Ivan Gazadis’le bir Arsenal akşamında…

Ivan Gazadis’le bir Arsenal akşamında…

Uzaklardan…

Adı Ivan Gazidis… 13 Eylül 1964’te Güney Afrika’nın Johannesburg şehrinde dünyaya gelmiş. Yunan asıllı bir babanın oğlu… Babası Costa, Wits Üniversitesi’nde tıp eğitimi alırken aynı zamanda ülkede o yıllarda yaşam biçimi olarak kabul gören siyah beyaz ayrımına karşı duran, ırkçılık karşıtı ‘anti apartheid’ hareketinin öncülerindenmiş. Onun dünyaya geldiği zamanlarda Güney Afrika’da görülen ve tarihe ‘The Rivonia Trial’ olarak geçmiş siyasi davada yargılanan babası, Nelson Mandela ile birlikte mahkûm olan 12 kişiden biriymiş. Doğduğu gün babasına, oğlunun doğum esnasında öldüğünü söylemiş gardiyanlar. 6 ayı tek kişilik hücrede geçirmiş. Bu yaşamda bir insanın karşılaşacağı en kötü işkencelerden birinin hücre cezası olduğunu, aklını kaybetme noktasına geldiğini anlatmış çok sonraları oğluna. Kötü koşullarıyla nam salmış Robben adasında 2 sene yatmış Costa Gazadis.

1967’de tahliye olduğunda artık ülkede kalamayacaklarını anlamışlar ve İngiltere’ye göç etmişler. Henüz 5 yaşında ailesiyle birlikte zor şartlarda önce Edinburgh, sonra da Portsmouth’ta yeni bir yaşam kurmaya çalışmış Gazadis ailesi, son durakları 1969’da Manchester şehrinin yoksul mahallerinden biriymiş. Okulda çok başarılıymış küçük Gazadis, küçük yaşlarda ailesiyle birlikte yerleştiği Manchester’da şehrin iyi okullarından birine devam ederken futbola merak salmış. O yılları anlattığı söyleşilerinde, çocukluğunda Manchester City taraftarı olduğunu dile getiriyor. Günümüzde dünyanın en iyi 5 üniversitesinden bir olarak kabul edilen Oxford’da hukuk eğitimi aldığı yıllarda okulun futbol takımının değişmezlerindenmiş. 1985’te mezun olduğu üniversite hayatı sonrasında, 90’lı senelerin başında Amerika’ya yerleşmiş, dünyanın en iyi hukuk firmaları arasında gösterilen Latham & Watkins’ta çalışmaya başlamış. Sevda futbol olunca, o güzel oyundan uzak durmak olmaz elbet, 1994’te Amerika Futbol Ligi ‘Major League Soccer’ın kurucuları arasında yer almış, 2001’de yönetim kurulu başkan yardımcılığına getirilmiş. MSL’in stratejik yönetimi ve pazarlamasına yön verirken, aynı zamanda Meksika Futbol Federasyonu ile ülke futbolunun yönetimi ve pazarlaması üzerine birlikte çalışmalar yapmış.

Çok başarılı eğitim hayatı ve hep yükselişteki iş hayatı sonrasında 2009’da Keith Edelman’ın yerine Arsenal kulübünün başkanlığına getirildi Ivan Gazadis; MSL’de geçirdiği 12 sene yeni bir serüvenin kapılarını açmıştı ona. Sorumlulukları arasında, Arsenal’in en başarılı zamanlarında başkan yardımcılığı yapmış kulüp tarihinin muhtemel en başarılı yöneticilerinden 75 yaşındaki David Dein’in misyonununu devam ettirmek de vardı. Ancak işler beklendiği gibi gitmedi ve Arsenal 2016-2017 sezonunun sonunda 20 seneden sonra ilk kez Şampiyonlar Ligi’ne katılma hakkını kazanamadı. Sezon boyunca gidişattan hoşnut olmayan Arsenal taraftarı 1996’dan beri takımın teknik direktörlüğünü yapan Arsene Wenger’in miadını doldurduğunu, değişim zamanının geldiğini düşünüyordu. Takımın Federasyon Kupası’nı kazanmasından sonra Wenger’in sözleşmesi iki sene uzatılıyor; Gazadis de Daily Mail’e verdiği söyleşisinde, Wenger’in bir futbol dâhisi olduğunu, kovulmayı asla hak etmediğini dile getiriyordu.

• • •

Haziran ayının son perşembesinde, Ivan Gazadis ve eski Arsenalli futbolcu Ray Parlour, Arsenal’in görkemli Emirates Stadı’nda yaklaşık 250 taraftarla sezon sonu buluşma, soruları cevaplama mesaisinde. Eski toprak bir Arsenal taraftarı alkışlar arasında bu takımın ruhunu yitirdiğini, değişim zamanının geldiğini belirterek Gazalis’e bu konudaki düşüncesini soruyor. Gazadis, öncelikle birlik olmak gerektiğini, takımın bu sezon Şampiyonlar Ligi’ne katılamayacak olmasının tüm ekipte hayal kırıklığı yarattığını ancak bu durumu düzeltecek olanın yine kendileri olduğunu dile getiriyor. Wenger’in göreve devam etmesi konusunda yönetim kurulunun ortak karar aldığını, iyi bir teknik direktörde olması gereken deneyim, vizyon, bilgi gibi özellikleri Wenger’de bulduklarını, 20 seneyi geçen emeğinin karşılığında yeni bir sözleşmeyi hak ettiğini vurguluyor.

Söz dönüp dolaşıp kulübün en büyük hissedarı Amerikalı Stan Kroenke’ye geliyor. Bu vesileyle onu da anlatalım bilgimiz yettiğince. 69 yaşındaki işadamı, ‘Kroenke Sports & Entertainment’ adında bir şirketin sahibi, ülkesinde NBA ve MLS’de sahip olduğu kulüpler var (MBA’de Denver Nuggets, Amerika Futbol Ligi MSL’de Colorado Rapids gibi). Ancak sahip olduğu tüm kulüpler sportif başarıdan çok uzaklar, mesela Colorado Rapids 22 takımlı ligin en alt sırasında. Nisan 2011’de hisse başına 11.750 Sterlin ödeyerek Arsenal kulübünün yüzde 67’sine sahip oldu ve günümüzde bir hisseye sahip olabilmenin bedeli 18 bin Sterlin. Geçmiş günlerde Özbek işadamı Alisher Usmanov, Kronkoe’nin tüm hisselerine karşılık 1 milyar Sterlin teklif etmiş ama bu teklife sıcak bakmamıştı Amerikalı. Oysa hisselerini önerilen rakama satması durumunda 565 milyon Sterlin kâr yapacaktı, üstelik 6 sene gibi ticarette çok da uzun olmayan bir sürede. Velhasıl her ne kadar Gazadis kabul etmese de, Arsenal’in hikâyesi günümüzde paranın egemen olduğu endüstriyel futbolun işadamları adına nasıl kârlı bir yatırım olduğunu anlatıyor görmesini bilenlere.

Söyleşinin sonunda, o güzel yaz akşamında Emirates Stadı’ndan ayrılırken, şimdilerde yerini pahalı apartmanlara bırakmış, endüstriyel futbolun bilinmediği zamanlarda futbol sevdamızı doyasıya yaşadığımız Highbury Stadı’nın önünden geçiyorum. Ölümünden kısa bir süre önce söyleşi yaptığım futbolun en güzel abisi Metin Kurt’un cümlesi geliyor aklıma. “Futbol arsada oynanınca güzel, borsada oynanınca çirkindir!” demişti futbol sevdalısı, mekânı cennet olsun…

Ziya Adnan
4 Temmuz 2017

Bastin: Büyüklerin arasında bir çocuk…

Bastin: Büyüklerin arasında bir çocuk

Uzaklardan…

2006 senesinin temmuzunda Arsenal taraftarı ile ilk kez buluştu o görkemli stat, o güneşli Londra gününde. ‘Unutulmaz 10 numara’nın jübile maçında tribünleri dolduran 55 bin taraftar son kez izledi yeşil sahaların buz adamını.

Sonra zaman içinde yeni stadına alıştı takımın sevdalıları, Highbury tarih olmuş, beş dakikalık yürüme mesafesindeki yeni futbol mabedi eskinin yerini almıştı. Günümüzde Emirates Stadı’nın ziyaretçilerini, kulüp tarihinin unutulmaz futbolcularının kol kola girmiş devasa fotoğrafı selamlar: Adams, Brady, Henry, Bergamp, Pires… Ama içlerinden biri var ki, yeni futbol nesillerinin bilmediği, en fazlasından hikâyesini futbolu anlatan kitaplardan okuyabilecekleri. Hatırlayalım futbolsuz zamanlarda şimdi çok eskide kalmış siyah beyaz zamanların yıldızını.

14 Mart 1912’de İngiltere’nin güneyinde günümüzde 118 bin nüfuslu tarihi şehir Exeter’de dünyaya gelmiş. Çocuk yaşlarda merak salmış futbola, ilk profesyonel takımı Exeter City’nin formasını giydiğinde henüz 16 yaşındaymış. Sol açıkta oynamasına rağmen bitirici vuruşlarıyla göze batar, mesafe tanımaksızın ölümcül şutlar çıkarırmış. İlerleyen zamanlarda Arsenal’ın teknik direktörlüğünü yapacak George Allison onun yeteneğini ilk keşfedenlerden. 1948 senesinde yayımlanmış biyografisinde Herbert Chapman ile birlikte Watford’da top koşturan bir futbolcuyu izleyemeye gittiklerini, ancak dikkatlerini rakip takımda oynayan al yanaklı, sarışın, iri kıyım çocuğun çektiğini anlatır. Yaşça diğerlerinden küçük olmasına rağmen ikili mücadelelerden kaçmadığını, savaşçı olduğunu, yaşından beklenmeyecek olgunlukla oyunda öne çıktığını vurgular ve devam eder: “Henüz ilk yarı bitmemişti ve bu çocuğu Arsenal’e nasıl transfer edebileceğimizi düşünüyordum!”

Maçın bitiminde soluğu Exeter City yöneticilerinin odasında almış ve sıkı pazarlıktan sonra çocuğun 17 yaşına bastığı zamanlarda 2 bin Sterlin karşılığında Arsenal’e transfer olmasına onay çıkmış. (O yıllarda profesyonellik yaşı 17 imiş ve bir futbolcunun başka bir takıma transfer olabilmesi için en az 17 yaşında olması gerekiyormuş). Futbolcunun Arsenal’e katıldığı günü kulüp tarihinin değiştiği zamanlar olarak tanımlar Chapman… 1929 senesinde gerçekleşen transferden dört sene sonra çocuğun Ada futbolunda şampiyonluk ve Federasyon Kupası dâhil kazanmadığı kupa kalmamış. Ülke futbolunun tüm kupalarını kazanmış en genç futbolcu unvanı halen ona ait. 1932 senesinde İngiltere Milli Takımıyla sahaya çıkan sol açık, kariyerinde 21 kez milli olmuş. 1929’dan 1947’ye kadar süren Arsenal kariyerinde 395 maçta forma giymiş, 178 gol atmış, beş sezonda şampiyonluk yaşamış. Kulüp tarihinin en golcü futbolcusu unvanını 1997 senesine kadar elinde tutmuş.

1931-1938 arasında 21 kez İngiltere Milli Takımı ile sahaya çıktığını, Mayıs 1938’de Almanya karşısında oynanan tarihi maçta takımının ilk golünü attığını, maçtan önce Alman futbolcuların tribünleri Nazi selamıyla selamladığını anlatır hikâyesini anlatan yazılar. İngiltere o tarihi maçı 6-3 kazanmış. Yeri gelmişken, hikâyesinin ilginç yanını da anlatmadan geçmeyelim. İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde 27 yaşındaymış ve eli silah tutan her erkek gibi o da askere çağrılmış. Ancak sağlık kontrolünde ciddi derecede işitme sorunu olduğu ortaya çıkmış ve haliyle cepheye gönderilmemiş. Askerliğini inzibat olarak yapmış ve kaderin cilvesine bakın ki görev yeri Higbury Stadıymış. 1941 senesinde Mussolini’nin faşist radyo kanalları, Girit Muharebesi’nde ünlü futbolcunun esir alındığını iddia etmişler ama savaş propagandası olmaktan öteye geçmemiş o asılsız iddia.

1939 senesinde çevrilmiş ‘The Arsenal Stadium Mystery’ filminde birkaç takım arkadaşıyla birlikte rol almış. O filme konu olan Arsenal’in Brentford karşısında oynadığı tarihi maç İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından önce Highbury Stadında oynanmış son maç olmasıyla bilinir.

4 Aralık 1991’de, tüm yaşamını geçirdiği Pinhoe sokağının 190 numaralı evinde, 79 yaşında aramızdan ayrılmıştı Arsenal kulüp tarihinin en önemli 20 futbolcusu içinde yer alan Cliff Bastin, nam-ı diğer ‘Boy Bastin’ (Çocuk Bastin). 1950 senesinde, futbolu bıraktıktan üç sene sonra, 19 yaşında genç gazeteci Brian Glanville ünlü futbolcunun biyografisini yazmak için izin istemiş. İkili her pazar akşamı eski futbolcunun işlettiği kafenin üst katında buluşur, hayat hikâyesini kaleme alırmış. 1950 senesinde yayımlanan biyografisi (Cliff Bastin Remembers: The Autobiography of Arsenal’s Greatest Outside-left) günümüzde kitap koleksiyoncularının en değerli parçaları arasında.

• • •

Şimdilerde League Two’da (4. Lig) mücadele eden Exeter City’nin 8.541 kapasiteli St James Park Stadı’nın ev sahibi tribünü onun adını taşır. Emirates Stadı’nın girişinde, kendinden çok sonra gelecek Arsenal efsaneleriyle birlikte yer aldığı dev fotoğrafta, 11 numaralı formasıyla selamlar o görkemli mabedin ziyaretçilerini.

Ziya Adnan
27 Haziran 2017

Premier Lig, bize çok uzak!

Premier Lig, bize çok uzak!

Uzaklardan…

1992 senesinin yazıydı…

Avrupa Şampiyonasını finalde Almanya’yı 2-0 yenen Danimarka kazanmış, futbolun doğup büyüdüğü coğrafyanın takımı İngiltere gruplardan çıkmayı bile başaramamıştı. Sadece milli takımı değildi hüsranları yaşayan, 70 ve 80’li yıllarda Avrupa sahalarında esip kükreyen İngiliz takımları sıkıntılı zamanlar yaşıyor, bitmek bilmeyen holiganizm illeti her fırsatta 1985 senesinde yaşanan Heykel faciasını hatırlatırken, maç günleri boş tribünler önünde keyif vermeyen maçlar oynanıyordu. O yıllarda ‘Seri A’ ve ‘La Liga’ izlenme oranları, kulüp gelirleri ile Ada futboluna fark atıyor, yıldız futbolcular İspanyol ve İtalyan takımlarında boy gösteriyordu. O gidişatı değiştirecek ilk hamle bir önceki senenin temmuzunda atılmış, yeni bir ligin kurulması için beş büyük kulüple anlaşma sağlanmıştı.

Uzun süren tartışmalardan ve sıkıntılı bir hukuki süreçten sonra, 104 senelik ligin statüsü sona ererken, 1992-1993 sezonunun başında 22 takımlı Premier Lig futbolseverlerle buluştu. O takımların arasında şimdilerde futbolun sessiz köşelerinde geçmişe ağıt yakan Coventry City, Ipswich Town, Leeds United, Nottingham Forest, Oldham Athletic, Sheffield United, Sheffield Wednesday, Wimbledon, Luton Town, Notts County de vardı. Gönül ister ki onlar da gelecekte dönsünler bıraktıkları yere, futbol kökleri olan takımlarla güzel zira.

Ligin kurulmasıyla birlikte maçların yayını için talepler artmış, önemli televizyon kanallarından ITV teklifini 262 milyon Sterline kadar çıkarmıştı. Ancak o senelerde Rupert Murdoch’un kurmuş olduğu ve abonelerine ücret karşılığında hizmet veren özel televizyon kanalı Sky televizyonu son anda devreye giriyor, beş senelik yayın hakkını 304 milyon Sterlin karşılığında kazanıyordu. Kulüplerin ciddi gelir elde etmesi ve statların yenilenmesi sonrasında dünya yıldızları birer ikişer boy göstermeye başladı Ada takımlarında. Haliyle futbola olan ilgi artmış, maç günleri statlar dolmaya başlamıştı. Kulüplerin kombine biletleri sezon başlarken tükeniyor, büyük kulüplerin kombinesine sahip olabilmek için uzunca bir bekleyiş ve sabır gerekiyordu.

Sky televizyonu 2000 senesinin başında 1,1 milyar Sterlin ödeyerek anlaşmasını yeniledi. Zaman içinde ilgi giderek artarken izlenme oranlarının yükselişiyle birlikte kulüplerin gelirleri büyük artış gösterecekti. İnanması güç ama 2016-2017 sezonunun başında küme düşen Sunderland’ın kasasına 108 milyon Sterlin (486 milyon lira) girmiş, şampiyon Chelsea’nin geliri ise 329 milyon olmuş. Toplam yayın gelirlerinin yarısı takımlar arasında eşit paylaştırılırken geçen sezon her takımın payına düşen 38 milyon. Lig sonundaki sıralamaya göre takımlar her sıra için 2 milyon Sterlin kazanırken, yabancı yayıncı kuruluşların ödediği 1 milyar Sterlinden her kulübün payına düşen 47 milyon.

Derler ki, bir şehri tribünden sevmekmiş taraftarlık, bizim futbol fakiri coğrafyada nicedir unuttuğumuz kavram işte. Öyle ki 175 bin nüfuslu kuzeyin unutulmuş şehri Sunderland’ın küme düşmüş kırmızı beyazlı takımının evinde oynadığı 19 lig maçını 784.450 futbolsever izlemiş, maç başına taraftar ortalaması 41.287. Ülkenin ekonomisi en kötü ve en yüksek işsiz nüfusuna sahip Liverpool’un, Premier Lig tarihinde şampiyonluğu bulunmayan takımını evinde oynadığı 19 maçını izleyen taraftar sayısı 1.007.311, maç başına ortalaması 53.016. Manchester United evinde 75.290, Arsenal 59.957, ligin keyif veren takımı Tottenham 31.639 taraftar ortalaması yakalamış. Premier Lig maçlarında 2016-2017 sezonunda taraftar ortalaması 35.822. Adının başına eğreti bir ‘Süper’ sıfatı iliştirilmiş ligimizin 2016- 2017 sezonunda taraftar ortalaması 9.457.

Yalnız Premier Lig değil elbet futbolun marka değerini yaratan, Championship’te sezonu şampiyon bitirmiş Newcastle United’ı sezon boyunca evinde oynadığı maçlarda 1.175.442 taraftar izlemiş, 51.106 taraftar ortalaması yakalamış. Londra’nın o güzel mahallesinin siyah beyazı Fulham o enfes stadında 19.199 taraftar ortalaması yakalamış. Küme düşen, gelecek sezon League One’da mücadele edecek Rotherham United’ın taraftar ortalaması 9.783.

Alt liglerde de futbol manzaraları farklı değil. 4. Lig’in bahtsız takımı, gelecek sezon amatörde mücadele edecek Leyton Orient 4.663 taraftar ortalaması yakalamış. En kısa zamanda dönsünler bıraktıkları yere. Ligi şampiyon bitirmiş Portsmouth’un evinde oynadığı maçlardaki taraftar ortalaması 16.823. Bu sezon Federasyon Kupasında çeyrek finale kadar yükselmiş 5. Ligdeki (amatör) Lincoln City 130 bin nüfuslu o tarihi şehrin takımı, 5.161 taraftar ortalaması yakalamış.

Premier Lig’in bir altı Championship’te taraftar ortalaması (20.119) bizim Süper Lig’e fark atarken, İngiltere 3. Lig taraftar ortalaması bile (7.933) bize yakınken, bu veriler ışığında bizim ligden marka değeri çıkar mı dersiniz?

•••

Neden mi yazdım bu yazıyı? Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip olmasına rağmen maç günleri tribünleri dolmayan ülke futbolunun Arda Turan krizi gibi gereksiz futbol dışı tartışmalara takılıp kaldığı zamanlarda marka değerinin nasıl yaratıldığı konusunda çorbada az da olsa tuzumuz olsun diye. Passolig garabetinin ve bir şehrin üç takımının bitmek bilmeyen sandalcı kavgasının gölgesinde futbolun elle tutulacak bir yeri kalmamışken belki bir şeyler değişir umuduyla. Kendimize benzettiğimiz o güzel oyunun her sezon darbukalı, bıçaklı, bol küfürlü ve kavgalı sefil bir düğünü andırdığı, aklı başında futbolseverin futbola sırtını döndüğü zamanlarda belki bir umut olur diye. Kendi şehirlerinin takımı küme düşerken, çok uzaklarda bir şehrin takımının şampiyonluğunun kutlandığı, rekabetsizlikle lanetlenmiş bir coğrafyanın futbolundan marka değeri çıkmayacağını artık anlayın diye.

Velhasıl şişenin içine bırakılmış bir not misali okuduğunuz bu yazı, belki bulunup da okunur ve üzerinde biraz düşünülür diye.

Ziya Adnan
20 Haziran 2017

Göztepe’nin dönüşü…

Göztepe’nin dönüşü…

Uzaklardan..

O güzel yaz gününde, haziranın ilk pazarında Es-Es’le oynadığı play-off maçını penaltılar sonucu kazanarak 14 sene ayrı kaldığı ülke futbolunun en üste ligine döndü Göztepe; çocukluk, gençlik yıllarımızın hafızalara kazanmış köklü takımı. Bir futbol sezonunun daha perdelerini indirdiği, ülke futbolunda Arda Turan’ın futbol dışı sevimsiz icraatlarının manşetleri süslediği zamanlarda biz çirkinlikleri değil, o güzel oyununun güzelliklerini yazalım; hatırlayalım nicedir futbolun görünmez köşelerinde çile çekmiş, uzun ömründe ikbali de idbarı da görmüş İzmir’in sarı kırmızılısını; darısı çile çeken nice şehir takımlarının başına diyerek anlatalım düşmeler ve çıkmalarla geçmiş hikâyesini.

Çokları bilmez ama bizim bahtsız coğrafyada futbolun ilk kez oynandığı şehirdir güzel İzmir. Göztepe o şehirde takvim yaprakları 14 Haziran 1925’i gösterirken, Güzelyalı’da, Altay’ın Alsancaklı ve Güzelyalılı futbolcuları arasında çıkan bir anlaşmazlık sonucu kurulmuş. Derler ki, 1925’te İzmir’e güneşi getiren kulüpmüş Göztepe. 1940’lı senelerde kazandığı 5 İzmir şampiyonluğundan sonra 1949’da Türkiye Futbol Şampiyonası’na katılmaya hak kazanmış. Profesyonel liglerin kurulmasından sonra 1968-1969 ve 1969-1970 sezonlarında iki kez Türkiye Kupasını müzesine götürmüş. Yaşı yetenler hatırlar, 60’lı seneler Göztepe’nin ülke futbolunda nam saldığı zamanlardı. Efsane teknik direktör Adnan Süvari önderliğinde, 1968-69 sezonunda, şimdilerde UEFA Kupası olarak bilinen Fuar Şehirleri Kupası’nda 64 takım arasından yarı finale kadar yükselen ilk Türk takımı olmayı başardı. 1969-1970 sezonunda Kupa Galipleri Kupasında Cardiff City’i eleyerek çeyrek finale yükselmiş ama iki maçın sonunda İtalya’nın ünlü kulüplerinden Roma’ya elenmişti.

O yılların Göz Göz’ünü anlatıp, Adnan Süvari’yi es geçmek olmaz elbet. On sezon Göztepe’de top koşturduktan sonra 1959-1960 sezonunda Karşıyaka’da başlamış teknik direktörlük macerası. 1960’tan 1982’ye kadara dönem dönem çalıştırmış takımı. Yakın geçmişte, ‘Four Four Two’ dergisinde hakkında yayımlanan bir yazıda okumuştum, 4-3-3 sistemini ülke futboluna getiren kişiymiş ve oyun felsefesini o yılların mükemmel golcüsü Fevzi Zemzem üzerine kurarmış. 6 Haziran 1991’de 65 yaşında aramızdan ayrılmış futbol sevdalısı. Fevzi Zemzem, “Futbolu bırakıp antrenör olduktan sonra onun ne kadar büyük bir teknik direktör olduğunu daha iyi gördüm” diyor o yazıda ve devam ediyor: “O yıllarda bize öğrettiklerini aradan 15 yıl geçtikten sonra antrenörlük kurslarında ‘modern futbol’ diye öğrettiler.”

Göztepe’ye dönersek, 80’li seneler yaramadı takıma. Kötü yönetimlerde, iş bilmez ellerde, maddi sorunlarla boğuştuğu 1981-1982 sezonunda birinci lige veda etti. Sonrası sevdalıları adına beklemek ve ummakla geçen zamanlar… Dile kolay, o düşüşten sonra on sekiz yıl boyunca 2. Lig’de mücadele etti.

Uzun bir süre kayboluşun ardından, 1998 senesinde ‘Göztepe Spor Hizmetleri ve Ticaret Anonim Şirketi’ adını aldı ve o sene ikinci ligde şampiyonluk yaşayarak yeniden birinci lige döndü. Sevinmişti takıma gönül verenler, umutlar yeşermiş, Süvari efsanesinin geri dönüşünü kutlamışlardı. Ama olmadı, eski güzel günlerin geri geleceğine inananlar yanıldı. Rekabetsizlik, ilgisizlik, kötü yönetilmekle lanetlenmiş Türk futbolunda, İzmir yıldızı kalıcı olamadı. Zaman içeresinde yeşil sahalardan kayıp gitmiş, feri sönmüş nice yıldızlar gibi, sessiz sedasız kaybolup gitti 2000’li senelerin başında. Tıpkı, artık çoklarının adını bile hatırlamadığı, yeni futbol nesillerinin hiç tanımadığı PTT (Ah sarı siyahlı ilk takımım!), Şekerspor, Ankara Demirspor, Altınordu, İstanbulspor, Vefa, Beylerbeyi, Beykoz gibi…

Onca sevdalısına ve gördüğü desteğe rağmen 2007’de amatör kümeye kadar düştü. Dört sezonda dört küme düşerken, üç trilyon liralık borç nedeniyle transfer yasaklarıyla boğuşuyor, PAF takımından çıkardığı gençleriyle ayakta kalmaya çalışıyordu. İnanması güç ama nice Süper Lig kulübünün maç günleri stadını dolduramadığı ülke futbolunda amatör kümede ve 3. Lig’de yer aldığı zamanlarda bile maçlarını ortalama sekiz bin taraftara oynamış olması kayda değer…

• • •

Bir haziran ayında aramızdan ayrılmış Adnan Süvari’nin ölümünden 25 sene sonra, yine güzel bir haziran gününde nicedir hasret kaldığı lige döndü Göztepe, ülke futbolunun güzel hikâyesi, özleneni. Temennimiz kalıcı olsunlar, bir daha hiç “And olsun ki döneceğiz!” demesin sevdalıları. Bir daha hiç ağıt yakmasınlar geçmişe, yoları açık ve dikensiz olsun. Ve o play-off maçını izlerken uzaklarda, gönül isterdi ki o maçın kaybedeni olmasın, gelecek sezon sadece Göztepe değil, ülke futbolunun en üst liginden nicedir ayrı kalmış şehri takımları da dönsünler bıraktıkları yere: Ankaragücü, Eskişehirspor, Adana Demirspor, Altay, Kocaelispor, Sakaryaspor, Samsunspor ve zaman içinde feri sönmüş niceleri…

Futbol, kafayı bir şehrin üç takımıyla fena bozmuşların diyarında sonradan görme, besleme belediye takımlarıyla değil kökleri, tarihi, izleri ve en önemlisi taraftarı olan şehir takımlarıyla güzel zira…

Ziya Adnan
13 Haziran 2017

Ugo Ehiogu: Sadece iyiler erken ölür

Ugo Ehiogu: Sadece iyiler erken ölür

Uzaklardan…

Bir futbol sezonu daha geçerken ömürden, çok eskide kalmış zamanların bir yıldızı daha ayrıldı aramızdan. 90’lı senelerin Ada futbolunu takip edenler hatırlayacaktır 1.88’lik savunma oyuncusunu: ‘gentle giant’ (kibar dev) olarak bilinirdi yeşil sahalarda; sert, süratli, hava toplarında geçilmez stiliyle göze batardı. İngiltere Milli Takımının kaptanlığını yapmış ilk siyahi topçuydu. Onca maç telaşı içinde yazmakta geç kalmış olsak da hatırlayalım Aston Villa ve Middlesbrough’da bir dönem nam salmış savunmacıyı, anlatalım hikâyesini…

3 Kasım 1972’de Doğu Londra’nın göçmenlerin yoğunlukta olduğu Hackney semtinde dünyaya gözlerini açmış futbol sevdalısı. Doğu Londra’nın amatör liglerinde mücadele eden mahallesinin takımı Globe Town’da geliştirmiş hünerlerini. West Bromwich Albion’un genç takımlarında devam eden kariyerinde yıldızı parlayınca 1989’da profesyonel sözleşmeye imza atmış. 1995’te The Independent’a verdiği söyleşide, kariyerini o dönemlerin futbol adamı Bobby Spink’e borçlu olduğunu, onun sayesinde tembel bir orta saha oyuncusundan sert bir stopere dönüştüğünü anlatır. Alan Hansen, Des Walker ve Ronald Koeman’ı örnek alırmış, malum o zamanların en sağlam savunmacıları. Ancak ilk zamanlarında fazla forma şansı bulamamış, imdadına o yılların önemli teknik direktörlerinden Ron Atkison yetişmiş ve Ağustos 1991’de 40 bin sterlin transfer bedeliyle Aston Villa’ya transfer etmiş futbolcuyu. Takımdaki İlk zamanlarında pek gergin ve utangaçmış, öyle anımsıyor hocası Atkinson. Uyum sağlamaya başlayınca Paul McGrath ile bordo mavili takımın savunmasının ortasında iyi maçlar çıkarmış 16 numara.

Yeri gelmişken McGrath’ı da anmadan olmaz. 1989-1996 arasında Aston Villa savunmasının değişmeziydi sert İrlandalı. 1982’de Manchester United’da adını duyurmuş, 1989’a kadar kaldığı takımda 163 maça çıkmıştı ama sıklıkla geçirdiği diz sakatlıkları sorun olmaya başlayınca kulüp yönetiminin erken emeklilik önerisini kabul etmeyerek Aston Villa’nın yolunu tuttu. 1989-1996 arasında 252 maça çıktı, iki sezon Lig Kupası şampiyonluğu, iki sezon da lig ikinciliği yaşadı. Hayatını anlatan yazılar, o dönem kulübün izniyle çoğu zaman antrenmanlara çıkmadığını, sahada yer aldığı maçlarda kimi zaman sahaya alkollü çıktığını ama sertliğinin yanı sıra sade futbolu ve liderlik vasıflarıyla öne çıktığını anlatır. O yılları bilen Villa taraftarlarının gözünde futbolun tanrısıdır Paul McGrath…

Kibar deve dönersek, Villa’nın savunmasında öne çıktığı zamanlarda, 1994-1995 sezonunda UEFA Kupasında Trabzonspor’a karşı forma giymiş, deplasmanda rakibine 1-0 kaybettiği maçın rövanşında 90. dakikada takımını 2-1 öne geçiren golüne rağmen kupadan elenmişti. Her futbolcunun kariyerinde yaşandığı inişli çıkışlı zamanlardan o da nasibini alacak, 1995-1996 sezonunda Lig Kupasını kazanırken, 2000’de oynanan Federasyon Kupası finalinde Chelsea’ye tek golle mağlup olarak sahadan göz yaşları içinde ayrılacaktı. 9 sezon formasını giydiği Villa’dan 2000’de Middlesbrough’ya o dönemin rekor transfer bedeliyle (8 milyon Sterlin) transfer olduğunda geride 300’ün üzerinde maç bırakmıştı.

2000-2007 arasında forma giydiği Middeslbrough’dan sonra Glasgow Rangers’da top koşturacak, 2007’de ezeli rakip Celtic’e attığı gol Rangers taraftarlarınca sezonun golü seçilecekti. 2008-2009 sezonunda Sheffield United’da forma giydi, futbolu 2009’da bıraktı ve 2012’de amatör takım Wembley’de kısa bir süre top koşturdu. Futbolu bıraktıktan sonra altyapılarda çalışmaya başladı.

Ve futbol sezonunun bitimine yakın, 21 Nisan 2017’de Tottenham Hotspurs’un antrenman sahasında, U23 takımını çalıştırırken geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı Ugo Ehiogu, nam-ı diğer ‘Kibar Dev’. Ölüm haberini aldığında, Tottenham’ın beklerinden Kyle Walker, ondan çok şey öğrendiğini, birlikte çalıştığı en iyi hocalardan biri olduğunu anlatıyordu üzgün cümlelerle. Yakın arkadaşı eski Arsenalli Paul Merson gözyaşlarını tutamıyor, onların top koşturduğu zamanlarda yıldızı parlamış Amerikalı şarkıcı Billy Joel’in 1977’de söylediği şarkıyı hatırlatıyordu: “Sadece iyiler erken ölür” der Joel o güzel şarkıda. Yeşil sahalarda bir dönem iz bırakmış bir futbol sevdalısı daha erkenden ayrılırken aramızdan, hikâyesi hiç unutulmasın…

Ziya Adnan
6 Haziran 2017

FA Cup: Dünyanın en eski kupası…

FA Cup: Dünyanın en eski kupası…

Uzaklardan…

İlk kez 1871’de oynanmış Ada futbolunda ‘FA Cup’ olarak bilinen dünyanın en eski kupası, zaman içinde marka haline gelmiş; öyle ki, 2015-2016 sezonu sonunda oynanan kupa finali 100’den fazla ülkede naklen yayınlanmış, 88 milyon futbolsever izlemiş o maçı. Federasyon bu sezon katılan kulüplere 15 milyon Sterlin dağıtmış, amatör kulüplerin kasasına toplamda 2,8 milyon Sterlin girmiş, hani marka değeri diyenlere bu veriler meseleye ışık tutması açısından bir hatırlatma…

Geçen günlerde, bir sezonun daha bitiminde iki Londra takımının karşı karşıya geldiği 136. final vesilesiyle o kupaya ve finale naçizane bir bakış…

2016-2017 sezonunda 736 takımla başlamış Federasyon Kupası. İnanması güç ama 11 bin futbolcu boy göstermiş bu sezon kupada, 1,8 milyon taraftar takımlarını desteklemek için akın etmiş statlara. Formatı basit, 10.
lige kadar belli kriterleri yerine getiren tüm takımlar katılabiliyor, bizdeki gibi gruplar, seri başı gibi kurgulamalar olmadan, eski usul kurada ilk çıkan takımın sahasında. Toplamda 14 tur üzerinden oynanan kupanın ilk altı turunda amatör takımlar tek maç üzerinden eleme usulü birbirleriyle karşılaşıyor. Maç beraberlikle sonuçlanırsa, bir maç daha, bu kez ilk maçı deplasmanda oynamış takımın sahasında. Ağustos ayında başlayan elemelerde kazanan takımlar üst turlara çıkarken, ilerleyen turlarda ‘büyüklerle’ karşılaşma, kasalarını doldurma fırsatı yakalıyor. Televizyon ekranlarında naklen yayınlanan kura çekiminde ‘seeding’ (seri başı) uygulanmıyor, her takım aynı torbada yer alıyor ve kura sonucunda belirlenen takımla karşılaşıyor, küçük büyük ayrımı gözetmeden ve hangi statta oynanırsa tıka basa dolu tribünler önünde. Velhasıl o eski kupa bizim futbolumuzda nicedir unutulmuş şehir milliyetçiliğini ve rekabeti anlatıyor…

Yeri gelmişken, bu sezon çeyrek finale kadar yükselmiş 5. Lig takımı (amatör) Lincoln City’e de bir selam çakalım. 130 bin nüfuslu o tarihi şehrin takımı gelecek sezon profesyonel liglerde mücadele edecek; temennimiz kalıcı olsunlar. Bu sezon kupada elde ettikleri başarılar sayesinde 1,13 milyon Sterlin girmiş kasalarına. Ödül meselesine gelince, kupayı kazanan takım ertesi sezon UEFA Avrupa Liginde oynamaya hak kazanıyor.
Kupayı en çok kazanan iki takım Manchester United ve Arsenal, 12’şer kez müzelerine götürmüşler o eski kupayı. Eski dediysek, lafın gelişi sanılmasın, 1871’de 20 Sterline mal olmuş ilk kupa, 1895’te Aston Villa’nın kazandığı sene ayakkabıcı dükkânının vitrininden çalınmış ve bir daha da gören olmamış…

Kupayı en çok kazanan topçu ise eski savunmacı Ashley Cole, üç sezon Arsenal’de, dört sezon da Chelsea’de kazanmış kupa canavarı. 2013’te kupayı kazanan Wigan Athletic o görkemli kupayı kazanıp aynı sezon küme düşen ilk takım olmuş. 2016-2017 sezonunda 3. Lig’e düştü mavi beyazlılar, bir daha ne zaman dönerler bilinmez. Kupanın bahtsızı Leicester City, dört kez finalde boy göstermişler ama kazanamamışlar.

• • •

Yazın kapıda olduğunu hatırlatan güneşli bir Londra gününde, kupa finalinde favori Chelsea akıbeti belirsiz Wenger’in Arsenal’i karşısında. Arsenal rakibiyle oynadığı son 8 kupa maçının 7’sini kazanmış. Ancak bu maçta sakatlık ve cezalar nedeniyle savunmada sıkıntılı, kalede ikinci tercihi Ospina’nın önünde oynayan Mertesacker ve Holding sezon boyunca fazla forma şansı bulamayanlardan. Arsenal 3-4-2-1, Chelsea 3-4-3 dizilişiyle sahada. Wenger rakibin ağır savunma üçlüsü karşısına süratli hücumcularını tercih etmiş; Welbeck, Chamberlain, Sanchez ilk 11’de. Arsenal henüz 4. dakikada tartışmalı pozisyonda Sanchez’in ayağından golü buluyor, pozisyonun başlangıcında Ramsey ofsayt durumunda. Chelsea’li futbolculara göre Şilili topu elle almış ama golü geçerli. İlk 15 dakikada sahayı iyi parselleyen, topa daha çok sahip olan Arsenal fırsatları kaçıran takım.

19’da Özil’in kornerine kafayı vuran Welbeck ama top direkten dönüyor. Chelsea orta sahada maça yedek kulübesinde başlayan Fabregas’ın yaratıcılığından yoksun. Onun yerine Matic’i tercih etmiş Conte. Kontraya çabuk çıkıyor Arsenal, az adamla yakalandığı anlarda zorlanıyor Chelsea savunması. Arsenal ilk yarıda dokuz kez rakip kaleyi yoklarken Chelsea, Hazard kadar suskun…

Chelsea ikinci yarıya pres yaparak başlıyor. 51’de Ospina Kante’nin yerden vuruşunu mükemmel çıkarıyor. Temponun hiç düşmediği maçta top iki kale arasında mekik dokurken Sanchez sahanın en iyisi. 58’de Pedro’nu vuruşu az farkla dışarda. 60’ta Matic’in yerine eski Arsenalli Fabregas sahada. Bu sezon oyuna sonradan girdiği maçlarda çok etkili 4 numara. 69’da Moses ikinci sarıdan oyun dışı kalınca Chelsea son 20 dakikada 10 kişi. 76’da beraberliği sağlıyorlar, Hazard’ın ortasına son vuran Costa. Golden hemen sonra Welbeck’in yerine Giroud sahada. Chelsea’nin gol sevinci kısa sürüyor. 77’de Ramsey bir kez daha öne geçiriyor takımını. Golde yine Sanchez’in payı büyük. Gelecek sezon muhtemel Arsenal’de olmayacak 7 numara, yeri dolar mı bilinmez! 87’de Özil kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda direğe nişanlamasa kupa sahibini erken bulacak.

Velhasıl o güzel yaz gününde, 89.472 futbolseverin şahitliğinde Arsenal kupayı kaldırıyor. Wenger, Sanchez, Özil takımda kalırlar mı bilinmez ama kariyerlerinde unutamayacakları bir gün yaşadıkları kesin. Wenger’in takımın başında kalıp kalmayacağı muhtemelen siz bu satırları okurken belli olacak. Ne diyelim, sevinci ve üzüntüsüyle uzun sürmüş bir aşk hikâyesi onun Arsenal macerası. Tıpkı Kayahan’ın o enfes şarkısındaki gibi, siyah beyaz film gibi biraz, gözyaşı umut ve ihtiras, onunkisi alev gibi biraz…

Ziya Adnan
30 Mayıs 2017

Premier Lig seyir defteri: Kaybedenler kulübü…

Premier Lig seyir defteri: Kaybedenler kulübü…

Uzaklardan…

“Bizler zamanın ayakları ve ağızlarıyız,” der o enfes kitabında Galeano. Ama zaman, rüzgâr gibi estiğinde, ayak izleri de silinir. Zamanın yolculuğu ise ancak zamanın ağızlarından dinlenir. Bir futbol sezonu daha geçerken ömürden, Premier Lig’de düşenleri, bıraktıkları yere dönmek için kim bilir kaç zaman bekleyecekleri hatırlayalım bu hafta; sezon biterken zamanın ağzında bu sezon kaybedenlere göz atalım.

Son sezonlarda hep uçurumun kenarında yaşayan, 2007 senesinde yükseldiği Premier Lig’de neredeyse her sezon lige tutunma savaşındaki Sunderland FC, sonunda küme düştü. Taraftarları için bile sürpriz olmamıştır sanırım. 2015-2016 sezonunda düşen 3. takım Newcastle United’ın iki puan üzerinde ligi 17. sırada bitirmiş, lige tutundukları için sevinmişlerdi. Kaderin cilvesi, onların düştüğü zamanlarda Newcastle United bıraktığı yere dönüyor, bu kez sevinme sırası onlara geliyordu. 175 bin nüfuslu şehrin kırmızı beyazlı takımı Sunderland sezon boyunca sadece 6 maçta sahadan üç puanla ayrılmış. Jermain Defoe gibi nam salmış bir golcüye sahip olmasına rağmen 19 lig maçında gol sevinci yaşayamamış. 28 kişilik kadrosunun değeri 86,7 milyon Sterlin, takımın en değerlisi 22 yaşındaki defansif orta saha Didier Ndong, hayal kırıklığı ise yaz aylarında Manchester United’dan kiralanan Adnan Januzaj; Sunderland formasıyla ligde golle tanışamamış 22 yaşındaki ofansif orta saha…

Düşmesi kesinleşmiş Sunderland, 16 Mayıs 2017 Salı günü akşamı Emirates Stadında sezonun beklentiyi karşılayamamış takımı Arsenal karşısında sahada. Yakında 11 yaşına basacak şampiyonluk görmemiş 60 bin kapasiteli futbol mabedinde satılan bilet sayısı 59.010 olarak açıklansa da tribünlerde ancak 40 bin taraftar var. Son maçlarda üçlü savunmaya dönen ev sahibi bu maçta da 3-4-2-1 dizilişinde. İlk 15 dakikada Sunderland kalesi abluka altında, sağda Bellerin, solda Monreal, Sanchez’in arkasında Özil hırpalıyorlar zayıf rakibi. Misafir takım bu maça kadar 62 gol görmüş kalesinde ama en zayıf savunma onların ki değil. Mesela küme düşen Hul City 73, kümede kalan West Ham United 63 gol görmüş kalelerinde. Takımın kalecisi 23 yaşındaki 1.85’lik Jordan Pickford, Premier Lig’deki ilk sezonunda takımını kümede tutamamış olsa da sezonun en iyilerinden. Sunderland’ın miniklerinde başlayan kariyerinde U16’dan başlayarak İngiltere Mili Takımının tüm seviyelerinde boy göstermiş. Hocası David Moyes, gelecekte milli takımın kalesinde ilk tercih olacağını dile getiriyor. Arsenal İlk yarıda 18 kez rakip kaleyi yoklamasına rağmen golü bulamıyor, düşük tempoda oynadığı anlarda yaratıcılıktan uzak ev sahibi…

İkinci yarıya hücumda başlıyor Sunderland ama gol yollarında etkisiz, Middlesbrough’dan sonra ligin en az gol sevinci yaşamış takımı. Özil’in 3. bölgede topla buluştuğu dakikalarda tehlikeli, Arsenal 72’de onun asistiyle Sanchez’in ayağından golü buluyor. 81’de fark ikiye çıkıyor, sahnede yine Sanchez. Gelecek sezon muhtemel başka takımın formasıyla izleyeceğiz Şilili golcüyü, yeri dolar mı bilinmez. Son 20 dakikada sakatlanan Ramsey’nin yerine giren Welbeck de sahanın iyilerinden.

Velhasıl son üç maçını kazanmış Arsenal bu maçta da galip gelirken Sunderland düşmenin acısını yaşıyor. 90 dakikada 36 kez rakip kaleyi yoklayıp, 16 kez kaleyi bulurken, maçın en iyisi Sunderland’in maçta 14 kurtarış yapan genç kalecisi. Arsenal’in son altı sezonda en çok gol denemesini bu maçta yapmış olması kayda değer. Maç sonu basın toplantısında geleceği belirsiz Wenger, geçen sezon 71 puanla ligi 2. sırada bitirdiklerini, bu sezon 72 puan toplamalarına rağmen 5. sırada olduklarını hatırlatıyor. O maçta Emirates Stadının boş tribünleri Arsenal sevdalılarının hayal kırıklığını anlatıyor görmesini bilenlere.

Bu sezon kaybedenler kulübünün diğer iki takımdan biri olan Middlesbrough, Ada futbolunun asansör takımlarından, 1982-1998 arasında 10 kez küme düşmüş. Premier Lig’de sürmüş düşmeler ve çıkmalarla geçen sezonlar, bu dördüncü düşüşleri. 2009-2016 arasında yedi sezon Championship’te mücadele edip güç bela döndükleri Premier Lig’e Liverpool ile deplasmanda oynadıkları son maçla veda ediyorlardı. Tüm sezonda sadece beş galibiyet alabilmiş, ayrıca ligin ez az gol sevinci yaşayan takımı. Takımın 1990 doğumlu Brezilyalı savunma oyuncusu Fábio da Silva düşmelere alışkın, geçmiş sezonlarda Qeens Park Rangers ve Cardiff City’de aynı hüsranı yaşamış 2 numara…

Gelecek sezon Championship’te mücadele edecek Hull City 256 bin nüfuslu rugby şehrinin sarı siyahlı takımı. Onlar da alt liglerin çilesini iyi bilenlerden, maddi sorunlarla boğuştukları 80’li senelerde 4. Lig’e kadar düşmüşler. 2008 senesinde yükseldikleri Premier Lig’de bir türlü tutunmayı başaramadılar, o yükselişten sonra üç sezonda (2010, 2015, 2017) küme düşmenin acısını yaşamışlar.

Bu üçlünün Premier Lig’den düştüğü zamanlarda, uzaklarda belediye takımlarıyla bezelenmiş ligimizde kökleri ve tarihleri olan şehir takımları Ankaragücü, büyük Altay, Sakaryaspor terfi sevinci yaşadılar. Yolları açık ve dikensiz olsun. Darısı Premier Lig’den düşenlerin başına…

Ziya Adnan
23 Mayıs 2017

White Hart Lane yıkılır, sen uçuşu hatırla!

White Hart Lane yıkılır, sen uçuşu hatırla!

Uzaklardan…

Şehir efsanesi midir bilinmez ama bir yatırın üzerine inşa edildiği için uğursuz sayılırmış Ankara Cebeci Stadı. Şimdilerde, otoparklar ve AVM’lerle kafayı fena bozmuş o yorgun şehrin o unutulmuş semtinde nicedir kaderine terk edilmiş durumda dozerleri bekliyor o eski stat. Endüstriyel futbolun paragöz ellerinde birer ikişer tarih olurken siyah beyaz yılların futbol mabetleri, uzaklarda o futbol şehrinin tarihi stadına yıkım öncesi son maç vesilesiyle bir bakış…

Kuzey Londra’nın günümüzde Türk ve zenci nüfusunun çoğunluğu oluşturduğu Tottenham semtinde yer alır White Hart Lane Stadı ve 1899’dan beri Tottenham Hotspur’e ev sahipligi yapar 36.284 kapasiteli o tarih kokan futbol mabedi. Başlangıç hikâyesi ilginç, bulunduğu arazinin üzerinde önceleri kullanılmayan bir kreş bulunuyormuş, kulüp ‘Charrington’ adındaki bira üreticisinin sahip olduğu araziyi satın alarak John Over adında bir çalışanının yardımıyla futbol sahasına dönüştürmüş. Adını stada bakan caddeden alsa da, kökleri daha derin. Krallık zamanlarında kralın geyikleri için kullandığı alanmış. Tottenham o statta ilk dostluk maçını Juventus’e renklerini veren Notts County’e karşı oynamış ve 4-1 kazanmış. O maçın gişe hasılatının 115 Sterlin (yaklaşık 500 Lira) olması geçen zamanların göstergesi. O maçtan 5 gün sonra, bu kez ilk resmi maçında Queens Park Rangers’ı tek golle mağlup etmişler…

1930’lu seneler kulüp adına çok başarılı zamanlar olmasa da, maç günleri taraftarlar akın edermiş stada. Maçların ayakta izlenebildiği zamanlarda, 1938’in Federasyon Kupasında, takımlarının Sunderland’a karşı oynadığı maçı 75.038 taraftar izlemiş. 1948 Yaz Olimpiyatlarında futbol maçlarına ev sahipliği yapmış. Zaman zaman boks maçları için de kullanılmış, Eylül 1991’de Eubank ile Watson arasındaki trajik boks maçı Watson’un geçirdiği beyin kanaması sonucu ölümüyle noktalanmış. 1920’den 1972’ye kadar Ada futbolunda reklam panolarının yer almadığı birkaç stattan biri olması kayda değer. Heysel faciasından sonra yayınlanan Taylor raporundan sonra 1994’te tamamı koltuklu haline getirilmiş. Kapasitenin büyük bölümü (30 bin civarında) sezonluk bilet sahiplerine ayrılmış, 2016-2017 sezonunda en ucuz kombine bileti 765 Sterlin (3500 Lira).

Futbol tarihine adını yazdırmış niceleri hünerlerini sergilemiş yeşilinde. Efsaneleri Jimmy Greaves ilk maçında Blackpool’a karşı hat-trick yaparken, 1989-1992 arasında takımın formasını giymiş Lineker’ın 105 maçta 67 golü bulunuyor. 2010 senesinin o soğuk kasım akşamında Şampiyonlar Ligi maçında Gareth Bale’in süratiyle İnter Milan’ın Brezilyalı savunmacısı Maicon’u çaresiz bırakışını hâlâ anlatır takım taraftarları. En hazini Paul Gascoigne, alkol illetinin pençesinde hayata tutunmaya çalışıyor nicedir…

Gelecek sezon tamamen yıkılıp yerine maliyeti 800 milyon Sterlini bulacak 61 bin kapasiteli yeni stadını yapacak Tottenham. Old Trafford ve Wembley’den sonra ülkenin 3. büyüğü 2018-2019 sezonunun başında açacak kapılarını. Madem şehir efsanesi ile başladık yazıya başka bir şehir efsanesiyle devam edelim. Doğu tribünün üzerinde yer alan kulüp amblemi horozun içinin altınla dolu olduğu rivayet edilirmiş. 1950’li senelerde taraftarın biri tribünün en tepesine tırmanıp çalmaya yeltenince soluğu cezaevinde almış…

•••

O tarihi günde, White Hart Lane’nin son maçında bir sezon daha ikincilikle yetinmek durumunda kalan Tottenham, Manchester United karşısında. Bu maçta da yenilmediği takdirde 1964-1965 sezonundan günümüze ilk defa sezonu evinde yenilgisiz kapatacak ev sahibi, sezonun evinde kralı. Ligde 13 maç arka arkaya kazanmış beyazlı takım, ligin en sağlam savunmasına sahipler, kalelerinde gördükleri gol sayısı 23. Mourinho bu statta 2005’ten beri kazanamamış, Chelsea’nin başında sahaya çıktığı dört maçın ikisi beraberlikle kapanırken iki maçı puansız kapatmışlar. Yenildikleri takdirde büyük olasılıkla 80’li senelerden beri ilk defa arka arkaya üç sezon ligde ilk üç arasına kalmayı başaramayacaklar. 4-2-3-1 dizilişinde başlıyor misafir takım maça, hücum hattında Mata, Rooney, Martial, Lingard. Orta sahada Tuanzebe’ye Eriksen’i marke etme görevi verilmiş ama henüz 5. dakikada golü buluyor Tottenham. Sol bek Davies’in ortasına kafayı vuran orta sahanın dinamosu Wanyama. İlk dakikalarda Pochettino’nun takımı alıştığımız oyun felsefesini yansıtıyor sahaya; yüksek tempo, top rakibe geçtiği anda amansız pres ve iki kanat beki ile hücumda oyuna genişlik kazandırma. United ise daha değerli kadroya sahip olmasına rağmen pozisyon üretemiyor, oyun kurguları rakibi durdurma üzerine. Takımın yaratıcı oyuncusu 8 numaralı Mata ama o da rakip kaleye uzak oynuyor. İlk yarıda oyunu kontrol eden, topa sahip olan (yüzde 68) tek golle yetinmek zorunda kalan Tottenham yedi kez rakip kaleyi yokluyor.

İkinci yarının başında Tottenham farkı ikiye çıkarıyor; Eriksen’in ceza sahasına kestiği topa son dokunan Kane. Bu, 10 numaranın kariyerinde United’a karşı ilk golü. 398,6 milyon kadro değeriyle ligin en pahalı 4. takımı United ama İbrahimovic’in yokluğunda 3. bölgede etkisizler. 70’de emektar Rooney farkı bire indiriyor, o ana kadar United’ın pozisyonun olmaması futbolun cilvesi olsa gerek. Takımın en iyisinin bu maçta da De Gea olması onlar adına sezonun özeti. 84’te Alli’nin mutlak golünü Jones çizgiden çıkartıyor. 90 dakikanın sonunda Tottenham üç puanı alırken United’ın kaleyi bulan top sayısı sadece iki. Velhasıl evindeki son maçında Tottenham hakkıyla kazanıyor.

Genç yaşta elim bir kaza sonucu aramızdan ayrılan İranlı şair Füruğ Ferruhzad o enfes şiirinde, “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla” der. O mısralardan yola çıkarak naçizane temennimiz hatıralarla dolu o futbol mabedine gitsin, White Hart Lane yıkılır, sen uçuşu hatırla.

Ziya Adnan
16 Mayıs 2017

Premier Lig seyir defteri: West Ham’dan Arsenal’e, yeninin yaramadıkları-2

Premier Lig seyir defteri: West Ham’dan Arsenal’e, yeninin yaramadıkları-2

Uzaklardan…

Geçen yazıda yeninin yaramadıklarından West Ham United’ın bu sezon taşındığı Olimpiyat Stadında yaşadığı sıkıntılı zamanları yazmıştım. O maçın ertesinde, bu kez Kuzey Londra’nın Emirates Stadında güneşli bir Londra gününde yeninin yaramadığı başka bir takım Arsenal, geçmişini mumla arayan Manchester United karşısında. En son şampiyonluğunu 2003-2004 sezonunda yaşamış Topçular ve sonrasında temmuz ayında 11 yaşına basacak mabetlerinde beklemekle geçen yıllar. Rakibe gelince 25 maçtır yenilgi yüzü görmemiş Kırmızı Şeytanlar, ancak o maçların 12’sini beraberlikle kapatmışlar. Ligde Crystal Palace ve Manchester City ile birlikte deplasmanlarda evinde kazandığı puanlardan fazlasını kapan üç takımdan biri…

Arsenal’e gelince, 2017 senesinde altı lig maçından yenik ayrılmış. Taraftarın bıkkınlığı ve Wenger’e tepkisi bu yüzden. Kendi çocuklarına şans vermek istemesine eyvallah ama yanlış transfer tercihlerini de anlamak zor. (Kante ve Wanyama gibi iki sicili belli mükemmel defansif orta sahayı ıskalayıp Xhaka’yı transfer etmesi gibi). Ne demişti Einstein: “Delilik aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı bir sonuç beklemektir.” Muhtemel Wenger’in futbol felsefesini anlatan en güzel cümle…

4-2-3-1 dizilişinde başlıyor misafir takım maça, gelecek sezon muhtemelen takımda olmayacak kaptan Rooney, United’ın gol umudu. UEFA Kupası rövanş maçını düşünerek Pogba, Rashord ve Lingard’ı ilk 11’e almamış Mourinho; kupayı kazandıkları takdirde gelecek sene Şampiyonlar Ligi’ni garantileyecekler. Onca seneden sonra muhtemelen o görkemli sahnede olmayacak Arsenal bu maçta 4-2-3-1 düzeninde, hücumda Sanchez. Geçmiş sezonlarda şampiyonluk için mücadele veren iki takım için de bu sezon dördüncülük en iyi derece, ne diyelim futbolun içinde bu da var. 9. dakikada Ramsey’nin ceza sahası içinden yerden vuruşunu köşeden çıkarıyor De Gea, ligin muhtemel en iyi kalecisi. 26 yaşındaki 1,92’lik İspanyolun da geleceği belirsiz, hayali doğup büyüdüğü Madrid şehrinin görkemli takımının kalesini devralmakmış. 13 yaşında katıldığı Atletico Madrid’de 17 yaşında profesyonel sözleşme imzalamış. 2011 senesinde 17,8 milyon Sterlin karşığında geldiği United’da 2013 senesinden 2016’ya kadar üç sezon takımının en iyisi seçilmiş. Kulüp tarihinde George Best dahil hiçbir futbolcunun arka arkaya üç sezon o ödülü kazanammış olduğunu hatırlatalım…

Maça dönersek, Arsenal’in 3. bölgedeki göze batan eksikliği Sanchez dışında savunma arkasına sarkabilen oyuncusunun olmayışı. İyi niyetle mücadele eden ama sonucu değiştirecek fazla oyuncusunun olmadığı bir takım Arsenal. Bu maça çıkarken lider Chelsea’nin 21 puan gerisinde olmaları tesadüf değil anlayacağınız. Ev sahibinin topa daha fazla sahip olduğu, beş kez rakip kaleyi yokladığı ilk yarıdan hafızalarda kalan De Gea’nın iki enfes kurtarışı…

60.055 taraftarın önünde Arsenal hücumla başlıyor ikinci yarıya. 55’de Xhaka’nın ceza sahası dışından vuruşu Herrera’nın sırtına çarpıp üst köşeden ağlarla buluşuyor. O ana kadar suskun Emirates tribünleri golle canlanırken iki dakika sonra farkı ikiye çıkarıyor Wenger’in takımı. Soldan Chamberlain’in ortasına kafayı vuran eski United’lı Welbeck. Yakın geçmişte bir söyleşisinde, “Benim zamanımda olsaydı satılmasına izin vermezdim” demiş Mourinho. Bir de sürekli yaşadığı sakatlıkları olmasa!

61’de Lingard, Mkhitaryan’ın yerine giriyor oyuna. 4-4-2’ye dönüyor United. Son 30 dakikada topa daha çok sahip olmalarına rağmen hücumun iki etkili oyuncusu Mata ve Mkhitaryan’ın rakip kaleden uzak oynamaları üretkenliklerini etkiliyor. Mourinho-Wenger karşılaşmalarında Portekizli hocanın ezici üstünlüğü var ama bu kez kazanan Wenger oluyor, aradaki puan farkı ikiye düşerken Wenger dördüncülükten hala umutlu. Mourinho’ya gelince, takımından memnun olduğunu, kaybetmeyi hak etmediklerini söylüyor. Ligi 4. bitirmelerinin imkansız olduğunu, UEFA Kupası maçları ve lig fikstürünün arka arkaya gelmesiyle takımının kalan maçlarında zorlanacağını dile getiriyor. Toplantının bitimine yakın alaycı bir dille Arsenal gibi büyük bir takımın bunca sene şampiyonluk kazanamamış olmasının da kendisini üzdüğünü ekliyor ve devam ediyor: “Benim takımlarıma karşı Highbury ve Emirates’te oynadıkları maçların sonrasında evlerine ağlayarak, başları önlerinde giden Arsenal taraftarları adına bugün mutluyum, en azından onca maçtan sonra kazandıkları için sevinmişlerdir!” Ne diyelim, keşke takımının oynadığı futbol, son sezonlarda giderek itici hale gelen Portekizli hocanın basın toplantıları kadar eğlenceli olsa! Her ne kadar sempati duymasak da, Manchester United gibi köklü bir kulübün başındaki teknik direktörün her yenilgi sonrası dilinden dökülen tatsız cümleler, oyunu kaybedince ağlayan mahallenin o sevimsiz çocuğunu hatırlatmasa!

Bilir misiniz, iki takımın da ilk dördün içinde yer almadığı en son sezon 1978-1979 sezonuymuş, o sezon Arsenal yedinci, United da dokuzuncu sırada bitirmiş ligi. Onların ilk dört mücadelesi için karşı karşıya geldikleri zamanlarda günümüzden 22 sene önce Premier Lig şampiyonluğu yaşamış Blackburn Rovers’ın 3.Lig’e düştüğü haberi geldi. Ne diyelim, beterin beteri var…

Ziya Adnan
11 Mayıs 2017

Premier Lig seyir defteri: West Ham’dan Arsenal’e, yeninin yaramadıkları – 1

Premier Lig seyir defteri: West Ham’dan Arsenal’e, yeninin yaramadıkları – 1

Uzaklardan…

Bilir misiniz, Ada futbolunda son 28 senede 32 kulüp bir futbol mabedinden diğerine taşınırken geride sadece hatıraları değil, kimi zaman taraftarlarını, kimi zaman kupaları, şampiyonlukları, en güzel zamanlarını bırakmış. Çoklarına yaramamış, uğurlu gelmemiş yeni mabetleri, eskiyi aramış sevdalıları nafile bir umutla. 2006’da Highbury’den taş atımlık mesafedeki Emirates Stadı’na taşınan Arsenal, yeni stadın yaramadıklarından… Malum Highbury’de kaldırdığı son şampiyonluk kupasından sonra o görkemli kupaya hasret Kuzey Londra takımı. Arsene Wenger, ilk zamanlarında yeni statlarına alışmakta güçlük çektiklerini itiraf ediyor ve ekliyor: “Emirates’te ilk sezonlarımızda sanki tarafsız sahada oynuyor gibiydik. Highbury’nin gürültülü atmosferinden sonra büyük stadın sessizliği takımı olumsuz etkiledi. Yalnızlık çektik, alışmak zaman aldı. O yüzden West Ham’ın Olimpiyat Stadı’ndaki ilk sezonunda yaşadığı sıkıntıyı anlıyorum, zira benim takımım da aynı talihsizliği yaşadı. Tarihi olan bir futbol mabedinden, geçmişte hiçbir şeyin yaşanmadığı yalnız bir stada taşınmak kolay değil, sanırım alışmaları biraz zaman alacaktır.”

Cuma akşamı oynanan maçta, bitime dört kala zirvedeki Chelsea’yi takipte ısrarlı Tottenham bu sezon yeni stadında hüsranlar yaşayan West Ham United karşısında. Misafir takımın galip gelmesi durumunda lider Chelsea ile arasındaki fark bire inecek. Olimpiyat Stadı’nda bu sezon oynadığı 17 lig maçının sadece 6’sını kazanabilmiş West Ham, 7 maçta sahadan puansız ayrılmış. 15. sırada küme düşme potasından ırak olsalar da 40 puan barajını aşmış değiller. Ligde oynadıkları son 11 maçtan sadece birini kazanabilmişler. Üstelik teknik direktörleri Slaven Bilic’in gelecek sezon takımda kalıp kalmayacağı evinde oynayacağı son iki maça bağlı, yönetim huzursuz, taraftar mutsuz. Geçenlerde bir radyo programında dinlemiştim, Upton Park günlerini özlediğini dile getiriyordu yaşlı bir West Ham taraftarı…

Bu maçtaki rakip Tottenham ise önüne geleni ezip geçen bir silindir misali, ligde oynadığı son 9 maçı kazanmış. En son 1960 senesinde benzer bir seri yakalamışlar, o sene 13 maç arka arkaya galip gelip şampiyonluk kupasını kaldırmış beyazlı takım…

West Ham’ın etkili ama sakatlıklardan mustarip devamsız golcüsü Caroll bu maçta da yok. Naçizane görüşüm bizim tempo olarak daha yavaş ligimizde iyi iş yapar 28 yaşındaki 1.93’lük golcü, gelecek sezon golcü arayan takımlarımıza küçük bir hatırlatma… Misafire gelince, Tottenham bu maçta 4-2-3-1 dizilişinde. Sezonun en çok koşan dört takımından biri, maç başına 114,1 kilometre ortalaması yakalamışlar. Eh, futbol dediğin oyun koşmadan kazanılmıyor. İlk 15 dakikada 5’li savunmayla kalesini koruyor ev sahibi West Ham, rakibin iki önemli golcüsü Kane ve Alli’ye çabuk presle göz açtırmıyorlar. Bu sezon ligde 38 gol kaydetmiş ikili, en son 1994-1995 sezonunda Klinsmann ve Sheringham ikilisi aynı gol sayısına erişmiş. Topu rakibe bırakıp kaptıkları anlarda çabuk çıkıyor West Ham, ilk yarıda topla oynama oranları yüzde 33, iki kez gole yaklaşıyorlar.

İkinci yarıya Ayew’in ayağından kaçırdığı fırsatla başlıyor West Ham ve 64’te öne geçiyorlar. Soldan ortalanan topa yakın mesafeden son vuran Lanzini. 1993 doğumlu Arjantinli ofansif orta saha oyuncusu profesyonel futbol kariyerine henüz 17 yaşında River Plate takımında başlamış. 2015’te kiralık olarak geldiği West Ham ile 2016’da sözleşme imzalamış. Güney Amerikalı üst düzey futbolcuların özelliklerini taşıyor, top yeteneği yüksek, kolay adam geçebilen bir top cambazı. Ülkesinde ‘La joya’ (mücevher) olarak bilinirmiş 10 numara.

Bitiş düdüğüyle birlikte şampiyonluğu kazanmış kadar seviniyor ev sahibi tribünler, o güzel futbol şarkısı yankılanıyor Olimpiyat Stadı’nda. Sahi, hep saklanır mı talih, zira öyle devam eder o enfes şarkı. 56.992 taraftarın önünde bu kez kazanıyor Bilic’in takımı. Geçen sezon evlerinde yendikleri rakibi bu sezon da deviriyorlar. Tottenham’ın şampiyonluk umutları bu yenilgiyle büyük olasılık bitiyor. Maçtan sonra takımını yorgun bulduğunu dile getiriyor Pochettino, takımı iki sezondur çok yaklaştığı şampiyonluğu bir futbol mucizesi gerçekleşmezse yine son dönemeçte kaybediyor. Lider Chelsea kalan dört maçından 6 puan çıkardığı takdirde şampiyon olacak, Tottenham ise ikincilikle yetinmek durumunda…

Bilic’in takımına gelince, her ne kadar finansal açıdan olumlu olsa da, görünen bu galibiyete rağmen yeni statlarının pek uğurlu gelmediği. Edip Cansever’in mısraları onlar için gelsin, gelecek sezon yeni mabetlerinde yeni başlangıç dileğiyle…

“Bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin,
bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen
soluğu sende olan,
yeni bir başlangıç vardır…”

Ziya Adnan
9 Mayis 2017