Premier Lig seyir defteri: Arsenal notları…

Uzaklardan…

Temmuz ayının ilk gününde Emirates Stadı’nın boş tribünleri önünde ev sahibi Arsenal kümede kalması mucizelere bağlı Norwich City karşısında. Bilir misiniz, İngiltere’de 1947 senesinden beri ilk kez temmuz ayında bir lig maçı, geldiğimiz garip zamanların göstergesi. İki takım için de hüsran sezonu, nicedir Şampiyonlar Ligi’ne hasret kalan Arsenal ligde 10. sırada, görüntüsü ve vizyonu ile orta sıra takımı, oynadıkları 31 maçın 8’ini kaybettiler, topladıkları puan şampiyon Liverpool’un puanın yarısı. Misafir takım, East Anglia bölgesinin Sarı Kanaryaları Ada futbolunun öz asansör takımlarından, son 10 sezonda üç kez küme düşüp, üç kez yükseldiler elitlerin ligine. Bulundukları lige az, düştükleri lige fazla takımlardan anlayacağınız. Ligde Aston Villa’dan sonra en cömert savunma, kalelerinde gördükleri 56 gol onlar adına sezonun özeti…

Arsenal 3-4-3 dizilişinde başlıyor maça, hücumda Aubameyang, Lacazette. Özil bir maçta daha kadroda yer almıyor. “Beni hayal kırıklığına uğratan kendimden başkası değil” der Franz Kafka, muhtemel onun Londra serüvenini en iyi anlatan. Ev sahibi ofansif başlıyor maça, Norwich City ise takım halinde kapanıyor, gol umutları Puki ama ilerde çok yalnız. Henüz maçın başında, Tierry’nin sol kanattan yüklendiği anda boş tribünler önünde “Arsenal, Arsenal, Arsenaaaaaal!” tezahüratı yükseliyor stat hoparlörlerinden, futbolun doğallığından çok uzak. Geçenlerde, Arsene Wenger’in bir söyleşisinde denk gelmiştim, “Keşke sezonu yeniden başlatmasalardı” demişti ve devam etmişti: ”Bu, bildiğimiz ve sevdiğimiz futbol değil, taraftarın olmadığı maç asla futbola benzemiyor.”

21. dakikada önce misafir takım Godfrey’nin uzaklardan vuruşuyla gole yaklaşıyor. Akabinde Arsenal hücumunda, sahanın en iyisi Ceballos ceza sahasına indiriyor, Lacazette’in kafa vurusu kaleci Krul’un ellerinde kalıyor. Ama 32’de hatayı yapıyor Hollandalı kaleci, bir geri pasında Aubameyang’ı “Cruyff dönüşüyle” çalımlamaya kalkınca kaptırdığı top kalesinde gol oluyor. Norwich City’de orta sahada 14 numaralı Cantwell enerjisi ve oyun zekâsıyla takımın en iyisi, transfer döneminde taliplileri sıraya girecektir muhtemel. 38’de fark ikiye çıkıyor, Luiz, Tierny, Aubameyang paslaşmasını ceza sahasında dönerek gole çeviriyor Xhaka, 34 numaranın nadir gollerinden. Sevinci görülmeye değer. Arsenal topa yüzde 58 oranında sahip olduğu devreyi iki farkla üstün kapatıyor.

2. devreye istekli başlıyor Kanaryalar, 47’de gole yaklaşıyorlar. Idah’ın yerden sert vuruşunu kaleci Martinez köşeden çıkarıyor. İlerleyen dakikalarda farkı azaltmak için yükleniyor Norwich City, rakibin enerjisi karşısında topa sahip olmakta zorlanıyor Arsenal, 3. bölgede Aubameyang ve Lacazette ilk yarıdaki kadar etkili değil. Takımında orta sahanın oyundan düşmesine müdahale ediyor Arteta, Nelson’un yerine Willock sahada. 61’de kendini imha düğmesine bir kez daha basıyor Norwich savunması, hatalı geri pasını kapan Aubameyang boş pozisyonda kaçırmıyor, ligde 19. golü. Son 15 dakikada Lacazette yerini Nketiah’ya bırakıyor. 81’de takımla ilk maçta sahaya çıkan Cedric Soares kornerden gelen topa ceza sahası dışından enfes vuruyor, top köşeden ağlarla buluşurken Arsenal dört farkı yakalıyor…

Velhasıl rahat kazanıyor Arsenal, onlar adına gelecek sezon Şampiyonlar Ligi zor ama belki Avrupa Ligi. Norwich City’e gelince, bu sonuçtan sonra kümede kalmaları zor. Hikâyeleri hep aynı, kendi kendilerine biçtikleri sonu ta başından belli eza onların Premier Lig macerası. Takım Puki, Cantwell gibi iyi topçulara sahip ama savunmaları evlere şenlik. “Hayat zamanda iz bırakmaz, bir boşluğa düşersin bir boşluktan, birikip yeniden sıçramak için, elde var hüzün” der dizelerinde Atilla İlhan. Sözleri takım sevdalılarına gitsin…

Ziya Adnan

4 Temmuz 2020

Championship; yıldızları bile unuttuğumuz zamanlarda…

Uzaklarda…

20 Haziran 1989’da aramızdan ayrıldı Hasan İzzetin Dinamo, Türk edebiyatının yoksul şairi. “Yıldızları bile seyredemiyorum, vakit darlığından, her akşam boynu bükük, eve dönüyorum, eski ümitlerimin mezarlığından” der dizelerinde. Beter bir virüsün pençesinde yıldızları bile unuttuğumuz zamanlarda sürgünler, hapisler, işkenceler içinde geçen yaşamından geriye kalan dizeleriyle analım şairi, malum futbol kadar şiir de candır…

Üç aylık zaruri aradan sonra Premier Lig gibi Championship de döndü sahalara. Geçenlerde, başkentin zirveye oynayan iki takımı Fulham ve Brentford’un mücadelesini Brentford iki farkla kazandı. O maçın ertesinde ligin formda takımı Brentford, evinde, bizim toprakların sevdalısı Slaven Bilic’in lider takımı West Bromwich Albion karşısında. Brentford’un mabedi “Griffin Park” ölümü bekleyen hasta misali, Ada futbolunun günümüzde dört köşesinde pub olan yegâne stadı sezon sonunda yıkılacak ve ne acıdır ki maçların seyircisiz oynandığı kötü zamanlarda, mahallenin eski stadında bir ömür geçirmiş Brentford sevdalıları son kez alkışlayamayacaklar o eski statta takımlarını. “Çünkü herkesin bir gideni vardır, içinden bir türlü uğurlayamadığı…” der Turgut Uyar enfes dizelerinde, Brentford sevdalılarını ve Griffin Park’ı muhtemel şimdilerde en iyi anlatan…

Tribünlerde yaklaşık 30 medya çalışanı var. Gün içinde 30 dereceye ulaşan sıcaklık maçtan hemen önce yerini yaz yağmuruna bırakıyor. 4-3-3 dizilişinde ev sahibi, ileri uçta Championship’in en verimli üçlüsü, Benrahma, Watkins, Fosu-Henry. Kazandıkları takdirde liderle puan farkı beşe inecek. Bitime altı maç kala lig sürprizlere açık anlayacağınız. Rakip West Brom formsuz, son üç maçta gol bulamadılar, Brentford ise evinde kral, son 11 maçın sadece birinde sahadan puansız ayrıldılar. İki takım da yüksek tempoda, 3. bölgede sıkı presle başlıyor maça. Ev sahibinin 10 numarası, ligin yıldızı Benrahma rakip savunma 2 numara Furlong’un yakın markajında. Topun rakipte olduğu anlarda maaile kapanıyor West Brom, haliyle pozisyon üretmekte zorlanıyor ev sahibi. 16’da bulduğu ilk pozisyonda öne geçiyor Brentford, Benrahma’nın pasını yakın mesafeden kaçırmıyor Watkins. Golden sonra uzun toplarla pozisyon üretmeye çalışıyor misafir takım, gole yakın oyuncuları 12 numaralı Pereira. Topa yüzde 52 oranında sahip olduğu, rakip kaleyi üç kez yokladığı devreyi önde kapatıyor Londra takımı.

2. devreye Pereira’nın uzaklardan gol denemesi ile başlıyor West Brom ama gole yaklaşan Brentford, yakın mesafeden dokunamıyor Watkins. 52’de Zohore’nin direkten dönen vuruşu misafir takım adına şansızlık. O pozisyondan sonra baskıyı artırıyor Bilic’in takımı ancak net pozisyon üretemiyorlar. Oyuna genişlik kazandırdıkları anlarda topu iyi kullanamamaları önemli eksikleri. Son bölümde Brentford’un dinamosu Da Silva sakatlanarak yerini Mokotjo’ya bırakıyor. Altı dakika uzatılan maçta başka gol olmayınca Brentford liderle arasındaki puan farkını beşe indiriyor. Kalan altı maçın dördünü evlerinde oynayacaklar, Benrahma ve Watkins yükselişlerini sürdürürse her şey mümkün. Maçtan sonra Slaven Bilic ile kısa bir süre sohbet imkanı buluyorum. Her zamanki gibi içten, mütevazı, yenildikleri için mutsuz olduğunu, kalan yedi maçta daha iyi olmaları gerektiğini vurguluyor…

***

O maçın ertesinde, cumartesi öğle saatlerinde başlayan maçta lige tutunmaya çalışan Charlton evinde, iddiası bulunmayan QPR karşısında. Yaz güneşi yerini gri bulutlara bırakmış, 27 bin kapasiteli The Valley Stadının tribünleri boş, medyaya ayrılmış bölümde sınırlı sayıda gazeteci. Futbol hüzünlü günlerinden birini daha yaşıyor. Stada girişte ateş ölçümü, maske, eldiven ve su dağıtımından sonra yerimizi alıyoruz. Kırmızılı Charlton baskılı başlıyor maça, orta saha Erhun Öztümer bu maçta kadroda yer almıyor. 12’de kornerden golü buluyorlar, Pratley rakip savunmanın üzerinden kafa vuruşuyla topu köşeye bırakıyor. Sahanın her bölgesinde daha istekli ev sahibi takım, forvet hattında 17 numaralı Bonne göze batan oyuncuları. Topa sahip olduğu anlarda takımın yıldızı Eze’yi topla buluşturmakta zorlanıyor misafir takım, uzun toplarla gol arıyor ama pozisyon üretmekte zorlanıyor. Topa yüzde 63 oranında sahip olduğu devreyi geride kapatıyor.

2. devreye daha istekli başlıyor QPR, yağmurun yerini güneşe bıraktığı dakikalarda gole yaklaşıyorlar, Hugill’in vuruşu kalecide kalıyor. Dakikalar ilerledikçe tempo artıyor oyunda, iki takım da orta sahayı çabuk geçiyor. 63’te yine kornerden gole yaklaşıyor Charlton, QPR savunması duran toplarda adam paylaşımında sıkıntılı. 71’de üç değişiklik yapıyor misafir takım ama aradığı golü bulamıyor. Velhasıl zor da olsa kazanıyor Charlton, kümede kalma savaşında üç puanı kapıyor. Maçın en tatsız anı, stat hoparlörlerinden yükselen gereksiz suni tezahüratlar. Oysa taraftarın olmadığı statlarda suni tezahürat, sessiz bir Charlie Chaplin filmine dublaj misali…

Ziya Adnan

30 Haziran 2020

,

Korona zamanlarında Premier Lig gözlemleri…

Uzaklardan

“İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur, tutsak ustura ağzında yaşamaktan, kimi zaman ellerini kırar tutkusu, birkaç hayat çıkarır yaşamasından” der dizelerinde şair, beter bir virüsün pençesinde ustura ağzında yaşadığımız tutsak günlerde Tottenham Hotspur Stadında bir avuç gazeteci arasında izlediğim West Ham maçına dair naçizane gözlemlerim, meraklısına…

Premier Lig 100 gün mecburi aradan sonra geçenlerde başladı, 1947 senesinden beri ilk kez haziran ayında oynanan lig maçları, garip, hiç yaşanmamış zamanların hatırası. Avrupa liglerinin uzun soluklu zaruri mola aldığı zamanlarda perdelerini indirmeyen yegâne ülke Beyaz Rusya olmuştu, şimdi Avrupa’nın diğer ligleri de katıldı kervana. Sahi ne demişti Liverpool efsanesi Shankly: “Futbol bir hayat memat meselesi değildir, ondan çok daha önemlidir!” Oysa futbolun hayat karşısında ne önemi olabilir ki, çok sevilen ama paranın gölgesinde başkalaşmış bir oyun sonuçta…

Federasyon kuralları gereği maç günleri statlarda medya kontenjanı sayılı gazeteciyle sınırlı, öncelik İngiliz medyasında, haliyle bizim için maçları yerinde izlemek zor. Maçtan birkaç gün önce ‘temiz’ formunu doldurup kulübe göndermek, maç esnasında mesafeyi korumak, maske zorunluluğu alışmak zorunda kalacağımız ritüellerden, futbol tabiriyle takımdan ayrı düz koşu. Dan Boyle’in “28 days later” adlı enfes filmini hatırlatan boş sokaklardan, nicedir kepenkleri açılmamış dükkânlardan sonra ulaştığım Tottenham Hotspur’un gıcır stadının otoparkında sadece kulüp çalışanlarının arabaları. Ateş ölçümü ve güvenlik kontrolünden sonra medya bölümündeyim. Gazeteciler arasında mesafenin uzunluğu, normalde üç kişilik sırada sadece tek gazetecinin oluşu kayda değer ayrıntılardan. Normal koşullarda 61 bin futbolsevere ev sahipliği yapan statta tribünler boş, ortaya çıkan fotoğraf Eduardo Galeano’nun şahane yorumunu anlatıyor: “Hiçbir şey boş bir stat kadar boş değildir ve hiçbir sessizlik boş bir stadın sessizliği kadar olamaz.”

Maça gelince, ligde son 7 maçta galibiyeti bulunmayan ev sahibinin hedefi ilk dört ama işi zor, 4. sıradaki Chelsea ile aralarındaki puan farkı 9… Golcüleri Kane uzun sakatlıktan sonra sahalara döndü ama maç eksiği bariz. Forma giydiği 49 Londra derbisinde 29 golü var 10 numaranın, tarihte sadece Henry, Sheringham daha fazla gol bulabilmiş. Misafir West Ham küme düşme korkusunu iliklerine kadar yaşayanlardan, 18. sıradaki Bournemouth ile aynı puandalar. Üstelik son sekiz maça bakarak ligin en formsuz takımı, sadece bir galibiyetle ancak dört puan toplayabildiler…30’dan sonra oyuna ağırlığını koymaya başlayan Tottenham devrenin bitimine yakın golü buluyor, 45’te ceza sahasında sert vuruyor Son ama VAR pozisyonun ofsayt olduğuna hükmediyor. Tottenham’ın topa yüzde 70 oranında sahip olduğu, rakip kaleyi beş kez yokladığı devre golsüz kapanıyor.

2. yarıya bıraktığı yerden, golü arayarak başlıyor Mourinho’nun takımı, 50’de Dier’ın vuruşuyla gole yaklaşıyorlar ama top az farkla dışarda. 64’te Tottenham aradığı golü buluyor, kullanılan kornerde topa son dokunan West Ham savunmasında Soucek. West Ham’ın gol için yüklendiği anda fark ikiye çıkıyor, rakip savunmanın az adamla yakalandığı 82. dakikada Kane kaçırmıyor. Velhasıl Tottenham iki golle kazanıyor ama taraftarın olmadığı bir statta maç izlemek biraz buruk, biraz hüzünlü ve keyifsiz. Sahi ne demişti Galeano: “Almanya’nın kazandığı 74’teki Dünya Kupası’nın finali günler ve geceler boyu oynanıyor hâlâ. Suudi Arabistan’daki Kral Fahd Stadyumu’nun mermer, altın ve halı kaplı tribünleri var, ancak ne anlatacak bir anısı ne de söyleyecek önemli bir sözü yok!” Ne diyelim, en kısa zamanda taraftarın sesinin tribünlerde yankılandığı maçlara dönelim, futbol taraftarsız olmuyor…

Ziya Adnan

25 Haziran 2020

.

Unutulmuş bir futbol hikâyesi: Fisher Athletic…

Uzaklardan…

1908 senesinde Michael Culiton adında bir okul müdürü tarafından geçmişte tersaneleri ile ün yapmış, şimdilerde eski ve yeninin birbirine karıştığı, Thames nehrinin hemen kıyısında yer alan tarihi Bermondsey semtinde kurulmuş Fisher Athletic FC, namı diğer “The Martyrs” (Şehitler). Takımın adı 8. Henry tarafından idam edilmiş Katolik kilisesinin piskoposu Saint John Fisher’den miras, dünya futbolunda adını tarihe mal olmuş kişilerden alan birkaç nadide takımdan biri siyah beyazlılar. Kapı komşusu Ada futbolunun yaramaz, uslanmaz çocuğu, “Green Street Holigans” filmine konu olmuş Millwall, ama farklı liglerde mücadele ettikleri için zaman içinde nadiren karşılaşma fırsatı bulmuşlar, haliyle rekabet düşmanlığa dönüşmemiş. 1960’lı senelerin başına kadar amatör liglerde mücadele eden takım 1961 senesinde Londra amatör bölge “Parthenon” ligine terfi etmiş. Kendilerine ait bir statları olmadığı için bölgenin diğer amatör takımı ve en büyük rakipleri Dulwich Hamlets’in 3 bin kapasiteli Champion Hill Stadını paylaşmak zorunda kalmışlar. Bakmayın amatör takımlara ev sahipliği yaptığına, maçların ayakta izlendiği zamanlarda 20 bin futbolseveri ağırladığı olmuş o futbol kokan stadın. 1948 Yaz Olimpiyatlarında Meksika – Güney Kore maçı bu statta oynanmış. Bilirsiniz işte, geldiğimiz zamanların gıcır statlarının yanında köhne kalır eskileri ama havası başka olur, eski de zaten candır…

Yarı amatör olarak geçirdikleri 80’li seneler en başarılı oldukları zamanlar… 1986-87 sezonunda “Southern League”i şampiyon bitirerek en üst amatör “National League”e terfi etmişler. Köklü tarihlerinde profesyonel liglerde oynama fırsatı bulamasalar da futbola önemli isimler kazandırmışlar. Takımın formasını giyenler arasında 2014-19 arasında Premier Lig’de Crystal Palace’da top koşturmuş Jason Puncheon, Notts County’de adını duyurmuş Wes Thomas, bizim coğrafyada 16 sezon Galatasaray dahil 11 takımda boy göstermiş Murat Erdoğan gibi topçular var…

Takımın 80’lerde elde ettiği başarıdaki en büyük pay sahibi o yıllara damga vuran başkanları Doğan Arif, yeraltı dünyasında nam salmış Kıbrıslı bir ailenin yedi çocuğundan biri. Ülke tarihinin muhtemel en azılı suç çetesi Kray kardeşlerin çöküşünden sonra yeraltı dünyasında adlarını duyurmuşlar. 2004 senesinde İrlanda Daily Mirror gazetesi tarafından İngiltere’nin en tehlikeli suç örgütü olarak gösterildiklerini, futbol sevdalısı Doğan Arif’in 90’lı senelerin başında on dört seneye mahkûm olduğunu, başkanlık yaptığı donemde en büyük hayalinin Fisher’i profesyonel liglerde görmek olduğunu hatırlatalım. Fisher sevdalılarına göre kulüp tarihinin en başarılı başkanı…

1989-90 sezonunun başında Paul Woolf adında bir avukatın başını çektiği “Winners Worldwide” adlı konsorsiyum takımı satın almış. İlk icraatları dönemin önemli teknik direktörü, bizim coğrafyada da çalışmış Malcolm Allison’u takımın başına getirmek olmuş. Bir senelik sözleşme için aylık 30 bin Sterline anlaşması, sözleşmeyi imzalamak için sahaya helikopterle inmesi spor sayfalarının manşetlerini süslemiş. Ancak uzun sürmemiş macerası, amatör liglerin zorlukları ağır gelmiş gösterişli hocaya ve kasım ayında ayrılmış takımdan. Amatör kümelerde parlamayı bekledikleri zamanlarda Londra’nın eğlence rehberi “Time Out” dergisi, kısıtlı bütçeye sahip futbolseverlere Fisher Athletic maçlarını önermiş, malum 10 Sterlinin altında maç bileti bulmak zor iş endüstriyel futbol zamanlarında…

Profesyonel ligleri hedefleyerek çıktıkları yolda düşüşleri keskin olmuş, maddi sıkıntılarla geçen zamanlarda kadrolarındaki önemli topçuları profesyonel lig takımlarına kaptırmışlar. 2009 senesinin Kasım ayından Mart ayına kadar oynadıkları 19 maçın tamamını kaybedip küme düşmüşler. Borç batağına saplandıkları zamanlarda, takvim yaprakları 13 Mayıs 2009’u gösterirken İngiltere Yüksek Mahkemesi’nin kararıyla kulübün kapısına kilit vurulmuş. Ancak takımlarının yok olma sürecine girişini kabullenmeyen taraftar grubu, 42 kişilik yönetim kadrosuyla yeni bir takım kurmak için kolları sıvamışlar. “Fisher FC” adını verdikleri takım şimdilerde bölgesel “Southern Counties East” Liginde mücadele ediyor. 2016 senesinde Rotherhite bölgesindeki yeni mabetleri “St Paul’s Sports Ground”a taşındılar. Yeniden yükselişe geçerler mi zaman gösterir, ama yeni futbol nesillerinin Londra’nın zengin ve güçlü takımlarının hikâyeleriyle büyüdükleri, gazetelerin spor sayfalarında hep onların yer aldığı zamanlarda Fisher Athletic’i de unutmayın. Endüstriyel futbolun paraya bulanmış görüntüsünden bunalmış sade bir futbolsever olarak dileğim futbol tanrıları yanlarında olsun

Ziya Adnan…

20 Haziran 2020

Firmino’dan çok zaman önce: Rushie

Uzaklardan…

İngilizlerin efsane takımı Liverpool’un, futbol mabedi Anfield Stadında…

Bir lig maçıydı sanırım. Geçmiş zaman… Hatırladığım, tribünlerin yine tıka basa dolu oluşu. “Kop” diye bilinen, kemik Liverpool taraftarının meskeni, o meşhur kale arkası tribünü henüz yıkılmamıştı. Binlerce kırmızı formalı Liverpool taraftarı, ayakta maçın başlamasını bekliyordu. O pek bilindik tezahüratı hep bir ağızdan söylemeye başlamışlardı, hani insanın tüylerini diken diken eden, yalnız yürümeyenlerin, futbolun en güzel şarkısını…

Uğultunun başlaması ile birlikte, ‘Main Stand’ adI verilen eski maraton tribününde, oturduğum koltuğun hemen sağındaki iyi giyimli yaşlı adamı fark ettim. “You Will Never Walk Alone” şarkısına kısık bir sesle eşlik ediyor, aynı zamanda gözlerini ayırmadan sahada ısınmakta olan kırmızı formalı futbolculara bakıyordu. Yanında, kendisi gibi yaşlı bir arkadaşı vardı. Arkadaşı işitme özürlü olmalıydı, kulağındaki kocaman işitme cihazı göze batıyordu. Muhabbetlerine bakılırsa, maçlara beraber geliyorlardı. İkisi de, eski Türk filmlerinden kopup gelmiş babacan karakterleri andırıyordu, pek neşeli, pek konuşkan, pek sevimli. Üstelik futbol tutkunu. Çocukluk her ikisinde de hiç geçmemiş gibiydi. Pek şirin Galler aksanı dikkatimi çekti, en katısından. Etraflarında oturan herkes onları tanıyor gibiydi. Kim bilir, ne maçlar izlemişlerdi bu futbol mabedinde, kim bilir anlatacak ne çok futbol hikâyeleri vardı. Sonraları öğrenecektim, her ikisi de senelerdir, Liverpool’un Anfield’de oynadığı hiçbir maçı kaçırmamışlardı. Maçın başlamasına yakın, ısınmakta olan 9 numaralı futbolcu, bizim yöne doğru baktı ve elini kaldırarak selamladı. Bunu gören, yaşlı adam ayağa kalktı ve o selama karşılık verdi. Sonra bana dönerek, “Bugün oğlum bu sahada ilk kez Liverpool formasını giyiyor, rüyası gerçek oldu,” dedi.ADVERTISING

O kısa cümle, uzun yıllar sürecek dostluğumuzun başlangıcı olmuştu… Ve kim bilebilirdi ki, tribünde yanı başımda oturan babasını sahadan selamlayan o cılız, çelimsiz, pek de topçuya benzemeyen, bıyıklı 9 numara, gün gelecek Liverpool tarihinin en büyük golcüsü olacaktı. Sene 1980 idi…

Sonraki zamanlarda, o iki yaşlı Liverpool taraftarı ‘Mr Rush’ ve Ned ile o gün o tribünde başlayan dostluğum ilerledi, onlarla uzun yıllar beraber maçlar izledim. Tribünü, futbolu, sevinçleri, üzüntüleri ve belki en önemlisi dostluklarını paylaştım. 30 sene aradan sonra Liverpool’un şampiyonluk kupasını kaldırmasına az kaldığı zamanlarda hatırlayalım efsane golcüyü.

20 Ekim 1961 tarihinde Galler’in 3 bin nüfuslu St Asaph kasabasında dünyaya geldi. Futbol kariyerine, 1979 senesinde, o zamanlarda 4. Lig’de oynayan Chester City takımında başladı. Daha ilk sezonunda, 34 maçta attığı 14 gol ile kendisini yakın takibe alan Liverpool Teknik heyetinin dikkatini çekti. Nisan 1980’de Bob Paisley’nin ısrarı üzerine, o yıllarda rekor sayılacak 300.000 Sterlin transfer ücreti karşılığında Liverpool’a transfer oldu. Liverpool formasını ilk kez 13 Aralık 1980’de deplasman da Portman Road da oynanan maçta, Ipswich Town’a karşı giydi. O maçta forma numarası 7 idi ve o gün oynayamayan Kenny Dalglish’in yerine sahada yer alıyordu. 1-1 biten maçta, pek göze batmamıştı. O maçtan sonra, uzun bir süre gol atamadı, hatta çoğu zaman ilk 11’de oynama fırsatı bulamıyor, genç takımda kendini göstermeye çalışıyordu. Ama Liverpool teknik heyeti ona olan güvenini yitirmedi ve beklenen gol, 30 Eylül 1981 tarihinde, bir Avrupa Kupası maçında geldi. Zayıf Finlandiya takımını, Liverpool’un 7-0’lık skor ile geçtiği maçta gollerden birini o attı. Bu gol, onun Liverpool’daki müthiş rekorunun başlangıcı oldu. O sezon, 49 maçta 30 gol atarak takımının en büyük golcüsü oldu. İlk sezonunda, gollerinin 17’sini lig maçlarında kaydetmiş ve Liverpool’un şampiyonluğunda büyük pay sahibi olmuştu. 1980–87 yılları arasında Liverpool forması ile oynadığı 224 maçta 129 gol kaydetti. 1987-88 sezonunun başında, İtalyan devi Juventus takımına transfer oldu. Onun transferini kabullenemeyen Liverpool taraftarları kulübü uzun bir süre protesto etti. Rushie, İtalya’ya uyum sağlamakta zorlandı, 29 maçta ancak 7 gol kaydedebildi. Kendisine “İtalya’da futbol oynamak nasıl bir duygu?” diye soran gazeteciye verdiği, “Sanki yabancı bir ülkede gibiyim…” cevabı hâlâ belleklerde…

O sezonun sonunda tekrar Liverpool’a transfer oldu. Ayrılık uzun sürmemişti. 1996 senesine kadar Liverpool’da kaldı ve ikinci döneminde 245 maçta 90 gol kaydetti. Attığı 346 gol ile Liverpool tarihinin gelmiş geçmiş en büyük golcüsüdür. Aynı zamanda bir zamanlar formasını giydiği Galler Milli Takımının da en golcü futbolcusu ünvanı halen ona aittir: 73 maçta 28 gol… Bilmeyenler için, Liverpool formasını giydiği zamanlarda, Ian Rush’n gol attığı 148 maçta takımı mağlup olmamıştır ki bu inanılması güç bir rekordur. Görünmez bir hayalet misali rakip savunmanın arkasına sarkma özelliği nedeniyle “The Ghost” (hayalet) olarak nam saldı.

1990’lı yılların sonlarına doğru, bir gün Anfield’de oynanan bir maçta, her zamanki yerlerinde göremedim Mr. Rush ve Ned’i.

Merakla sordum.

Tanıyanlar, “Ne yazık ki Ned aramızdan ayrıldı,” dediler.

Mr. Rush da o günden sonra hiç bir maça gelmedi. Arkadaşının kaybına dayanamamıştı. Her maçta, yanımda boş duran koltuğa takılır kalırdı gözüm. Onu en son gördüğümde, Flint’teki sade evinde, hasta yatağında yatıyordu. Yorgun, takatsizdi. O gün futboldan, Liverpool’dan hiç konuşmadık. Keşke, ona, o güzel zamanlarda, tribündeki dostluğu için teşekkür etme cesaretini kendimde bulsaydım. Mr. Rush, tribün arkadaşı Ned’i çok bekletmedi, kısa bir süre sonra o da ayrıldı aramızdan. Benimse, hiç çekilmemiş bir fotoğraf kaldı aklımda, o iki sevimli ihtiyar ve ben… Hani derler ya, “Mezar taşlarında dökülen acı gözyaşları hiç söylenmemiş sözler içindir,” diye, keşke her ikisine de o çekilmemiş fotoğraf, o güzel günler için teşekkür etme fırsatım olsaydı…

Yakında, 30 sene aradan sonra hasret kaldığı şampiyonluk kupasını kaldıracak o futbol şehrinin kırmızılı takımı. Ama o iki yaşlı Liverpool sevdalısı orada olmayacak, göremeyecekler onca seneden sonra gelen şampiyonluğu. Rushie ise kulüp tarihinin en büyük golcüsü olarak kalmaya devam edecek…

Ziya Adnan

14 Haziran 2020

Fenomeni hatırlarken…

Uzaklardan…

Steve McManaman, nam-ı diğer El Macca… Bir zamanlar durdurulması imkânsız denilen Liverpool efsanesinin hikâyesi

“Evet önümüz bahardır biliyorum, leylaklar açacak biliyorum, kiraz da çıkacak yakında, iyi şeyler söylemek de gerek biliyorum, sevgilim, güzelim, bir tanem biliyorum da, başka bir şey düşünemiyorum şimdilik bağışla” der dizelerinde Turgut Uyar. Ölümcül hastalıktan başka bir şey düşenemediğimiz futbolsuz geçen zamanlarda Ada futbolunun en başarılı ihraçlarından birini hatırlayalım bu yazıda, kariyerinde Premier Lig şampiyonluğu yaşayamadığı halde iki La Liga şampiyonluğu bulunan, iki kez de Şampiyonlar Ligi’ni kazanmış eski Liverpoollu kanat oyuncusunu yâd edelim…

O futbol şehrinde dünyaya geldiğinde takvimler 11 Şubat 1972’yi gösteriyormuş, Liverpool’un banliyösü, günümüzde 15 bin nüfusa sahip, işçi sınıfının yoğunlukta olduğu Kirkdale’de geçmiş çocukluk yılları. Uzun sarı saçları, yüzünde hep o afacan çocuklara mahsus hınzır tebessüm, top peşinde koştururmuş okuldan arta kalan zamanlarında. Okulun en atletik öğrencisiymiş, okul takımlarının koşu yarışmalarında kazandığı sayısız şampiyonlukların yanı sıra, akranı ve ilerleyen yıllarda profesyonel atlet olarak dünyaya adını duyuran Curtis Robb’u geçmişliği bile var o yarışmalardan birinde. Çocukluk yıllarında şehrin mavili takımı Everton taraftarıymış ama okul takımlarında oynarken futbol hünerlerini sergilemeye başladığı yıllarda Everton alt yapısı yerine, biraz da babasının dayatmasıyla Liverpool’u tercih etmiş. Takımın teknik heyeti, o yılların yıldızı John Barnes’ın varisi olarak gördükleri çocuğa antrenmanlarda özel ilgi gösterir, yeteneklerini yakından takip edermiş…

LIVERPOOL’UN EN İYİSİADVERTISING

‘Digger’ (delici) lakaplı o müthiş sol açığı da yâd edelim yeri gelmişken. 80’li yılların Ada futbolunda en izlemesi en keyif veren oyuncusuydu, kanatta kaptığı topla savunmayı hallaç pamuğu gibi dağıtır, tek başına tüm savunmayı ipe dizip golünü atardı. Adına şarkılar söylenirdi o futbol mabedinin tribünlerinde, Kop’un sevgilisi, Liverpool’un siyah incisiydi. 2006 senesinde Liverpool taraftarları arasında yapılan “100 Players who shook the Kop” (Kop’u sallayan yüz futbolcu) anketinde 5. olmuş. Yakın geçmişte, “Four Four Two” dergisi tarafından Liverpool tarihinin en iyisi olarak gösterilmiş. Şüphesiz o yılları bilen futbol sevdalılarının belleklerinde yer etmiştir Barnes, nam-ı diğer ‘Siyah Highway’ unutulmasın…

İLK SÖZLEŞMESİNİ 1990’DA YAPTI

Sarışın çocuğa dönersek, teknik direktörlüğünü Kenny Dalglish’in yaptığı Liverpool takımıyla ilk profesyonel sözleşmesi 1990 senesinin Şubat ayında. İlk maçına 1990 senesinin Aralık ayında Anfield Stadında, Peder Beardsley’nin yerine oyuna sonradan girdiği Sheffield United karşısında çıkmış. 1991-92 sezonunda takımdaki yerini perçinlerken o sezon 51 maçta forma giymiş. O dönem Ada futbolunda Ryan Giggs ile yıldızı parlarken, takımın efsanesi Ian Rush onu Liverpool’un geleceği olarak görüyormuş…

BİR SEZONDA 25 ASİST

1999 senesine kadar kaldığı takımda her iki kanatta müthiş maçlar çıkarmış, “Liverpool’u durdurmanın yolu onu durdurmaktan geçer!” demiş o yıllarda Middlesbrough teknik direktörlüğü yapan United’ın eski kaptanı Bryan Robson. Howard Wilkinson, “Bazı maçlarda durdurulması imkânsız!” cümlesiyle anlatmış oyuncuyu. 1995-96 sezonundaki 25 asisti takımdaki önemini anlatmaya yeter muhtemel. Ancak her hikâyede olduğu gibi onun da hikâyesinde keşkeleri var. Takım arkadaşları Robbie Fowler ve Jason Mcateer ile gece hayatında fazla görünmeleri, adlarının karıştığı seks skandalları, playboy yaşam tarzları nedeniyle “Spice Boys” olarak nam salmaları o zamanlara denk gelir. 1996 senesinde, Manchester United karşısında berbat oynadıkları maçta kaybedilen Federasyon Kupası finali öncesinde sahada beyaz Armani takım elbiseleriyle boy göstermelerini unutmamıştır Liverpool taraftarları…

REAL MADRID’E GİTTİ

Futbolcu dediğin onun kadar yetenekli ve göz ününde olursa Avrupa devlerinden birine kapağı atması kaçınılmaz elbet. 1999 senesinde takımıyla sözleşmesi sona ererken yeni sözleşmeyi kabul etmiyor, kariyerini Avrupa kulüplerinin birinde devam ettirmek istediğini söylüyordu. O zamanlarda beş sene için 14 milyon sterlin alacağı Real Madrid’in yolunu tutarken Liverpool taraftarları onu ve takımın golcüsü Fowler’ı takımı 90’lı yıllarda sırtlayan ikili olarak görmüştü. Kulüp tarihinin en başarılı 20 futbolcusu arasında yer alması boşuna değil anlayacağınız…

2 LA LIGA ŞAMPİYONLUĞU

1999’dan 2003 senesine kadar süren İspanya macerasında 11 finalde yer alması tarihe düşen notlar. İki kez La Liga şampiyonluğu ve toplamda kazandığı sekiz kupayla Ada futbolunun Kevin Keegan ve John Charles’dan sonra en başarılı ihracı… 2001 senesinde futbolun en çok kazananları listesinde 6. sırayı almış olması kayda değer. Yakın geçmişte takımın o dönem teknik direktörlüğünü yapmış Del Bosque, AS Marca gazetesine verdiği söyleşide, onu ve bizim Gençlerbirliği’nden transfer edilen Geremi Njitap’ı o yıllarda takımın en önemli iki futbolcusu olarak göstermiş. Günümüzde kulübün resmî sitesinde kulüp tarihinin efsaneleri arasında yer alıyor.

MANCHESTER CITY’DE DE OYNADI

İspanya macerasından sonra İngiltere’ye dönüp, 2003 – 2005 seneleri arasında Manchester City’de 35 maçta forma giydi, futbolu 2005 senesinde bıraktı. Günümüzde BT Sport kanalında yorumcu olarak ekranlarda görünüyor Steve McManaman, nam-ı diğer ‘El Macca’. Kariyerinin sonlarına doğru Four Four Two dergisinde verdiği söyleşide Liverpool-Everton derbisini, Real Madrid-Barcelona’ya tercih ettiğini, doğup büyüdüğü şehrin iki takımı arasındaki maçların onun için daha anlamlı olduğunu ifade etmiş. Kariyerinde birlikte oynadığı futbolcular arasında Liverpool’da John Barnes’ı ve Robbie Fowler’ı, Real Madrid’de Hierro, Roberto Carlos ve Zidane’ı ayrı yere koyuyor…

Zıya Adnan

18 Mayıs 2020

Son düdükten sonra…

Uzaklardan…

Futbolu bıraktıktan sonra kalpazanlık yapan da var itfaiyeci olan da. İşte emekliikten sonra farklı sektöre yönelen futbolcular

Kimileri var, tek takım formasıyla çıktıkları onca maçtan sonra muhtemel hayatının en zor kararını verir, içini acıtacak olsa da ayrılır takımından MLS’in yolunu tutar, futbolun sirki olarak bilinen coğrafyada boy gösterir bir süre daha ama bilir, en güzel günleri geride kalmıştır. Kimileri vardır, onca takım, onca formadan sonra bir maç bitiminde asıverir kramponlarını, geride birkaç madalya, belki birkaç kupa. Kimileri için daha güzel zamanların habercisidir futbol sonrası, kimileri için pişmanlıklar, keşkeler, özlemler. Karınca ile ağustos böceğinin hikâyesini anımsatır bazıları, kimileri yeni bir sayfa açar, teknik direktörlüğü yorumculuğu, yazarlığı dener. Velhasıl en kral topçu da olsa, perdeler inip alkışlar kesildiğinde yeni bir serüven başlar adına hayat denilen yolda, takımdan ayrı en zor düz koşu da o zaman başlar, malum zaman her şeyin düşmanıdır zira…

ÖĞRETİM GÖREVLİSİ OLDU

Bilir misiniz 90’lı senelerde Ada futbolunun yıldızlarındandı 20 Kasım 1967 doğumlu Stuart Ripley. Profesyonel futbol kariyerine 1985’te Middlesbrough’da başlamış, 1992’ye kadar 249 maçta forma giymişti. Süratli, kanatta rüzgâr misali esen hücumcuydu, zarif, yetenekli, adam eksilten. Hani telefon kulübesinde adam geçer dedikleri türden. Premier Lig’in kurulmasından az zaman sonra, 1995 senesinde Blacburn Rovers takımında şampiyonluk yaşadı, birkaç maçta da olsa İngiltere Milli Takımında top koşturdu. Geçenlerde Guardian gazetesiyle yaptığı söyleşide, futbolu 34 yaşında bıraktığını, bir süre ne yapacağını bilemeden dolaştığını, sonra üniversiteye gitmeye karar verdiğini anlatıyor. Lancashire Üniversitesinin hukuk bölümünü bitirdikten sonra Manchester’da spor hukuku konusunda uzman bir şirkette çalışmaya başlamış. Yeni kariyerinin ilk altı ayında, futbola dair oynadığı sürede öğrendiklerinden daha çok şey öğrendiğini anlatıyor. 2013’te avukatlık ofisi açan Ripley, aynı zamanda mezun olduğu üniversitede öğrenim görevlisi olarak çalışıyor.ADVERTISING

18 AY HAPİS YATTI

Yıldızı 80’li senelerde parlamış 7 Temmuz 1954 Galler doğumlu Mickey Thomas’un hikâyesi ise hazin. 1978–1981 seneleri arasında Manchester United takımında parladıktan sonra Everton, Brighton, Stoke City ve Chelsea takımlarında forma giymiş. Kariyerinde 51 kez milli olmuş ama hikâyenin sonu onun adına kötü bitmiş. 1993’te, Wrexham’da forma giydiği zamanlarda sahte para basmaktan 18 ay hapse mahkûm olmuş. Futbolu zorunlu olarak 37 yaşında bırakan golcü günümüzde Manchester’de yerel bir radyo kanalında program yapıyor ve o günleri şöyle anlatıyor: “O zamanlarda Roy Keane haftada 50.000 sterlin alıyordu. Polis, benim para basma makinemi bulana kadar ben de o kadar yapıyordum!”

UYUŞ TİCARETİ YAPIYORMUŞ

Futbol sonrası kendini demir parmaklıklar arasında bulanlardan biri de futbola 1980 senesinde Everton’da başlamış Mark Ward. 20 seneye yaklaşan kariyerinde 14 takımın formasını giymiş. 1994 senesinde yardımcı antrenör olarak çalıştığı Birmingham City’de 2. Lig şampiyonluğu yaşamış ama teknik direktör Barry Fry ile yıldızı barışmamış ve takımdan ayrılmış. Bir süre başka takımlarda iş bulmaya çalışmış ama şansı yaver gitmemiş. Kariyerinin en verimli yıllarında haftada 2.000 sterlin kazanıyormuş ama futbol sonrası dara düşmüş. Alışık oluğu hayatı devam ettirebilmek için uyuşturucu işine bulaşmış ama 2005’te yakalanıp 8 sene hapse mahkûm olmuş. Walton hapishanesinde geçirdiği 4 senenin hayatının en kötü zamanlar olduğunu, günün 23 saatini küçücük bir hücrede geçirdiğini anlatıyor ve devam ediyor: “144 profesyonel futbolcu İngiltere hapishanelerinde gün sayıyor ve bunlardan 120’si uyuşturucu ticareti yaparken yakalanmış.” Cezasını çektikten sonra bir süre inşaatlarda çalışmış, eski takımı West Ham imdadına koşmuş, düzenli olarak olmasa da kulübün futbol aktivitelerinde yer almış. Eski orta saha oyuncusu günümüzde 58 yaşında ve yardım elini uzatacak bir kulüp arıyor.

İTFAİYECİ OLDU

1988-96 arasında futbola başladığı Arsenal’de 104 maça çıkmıştı David Hillier, çalışkan orta saha oyuncusu. 2003 senesinde futbolu bıraktığında Kuzey Londra takımında yaşadığı şampiyonluk, Federasyon Kupası ve Kupa Galipleri Kupasıyla hatırlanacaktı. Ama o yıllarda futbolda günümüzdeki gibi deli paralar dönmüyordu ve hayatı boyunca yaşamını idame ettirmeye yetecek parası yoktu. Günün birinde okuduğu bir iş ilanı hayatını değiştirdi. Bristol’de itfaiye eri aranıyordu. 2008 senesinden beri itfaiye eri olarak çalışıyor ama aklı hâlâ futbolda: “Hayat kurtarmak, yangınla mücadele harika bir iş ama ben her zaman futbolcu olarak kalacağım çünkü hayatımın en güzel zamanlarını küçük yaşlarda aşık olduğum o güzel oyunun içinde geçirdim.”

KAMYON ŞOFÖRLÜĞÜ YAPIYOR

2009 senesinin sıcak yazında, Belfast’ın Stranmills Üniversitesinin kampüsünde “UEFA A” lisansı kursunda tanımıştım eski milli kaleciyi. 1982 Kupa Galipleri Kupası’nı kazanan Aston Villa’nın yıldızıydı. 1976’da başlayan kariyerinde İngiltere Milli Takımı dahil 5 takımın kalesini korumuş, 23 senenin 20’sini ülke futbolunun en üst liginde geçirmiş. Futbolu 43 yaşında bıraktıktan sonra Steve Bruce’un yardımcısı olarak Wigan ve Sunderland’da kaleci antrenörü olarak çalışmış. Ekip Sunderland’den kovulduktan sonra eşyalarını West Midlands’daki evine taşımak için yakın arkadaşı Paul Munro ile birlikte küçük bir kamyonet kiralamışlar. “Bundan sonra ne yapacağız?” diye düşünürken akıllarına taşımacılık gelmiş ve “S&M Couriers” adını verdikleri nakliye şirketini kurmuşlar. Araba kullanmaktan her zaman keyif aldığını, futboldan soğuduğunu, yaşamının geri kalanında futbolun içinde olmak istemediğini vurguluyor ve şimdilerde kamyon şoförlüğü yapıyor. Futbolsever müşterilerinin görünce kendisini tanıdıklarını, neden futbolu bıraktığı sorusuyla sıklıkla karşılaştığını anlatıyor.

FİNANSÇI GOLCÜ

23 Kasım 1959 doğumlu Simon Garner 1978–1992 arasında formasını giydiği Blackburn Rovers takımında 474 maçta 168 gol kaydetmiş, kulüp tarihinin en fazla gol atan futbolcusu. Futbolu 1996 senesinde bıraktığında futbolsuz hayata alışmakta zorlanmış bir süre, futboldan kazandığı paranın çok uzun süre dayanmayacağını anlayınca farklı işleri denemiş. Postacılık yapmış kısa zaman ama soğuk kış sabahlarında erkenden yollara düşmek bir zaman sonra zor gelmiş. Finans şirketinde mortgage danışmanı olarak çalışmış ama sevmemiş o işi. Sonra boyama ve dekorasyon işine girmiş ve 10 seneye yakındır kendi kurduğu şirketinde bu işi yapıyor. Futbolu özleyip özlemediğini soranlara verdiği cevap kayda değer: “Önceleri çok özlüyordum ama zamanla o özlem geçti, futbolsuz hayata alıştım. Fırsat buldukça Blackburn Rovers maçlarına gidiyorum ve aradan geçen onca zamana rağmen taraftarların bana yaptığı tezahüratları seviyorum. Futbol oynadığım dönemde insanları mutlu edebildiysem görevimi hakkıyla yapmışım demektir. Ama artık hayatın başka bir dönemindeyim, geçmişe değil geleceğe bakmak gerek…”

Velhasıl kimileri için daha güzel zamanların habercisidir futbol sonrası, kimileri için pişmanlıklar, keşkeler, özlemler. Son düdükten sonra başka bir hayat, başka bir serüven bekler yeşil sahaların yıldızlarını. Kimileri alışmakta zorlanır, kimileri umutla bakar geleceğe, neticede futbolun içinde ayrılıklar da vardır…

Zıya Adnan

10 Mayıs 2020

Bosman kuralından çok önceleri: Kanattaki büyücü

Uzaklardan…

Kanattaki büyücü olarak nam salmış Alex Jackson’ın bosman kuralının hayata geçişinden çok zaman önce yaşanan transfer hikâyesi…

Futbol oynadığı siyah beyaz yıllarda “Kanattaki büyücü” olarak bilinirmiş; şampiyonluklar, kupalar kazanmış, yakışıklı, karizmatik, popüler İskoç futbolcu. Onu anlatan yazılar, futbol stilini her iki kanatta da oynayabilen, çok rahat adam geçen, aynı zamanda müthiş gol vuruşlarına sahip futbol dâhisi olarak tanımlıyor. O yıllarda, futbolcular genelde tek ayaklarını kullanabilir, o yüzden sadece bir kanatta oynayabilirmiş. O iki ayağında kullanabilmenin verdiği rahatlıkla ters kanattan gelen ortalara müthiş voleler vurur, arka direkte kendini unutturup fileleri havalandırırmış. Futboldan uzak kaldığımız zamanlarda, günümüz kanat oyuncularının atası olarak kabul edilen, “Daily Mail” gazetesinin “yüzyılın en fazla tartışılan futbolcusu olarak tanıttığı, futbol programlarına konu olmuş müthiş futbolcunun hikâyesini anlatalım bu yazıda. İki ezeli düşman İngiltere, İskoçya arasında oynanan maçlarda İskoçya’nın en farklı galip geldiği maçın hat-trick yapmış kahramanını hatırlayalım, bilmeyenlere anlatalım hazin hikâyesini.

1905 senesinde, İskoçya’nın başkenti Glasgow’un 20 kilometre kuzeybatısında yer alan Renton kasabasında dünyaya gelmiş. Yemyeşil araziyle çevrelenmiş, sakinlerinin genelde tarımla uğraştığı o küçük kasabada yaz kış futbol oynayarak geliştirmiş hünerlerini. İlk kulübü 1922’de formasını giydiği Dumbarton. 1923’te abisi Walter’la birlikte Amerikan futbolunun kurucu takımlarından Bethlehem forması giymişler. Sonrasında İskoçya’ya dönen futbolcu, 1924-25 sezonunda Aberdeen, 1925’ten 1930’a kadar Huddersfield Town takımlarında top koşturmuş.

TRANSFERİ İÇİN UĞRAŞTILAR

Huddersfield Town takımına katılışının öncesinde, Ada futbolunun o yıllarda ses getiren takımları Bolton, Everton, Aston Villa, Sunderland ve Liverpool çok uğraşmışlar onu transfer edebilmek için ama hepsinden önce davranan ve ilerleyen zamanlarda Arsenal’ın efsanesi olacak Herbert Chapman devreye girmiş ve futbolcunun babasını ikna ederek bu transferi gerçekleştirmiş. Transfer ücreti, o dönemin 5 bin sterlini ama o kadarla kalsa iyi! Anlaşmadan sonra Chapman ve futbolcunun babası, İskoç geleneklerine uygun şekilde barda viski bardaklarını tokuştururken, haberi duyup gelen kasaba sakinlerini de ağırlamak zorunda kalmışlar…

İlerleyen yıllarda, Fransa’nın tanınmış futbol dergisi “Paris Match” dergisine verdiği söyleşide, “Kendisine görmek isteyen tüm kasaba halkının o gün o puba akın ettiğini, kısa süre sonra bu transferi tüm kasaba halkıyla birlikte İskoç ananelerine uygun şekilde viski ve bira içerek kutladıklarını anlatır. Huddersfield Town, futbolcuya ödediği para kadarını da kutlama yaptıkları bara ödemek zorunda kalmış…

179 MAÇTA 70 GOL

Kariyerindeki verilerde, Huddersfield Town formasıyla 179 maçta 70 gol kaydettiği, henüz ilk sezonunda şampiyonluk kupasını kaldırdığı, orada bulunduğu sürede iki Federasyon Kupası finalinde oynadığı yazılı. 1930 senesinde, o yılların rekor transfer ücreti 8.500 sterlin karşılığında Chelsea’ye transfer olmuş. O sezon 2. Ligden terfi eden Chelsea kesenin ağzını açıp, gözüne kestirdiği yetenekli futbolcuları transfer ediyormuş. O yıllarda İskoç futbolcuların ağırlıkta olduğu takımın kadrosunda Hughie Gallacher, Tommy Law ve Alec Cheyne gibi yıldızlar da varmış.

TRANSFERİ ENGELLENDİ

Sakatlıklar ve inişli çıkışlı zamanlara geçen Chelsea yıllarının sonlarına doğru şans yüzüne gülmüş. Fransız kulübü Nimes futbolcuya, hayatının sonuna kadar rahatlıkla yaşamasını sağlayacak müthiş bir transfer teklifi ile gelmiş. Futbolcu da Chelsea kulübünden transfer için onay ya da kendisine teklif edilen miktarın aynısını istemiş. Ancak o yıllarda İngiltere’de futbolcuların haftalık kazançları en fazla 8 sterlin olarak sınırlanmış (Fransa’da o dönemde böyle bir sınırlama yokmuş) ve kulübü futbolcunun aldığı ücreti artırmadığı gibi, bu transferi de veto ederek Nimes’e gitmesini engellemiş…

HAZİN SONLA BİTTİ

Bosman kuralının hayata geçişinden çok zaman önce yaşanan bu transfer hikâyesi futbolcu adına hazin sonla noktalanmış. Hani derler ya, bazıları bu dünyaya erken gelmiştir, o da erken gelip kaybedenlerden. 1932 senesinde Chelsea ile olan mukavelesi sona ermiş ama kurallar gereği bonservisi kulübünde olduğundan Avrupa’nın hiçbir profesyonel takımına transfer olması mümkün olmamış. Günümüzde olsa mukavelesi bitiminde istediği kulüple sözleşme imzalayabilirdi.


Chelsea, futbolcunun transferine onay vermek için 4 bin sterlin istiyor, ancakhiçbir kulüp bu parayı vermeye yanaşmıyormuş. 1933 senesinin Şubat’ında yerel amatör liglerde Margate’e katılan futbolcuya masraflarını karşılaması için 10 sterlin ödemeyi kabul etmişler. 1933–34 sezonunda Fransa’nın alt liglerinde OGC Nice takımıyla top koşturduktan sonra 1936 senesinde yine bir alt lig takımı Le Touquet’te futbolu bıraktığında 28 yaşındaymış, onun gibi bir usta için en verimli zamanlar…

41 YAŞINDA YAŞAMINI YİTİRDİ
“Kanattaki büyücü” olarak nam salmış Alex Jackson takvim yaprakları 15 Kasım 1946’yı gösterirken asker olarak görev yaptığı Mısır’da geçirdiği bir araba kazası sonucu 41 yaşında aramızdan ayrılmış. Mezarı Mısır’da 1.205 askerin defnedildiği Fayid Savaş Şehitliğinde bulunmaktadır. Cenazesine katılanlar, dünya futbolunun en büyüğü Binbaşı AS Jackson’u son yolculuğuna uğurlamışlar… İngiltere’yi tarihinin en ağır yenilgilerinden birine uğratan İskoçya Mili Takımının diğer iki yıldızı, Arsenal takımında dört şampiyonluk yaşamış, Federasyon Kupasını iki kez kaldırmış Alex James 51 yaşında kanserden öldü. Takım arkadaşı Hughie Gallacher, alkol illetinin pençesinde, yoksulluk içinde geçen kötü zamanlara daha fazla dayanamayarak 1957 senesinde kendisini bir trenin önüne atarak yaşamına son verdi…

Ziya Adnan

3 Mayıs 2020

Quasimodo*: ‘Çirkin’ golcü

Uzaklardan…

Liverpool taraftarı arasında yapılan Kop’u Sallayan 100 Futbolcu) anketinde kulüp tarihinin en iyi onuncu futbolcusu seçilen Peter Beardsley’nin hikâyesini göz atalım

Quasimodo*: ‘Çirkin’ golcü

80’li yılların ortalarında, henüz Premier Lig’in bilinmediği zamanlarda Ada futbolunda parlamıştı onun yıldızı. Kısa boyu, hafif kambur görüntüsü, fareyi andıran çabukluğu nedeniyle zamanla Ada futbolunun ‘çirkin’ yıldızlarından biri olarak anılır hale geldi. Victor Hugo’nun “The Hunchback of Notre-Dame” (Notre-Dame’ın Kamburu) romanının hayali kahramanı “Quasimodo” lakabı ile anılması o senelere denk gelir. 2006 senesinde 110 bin Liverpool taraftarı arasında yapılan “100 Players Who Shook The Kop” (Kop’u Sallayan 100 Futbolcu) anketinde kulüp tarihinin en iyi 10. futbolcusu seçilen o müthiş golcüyü hatırlayalım futbolsuz geçen zamanlarda…

18 Ocak 1961’de İngiltere’nin kuzeyinde, Tyne nehrinin kıyısına kurulmuş 35 bin nüfuslu Longbenton kasabasında dünyaya gelmiş. Çocukluk yıllarında, bir amatör kulüp olan ve günümüzde Ada futboluna 60’ın üzerinde yıldız kazandıran Wallsend North Tyneside’ın minik ve genç takımlarında forma giymiş. Sonrasında Newcastle United’in genç takımlarında şansını denemiş ama göz doldurmamış. 1978’de alt liglerde mücadele veren Carlisle United’ın kadrosuna dâhil olmuş. 1981-82 sezonunda 2. Lig’e terfi eden takımın aslarındanmış.

NEWCASTLE’DA PARLADI

quasimodo-cirkin-golcu-722912-1.

1982’nin Eylül ayında Kanada’nın Vancouver Whitecaps takımına transfer oldu ama orada misafirliği uzun sürmedi. Dönemin önemli teknik direktörlerinden Ron Atkinson, 250 bin sterlin karşılığında onu kadrosuna dâhil etmişti. Ancak Kırmızı Şeytanlar’da umduğunu bulamayan ve bir kupa maçında forma giyebilen hücum oyuncusu, 1983 Mart’ında soluğu yeniden Kanada takımında aldı. O senenin Eylül ayında bir kez daha ülkesine transfer olacak, 150 bin sterlin karşılığında Newcastle United’in kadrosunda yer alacaktı. Sürati, üstün tekniği, golleri ve asistleri ile kısa sürede adını Ada futbolunda duyururken, kaptanlığını Kevin Keegan’ın yaptığı Newcastle United, şampiyon Chelsea ve 2. sıradaki Sheffield United’ın ardından ligi 3. bitirerek 1. Lig’e terfi etti. O sezon 20 gol atmış, Keegan ile mükemmel ikili oluşturmuşlardı…

KALECİLİK DE YAPTI

lk sezonunda forma giydiği 38 maçta 17 gol atarken, Newcastle United ligi 14. sırada bitirdi. Bir sonraki sezonda takımının tüm maçlarında forma giyerken 42 maçta 19 gol kaydetti. O sezon West Ham United ile oynanan ve takımının 8-1 yenildiği maçın bir bölümünü kalede oynamak zorunda kalmıştı. İngiltere adına hayal kırıklığı ile sonuçlanan 1986 Dünya Kupası sonrasında takımı ile gollerine devam ederken, transfer dedikodularında adı Ada futbolunun devleriyle anılıyordu. Nihayetinde, dört senelik Newcastle serüveninden sonra o dönemin rekor transfer ücreti olan 1,9 milyon sterlin karşılığında teknik direktörlüğünü Kenny Dalglish’in yaptığı Liverpool’a transfer oluyordu. O transferden çok zaman sonra yayımlanan biyografisinde, Sir Alex Ferguson bücür forvet için Newcastle United’a teklif götürdüğünü, ancak Newcastle United teknik direktörü Willie McFaul’un bu transfere karşı çıktığını anlatır…

FIRTINA GİBİ BAŞLADI

O yıllarda kadrosunda Watford’dan transfer edilen John Barnes, golcü John Aldridge bulunan Liverpool, Tyneside’dan gelen yeni transferi ile 1987-88 sezonuna fırtına gibi başlar. Sezonun ilk maçında, unutulmaz üçlü yıldızlaşırken, Liverpool Arsenal’i 2-1 mağlup eder. O maçtan sonra, 80’lerin en önemli forvet hattı olan Dalglish-Rush ikilisinin yerini onun ve Aldridge’in alacağı konuşulmaktadır Liverpool tribünlerinde. O sezonun sonunda kulüp tarihinin en önemli futbolcusu Rush, Juventus’un yolunu tutar. İlk sezonunda 15 gol kaydederken, takımın en golcü futbolcusu Aldridge’in arkasından 2. sırayı alır. 1988 senesinde, başarısız geçen İtalya macerası sonucu Rush, Liverpool’a dönmüş, Dalglish 4–3–3 sistemi ile sürekli golü düşünen, izlenmesi keyif veren bir takım yaratmıştır.

1989 Nisan’ı onun ve takımının adına bir büyük felaketle sonuçlanacaktır. Sheffield Wednesday’in Hillsborough Stadında oynanan Federasyon Kupası maçının ilk dakikalarında onun vuruşu Forest’in koruduğu kalenin üst direğinde patlar. Tribünlerden gelen uğultu ile heyecanlanan dışarda kalmış binlerce taraftar kapılara hücum edince, ön sıralarda yer alanlar sahayla tribünleri ayıran çelik örgülerin önünde ezilmeye başlar. Saatler 15:06’yı gösterirken, canlarını kurtarmak için çelik tellerin üzerinden sahaya atlayan taraftarın çığlıkları üzerine hakem Ray Lewis maçı durdurur.

HILSBOROUGH FACİASI

‘Leppings Lane’ tribününün hemen üzerinde yer alan West Stand tribününde yer alanlar, aşağıda yaşam savaşı verenlere el uzatır ancak şanslı olanlar kurtulmuştur. Bir süre sonra binlerce taraftarın baskısına dayanamayan çelik kafes sahaya doğru yıkılırken, sahanın kenarına ezilme ve oksijensizlik nedeniyle hayatlarını kaybetmiş taraftarların cansız bedenleri saçılmıştır. 94 taraftarın hayatını kaybettiği, futbol tarihine “Hilsborough Faciası” olarak geçen o kara günün şokunu tüm takım arkadaşları gibi o da uzun süre atlatamayacaktır. O sezonun en göze batan takımı olmasına rağmen Liverpool, sezonun son maçında, kendi evinde Arsenal’e karşı son saniyelerde yediği golle 2-0 mağlup olurken şampiyonluk kupasını Kuzey Londra takımı kaldırır.

DALGLISH GİTTİ, SOUNESS GELDİ

1989-90 sezonunda, Aldridge takımdan ayrılmış, Liverpool yeniden çift forvet sistemine dönmüştür. O sezon 29 maçta 10 gol kaydeder. Takımı şampiyonluk kupasını kazanmıştır ama yeni forvet Rosenthal zaman zaman onun yerini almaya başlamıştır. Ocak ayında Liverpool başka bir forveti, David Speedie’yi kadrosuna katar. Haliyle ileri uçtaki forma kapma savaşı kızışmış, düzenli olarak ilk 11 şansı bulamamaya başlamıştır. O sezon 27 maçta 11 gol kaydeder. Liverpool adına en son golünü 17 Kasım 1990’da Coventry City’e karşı kaydederken, o dönem Kenny Dalglish teknik direktörlük görevinden ayrılmış yerine Graeme Souness gelmiştir.

30 yaşına bastığı zamanlarda 1 milyon sterlin karşılığında şehrin diğer takımı Everton’a transfer olur. Geride Liverpool formasıyla sahaya çıktığı 175 maç ve kaydettiği 59 gol kalmıştır. Liverpool ile iki kez şampiyonluk yaşayan, bir sezon da Federasyon Kupası kazanan golcü, ilk sezonunda şehrin mavili takımının en golcü futbolcusudur. İki sezon sonra Newcastle United’a dönerken, 1997–98 sezonunda Bolton Wanderers forması giyecek, 1998 senesinde bir süre Manchester City’de kiralık oynadıktan sonra önce Fulham’a, sonra Hartlepool United’a transfer olacaktır.

Futbolu 38 yaşında Avusturalya’nın Melbourne Knights takımında bırakan, Ada’da oynadığı 799 maçta 238 gol kaydeden, 59 maçta İngiltere Milli Takımı formasıyla sahaya çıkmış olan “Quasimodo” lakaplı o çirkin futbolcunun adı Peter Beardsley’dir ve yakın geçmişe kadar Newcastle United’ın rezerve takımının hocalığını yapmıştır…

*Victor Hugo tarafından 1831’de yazılan Notre Dame’ın Kamburu romanında Çingene Esmeralda’ya aşık olan çirkin, kambur, aksak ve sağır zangoç.

Ziya Adnan

28 Nisan 2020

Leeds United efsanesi: Bacak kıran

Uzaklardan…

Leeds United efsanesi: Bacak kıran

Hayatın siyah beyaz olduğu, futbolun farklı kurallarla daha sert oynandığı zamanlarda Ada futbolunda “bites your legs” (bacak kıran) lakabıyla bilinirmiş. O yıllara yetişmiş olanlar futbolun gelmiş geçmiş en sert oyuncusu olduğunu anlatır. Bilirsiniz işte, eskilerin tabiriyle “top geçer adam geçmez” dedikleri cinsten. Bleacher Report, yakın geçmişte yayınladığı makalede son yüzyılın en sert 50 futbolcusu arasında göstermiş futbolcuyu. Corona illeti nedeniyle nicedir futboluz kaldığımız zamanlarda hatırlayalım Leeds United efsanesini…

1943 senesinde İngiltere’nin kuzeyindeti Tyne and Wear bölgesinin günümüzde 120 bin nüfusa sahip Gateshead kasabasında dünyaya gelmiş. Hiç tanımamış hayata erken veda etmiş babası Norman’ı, annesi Betty ve futbola meraklı iki amcasının himayesinde büyümüş. 15 yaşına bastığı zamanlarda katılmış Leeds United’in saflarına, güçlenmesi için çiğ yumurta ve şarap diyeti uyguladıklarını anlatır o yılları anlatan söyleşilerinde. İlk profesyonel maçı 1962 senesinde Swansea City karşısında. Savunmanın ortasında sertliği ve rakip forvetlere göz açtırmamasıyla nam salmış kısa zamanda, takımın diğer stoperi Jack Charlton ile mükemmel ikili olarak anılmaya başlamışlar. Sertliği hakkında çeşitli hikâyeler mevcut. Derby’nin Baseball Stadında rakip forvet Francis Lee ile dakikalarca yumruklaşmış, iki futbolu gördükleri kırmızı kartlar sonrasında soyunma odasına giderken bile devam etmişler kavgaya. Başka bir hikâyeye göre, bir maçtan sonra Revie’nin yardımcısı Les Cocker’a futbolcunun maçtan sonra kırık bacakla döndüğünü söylemişler. İstifini bozmadan sormuş Cocker: “Kimin bacağı?”

Hocaları Don Revie, sert futbolu ve futbolcuyu sevenler ekolünden. “The book of football quotations” kitabında Revie’nin taktiklerini şöyle anlatıyor öğrencisi: “Maçta rakibe ilk müdahalenin çok sert olması gerektiğini, ilk olduğu için hakemin kart göstermeyeceğini söylerdi. Rakip forveti daha ilk dakikalarda kırar, sonra hakemden özür dilerdik. Maçın geri kalanında o forveti bir daha yakınınızda görmezdiniz!”

Rakibe yakın markajı severmiş Revie, bir seferinde Manchester United ile oynayacakları maçtan önce takımın beki Paul Reaney’e o yılların yıldızı George Best’i yakın markaja almasını sıkıca tembihlemiş. Devre arasında Best’i tuvalette bile yalnız bırakmamış savunmacı! Best’in haklı tepkisi anlaşılır sanırım.

1965-66 sezonunda İngiltere Milli Takımına seçilmiş sert stoper ama 1966 Dünya Kupa’sında boy gösterme fırsatı bulamamış. Milli takımla Polonya karşısında çıktığı 1974 Dünya Kupası grup eleme maçında yaptığı zamanlama hatası pahalıya mal olmuş takımına. İngiltere Dünya kupasına katılma fırsatını kaçırırken hocaları Ramsey’nin görevine son verilmiş. Parlak kariyerinin muhtemel en kötü zamanları. 1972 Federasyon Kupası finalinde Leeds United’ın Arsenal karşısında sahaya çıktığı maçta açılan flama vesile olmuş “bacak kıran” lakabına. 1976’ya kadar Leeds United formasıyla 540 maça çıkmış, 1969 ve 74’te şampiyonluk kupasını kaldırmış. Kulübün köklü tarihinde sadece üç futbolcu ondan daha fazla maçta forma giymiş. 1974 senesinde ilk kez gerçekleşen “sezonun futbolcusu” ödülünü kazanması, 1973 Kupa Galipleri Kupası finalinde AC Milan karşısında tek golle yenildikleri maçta gördüğü kırmızı kart tarihe düşen notlar. O maçın Yunan hakemi Christos Michas’ın sonraları o finalde İtalyan takımından rüşvet aldığı gerekçesiyle sahalardan ömür boyu men edildiğini, 2009 senesinde Leeds şehrinin Milletvekili Richard Corbett’ın UEFA’ya o maçın skorunun değiştirilmesi için UEFA’ya başvuruda bulunduğunu hatırlatalım. İki sezon sonra, bu kez Paris’te Şampiyonlar Kulüpler Kupası finalini Bayern Münih karşısında kaybetmiş takımı. Golsüz giden maçta Lormier’in volesiyle golü bulmuş Leeds United ama yine hatalı bir ofsayt kararıyla geçersiz sayılan gol maçın kırılma anı olmuş…

1976 Ekim’inde 40 bin sterlin bedelle Bristol City’e transfer olmuş sert stoper, takımla üç sezonda 100’ün üzerinde maçı var. Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlüğü denemiş bir süre, 1980 senesinin güzünde Barnsley’de Allan Clarke’ın yerine getirilmiş, 1980-81 sezonunda takımı 2. Lig’e çıkarmış. Sonraları radyo kanallarında yorumculuk yapmış, 15 sene formasını giydiği Leeds United’ın organizasyonlarında görev almış. Günümüzde Elland Road Stadının batı tribünündeki localardan biri onun adını taşır…

Geçtiğimiz günlerde, takvim yaprakları 17 Nisan’ı gösterirken Corona virüsü nedeniyle tedavi gördüğü hastanede 76 yaşında aramızdan ayrıldı Norman Hunter, sert futbolcular ekolünün öncüsü. Ölüm haberinden hemen sonra Leeds United kulübü Hunter efsanesinin hep yaşayacağını duyuruyordu takım sevdalılarına. Son sözü takımın eski savunma oyuncusu Danny Mills’e bırakalım: “En büyük hayali Leeds United’ı Premier Lig’de görmekti. Takım büyük olasılıkla gelecek sezon elitlerin liginde olacak ama o bunu göremeyecek. Çok üzgünüm.”

Norman Hunter, namı-diğer “bacak kıran”… Hikâyesi unutulmasın…

Ziya Adnan

22 Nisan 2020