalım.

İlk 35 dakikada üstün oynayan, rakip savunma arkasına kolay sarkan Chelsea. Topu geriden oyuna sokan Arsenal’de savunmanın ortasında Sokratis ve Mustafi’nin ağır kalması Emery adına düşündürücü. 9’da Pedro’nun, 20’de Morata’nın golleriyle iki farkı yakalıyor ev sahibi. Goller uyandırıyor Emery’nin takımını, Aubameyang’ın kaçırdığı net fırsatlardan sonra 37’de Mkhitaryan, dört dakika sonra Iwobi ile beraberliği yakalıyor.

40.491 taraftarın önünde ikinci yarıya yine hızlı başlıyor Arsenal ama 61’de Willian’ın yerine Hazard’ın oyuna girmesiyle görüntü değişiyor. Arsenal’de sert defansif orta saha oyuncusunun eksikliği, çabuk hücumcularına karşı orta sahada top kayıpları, oyun kurucusu Özil’in etkisizliği göze batan eksileri. 81. dakikada Chelsea’ye üç puanı getiren golü Hazard’ın asistiyle Alonso kaydediyor. Maçın bitiş düdüğüyle birlikte sezonun ikinci yenilgisini alan Arsenal puanla tanışamıyor. Muhtemel Wenger Fransa’daki yazlığında şarabını yudumlarken yüzünde acı bir gülümsemeyle izlemiştir eski takımının Chelsea karşısındaki dağılışını. İki maçta kalesinde beş gol gören takımın ligi ilk dört içinde bitirmesi pek mümkün görünmüyor. Maçın adamına gelince, Chelsea orta sahasının maestrosu Jorginho sahanın en fazla topla buluşan oyuncusu, başarılı pas yüzdesi 91,9. Sezon boyunca adını çok duyacaksınız, yazın bir kenara…

Ziya Adnan
21 Ağustos 2018

Umut yolculuğuna başlarken…

Umut yolculuğuna başlarken

Uzaklardan…

2017-2018 sezonunun sonunda, 22 seneden sonra Arsenal’den ayrıldı Arsene Wenger, doğruları ve yanlışlarıyla kulüp tarihinin en başarılı teknik direktörü, Ada futbolunun profesörü. En koyu muhalifleri bile zaman içinde özleyeceklerdir sanırım, malum onun gidişiyle kapandı bir devir, ona dair hikâyeler futbol belleklerimizde anı olarak kaldı. Şairin dizelerindeki gibi: “Gitti. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza…”

Yerine gelen Unai Emery 46 yaşında, Wenger göreve geldiğinde La Liga’da Real Sociedad’ın orta sahasının solunda görev yapıyordu. 1995-1996 sezonunda ancak beş maçta forma giyebilmiş. Futbolculuk kariyeri Wenger’in topçuluğundan hallice, hocalığını zaman gösterecek. Yeni sezonun ilk maçında, Manchester City maçı vesilesiyle yenilenmiş Arsenal’e ve kulüp tarihinin ikinci yabancı hocasına naçizane bir bakış…

2004-2005 sezonunda alt liglerde Lorca Deportiva CF’de forma giydiği zamanlarda geçirdiği sakatlık takımdan ayrı kalmasına neden olmuş. O dönemde takımın başkanı hocalık yapmasını istemiş ve o sezon mavi beyazlılar tarihinde ilk kez 2. Lige terfi etmişler. Yeni teknik direktörün takımı ikinci sezonunda ligi 5. sırada bitirdi ve sadece beş puanla La Liga’ya yükselme şansını kaçırdı. Sonraki durağı Almería, 2007’de La Liga’ya terfi eden takım 2007-2008 sezonunu ligde 8. sırada tamamlıyordu. Kısıtlı bütçelerle umulmayan başarılar yakalayan futbol adamı kısa sürede adını duyuruyor, 2008 senesinde Valencia’nın başına geçiyordu. Kulübün içinde bulunduğu parasal sıkıntılara rağmen ilk sezonu 6. sırada tamamlayarak ertesi sezonda Şampiyonlar Ligi’ne katılmaya hak kazanacaktı. O dönem takımdaki öğrencisi Joaquín, hocasının futbolla yatıp kalktığını, alışkanlığın hastalık derecesinde olduğunu vurguluyor ve devam ediyor: “Üç sezon birlikte çalıştık ama dördüncüsünü kaldıramadım!”

2012 senesinde Spartak Moskova’da yaşadığı macera uzun sürmedi, 2013’ün Ocak ayında Sevilla’nın başına geçerek La Liga’ya döndü. Kariyerinin en başarılı zamanları kırmızı beyazlılarda, 2013–2016 arasında Avrupa Ligi’ni üç kez kazandı. 2017-2018 sezonunda Paris Saint-Germain’de yaşadığı şampiyonluğa rağmen sözleşmesinin bitimine bir sene kala takımdan ayrıldı. Fransa’da şampiyonluk yaşayan ilk İspanyol teknik direktör olduğunu, takımın başında olduğu dönemde yüzde 77,3’lük kazanma oranıyla kulüp tarihinin en başarılı hocası olduğunu hatırlatalım. 14 senelik teknik direktörlük kariyerinde 10 kupa kazandı ama Premier Lig’deki iki rakibi Pep Guardiola ve Jose Mourinho’nun takımlarına karşı hiç galip gelemedi.

•••

Premier Lig sezonunun açılış haftasında, o gri Londra gününde Arsenal’in yeni hocası ilk kez bir lig maçında taraftarının karşısında. Guardiola’nın takımına karşı Arsenal’in şansı tutmuyor. Manchester Cıty karşısında, geçen sezon üç maçta kalelerinde dokuz gol görürken üç maçı da kaybettiler. Ligi 6. sırada bitiren Arsenal 38 maçta kalesinde 51 gol gördü, kaliteli defansif orta saha eksikliği ve savunma zaafları bilinen eksikleri. 70 milyon Sterlin harcayarak beş yeni topçuyla daha dirençli bir takım yaratma hedefinde Emery. Uruguaylı Torreira orta sahaya önemli takviye, defansın ortasında Sokratis deneyimli ama ağır, Mustafi ile uyumlu ikili olurlar mı, zaman gösterir… Arsenal 4-2-3-1 dizilişinde, Mkhitaryan, Ramsey, Mesut Özil hücum hattında, önlerinde gol umudu Aubameyang. Yenilerden Guendouzi 19 yaşında, Paris St Germain’in alt yapı ürünü, transfer döneminde 7 milyon Sterlin bedelle FC Lorient takımından Arsenal’e geldi. İki kanat beki Walker ve Mendy ile oyunu geniş alana yayan misafir takım Aguero ve Sterling ile gol arıyor ve 15. dakikada golü buluyor, Sterling ceza sahası çizgisinde bulduğu boşluktan yararlanıp topu köşeye bırakıyor. City’nin topla oynama oranı yüzde 59 ve çok üstün oynadığıı devreyi önde kapatıyor.

İkinci devreye bıraktığı yerden başlıyor Guardiola’nın takımı, hızlı pas trafiği, kanat organizasyonları, topu kaybettikleri anlarda yeniden kazanma isteği hocanın oyun felsefesi. Devrenin başında Ramsey yerini Lacazette’e bırakıyor. Oyuna girdikten hemen sonra beraberlik şansını kullanamıyor 9 numara, yakın mesafeden vuruşu az farkla dışarda. Guendouzi’nin zamanlama hatası sonucu Aguero’nun yararlanamadığı pozisyondan hemen sonra, 64’te Silva farkı ikiye çıkartıyor. Pozisyonda ceza sahasında kaleciyle birlikte beş Arsenal’li, dört City’li oyuncu var ama ilk golde olduğu gibi rakibe boş alan bırakıyor ev sahibi. Dört dakika uzatılan maçı 2-0 kazanıyor geçen sezonun şampiyonu. Maçı yedek kulübelerine bakarak özetlemek mümkün. Birinde Kompany, De Bruyne, Sane, Jesus, diğerinde Iwobi, Elneny… İyi futbol iyi futbolcularla oynanıyor sonuçta…

Zaman içinde rakibin gerisinde kalmış Arsenal’de şimdi değişim zamanları, tıpkı Can Yücel’in mısralarındaki gibi,

Yok efendim dedi yanımdaki adam
Gömlek değiştiriyor yılan
Bu hallerden anlarız dedi az çok
Biz de sınıf değişmiştik bir zaman…

Ziya Adnan
16 Ağustos 2018

Premier Lig seyir defteri: Fulham’ın dönüşü…

Premier Lig seyir defteri: Fulham’ın dönüşü…

Uzaklardan…

Fulham FC, Londra’nın en eski profesyonel futbol kulübü, günümüzden 139 sene önce, 1870 senesinde St Andrew’s Kilisesi’nin pazar müdavimleri tarafından sağlık için spor amacıyla kurulmuşlar. Şehrin batısında, zenginler kulübü Chelsea’nin komşusu, 87 bin nüfuslu o enfes semtin sevilesi takımı. Bölgede ortalama ev fiyatlarının 1 milyon sterline yakın olduğunu, takıma ev sahipliği yapan Thames Nehri’nin kıyısına kurulmuş 25.700 kapasiteli Craven Cottage Stadı’nın Avrupa’nın en güzel manzaralı on stadı arasında gösterildiğini hatırlatalım.

Güzelliğe imrenenler de çok haliyle, evlerinde oynadıkları maçlarda rakip tribünlerinden yükselen ‘Flats on the Cottage, they are building flats on the cottage!’ (Cottage üzerine apartmanlar inşa edecekler) tezahüratı o güzelliği ve biraz da haseti anlatır. Stada adını veren çiftlik 19. yüzyılın sonlarına doğru yanıp kül olmuş ama mabetleri hâlâ ‘Cottage’ adıyla anılır sevdalıları arasında. 2013-2014 sezonunun sonunda Norwich City ve Cardiff City ile birlikte küme düştüler, geçen sezonun play-off finalinde Aston Villa’yı yenerek dört sene aradan sonra Premier Lig’e döndüler. Yeni sezonun ilk maçında Crystal Palace karşısında sahaya çıkarken dönüşlerini kutluyordu sevdalıları. O maç vesilesiyle ligin çiçeği burnunda takımına naçizane bir bakış…

2014 senesindeki düşüşten sonra çalkantılı zamanlar geçirdi Fulham, 2014-15 sezonunu ligde 17. sırada bitirirken, bir sonraki sezonda daha kötüye gidiyor, kümede kalma savaşında ligi 20. sırada tamamlıyorlardı. Köklü tarihlerinde sadece 39 teknik direktörle çalışmış olmaları kayda değer. 2015 senesinin aralık ayında, 1968 doğumlu eski Sırp futbolcu Slavisa Jokanović’i takımın başına getirmeleri dönüşün başlangıcı. 2016-17 sezonunu 6. bitirirken Premier Lig’e dönme şansını play-off maçlarında kaybediyor, geçen sezon ligi 3. sırada tamamlayıp play-off finalini kazanarak dört sene ayrı kaldığı elitlerin ligine dönüyordu…

Başkanları Pakistan asıllı Amerikalı Shahid Khan 7,4 milyarlık servetiyle dünyanın en zengin 400 işadamı içinde. Geçen günlerde Wembley Stadı’nı 600 milyon sterlin karşılığında satın almak için federasyona teklif götürüyordu. Yeni sezonda Premier Lig’de boy gösterecek 22 kişilik kadronun yaş ortalaması 26,4, toplam değeri 160 milyon sterlin. Takımın en değerli topçuları orta sahanın dinamosu Jean Michael Seri, geçen sezon ligde 15 gol kaydeden 18 yaşındaki kanat beki Ryan Sessegnon (adını çok duyacaksınız), kaptan Tom Cairney ve golcüleri Aleksandar Mitrovic. Transfer döneminde sağ bekleri Ryan Fredericks’i West Ham’a kaptırdılar ama 27 yaşındaki orta saha oyuncusu Jean Michael Seri’nin Nice’den transferi önemli hamle. Bir önceki sezonda Barça’ya transferı gündeme gelmiş Fildişili orta saha için 27 milyon sterlin öderken, geçmişte Chelsea ve Dortmund formaları giymiş Andre Schurrle’yi de saflarına iki sezonluğuna kiralık olarak katıyorlardı. Beşiktaş’tan 5,4 milyon ödeyerek transfer ettikleri 30 yaşındaki Fabri yenilerden…

Yeniden döndükleri ligde ilk sezondaki hedefleri lige tutunabilmek. Sezonun ilk maçında Crystal Palace karşısında 4-2-3-1 dizilişindeler. Üçüncü bölgede, solda Sessegnon, sağda Schurrle, ortada Cairney, önlerinde Mitroviç. Crystal Palace’ın başında hafta içinde 71 yaşına basan Roy Hodgson 2007-2010 arasında Fulham’ı çalıştırdı, 2010 senesinde UEFA Kupası finalini Atletico Madrid karşısında kaybetti. Misafir takım 1986 senesinden beri Fulham deplasmanında kazanamadı.

Taraftarının ateşlediği Fulham baskılı başlıyor maça, henüz 3. dakikada Christine’nin yerden vuruşunu köşeden çıkartıyor Palace kalecisi Hennessey. Misafir takımın tehlikelisi, yükselişi dolar’dan hızlı Zaha, her fırsatta onu topla buluşturmaya çalışıyor takım arkadaşları. Fabri ilk kurtarışını 15’te yapıyor. İki takımın da orta sahayı kalabalık tuttuğu dakikalarda gol pozisyonları kısıtlı. 41. dakikada öne geçiyor Palace, Aanholt’un savunma arkasına bıraktığı topa müdahalede geç kalıyor Chambers, Schlupp yakın mesafeden sert vuruyor, Fabri’nin Premier Lig’de kalesinde gördüğü ilk gol. Fulham yüzde 66 oranında topa sahip olduğu, rakip kaleyi sekiz kez yokladığı devreyi geride kapatıyor.

İkinci devreye hücumda başlıyorlar ama temel sorunları Mitroviç’in hücumda yalnızlığı. Yeni transfer Seri yüksek tempoya ayak uydurmakta zorlanırken top kayıpları göze batıyor. 63’te ikinci gole çok yaklaşıyor Palace, Zaha’nın karşı karşıya vurduğu topu ayaklarıyla çeliyor Fabri. 80’de fark ikiye çıkıyor, savunma arkasına atılan topa yine savunmadan önce hareketleniyor Zaha, Fabri’nin altından topu ağlara gönderiyor. Velhasıl 24.821 taraftarın şahitliğinde sezonun ilk maçını kaybediyor Fulham ama sezon dediğin uzun soluklu maraton. Forvet hattına kiralayacakları bir golcüyle daha iyi olacaklardır. Geçmiş sezonlarda Leicester City, Burnley gibi düşük bütçeyle büyük başarı yakalamış takımlardan sonra onların sırası olsun, kalıcı olsunlar futbolun en görkemli sahnesinde…

Maçın adamına gelince, Wilfred Zaha, Ada futbolunun yükselen yıldızı, 25 yaşındaki kanat oyuncusunun talipleri çok ama altyapısından yetiştiği kulübü onu bırakmamakta diretiyor. Günümüzün paraya bulanmış futbolunda ne kadar direnirler zaman gösterir…

Ziya Adnan
14 Ağustos 2018

Community Shield vesilesiyle, kaderi değişmiş takımlar…

Community Shield vesilesiyle, kaderi değişmiş takımlar…

Uzaklardan…

Yaşı yetmeyenler bilmez, Batı Londra’nın zenginler kulübü Chelsea 70 ve 80’li senelerin asansör takımıydı, düşmeler ve çıkmalarla geçerdi zamanlar. Şampiyonluk kupasını kaldırdıkları 1954–1955 sezonundan sonra ilk kez 1962 senesinde düşmenin acısını yaşamışlar. 2003 senesinde Rus milyarderi Roman Abramovich’in kulübü satın almasının öncesinde altı kere düşüp yedi kere dönmüşler elitlerin ligine. 1983–1984 sezonunda 2. lig şampiyonu olurken, 1988 senesinde bir kez daha küme düştü, bir sonraki sezon ligi şampiyon bitirip yeniden döndü. 2000’li senelerin başına gelindiğinde kulüp parasal sıkıntılar yüzünden kapanma noktasına gelmişti. 2003’ün Haziran ayında Abramovich’in 140 milyon Sterlin karşılığında satın aldığı Chelsea, o tarihten sonra Premier Lig’i beş kez şampiyon olarak tamamladı, 2011-2012 sezonunda Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. İlk altı senesinde kulübe kendi cebinden 680 milyon Sterlin harcadı Abramovich, kulübün kaderi sahip olduğu parasal güçle değişti. 2003’ten beri 13 teknik direktör geldi geçti kulüpten, kibir küpü Mourinho iki kez denendi ama kalıcı olamadı. Geçtiğimiz günlerde takımla şampiyonluk yaşamış Conte ayrılırken 59 yaşındaki Maurizio Sarri getirildi göreve, kalıcı olabilecek mi zaman gösterir…

Kaderi değişmiş takımlardan biri di Manchester City, o futbol şehrinin kökleri 1880 senesine kadar uzanan mavi beyazı. Tarihlerinde sadece 25 sezonda ülkenin en üst liginde yer almamışlar. 1983-2001 arasında, 18 sezonda dört kez küme düşerken, o dönemde bir sezon 3. Lig’de mücadele etmişlikleri bile var. 1998-1999 sezonunun sonunda 3. Lig Play-off’u kazanarak 2. Lig’e yükseldiler. 1980 senesinden yükselişe geçtikleri 2008’e kadar 20 teknik direktörle çalıştıklarını, tarihlerindeki ilk yabancı teknik direktör Sven-Goran Eriksson’ın kulüpte sadece bir sezon görev yaptığını hatırlatalım. Onların da kaderi 2008 senesinde değişti, o sene Abu Dhabi United Group 210 milyon Sterlin ödeyerek kulübü satın alıyor, o değişimden sonra 2008, 2011’de kazandıkları Federasyon Kupası 35 senelik kupa hasretine son veriyordu. 2012, 2014 ve geçtiğimiz 2017-2018 sezonunda şampiyonluk yaşadılar. (Premier Lig tarihinde ilk kez bir takım sezon sonunda 100 puan barajını aşmayı başardı.) Forbes dergisinin açıkladığı dünyanın en zengin kulüpleri sıralamasında 2,47 milyar dolar değerle 5. sıradalar.

Premier Lig’de yeni sezonun başlamasına az kala görkemli Wembley Stadında kaderi değişmiş iki takım Chelsea ve Manchester City, Community Shield Kupası maçında karşı karşıya. Ada futbolunda ilk kez 1908 senesinde oynanmış bizdeki adıyla “Süper Kupa”… Aslında çok da süper sayılmaz, futbol aleminde uğursuz kupa olarak biliniyor. Şöyle ki, Premier Lig’in başladığı tarihten beri oynanan 26 kupa finalinde kazanan takımlardan sadece yedisi sezon sonunda şampiyonluğu yakalamış. Arsenal 2000 senesinden beri kupayı beş kez kazandı ama son iki sezondur Şampiyonlar Ligi’ne katılamıyor. Kupanın yaramadığı hocalar da var elbet, Sir Alex Ferguson’dan sonra Kırmızı Şeytanlar’ın başına gelen David Moyes’ın takımı kupayı kazanınca umutlanmıştı takım sevdalıları. Ama futbolun efendi İskoç’una yaramadı o kupa, 10 ay sonra kovuldu, şimdilerde yeni takım arayışında…

İki takım da transfer döneminin suskunlarından, kadrolarına sadece birer ilave (Mahrez ve Jorginho) yaparken alt yapıdan çıkardıkları topçuları parlatmaya çalışıyorlar. Chelsea’nin 17 yaşındaki hücumcusu Callum Hudson-Odoi hazırlık maçlarında göze batanlardan. 2012 senesinde Villa Park Stadında oynanan finalde Chelsea’yi 3-2 mağlup eden City kupayı kazanmıştı, Chelsea 2009’dan beri kupayı kaldıramadı.

İki takım da 4-3-3 dizilişinde, Chelsea’nin hücum üçlüsü Odoi, Morata, Pedro… Manchester City ise yeni transferi Mahrez, Sane ve Aquero ile gol arıyor. Yaz güneşinin ısıttığı Wembley’de Manchester City istekli başlıyor maça ve 13. dakikada golü buluyor; Faden’in getirdiği topu ceza sahasının dışından köşeye gönderiyor Aqüero, gol makinesi 10 numara. Sahayı daha iyi parselleyen, çabuk oyuncularla savunma arkasına kolay sarkan City geçen sezon bıraktığı yerden devam ediyor. İlk 30 dakikada topla daha çok oynayan takım Chelsea (yüzde 56) ama pozisyonları üreten City. Üçüncü bölgede presle rakibin pas trafiğini engellemeye çalışıyor, Sarri’nin takımı ama City rahat çıkıyor. Takımın maestrosu De Bruyne’nin eksikliğine rağmen devreyi önde kapatan Guardiola’nın öğrencileri sezona hazır görünüyor.

İkinci devrede Sane’nin yerine İlkay Gündoğan sahada. 50. dakikada Aqüero’nun müsait pozisyonda kaçırdığı golün sonrasında Foden’in ceza sahası içinden köşeye giden vuruşu Caballero’nun ellerinde kalıyor. 57’de farkı ikiye çıkartıyor City, Agüero bu kez kaçırmıyor. Chelsea’nin rakip kaleyi sadece bir kez yokladığı, kalecisinin farkı önlediği maçı Manchester City rahat kazanıp kupa koleksiyonuna yenisini ekliyor. Maçın adamı Sergio Agüero…

Hafta sonunda başlayacak Premier Lig’de yeni sezon ve görünen o ki Manchester City yine şampiyonluğun favorisi. City’i geçebilmek için rakiplerin çıtayı yükseltmesi gerek, zira Guardiola’nın takımı farklı seviyede oynuyor…

Ziya Adnan
9 Ağustos 2018

Middlesbrough FC, zamana yenik…

Middlesbrough FC, zamana yenik…

Uzaklardan…

Middlesbrough…

İngiltere’nin kuzeydoğusunda, North Yorkshire bölgesinde, Tees Nehri’nin kıyısına kurulmuş, kökleri 1830 senesine uzanan 175 bin nüfuslu kendi halinde bir kasaba, şimdilerde biraz unutulmuş, biraz yalnız… Kasabada 1960’tan beri eğitim veren Teesside Üniversitesi 20 bine yakın öğrenciye ev sahipliği yaparken eğitim kalitesinde 129 üniversite arasında 92. sırada. Yakın geçmişte ‘The Telegraph’ gazetesi ülkenin işsiz nüfusunun en yoğun olduğu bölgeler arasında gösteriyordu kuzeyin bir zamanlar kömür madenleriyle ün salmış kasabasını…

İşte o tarihi kasabanın 1876 senesinde kurulmuş kırmızı beyazlı takımı Middlesbrough FC, nam-ı-diğer ‘Boro’… 1899 senesinde lige kabul edildiklerinde parasal sıkıntı nedeniyle o dönem hocalığını yapan Jack Robson takımı deplasmanlara götürmeyi reddetmiş. Geçmiş zamanda bölgede yer alan fabrikalar nedeniyle şehrin üzerindeki daimî duman ve sis tabakası rakip takım taraftarlarına mizah konusu olmuş, ‘Smoggies’ (Dumanlılar) olarak nam salmışlar futbol aleminde. Yakın geçmişe kadar bölgedeki ezeli rakipler Newcastle United ve Sunderland’ın taraftarları Middlesbrough FC maçlarına gelirken toz maskeleri ve kimyasal elbiseler giyerlerdi, bilirsiniz işte, futbol aleminin gülümseten mizahi yaklaşımları. Zaman içinde onlar da benimsediler lakaplarını. Sakinlerinin tutkusu futbol, takımları 20. yüzyılın iki sezon haricinde tamamını ülke futbolunun iki üst liginde geçirmiş, çoğu sezon 2. Ligde. Ada futbolunun asansör takımlarından, düşmeler ve çıkmalarla geçmiş zamanlar. Premier Lig’in kurulduğu 1992 senesinde düştüler, 1994-1995 sezonunda çıktıktan sonra 2009’a kadar ligde boy gösterdiler. Elitlerin liginden dört kere düşüp üç kez döndüler. 2017-2018 sezonunu 5. sırada bitirip play-off yarı finalinde Aston Villa’ya yenilerek yükselme hakkını kaybettiler. Mabetleri Riverside Stadı 34 bin kapasiteli, 2017-1018 sezonunda 587.502 taraftarı ağırladı, maç başına ortalaması 25.544. Köklü tarihlerinde kazandıkları en önemli kupa 2004’te müzelerine götürdükleri Lig Kupası…

Yeni sezonda, ağustos ayının ilk cumartesi gününde Championship’te Millwall deplasmanındalar. Championship zor lig, izlenme oranı İtalya Serie A’ya fark atıyor, 24 takımlı ligin geçen sezon maç başı taraftar ortalaması 20.470… Velhasıl adına futbol denilen güzel oyunun içinde ‘Boro’ gibi eski günlerini özlemle ananlar da var, yad edelim bu vesileyle…

2018-2019 sezonunda 22 kişilik kadronun değeri 79,3 milyon sterlin, en değerlisi 25 yaşındaki Kongolu forvet Assombalonga geçen sezon 15 gol kaydetti. Takımın hocası Tony Pulis 60 yaşında, 1992’den günümüze 10 takım çalıştırdı. Futbol oynadığı yıllarda başlamış teknik direktörlük kurslarına, 19 yaşında hak kazandığı ‘A’ lisansıyla Ada futbol tarihinin en genç hocası. 2015-2017 arasında West Bromwich Albion’u çalıştırdı, kötü başlayan sezondan sonra kasım ayında görevinden ayrıldı. Yeri gelmişken misafir oldukları Millwall’a da selam çakalım. Thames Nehri’nin hemen kıyısında, tarihi Bermondsey semtinin mavi beyazı, azılı taraftarları ‘Green Street Hooligans (2005)’ filmine konu olmuş, namları yürümüş futbol aleminde. Bu sezon 25. yaşını kutlayan 20 bin kapasiteli The Den Stadı’nda geçen sezon 23 maçta 307.458 taraftarı ağırladılar, play-off şansını üç puanla kaçırdılar. Maç başı ortalamaları 13.368… Adının başında eğreti ‘Süper’ sıfatı taşıyan ligimizin takımlarının çoğundan daha fazla. (Geçenlerde okumuştum, yeni sezonunun başlamasına az kaldığı zamanlarda Alanyaspor’un sattığı sezonluk bilet 747, Antalyaspor’un ise 451). Middlesbrough’ya gelince, tarihte iki kez sezonun açılış maçında (1987-1988 ve 1991-1992) Millwall karşısında sahaya çıktılar, kaderin cilvesi iki sezonu da şampiyonluğu yakalayıp Premier Lig’e terfi ettiler.

4-5-1 dizilişindeki misafir takım, 13. dakikada O’Brien’ın golüyle geriye düşüyor. Orta sahada daha mücadeleci Millwall, fiziksel olarak yeni sezona daha hazır görünüyor. Kaptanları ve golcüleri Morison ilerlemiş yaşına (34) rağmen üçüncü bölgede çok etkili. Boro’nun iki beki Shotton ve Friend’in ofansif katkısı yetersiz, haliyle pozisyon bulmakta zorlanıyorlar. Orta sahada takıma yön verecek oyuncu eksikliği kendini gösteriyor. Devrenin bitimine yakın fark ikiye çıkıyor, savunmada kısa düşen geri pasını kovalayan Gregory yakın mesafeden kaçırmıyor. Boro yüzde 50 topla oynama oranına rağmen pozisyon üretmekte zorlanınca devreyi 2-0 yenik kapatıyor.

İkinci devreye Middlesbrough FC daha ofansif başlıyor ama golü kaçıran Millwall, çizgi üzerinde dokunmakta geç kalıyor Morison. Bu yarıda daha hareketli Boro ama golcüleri Assambalonga hücumda yalnız. Millwall’un 7 numarası Wallace sağ kanatta etkili. 86’da savunmanın hatasını iyi değerlendiriyor Boro, 10 numaralı Braitwaite farkı bire indiriyor. Beş dakika uzayan maçta beraberliği son saniyede yakalıyor Boro, iyi oynamadıkları maçta Friend’in karambol golü hak etmedikleri puanı getiriyor. Transfer döneminin bitmesine az kala orta sahaya yaratıcı oyuncu takviyesi şart. Maçın adamı Millwall’un golcüsü Gregory, çalışkanlığı ve üretkenliği takdire şayan. 2014’den beri takımda, yakında 30 yaşına basacak 9 numara, nice senelere…

Ziya Adnan
7 Ağustos 2018

Hazin Brezilya hikâyesi…

Heleno: Hazin Brezilya hikâyesi…

Uzaklardan…

Günümüzden 60 sene önce… 1958 senesinin Dünya Kupası finali…

İsveç’in 36.600 kapasiteli Rosunda Stadı’nda kupaya ev sahipliği yapan İsveç, Brezilya karşısında sahaya çıkar. O finalden sekiz sene önce kendi evinde, Maracana Stadı’nda kupayı Uruguay’a kaptırmış olan Sambacılar bu kez aynı hatayı tekrarlamamak niyetindedir. Ama maç onlar adına kötü başlar, İsveç henüz 4. dakikada kaptanları Nils Liedholm’un golüyle öne geçmiştir. Ama uzun sürmez sevinçleri, Brezilya o golden beş dakika sonra Vava’nın golüyle beraberliği yakalarken 32’de yine onun golüyle öne geçer. Devre Brezilya’nın üstünlüğüyle tamamlanmıştır. Maçın bitimine saniyeler kala, uzaklarda bir ülke radyoları başında heyecanla maçın bitiş düdüğünü beklemektedir. Brezilya son dakikalara 4-2 önde girerken 90. dakikada Pele’nin enfes kafa golü farkı üçe çıkartır. Brezilya Dünya Kupası’nı kazanmıştır…

Aynı saatlerde ülkenin Barbacena şehrinin bir akıl hastanesinde hastalar ve çalışanlar zaferi kutlamaktadır. Biri hariç… Odasına kapanmış, 1953 senesinde tanıştığı sanatoryumun tek kişilik koğuşunda, altı yıl boyunca odasının duvarlarında asılı, parlak kariyerinin en güzel zamanlarını anlatan gazete kupürlerine bakarak yaşamış, kim bilir belki eski günlerin hayaliyle ölümü beklemiş eski futbolcu, hayatına son vermeye çalışmaktadır…

Gelin 1940’lı senelerin Pele’si olarak nam salmış Brezilyalıyı hatırlayalım bu yazıda, anlatalım hazin hikâyesini…

1920 senesinde Brezilya’nın Sao Joao Nepomuceno şehrinde dünyaya açmış gözlerini, henüz 12 yaşındayken kaybetmiş babasını. 17 yaşındayken parlamış yeşil sahalarda, futbolun yaşamın parçası olduğu topraklarda. Copacabana Sahili’nde top yerine portakal kullanarak sergilediği hünerler dikkatini çekmiş Botafogo kulübünün scoutlarından birinin. 22 yaşına geldiğinde takımın yıldızı, 27 yaşında Güney Amerika’nın en büyük topçusuymuş. 1939-1948 arasında 235 maçta formasını giydiği Botafogo’da 209 golü var, üstelik çoğunluğu kafayla. O enfes kitabında onu şöyle anlatır Eduardo Galeano: “Çingeneye benzer bir yönü vardı ama yüzü Rudolph Valentino’yu andırıyordu. Kuduz köpek mizacına sahipti ama iş futbol sahasına gelince o gerçek bir yıldızdı…”

Futbol stili zarif bir dansçıyı andırırmış; ayakları sahaya hükmeder, top tekniği izleyenleri büyülermiş. Lastik gibi bir vücuda sahip, rakiplerini kolaylıkla geçebilen, topu ayakları, kafası, hatta göğsüyle kaleye yollayan bir futbol ustası, bir dâhi… Kariyerinin büyük bölümünü geçirdiği Botafogo’da efsaneleşmiş ama karşılıklıymış aşk. Günün birinde bir gazetecinin onun için söylediği, “Sadece bir futbol oyuncusu olduğunu unutuyor” sitemine verdiği cevap o aşkı yansıtır: “Ben bir futbol oyuncusu değilim, bir Botafogo oyuncusuyum.”

Karnaval müziği eşliğinde çıktığı maçlarda sahada hünerlerini sergiler, attığı her golden sonra General Severiano Stadı’nın tribünlerine koşarak kucağında taşıdığı görünmez muzları taraftarlara atarak kendine has stili ile selamlarmış hayranlarını. Futbol oynadığı yıllarda üniversiteye devam edip avukatlık diploması almış. Kariyerinin en parlak zamanlarında, Copacabana Plajı’nda futbol oynayan küçük bir çocuğa para verdikten sonra şöyle der: “Bunun hepsini dondurmaya ve sinemaya harca. Sakın bütün gününü futbol oynayarak geçirme. Hayatta daha güzel şeyler de vardır.”

O dönemin film yıldızı Rudolph Valentino’yu andıran bu yakışıklı, zeki, karizmatik futbol yıldızının çevresinde kadınlar hiç eksik olmazmış. Maç günleri yeşil sahalarda, geceleri gece kulüplerinde, dans pistlerinde, yatak odalarında sergilermiş hünerlerini. “Rio’nun Prensi” olarak nam salmış o yıllarda…

Ancak onca yeteneğine karşın hayli asabiymiş, kimi zaman rakip topçularla, kimi zaman hakemlerle, kimi zaman rakip takım taraftarlarıyla kavga edermiş. Kendi takım arkadaşları bile zaman zaman nasiplerini alırmış onun kontrolden çıkmış öfkesinden. Rakip taraftarlar onu kızdırmak için ‘Gilda’ lakabı takmışlar, o zamanın Amerikalı güzel aktrisi Rita Hayworth’un canlandırdığı bir fahişeyi anlatan 1946 yapımı ‘Şeytanın Kızı Gilda’ adlı filmden esinlenerek. Rakip tribünlerden yükselen ‘Gilda!’ tezahüratı çılgına çevirirmiş futbolcuyu. Öylesine ki bir maçta o tezahüratı duyunca tribünlere koşup şortunu indirip takım taklavatı teşhir edecek kadar deliye dönmüş…

1948 senesi Boca Juniors kulübüyle Arjantin’in yolunu tutan golcünün kariyerinin hızla inişe geçtiği zamanlar. O sezon bir maçta takım kadrosunda yer almadığını öğrenince, takımın teknik direktörü Flavio Costa’nın kafasına silah dayamış ve tetiği çekmiş ama teknik direktörün şansına silah dolu değilmiş. Kadınlara, içkiye ve kumara olan düşkünlüğü yalnız futbol kariyerinin değil, kendi hazin sonunu da hazırlamış. 1949 senesinde Junior Barranquilla’daki kısa serüveninde, gazeteciliğe yeni başlayan Gabriel Garcia Marquez ile tanışmış. Onun Kolombiya macerasını ‘Yılın en güzel hikâyelerinden biri’ olarak tanımlar Marquez. Ama dostlukları kısa sürmüş. Futbolu 1951 senesinde Rio’nun Americas takımında bırakmış. 2012 senesinde Brezilyalı film yapımcısı José Henrique Fonseca, Marcos Eduardo Neves’in kitabından uyarladığı, futbolcunun hayatını anlatan ‘Heleno’ filmiyle yeni nesillere tanıtmış bir zamanların yıldızını.

•••

Takvim yaprakları 8 Kasım 1959’u gösterirken 39 yaşında hayata veda etmiş Heleno de Freitas, Botafogo’nun efsanesi. Ölüm nedeni, çok zaman önce kaptığı ama tedavi olmayı reddettiği frengi hastalığı olarak geçmiş kayıtlara. Galeano onu anlattığı yazısını şu cümleyle bitirir: “Bir gece tüm parasını bir kumarhanede yitirdi. Başka bir gece kim bilir nerede yitirdi yaşama sevincini? Son gecesinde ise bir yoksullar yurdunda sayıklayarak öldü…”

Bir dünya kupası daha geçti göz açıp kapatıncaya kadar, bir sonrakine kim öle kim kala. Kupayı beş kez kazanan Brezilya bu kez erken havlu attı turnuvaya, cakası futbolundan büyük Neymar bile çare olamadı hüsranlarına. Sambacıları hatırlarken hayatın siyah beyaz olduğu zamanlarda Rio’nun Prensi olarak nam salmış Brezilyalıyı da yâd edelim istedim bu vesileyle, malum kimilerinin bahtı Neymar kadar açık olmuyor…

Ziya Adnan
31 Temmuz 2018

Küçük ülkenin büyük generali…

Küçük ülkenin büyük generali…

Uzaklardan…

Eski Yugoslavya’nın dağılmasından sonra, 1992 senesinin temmuz ayında Avustralya karşısında ilk maçına çıktı 4,28 milyon nüfuslu Hırvatistan’ın kırmızı beyazlı milli takımı. İlk kez katıldıkları 1998 Dünya Kupası’nı 3. sırada tamamladılar. 2018 Dünya Kupası’nda tarihteki en iyi derecelerini elde ettiler, finalde Fransa’ya kaybettiler. Tarihi boyunca nice önemli futbolcu milli takımın formasını giymiş: Davor Suker, Zvonimir Boban, Robert Prosinecki, Alen Boksic ilk anda akla gelenler. Ama içlerinde biri var ki, hikâyesini yazmadan olmaz, Fransa’nın kazandığı 2018 Dünya Kupası’nda turnuvanın futbolcusu seçildi, ışıltılı kariyerinde Premier Lig ve La Liga’da forma giydi, Dinamo Zagreb’de üç, Real Madrid’de bir sezonda şampiyonluk yaşadı. 2007’den günümüze altı sezonda Hırvat futbolunun en iyisi seçildi. Futbol aleminde ‘Magician’ (büyücü) lakabıyla nam salmış 10 numara. İnanması güç ama onca başarıya rağmen ülkesinde seveni de çok sevmeyeni de. Madem yeri geldi anlatalım hikâyesini kalemimiz yettiğince…

9 Eylül 1985 tarihinde Adriyatik Denizi’nin kıyısına kurulmuş Zadar şehrinin Modrici köyünde dünyaya gelmiş. Uçak fabrikasında çalışan işçi bir babanın ve tekstil işçisi bir annenin oğlu. Zor şartlarda geçmiş çocukluğu, iç savaşın fitilinin ateşlendiği zamanlarda, 1991 senesinde Sırp milislerin evlerini yakıp dedesini katletmesinden sonra Zadar’ın köhne bir otelinde sığınmacı olarak yaşamışlar. Otelin koridorlarında, otoparkında top oynayarak geçmiş çocukluk günleri. İlk kulübü NK Zadar. Sonra bölgenin büyüğü Hajduk Split’in scoutlarının dikkatini çekmiş yeşil sahadaki hünerleri ama sıska ve çelimsiz çocuktan futbolcu çıkmayacağını düşünmüşler. İtalya’da düzenlenen genç takımlar turnuvası sonrasında, 2001 senesinde Tomislav Basic adında eski bir kaleci Dinamo Zagreb’in genç takımına katılmasını sağlamış. 18 yaşına bastığı zamanlarda, Bosna Ligi’nin Zrinjski Mostar takımında forma giydiği ilk sezonda ligin en iyi futbolcusu seçilmiş. Orta sahada bitmeyen enerjisi, öldürücü pasları, çabukluğu ve beklenmedik anlarda golcülüğüyle parlarken 2005-2006 sezonunda Dinamo Zagreb ile 10 senelik sözleşmeye imza atmış. İlk sözleşmesinden kazandığı parayla ailesine Zadar’da bir ev alması kayda değer. 2008 senesine kadar kaldığı takımda 94 maçta 26 golü var.

Avrupa devlerinin radarına girdiği zamanlarda bir sonraki durağı Kuzey Londra’nın beyazlı takımı. O dönem teknik direktörlüğünü Juande Ramos’un yaptığı Tottenham Hotspur onu saflarına katmak için 16,5 milyon sterlin öderken altı senelik sözleşmeye imza atmış. Premier Lig’e başlangıcı umduğu gibi gitmezken sakatlıklarla boğuştuğu ilk zamanlarda Ada basını ve Arsene Wenger tarafından çelimsiz olarak görüldüğünü hatırlatmakta yarar var. Harry Redknapp’in takımın başına gelmesi, orta sahada yıldızı parladığı zamanlara denk gelir. Hocasına göre onun gibi topçu her teknik direktörün rüyası, antrenmanlarda çalışkanlığı, oyun zekâsı, yaratıcılığı takdire şayan. 2012 senesine kadar kaldığı takımda 127 maçta forma giydi. Dünya Kupası’nın oynandığı zamanlarda Tottenham taraftar sitelerinden birinde okumuştum, son sezonunda yaşanan kırgınlığa rağmen (o dönem Tottenham taraftarları arasında ‘zehirli cüce’ olarak nam salmıştı) Kuzey Londra’ya dönmesi için çağrı yapıyordu kulüp sevdalıları, onun olduğu takımın 1961’den beri hasret kaldığı şampiyonluğu kazanması işten değildi.

2012 senesinin ağustos ayında 30 milyon sterlin karşılığında Real Madrid’e transfer oldu. Halen forma giydiği takımda bir sezonda La Liga şampiyonluğu yaşarken dört sezonda da Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Onun döneminde kulüpten beş teknik direktör geldi geçti ama o takımın demirbaşı olarak kaldı. İlerlemiş yaşına rağmen performansı yeni yetişen nesillere örnek. Takımın hocalığını yapmış Zinedine Zidane takımın beyni olarak tanımlıyor eski futbolcusunu.

Yazıya başlarken, ülkesinde seveni olduğu kadar sevmeyeni olduğunu vurgulamıştım, anlatayım. Yakın geçmişte Dinamo Zagreb yöneticilerinden Zdravko Mamic, Hırvatistan’da görülen ve ülke futbolunda deprem etkisi yaratan mahkemede vergi kaçakçılığı ve yolsuzluk suçlamalarıyla yargılanıyor, altı buçuk seneye mahkûm oluyordu. Onun Tottenham Hotspur’e, Dejan Lovren’în Lyon’a transferinde usulsüzlük yaptığı, zimmetine para geçirerek kişisel çıkar sağladığı karara bağlandı. O, mahkemenin en önemli tanıklarının başında geliyordu ve mahkeme öncesinde Mamic’in aleyhine ifade vermiş, evraklarda sahtecilik yaptığını dile getirmişti. Mamic ülke futbolunda sevilmeyen, kötü şöhreti yaygın bir karakterdi. Bilirsiniz işte futbol aleminin içinde bolca bulunanlardan, malum paranın olduğu yerde şeytan bol oluyor. Hırvat futbolunda taraftarlar uzun zamandır Mamic’in yargı önünde hesap vermesini bekliyordu. Ama ne olduysa, mahkeme sürecinde tavır değiştirdi, yaşananları hatırlamadığını, kimseyi suçlamak istemediğini dile getirdi. Bir anda yalancı şahit konumuna düşen futbolcuya halkın tavrı haliyle sert oldu, Dinamo Zagreb’in taraftar grubu ‘The Bad Blue Boys’ (Kötü Mavi Çocuklar), takımın maçlarını boykot edeceklerini, Futsal Dinamo adıyla kendi takımlarını kuracaklarını açıkladılar. Sosyolog ve Hırvat futbolunu yakından takip eden Ben Perasovic, Zdravko Mamic’in tipik bir zengin üst sınıf üyesi olduğunu, o güzel oyunu kullanarak zenginleştiğini dile getiriyordu. Futbolcuya gelince, yakın geçmişte içinde kendisinin de yer aldığı olaylara mahkeme önünde “hatırlamıyorum” diyerek cevap vermesi taraftarlar adına hayal kırıklığı. Hikâyenin sonunda bazı taraftarlar 10 numaralı formasının altına “hatırlamıyorum!” yazarak tepkilerini gösterdi. Velhasıl o tarihi mahkeme Özdemir Asaf’ın o güzel dizelerini çağrıştırdı: Yalan bile söylerken / prensibim doğruluk / İsterim ki ben / sen de öyle ol çocuk.”

Saha dışında yaşananları bir kenara bırakırsak şüphesiz jenerasyonunun en iyilerinden 10 numara, Messi ve Ronaldo verkaçı arasına sıkışıp kalmış Ballon d’Or’u kazanacak kadar yetenekli, çalışkan, üretken. Zinadine Zidane gibi bir usta yanılacak değil elbet! Yeni sezonun başladığı zamanlarda 34 yaşına basacak Luka Modric, küçük ülkenin büyük generali. Katar’da sahne alacak bir sonraki Dünya Kupası’nda izleyebileceğimizi sanmam, zaten 2022’nin kasım ayına daha çok var, kim öle kim kala! Yine de Rusya 2018 Dünya Kupası’ndaki performansı unutulmasın…

Ziya Adnan
24 Temmuz 2018

Sir Alf Ramsey: Dünya Kupası kaldıran tek İngiliz…

Sir Alf Ramsey: Dünya Kupası kaldıran tek İngiliz

Uzaklardan…

1930 senesinde ilk kez sahne alan dünya kupasını sadece bir kez kazanabildi İngiltere, o sene doğan çocuklar şimdilerde 50’li yaşlarda. O kupadan sonra üç dünya kupasına katılma şansı elde edemediler. Dokuz dünya kupasında çeyrek finale kadar yükseldiler ama 1966’nın başarısını yakalayamadılar. Ummak ve beklemekle geçti kupalar. Bir yarı finalde daha elenip eve döndükleri, futbolun yine eve gelmediği (malum sloganları, ‘football is coming home’) maçın ertesinde, tarihte kupayı kaldıran tek İngiliz teknik direktörü hatırlayalım bu yazıda, anlatalım unutulmaya yüz tutmuş hikâyesini.

22 Ocak 1920’de Doğu Londra’nın günümüzde Asyalı nüfusun çoğunluğu oluşturduğu Dagenham semtinde dünyaya gelmiş. Tarım işçisi bir babanın beş çocuğundan üçüncüsü, sıcak suyun ve elektriğin bulunmadığı bir evde zor şartlarda geçmiş çocukluğu. Çok küçük yaşlarda merak salmış futbola, 1952 senesinde yayınlanan biyografisinde (Talking Football – Stanley Paul) emeklemeye başladığı andan itibaren zamanının büyük bölümünü bahçede kardeşleriyle top peşinde geçirdiğini anlatır. Beş yaşına bastığı zamanlarda evine iki saatlik yürüyüş mesafesindeki Becontree Heath School’a başladığını, okul yolunda mutlaka yanlarında top olduğunu, paslaşarak yürüyüşü daha eğlenceli hale getirdiklerini anımsıyor. O yollarda geliştirdiği hünerleri sayesinde 14 yaşında bırakmak zorunda kaldığı okulun futbol takımına kadar yükselmiş. Okul sonrasında bir süre çıraklık yapmış, işten arta kalan zamanlarda ‘Five Elms’ adında yeni kurulmuş amatör bir takımda top koşturuyormuş. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından kısa süre sonra askere alınmış, futbola ordu takımında devam etmiş. Askerlerin Southampton’a karşı oynadığı hazırlık maçı sonrası açılmış bahtı, yüksek top tekniği, fiziği ve sürati ile göze batan çocuğun ilk takımı 23 yaşında bastığı zamanlarda Southampton, Güney şehrinin kırmızı beyazlıları. 1944 senesine kadar amatör olarak takımda stoper olarak görev yapmış, 1944-1945 sezonunda maç başına 2 Sterlin kazandığı ilk profesyonel sözleşmesine imza atmış…

Savaş sonrasında, 1946-1947 sezonu liglerin ara verilmeden oynandığı ilk sezon. 26 Ekim 1946’da oynanan 2. Lig maçında Plymouth Argyle karşısında sahaya sağ bek olarak çıkmış. Ağır olmasına rağmen oyunu iyi okuması, oyunu geriden kurabilmesi, mükemmel pasları artıları. Savunma oyuncusu olmasına rağmen zarif stili, oyun zekâsıyla göze batmış, soğukkanlılığı ve son vuruş becerisiyle takımın penaltıcısı rolünü üstlenmiş. 1948 senesinin mayıs ayı İngiltere Milli Takımı’nın 16 kişilik kadrosuna seçildiği zamanlar. 1943-1949 arasında forma giydiği 90 maçta 8 golü var. Bir sonraki durağı Kuzey Londra’nın beyazlı takımı Tottenham Hotspur. 1951 senesinde takımla şampiyonluk kupasını kaldırırken namı futbol aleminde yürümüş bir futbolcuymuş. 1955 senesine kadar kaldığı takımda 2. ve 1. Lig şampiyonlukları yaşamış. Futbol sonrası ilk teknik direktörlük macerası 1955 senesinde Ipswich Town kulübüyle. 1960-1961 sezonunda kulüp tarihinde ilk kez 1. Lig’e yükselmişler. Futbol alemindeki genel kanıya göre ilk sezonunda küme düşmesine kesin gözüyle bakılan Ipswich Town o sezon ligi ilk sırada tamamlayarak şampiyonluk kupasını kaldırmış. Başarı büyük olunca ödülü de büyük oluyor haliyle, 1 Mayıs 1963 İngiltere Milli Takımı’nın başına getirilmesi kariyerinin zirvesi. Milli takımda ilk şartı futbolcuları kendisinin seçmesi olmuş, ondan önceki teknik direktör Walter Winterbottom kadro tercihini Federasyona bırakırken, o bu durumu kabul etmemiş.

İngiltere, tarihinde ilk kez 1966 Dünya Kupası’nı kazanırken ülke kahramanını alkışlıyormuş. Ama her çıkışın mutlak inişi var, 1970 ve 1972 senelerinde kupalardan erken elenen İngiltere 1974 Dünya Kupası’na katılma fırsatı yakalayamayınca o senenin mayıs ayında Futbol Federasyonu görevine son vermiş. Takımın başında çıktığı 113 maçta sadece 17 mağlubiyeti var, 69 maçta galip gelmişler. O yılların önemli topçusu Alan Ball onun kovulmasını Ada futbolunda gerçekleşen en inanılmaz hadise olarak tanımlar. O ayrılıktan sonra şehrine dönerken uzun süre takım çalıştırmamış. 1977-1978 arasında Birmingham City macerası sonrası 1979 senesinde kısa süre Panathinaikos’ta görev almış, Yunanistan’da geçirdiği zamanlar hocalığının sonbaharı…

•••

1998 Dünya Kupası’nın sahne aldığı zamanlarda, takvim yaprakları 9 Haziran’ı gösterirken geçirdiği kalp krizi sonrası 79 yaşında aramızdan ayrıldı Sir Alf Ramsey, Ada futbolunun efsanesi. 1974 senesinde İngiltere teknik direktörlüğünden kovulduktan sonra o istenmeyen ayrılığı asla kabullenememişti. Yazılanlara göre günün büyük bölümünü western filmleri izleyerek geçirirmiş. Ölümünden sonra İngiltere Futbol Federasyonu’nun tüm ısrarlarına rağmen ailesinin Londra’da görkemli bir cenaze törenini kabul etmemesi, yaşadığı, sevdalısı olduğu şehri Ipswich’de sade bir törenle defnedilmesi tarihe düşen notlar. Günümüzde Ipswich Town’un Portman Road Stadı’nın girişinde heykeli o futbol sevdalısının anısına. 2012 senesinde stadın güney tribününe onun adını vermiş Ipswich Town, Independent gazetesi tarihin en iyi 10 hocası arasında onu göstermiş.

Bir dünya kupasında daha umutları gelecek zamanlara kaldı İngiltere’nin ve tarihte sadece bir İngiliz, milli takımın başında Dünya Kupası’nı kaldırabildi. Ondan sonra gelen 17 teknik direktör onun başarısını tekrarlayamadı. Her futbol adamı gibi seveni kadar sevmeyenin de olduğunu hatırlatalım. Futbol tarihçisi Frank McLynn, “Şöhreti sadece hak etmeden kazandığı bir kupaya dayanan aşırı otoriter, sıkıcı bir futbol adamı” olarak tanımlar Ramsey’i. Ne diyelim, tarih en büyük yargıçtır ve futbol aleminde kazanan haklıdır.

Ziya Adnan
17 Temmuz 2018

Almanya elendi, ‘Bombacı’yı hatırlama zamanı…

Almanya elendi, ‘Bombacı’yı hatırlama zamanı…

Uzaklardan…

Dünya Kupası’na Meksika ve Güney Kore’ye yenilgileri sonrası veda etti Almanya, 1938 Dünya Kupası’ndan beri ilk kez gruplardan çıkmayı başaramadı. Ezeli rakip İngiltere 1966’dan beri ilk kez onların önünde kapatacak kupayı. Düşüşlerinin nedenleri var elbet, takımda ‘Fuhrungsspieler’ (lider) olmayışı, malum bir önceki kupadan sonra takımın kaptanı Philipp Lahm milli formaya veda etmiş, büyük golcüleri Miroslav Klose kaptanını takip etmişti. Dünya Kupalarında 17 golü var Klose’nin, 2014 Dünya Kupası’nda attığı gollerle dört Dünya Kupası’nda gol atmış üç futbolcudan biri olarak tarihte yerini aldı, unutulmasın. Diğer ikisi Uwe Seeler ve Pele. Almanya Milli Takımı ile sahaya çıktığı 137 maçta 71 golü var Klose’nin. Yabana atılmamalı. Ancak onun bu rekorundan daha iyisini başarmış, Milli Takımda 62 maçta 68 golü bulunan başka bir Alman golcüyü hatırlayalım bu yazıda. Almanya’nın golcüden yoksun çıktığı kupada yeni futbol nesillerinin hiç bilmedikleri, en fazlasından büyüklerinden dinleyecekleri ‘Der Bomber’ (Bombacı) lakaplı büyük golcüyü yâd edelim kalemimiz yettiğince, malum Almanya elendi, ‘Bombacı’yı hatırlama zamanı…

İngiliz yazar David Winner, ‘Brilliant Orange: The Neurotic Genius of Dutch Football’ kitabında şöyle anlatır gol ustasını: “Kısa boylu, tıknaz, bir topçudan çok güreşçiyi andıran garip görüntüsüyle zamanın alışılmış forvetlerinden çok farklıydı. Çok koşmazdı ama kısa mesafede öldürücü sürate sahipti. Kısa bacakları yere sağlam basmasını sağlardı. Garip biçimde düşük ağırlık merkezi sayesinde mükemmel denge ve dönüş becerisi vardı. Ceza sahasında kimse onun kadar çabuk değildi, göz açıp kapayıncaya kadar topla birlikte yüzünü kaleye döner, en olmadık açılardan golünü atardı. İnanması güç ama kısacık boyuna rağmen hava toplarında çok etkiliydi, çünkü kimse onun kadar iyi sıçrayamazdı.” Takım arkadaşı Franz Beckenbauer, antrenmanlarda ona karşı oynadığını, ancak onu marke etmenin mümkün olmadığını, kısa mesafelerde süratine asla yetişemediğini dile getirirmiş.

2013 senesinin eylül ayında yayınlanan Four Four Two dergisinde, Klose’ye eski yıldızdan daha iyi olup olmadığını sormuşlar. Net cevap vermiş Klose: “Onun gibi benzeri olmayan bir golcüyü benimle ya da bir başkasıyla karşılaştırmak doğru değil. Oynadığı maç sayısına göre kaydettiği gol, en azından benim başarabildiğimin çok üzerinde.”

•••

Takvim yaprakları 3 Kasım 1945’i gösterirken, Almanya’nın güneyinde, Bavyera eyaleti sınırları içinde yer alan, günümüzde 24 bin nüfusa sahip Nördlingen kasabasında dünyaya gelmiş. İlk profesyonel maçında, 1963 senesinde kasabanın takımı TSV 1861 Nördlingen ile çıkarken o sezon oynadığı 31 maçta 51 golü var. 1964 senesinde Bayern Münih’e transfer olduğunda takım arkadaşları arasında ilerleyen yıllarda dünya futbolunda adlarını duyuracak Franz Beckenbauer ve Sepp Maier de varmış. Takımdaki ilk teknik direktörü Hırvat Cakkovski, ‘kleiner dicker’ (kısa şişman) lakabını uygun görmüş 1.76 boyundaki öğrencisine. Rivayet o ki, futbolcunun ilk antrenmanında, alaycı bir ifadeyle “Bir halterciyle ne yapmamı bekliyorsunuz ki?” diye sormuş transfer hakkında görüş isteyenlere. Pek de haksız sayılmazmış hoca, 64 santimetreyi bulan baldırlarıyla Doğu Avrupalı bir halterciyi andırıyormuş çiçeği burnunda transfer. O yıllarda Bundesliga’nın bir alt ligi Regionalliga Süd (Güney yerel ligi)’nde yer alıyormuş Bayern Münih. Daha ilk maçında, FC Freiburg karşısında attığı iki gol geleceğin habercisi olmuş, onun golleriyle bir sonraki sezonda ülkenin en üst ligine yükselmişler.

İlerleyen zamanlarda yalnız ülke futbolunda değil Avrupa arenalarında da esip kükreyen takım 1967 senesinde ‘UEFA Kupa Galipleri’ kupasını kazanmış. 1968-1969 sezonunda kaptanlığını Franz Beckenbauer’ın yaptığı Bayern Münih tarihte ilk şampiyonluğunu yaşamış. ‘Bombacı’ya dönersek, 1964’ten 1979’a kadar top koşturduğu takımda kırılmadık rekoru yok, 453 maçta 398 gol, 1971-1972 sezonunda kaydettiği 40 golle Bundesliga’nın bir sezonda en fazla gol kaydeden futbolcusu. 1972 senesinden 2012 senesine kadar, bir senede en fazla gol atan (85 gol) futbolcu olma unvanı ona ait. (O sene rekoru Messi tarafından kırıldı.) O dönemde dört sezonda Bundesliga, üç sezonda günümüzdeki adıyla şampiyonlar Ligi’ni kazanmış. Milli Takım ile 1972 Avrupa Şampiyonluğu Kupası’nı, 1974’de Dünya Kupası’nı kaldırmış. 1970 senesinde Avrupa’da yılın futbolcusu seçilen golcü, 1999’da IFFHS tarafından yüzyılın en iyi futbolcuları listesinde13. sırayı aldı.

•••

1979 senesi kariyerinin inişe geçtiği zamanlar… Takımda geçirdiği onca seneden sonra o zamanki teknik direktörü Pal Csernai tarafından bir maçta oyundan alınması vesile olmuş beklenmedik macerasına. O yıllarda futbol sirki olarak nam salmış Amerika’ya atmış kapağı, 1979 senesinin mart ayında Kuzey Amerika Ligi’nin Fort Lauderdale Strikers takımıyla sözleşme imzalamış. Üç sezon geçirmiş takımda. Futbolu 1982 senesinde bıraktıktan sonra alkole düşen yıldızın imdadına eski kulübü yetişmiş. Alkol tedavisi görmesini sağladıktan sonra kulübün altyapısında antrenörlük görevi vermişler, 1992 senesinde UEFA A lisansını almış, günümüzde altyapılardaki görevine devam ediyor.

Kariyerinde kaydettiği en önemli golün, 1974 Dünya Kupası’nda Hollanda’yı 2-1 yendikleri maçtaki golü olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Ama en büyük mutluluk Bayern’de bulunmak, rekorların ne önemi var ki?”

2018 Dünya Kupası’na erken veda etti Almanya, onun gibi bir golcüleri olsa belki de kupaya tutunurlardı kim bilir! Dünya kupalarının gol canavarlarını sayarken, yetişememiş olsanız da hem kısa hem şişman ama son vuruş ustası Gerd Müller’i de unutmayın derim. Yazılanlara göre futbola ilk başladığında, Münih TSV Kulübü’nün teknik direktörü ona futbolda bir yere gelemeyeceğini, başka bir iş tutmasının geleceği açısından daha faydalı olacağını söylemiş. Ne diyelim, futbolun içinde fena yanılmak da var!

Ziya Adnan
10 Temmuz 2018

2018 Dünya Kupası’nda Polonya: Generali hatırlarken…

2018 Dünya Kupası’nda Polonya: Generali hatırlarken…

Uzaklardan…

Yönetmenliğini John Huston’un yaptığı, başrollerinde Michael Caine, Sylvester Stallone ve Max von Sydow’un oynadığı 1981 yapımı ‘Escape to Victory’ (Zafere Kaçış) bugüne kadar çevrilmiş en güzel futbol filmlerindendir, izlememiş olanlara naçizane tavsiye. Filmin ilham kaynağı ise 1961 yapımı Macar filmi ‘Ket felido a pokolban’ (Cehennemde İki Devre). İkinci Dünya Savaşı’nda, komünist ve Yahudi Macarların çalıştırıldığı bir kampta, Hitler’in doğum gününde savaş tutsakları ile Almanlar arasında oynanan bir futbol maçını müthiş bir senaryoda anlatır. Dünya Kupası’nın sahne aldığı zamanlarda, ‘Zafere Kaçış’ filminde Paul Wolchek karakterini canlandıran Polonyalı efsaneyi hatırlayalım bu hafta, yaşı yetmeyenlere anlatalım hazin hikâyesini kalemimiz yettiğince…

23 Ekim 1947’de Polonya’nın kuzeybatısındaki Starograd Gdanski kasabasında dünyaya gelmiş. Futbola meraklı ailenin çocuğu minik yaşlarda katıldığı yerel takımda hünerlerini geliştirdikten sonra, 1965 senesinde, genç takımda oynamaya başlamış. Orta sahadaki hünerleriyle kısa sürede nam salmış, 18 yaşına basmaya yaklaştığı zamanlarda ülke futbolunun önemli takımlarından ŁKS Łodz’ün saflarına katılmış. Kökleri 1908 senesine uzanan kırmızı beyazlı takıma da selam çakalım bu vesileyle, sert kış şartlarından sonra çıkışa geçtikleri zamanlardan miras ülke futbolunda ‘Knights of Spring’ (Bahar şövalyeleri) olarak nam salmışlar. Parasal sıkıntılarla boğuştukları kötü zamanlardan sonra 2013 senesinde kapılarına kilit vurulmuş ama taraftarlarının ve yerel yatırımcıların desteğiyle yeniden başlamışlar. 2017-2018 sezonunu 3. Ligde 2. sırada bitirip bir üst lige terfi ettiler.

Futbolcuya dönersek, sadece bir maçta forma giydiği takımdan ülke devi Legia Warsaw’a transfer olduğunda takvim yaprakları 1965 senesinin kasımını gösteriyormuş. Takımın hocası Jaroslav Vejvoda genç yetenekleri bulup parlatmasıyla bilinirmiş o yıllarda, muhtemel kariyerindeki en iyi transferi.

İlk sezonda forma giydiği 12 maçta 6 golü var. Takımı ligi 4. sırada bitirip o sezon Polonya Kupası’nı kazanmış. Ancak sahadaki yetenekleri kadar disiplinsizliğiyle de öne çıkan futbolcu antrenmanları kaçırmaya başlayınca hocasının hışmına uğramış. Vejvoda, topçusunun askeri hapishanede tutulması gerektiğine, disiplini ancak orduda öğrenebileceğine inanıyormuş. Ama gerek kalmamış parmaklıklar ardına, sıkıyı görünce toparlamış. 60’lı senelerin sonlarına doğru takımın en iyisiymiş 10 numara. Onun liderliğinde 12 seneden sonra ilk kez şampiyonluk yaşamış Legia Warsaw, 1978 senesine kadar forma giydiği takımda 304 maçta 93 golü, iki şampiyonluğu bulunuyor.

1968 senesinde milli takımla ilk kez 20 yaşında sahaya çıkarken ülke futbolseveri küçük bir kasabanın yerel takımından gelen yetişen futbolcunun yükselişine şahitlik ediyormuş. Kendi adıma, 1974 Dünya Kupası’nda 14 yaşındaydım, o sarışın takımda esmerliği kadar hünerleriyle de büyüleyen 12 numaralı kaptan o yılların efsanesiydi. Takımı Brezilya’yı tek golle yenip 3. olurken ‘Sarı Fare’ Cruyff ile birlikte turnuvanın en iyilerindendi. O yıllardaki lakabı ‘General’,oyunun temposunu ayarlayan, ‘al da at’ pasları, mükemmel oyun görüşü, öldürücü şutları, telefon kulübesinde çalım atabilecek kadar yetenekli bir orta saha.

1978 Dünya Kupası’ndan sonra Real Madrid, Bayern Münih, İnter gibi dünya futbolunun devleri onu saflarına katmak için uğraşmışlar ama ülkenin sert komünist rejiminde ülke dışına transfer yasağı olduğu için başaramamışlardı. 1978 Dünya Kupası’ndan sonra, 31 yaşına bastığı zamanlarda transfer izni verildi. 100 bin sterlin ve biraz malzeme karşılığında Ada futboluna, Manchester City’e transfer oldu ama en güzel zamanları geride kalmıştı. Fiziğe ve güce dayalı, yüksek tempoda oynanan Ada futboluna ayak uydurmakta zorlandı, üstelik yeni evinde dil sorunu da yaşıyordu. Üç sezon kaldığı, genelde sakatlıklarla boğuştuğu takımda 38 maçta 12 gol kaydedebildi. O yıllardaki hocası, sonraları Alex Ferguson’un yardımcılığını yapacak olan Brian Kidd, ‘topa hükmeden zarif general’ olarak tanımlıyor eski futbolcusunu.
Bir sonraki durağı o yılların futbol sirki Amerika, 1981 senesinin baharında San Diego Sockers takımına transfer oldu ama yaramadı uzak topraklar. Alkole düşmüştü, sarhoş araba kullanırken ehliyetine el koydular. Hayatta tutunacak dalı kalmayınca çareyi kumarhanelerde arar olmuştu, tüm parasını kumarda kaybetti. Ülkesini terk ettikten sonra bir daha dönmemişti hazin hikâyesinin başladığı topraklara. Asiydi, bir seferinde kendisine büyük futbolcu olduğunu telkin etmeye çalışan hocası Malcolm Allison’a, “Senin söylemene ihtiyacım yok, Pele büyük olduğumu söyledi, o yeter!” demişliği var. 1989 senesinin eylülünde, 42 yaşına basmasına az kala San Diego’da, muhtemel yine alkollü olduğu zamanda sürat yaparken durmakta olan bir kamyona arkadan çarpıp öldüğünde geride ağlayan bir ulus bıraktı. 2012 senesinde ailesinin isteği üzerine mezarı San Diego’dan Varşova’daki Powązki askeri mezarlığına taşındı.

•••

2018 Dünya Kupası’nda C Grubu’nda ilk iki maçta sıfır çekip, son maçını kazanarak evine döndü Polonya, o futbol ülkesinin kırmızı beyazlıları. Orta sahada oyunu yönlendiren, takımını ateşleyen bir generalleri olsaydı belki son 16’ya kalırlardı, kim bilir! Turnuvanın bitiminden kısa süre sonra, ölümünün 29. yıldönümünde ülkesinde bir kez daha anılacak 10 numara, Polonya futbolunun yetiştirdiği maestro. Takımı Legia Warsaw ölümünden sonra formasını kimseye vermeme kararı almış, Polonya Futbol Federasyonu ülke futbolunun yetiştirdiği en büyük futbolcu olarak onu göstermiş. Günümüzde Legia Warsaw mabedinin girişindeki heykeli selamlar ziyaretçilerini.

Bir dünya kupasının daha sahne aldığı zamanlarda hatırlayın 70’li senelerin efsanesini. Yeşil sahaların generali Kazimierz Deyna, hazin hikâyesi unutulmasın.

Ziya Adnan
3 Temmuz 2018