Liverpool FC, beklemekle geçen zamanlar…

Liverpool FC, beklemekle geçen zamanlar…

Uzaklardan…

Yaşı yetenler hatırlar, Ada futbolunda 70 ve 80’li yıllarda esmiş kükremiş, o dönemde 18 şampiyonluk yaşamış, Şampiyon Kulüpler Kupasını 5, UEFA Kupasını 3 kez kazanmış, futbol aleminde namı yürümüş takımdı Liverpool. 2015-2016 sezonunda 403,8 milyon sterlin ile dünya futbolunun en fazla kazanan 9. kulübü oldular, 2017’de 1,492 milyar dolarla futbolun en değerli 8. kulübü. Ama makus talihleri Premier Ligin hayatımıza girmesiyle değişti, bir zamanların önemli bir liman kentiyken tersanelerin kapanması ve liman işçiliğinin tarihe karışmasıyla yoksulluk ve işsizlik girdabına sürüklenen bahtsız şehir gibi onlar da eskiye ağıt yakar hale geldi. En son şampiyonluk kupasını kaldırdıkları sene doğan çocuklar şimdilerde 30’larına merdiven dayadılar. 2004’ten beri 5 teknik direktörle çalıştılar ama şampiyonluk hep sonraki sezona kaldı, sevdalıları adına hüsranların ardından beklemekle geçti zamanlar. 2007’de iki Amerikalı işadamı George Gillett ve Tom Hicks kulübü satın aldı. 2016-2017 sezonunda ligi 4. sırada bitirerek Şampiyonlar Ligine katılma hakkı kazandı. Bu yazının yazıldığı saatlerde 8 maçta topladığı 13 puanla 7. sırada. Çok atıp, kalesinde çok gol gördüğü bir sezonda daha şampiyonluğu kovalıyor. İki Manchester takımının buldozer misali gidişine bakarak, bu sezon da şampiyonluk uzak bir hayal sanki. Yine de hatırlayalım çocukluk ve gençlik yıllarımızın efsane takımını, ligdeki hal ve gidişlerine zorlu Tottenham deplasmanı vesilesiyle bir göz atalım.

Geçen hafta Manchester United karşısında sahaya çıkan Liverpool’un sevilen teknik direktörü Jurgen Klopp kulüpte ikinci senesini deviriyordu. Ofansif olarak izlemesi en keyif veren takımlardan biri olmasına rağmen istatistikler 50 yaşındaki Alman Hoca’nın kat etmesi gereken çok yol olduğunu gösteriyor. Benitez döneminde ligde oynadıkları ilk 75 maçın yüzde 54,6’sını kazanmışlar, ancak aynı sürede Klopp’un kazanma yüzdesinin yüzde 50,6’da kalmış olması kayda değer. Mane ve Salah gibi iki mükemmel hücumcuya sahip olmalarına rağmen savunma zaafları aşikâr. Bu sezon ilk 8 içinde Watford’dan sonra kalelerinde en fazla gol gören takım olmaları sorunun özeti. Savunmanın ortasında oynayan Lovren, oynadığı maçlarda etkili ama o da sık sakatlık yaşayanlardan. Yerine oynayan Klavan 31 yaşında, futbol tabiriyle eh işte diyeceklerimizden. Nicedir saflarına katmak için uğraştıkları Van Dijk savunma sorununa çözüm getirebilir ama ocak transferine hayli zaman var…

Pazar günü oynanan maçta ligin en keyif veren iki takımı Wembley Stadında karşı karşıya. Tottenham, Liverpool’a karşı son dokuz maçta kazanamazken altı maçı kaybedip kalesinde 22 gol gördü. Tottenham’ın gol makinesi Harry Kane’in deplasman karnesi harika, ligde kaydettiği son 13 golün tamamı evinden ırakta. Premier Lig tarihinde 52 farklı statta maç kazanmış Liverpool, ligin rekoru bu. Transfer döneminde Barça’nın saflarına katmak için çok uğraştığı Coutinho’nun son beş maçta dört golü var, ligin en keyif veren hücumcularından 9 numara. Haziran 1992’de Rio de Janeiro’da dünyaya gelmiş. Vasco de Gama’nın genç takımlarında hünerlerini geliştirdikten sonra İnter’e transfer olduğunda henüz 16 yaşındaymış. Ocak 2013’te 8,5 milyon sterlin karşılığında saflarına katıldığı Liverpool’da kariyerinin en parlak zamanlarını yaşıyor Brezilyalı. Liverpool’un 29 kişilik kadrosunun toplam değeri 406,3 milyon sterlin, ligin en değerli 6. takımı.

4-3-3 dizilişindeki Liverpool Tottenham karşısında, orta sahanın ortasında takımın dinamosu Milner. Hücumda Salah, Firmino, Coutinho. Henüz 4. dakikada golü buluyor Kane, Lovren’in arkasına atılan topa Mignolet çıkmakta geç kalınca Tottenham öne geçiyor. Olmayacak savunma hatalarından birinde daha kalesinde golü görüyor Klopp’un takımı. 12’de fark ikiye çıkıyor, Lovren’in orta sahada ıskaladığı kafa topunu Kane, Son’un önüne bırakıyor, lokum tadındaki pası kaçırmıyor 7 numara. İlk 15 dakikada Liverpool savunmasının ortası yol geçen hanı ve Lovren kâbusu devam ediyor. 24. dakikada Salah’ın mükemmel golünü izliyor Wembley Stadını dolduran 80.827 taraftar, fark bire iniyor. İlk 30 dakika Liverpool’un son sezonlardan gelen özeti, çok etkili hücumcular, çok hata yapan savunmacılar. Devrenin bitimine yakın hatalar zincirine birini daha ekliyorLiverpool, duran topta dışarıya giden topu Matip, Alli’nin önüne bırakıyor, fark yeniden ikiye çıkıyor. Misafir takımın topa daha çok sahip olduğu (% 64) ilk yarı ev sahibinin 3-1 üstünlüğüyle kapanıyor.

İkinci yarıda, 55’te yine duran topta Liverpool savunması bir kez daha çöküyor, Eriksen’in sağdan kestiği topu uzaklaştıramıyor Mignolet, Kane skoru 4-1’e getiriyor. 9 maçta kalesinde gördüğü 15. gol kırmızılı takımın, Watford’dan sonra ilk 10 içinde en cömert savunma. İlk 9 lig maçında 1964’den beri en fazla golü kalelerinde bu sezon gördüler. Mükemmel hücumculara sahip olsalar da bu savunmayla işleri gerçekten zor. 70’ten sonra iki topu çizgiden çıkaran Tottenham kalecisi Lloris farkın azalmasını önlüyor. Velhasıl iki Londra takımının iki Liverpool takımına toplamda 9 gol attığı haftada, Liverpool için şampiyonluk Kaf Dağı’nın ardındaki Anka kuşu misali uzak bir hayal…

Ziya Adnan
26 Ekim 2017

Londra mabetlerinde güz gezintisi…

Londra mabetlerinde güz gezintisi…

Uzaklardan…

Derler ki, Londra’da sonbahar senenin en son ve en güzel gülüşüdür. Sarı yaprakların bir örtü misali şehri kapladığı, insanların kış renklerine bürünmeye başladığı hüzün zamanlarında Londra’nın futbol mabetlerinde şehrin takımlarının hal ve gidişine bir bakış…

Köklü tarihinde Federasyon Kupasında beş kez final oynamış Doğu Londra’nın akademisiyle namlı takımı West Ham United, iki kez kupayı müzesine götürmüş. İki sezonda Avrupa Kupa Galipleri Kupasında final oynayıp bir kez o elit kupayı kazanmış. Ada futbolunda, tarihi boyunca 2. Ligin altına düşmeyen sekiz takımdan biri ‘The Hammers’ (Çekiçler). 59 sezonda ülke futbolunun en üst liginde boy göstermişler ama bir başkent takımı olmalarına rağmen şampiyonluk hep uzak bir hayal olarak kalmış. (Ankara’nın iki köklü takımına selam çakalım bu vesileyle). En iyi derecesi Premier Lig’in kurulmasından çok önce, 1985-1986 sezonunda, o sezon ligi 3. sırada bitirmiş. 2015-2016 sezonunda, son kez ev sahipliği yaptığı Boleyn Stadı’nda başarılı maçlar çıkarmış, ligi 7. sırada bitirip Avrupa Kupalarında oynama fırsatı yakalamıştı. 2016-2017 sezonunda 99 seneliğine kiraladığı Doğu Londra’nın görkemli Olimpiyat Stadı’nda oynamaya başladı ama yeni mabedine alışmakta güçlük çekti, evinde oynadığı 19 lig maçının sekizinden puansız ayrıldı. Ama beterin beteri var, Stoke City, Victoria Stadı’ndan yeni mabedi Bet356’e taşındığı ilk sezonda küme düşmüştü! Bilic’in takımına dönersek, bu sezonda lige iyi başlamadı bordo mavili takım, ilk dört maçını puansız kapatırken 8. hafta sonunda iki galibiyet iki beraberlikle 15. sırada.

Haftanın açılış maçında, West Ham United ligin yeni takımı Brighton Hove Albion karşısında. 4-2-3-1 dizilişinde ev sahibi, gol umudu Javier Hernández, nam-ı diğer Chicharito (kendi dilinde küçük bezelye). Sahil şehrinin takımı deplasman sevmeyenlerden, evinden ıraktaki son beş maçın dördünü kaybederken sadece bir gol bulabilmiş. Cumanın uğuru mu bilinmez ama Premier Lig tarihinde oynadığı iki cuma maçını da kazanmış West Ham. Beklenenin aksine 10. dakikada duran toptan Murray’nin kafasıyla golü buluyor misafir takım. En üst ligde bir deplasman golü için 34 sene beklemek zorunda kalmış Brighton sevdalılarının sevinci görülmeye değer. İlk yarıda topa daha çok sahip olan (yüzde 66) ev sahibi ilk yarının son saniyelerinde ikinci golü görüyor kalesinde. Futbolun içinde bir deplasman golü için onca sene bekleyip 45 dakikada ikinciyi bulmak da var…

Çoğu mutsuz 56.977 taraftarın önünde ikinci yarıya farkı azaltmak için başlıyor Bilic’in talebeleri, Caroll’un yokluğu ceza sahasına ortalanan toplarda aşikâr. Brighton savunmasının ortasında Shane Duffy sahanın en iyisi. 26 yaşındaki defans oyuncusu Kuzey İrlanda Milli Takımının tüm yaş gruplarında forma giymiş. 75’te penaltıdan Murray’le bir gol daha buluyor konuk Martılar, West Ham havlu atmış boksör misali. Bu yenilgiyle ligde 17. sıraya düşüyor. Brighton’a gelince, 84,65 milyon Sterlinlik kadro değeriyle ligin en mütevazı 3. takımı olmalarına rağmen mücadelelerine şapka çıkarmak gerek. Can Yücel’in enfes dizeleri onlara gitsin: “Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin…”

•••

O maçın ertesinde, yazdan kalma bir cumartesi öğleninde oynanan maçta geçen sezonun şampiyonu, bu sezonun hayal kırıklığı Chelsea kendi evinde lige iyi başlayan Watford karşısında. 2016-2017 sezonunda 38 maçta 5 mağlubiyet alan maviler bu sezon ilk sekiz maçın üçünü puansız kapadılar. Lig tarihinde ilk sekiz maçın üçünü kaybetmiş hiçbir takımın şampiyonluk kupasını kaldıramadığını hatırlatalım. Takımın önemli eksiği Kante; orta sahanın dinamosu sakatlığı nedeniyle bu maçta da kadroda yok. Geçen hafta Arsenal’i deviren Watford formda olsa da Chelsea’ye karşı son 12 maçta galip gelememiş. Stamford Bridge Stadı’nda en son 1985-1986 sezonunda kazanmış. Ev sahibi 3-4-2-1 düzeninde, gol umudu 24 yaşındaki İspanyol Morata, 2010 senesinde Real Madrid’de başlayan kariyerini Premier Lig’de sürdürüyor. Watford’un 9 numarası Troy Deeney’i de hatırlamadan geçmeyelim. 1988’in yazında dünyaya gelmiş, anne baba ayrılığı, fırtınalı geçen çocukluk zamanları, başarısız öğrencilik yılları sonrasında parmaklıklar arkasına düşmüşlüğü bile var. Alt liglerde başlayan futbol kariyerini 2010 senesinden beri Watford’da sürdürüyor kaptan, 286 maçta 101 golü bulunuyor.

Maça dönersek, 12. dakikada Pedro’nun füzesiyle öne geçiyor Chelsea. Maça iyi başlıyor misafir takım ama futbolun içinde bu da var. İlk 15 dakikada sağ kulvarda etkili ev sahibi, rakip savunmanın solunda oynayan Britos ve önündeki Holebas hücumu seven oyuncular. Bir savunmacıdan çok ofansif orta saha oyuncusu rolündeki David Luiz 30’da yokluyor rakip kaleyi. Watford istekli ve aradığı golü devre biterken buluyor, Luiz’in uzaklaştıramadığı karambolde son vuran Doucoure. İki takımın da topa eşit derecede sahip olduğu, Chelsea’nin beş, Watford’un üç kez rakip kaleyi yokladığı ilk yarı beraberlikle sonuçlanıyor.

İkinci yarının başında mutlak golü kaçırıyor Watford’un 11 numarası Richardson ama 50’de öne geçiyor, yakın mesafeden kaçırmıyor Pereyra. Chelsea savunmasında Azpilicueta ve Alonso pozisyonda rakibe uzak. Futbol tabiriyle deve dişi gibi takım kırmızılı Watford, 54’te bu kez kaçırmanın atmaktan zor olduğu pozisyonda Richarlison kafayı dışarıya vuruyor. Sanırım maçın kırılma anı bu! Sahasından çıkmakta zorlanan Conte’nin takımı, 72’de, hak etmediği beraberliği oyuna sonradan giren Botshuayi’nin kafasıyla yakalıyor. Ve maçın bitmesine az bir zaman kala, 87’de Azpilucueta’nın kafa golüyle öne geçiyor. Maç bitti derken Botshuayi bir gol daha buluyor. Watford üstün oynadığı, çok kaçırdığı fırsatların bedelini ödüyor. Çocukluk yıllarımızın klişesiyle, atamayana atıyorlar. Yine de yazın bir kenara, bu sezon çok can yakarlar…

Ziya Adnan
24 Ekim 2017

Premier Lig seyir defteri: Hary Kane, Tottenham Hotspur’ün gol makinesi…

Premier Lig seyir defteri: Hary Kane, Tottenham Hotspur’ün gol makinesi…

Uzaklardan…

Ada futbolunda ‘Homegrown’ olarak biliniyorlar, bizim dildeki anlamı ‘Evde Yetişmişler.” İngiltere Futbol Federasyonu 92 profesyonel kulübe, pasaportuna ve doğduğu ülkeye bakılmaksızın 25 kişilik kadrosunda 21 yaşından gün almadan önce en az 36 ay o kulüpte forma giymiş sekiz futbolcu bulundurma gerekliliğini şart koşmuş. Eylül ayının ortalarında Chelsea deplasmanında sahaya çıkan Arsenal’in ilk 11’inde sadece bir İngiliz futbolcu bulunmasına rağmen, 25 kişilik kadrosundaki sekiz futbolcusu bu kritere uyuyor. Kapı komşusu, ezeli düşman Tottenham Hotspurs’de ise teknik direktör Pochettino yetiştirmeye özen gösterenlerden, kadrosunda düzenli olarak forma giyen Ben Davies, Harry Kane, Danny Rose, Kieran Trippier Arjantinli hocanın evinde büyüttükleri.

Evde yetişmişler konusunu açtık madem, iki Bask kulübünün hakkını vermeden geçmeyelim. Athletic Bilboa bu konuda Avrupa futbolunun başat kulüplerinden, geçen sezonlarda kadrosunda akademisinden yetişmiş 16 futbolcuya sahipti ‘Los Leones’ (Arslanlar). Basklı futbolculara kucak açmalarıyla nam almışlar. Bu yüzden Bask Milli Takımı olarak biliniyorlar. Bir futbolcu transfer edeceklerinde Basklı olmasına önem veriyorlar. 2006’da henüz 17 yaşında Osasuna’dan 6 milyon avro karşılığında transfer ettikleri Javier Martínez, Bask bölgesinde yer alan Estella kasabasında açmış dünyaya gözlerini. Ağustos 2012’de Bayern Munih’e transfer olan futbolcu 40 milyon avro kazandırmış kulübüne. Bu Bundesliga tarihinin o dönemki transfer rekoru.

Barça da evinde yetiştirmeyi sevenlerden. La Masia akademisinden yetişmiş Xavi, Andres Iniesta, Fabregas, Messi, sadece 8 milyon avro harcayarak kurulmuş o fabrikanın ürünü. Her sene 6 yaşın üzerinde binden fazla futbolcu adayı bebe o akademide yer almak için kulübün kapısını çalıyor. İçlerinden en yetenekli 200’ünü seçiyorlar. Akademinin senelik gideri 5 milyon avro.

Evde yetişmişler konusu açılınca Ada futbolunun yükselen yıldızını anlatmadan olmaz elbet. 8 Temmuz 1993’te Doğu Londra’nın Chingford bölgesinde, İrlandalı bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiş Hary Kane. Sekiz yaşına bastığında Arsenal’in miniklerine katılmış, ancak ertesi sezon serbest kalmış. 2004’te Watford, sonrasında Tottenham’ın genç takımında forma giydikten sonra alt liglerde kiralık olarak gittiği Leyton Orient, Millwall, Norwich City ve Leicester City’de deneyim kazanmış. Ocak 2012’de kiralandığı Millwall’da forma giydiği 27 maçta 9 gol kaydedip o sezon takımın en iyi genç futbolcusu seçilmiş. 2014 senesinin baharında ilk kez ilk 11’de sahaya çıkarken, Sunderland karşısında ligdeki ilk golünü attı. O tarihten bu yana Tottenham adına 100’ün üzerinde gol kaydetti. Geçen eylül ayında Tottenham ve Milli Takımda 13 golü var, tarihte sadece birkaç golcü bir ay içinde bu sayıdan fazlasına ulaşabilmiş. Robert Lewandowski Eylül 2015’te14 gol kaydederken, Romanya’nın yetiştirdiği büyük golcülerden Rodion Camataru Haziran 1987’de aynı sayıya ulaşmış. 2017’de West Ham dahil sekiz Premier Lig takımından daha fazla golü tek başına kaydetti Kane, haliyle transfer piyasasındaki değeri dudak uçuklatacak cinsten. Tottenham 200 milyon sterlin olarak belirlemiş bonservis bedelini 24 yaşındaki golcüsünün, evden aldırmak kolay olmayacak anlayacağınız. Golcülüğünün yanı sıra sahadaki duruşu, mütevazılığı ve efendiliğiyle öne çıkıyor 10 numara.

Geçmişin efsane golcüsü Teddy Sheringham’ın futbol stili ve golcülüğünün kendisine benzetildiği hatırlatılınca, “Benden daha iyi, çünkü ben onun kadar çabuk değildim!” demişliği var.

•••

Sonbahar hüznünün şehri kapladığı zamanlarda 3. sıradaki Tottenham ligde sadece bir galibiyeti bulunan Bournemouth karşısında. Son 10 maçın sadece birinde kalesini gole kapatabilmiş misafir takım, rakibi karşısında en son galibiyetini 1957 senesinde almış. Ama ev sahibine Wembley Stadının yaramadığı da aşikâr, geçici evlerinde oynadıkları ilk üç maçtan sadece iki puan çıkarabildiler. Hary Kane’nin bu sezon bu statta golü yok, ligde kaydettiği son 13 golün tamamı deplasmanlarda geldi, Wembley ona da yaramıyor anlayacağınız. Alıştığımız üçlü savunmayla başlıyor ev sahibi maça, savunmanın ortasında görev yapan 28 yaşındaki Belçikalı Alderweireld ligin göze batanlarından. Orta sahanın solundaki Trippier 9 yaşında Manchester City’nin miniklerinde başlayan kariyerinde A takımın eşiğine kadar gelmiş ama ilk 11 fırsatı bulamayınca şansını başka kulüplerde denemeye karar vermiş. Bournemouth’un 37 yaşındaki golcüsü Defoe yedek kulübesinde maçın başında. Bournemouth’un savunmayı düşündüğü ilk 15 dakikada ev sahibi Tottenham, yüzde 78’lik topa sahip olma oranıyla ezici üstünlük kuruyor rakibine. Ama kalabalık savunma arasında kayboluyor Kane. Pozisyon üretmekte zorlanıyor takımı. Kilidi açacak yaratıcı Eriksen etkisiz ilk yarıda.

73.502 taraftarın önünde ikinci yarıya golle başlıyor Tottenham, Eriksen sahnede. Ülkesinde son üç sezonda en iyi futbolcu ödülünü kazanmış Danimarkalı 2013-2014 sezonundan beri Londra takımında. Golden sonra hücumda çoğalmaya başlıyor Bournemouth, forvetleri Joshua King 16 yaşında Manchester United’a transfer olmuş, alt liglerde devam eden kariyerinde 2015’ten beri Bournemouth saflarında. 85’te alkışlar arasında oyundan çıkıyor Kane, onca golüne rağmen Wembley suskunluğu bir maçta daha bozulmuyor. Tek golle kazanıyor Tottenham, Arsenal’in kaybettiği, Manchester City’nin yarım düzineden fazla attığı haftada 3. sıradaki yerini koruyor. City’i yakalayabilirler mi bilinmez ama Tottenham ligin izlemesi keyif veren takımlarından, haftaya Liverpool maçını kaçırmayın derim.

Ziya Adnan
17 Ekim 2017

Ada futbolunun bahtsızları: Coventry City FC; düşüp dönmemek de var!

Ada futbolunun bahtsızları: Coventry City FC; düşüp dönmemek de var!

Uzaklardan…

Ada futbolunun bahtsız 13’ü olarak biliniyorlar. Bir zamanlar Premier Lig’de boy gösterdikten sonra düşmüş, sonrasında bir daha dönememişler futbolun en ışıltılı sahnesine. Kimler yok ki aralarında, iki Manchester devinin komşusu Oldham Athletic mesela, Premier Lig’in kurucu kulüplerinden, nice seneler devlere kafa tuttuktan sonra 1993-1994 sezonunda düşmüş, düşüş o düşüş. O ayrılıktan sonra ağıt yakmış sevdalıları eski güzel zamanlara ama dönmek mümkün olmamış. Onlarla aynı sezon düşen Swindon Town da dönemeyenlerden, ülke futbolunun en üst liginde sadece bir sezon boy gösterebilmişler…

1999-2000 sezonunda düştü Wimbledon, nam-ı diğer ‘Crazy Gang’ (Deliler Çetesi). 1977’de profesyonel liglere adım atmış, dört sezonda dört küme atlayarak ülkenin en üst liginde devlere kök söktürmüş o güzel mahallenin unutulmaz takımı. 1988’de oynanan Federasyon Kupası finalinde, zamanın en iyi takımı Liverpool’u 1-0 yenerek kupayı müzesine götürmüş, o kupa zaferinin 12. yıldönümünde Premier Lige veda etmişti. Şimdilerde 3. Ligde mücadele ediyor…

2003-2004 sezonunda düştü Leeds United, yüz milyon sterline yakın borç nedeniyle iflasın eşiğine kadar gelmişti. 2007’de 3. Lig’i boylayıp, 2010’da yeniden döndü Championship’e. 2016-2017 sezonunda evinde oynadığı maçlarda 27.698 taraftar ortalaması yakaladı. Sevdanın ligi olmuyor anlayacağınız…

15 sene aradan sonra 2003’te Premier Lig’e dönmüştü Portsmouth, o güzel sahil şehrinin sevilen takımı. O dönüşten yedi sene sonra, 2009-2010 sezonunda ligden düşerken parasızlıktan takımı dağıtmak zorunda kalıyorlardı. Kötü yönetimler, iş bilmez ellerde hayatın temel kuralını hiçe sayarak nicedir kazandığından fazlasını harcamış bir futbol kulübü daha borç batağında can çekişirken, bu koma halini Portsmouth taraftar forumlarından birinde yazılmış şu cümle pek güzel özetliyordu: “Unutulmuş, hatta neredeyse yasaklanmış bir kelime var. Oysa benim için tüm kelimelerden daha değerli. O da Pompey…” Şimdilerde onlar da 4. Lig’de futbola tutunmaya çalışıyorlar.

Ada futbolunun bahtsızlarından dem vurup ülkenin iki büyük üniversitesine ev sahipliği yapan şehrin takımını yazmadan olmaz elbet. Milli maçlar nedeniyle verilen aradan yararlanıp, anlatalım kuruluşu 1883’e dayanan kulübün hazin hikâyesini…

Ada futbolunun geçmişini bilenler derin bir ah çekerek yâd ederler Coventry City’i. ‘The Sky Blues’ (Gökyüzü Mavisi) olarak nam salmışlar futbol âleminde. Köklü tarihlerinde kazandıkları tek önemli kupa 1987’de, o sezon Federasyon Kupası finalinde Tottenham’ı 3-2 yenerek kupayı müzelerine götürmüşler. 1987-1988 sezonunda Kupa Galipleri Kupası’na katılmaya hak kazanmışken, İngiliz takımlarına verilen ceza nedeniyle yer alamamışlar Avrupa arenalarında. 1992’de kurulan Premier Lig’in kurucularından olup dile kolay aralıksız 34 sezon mücadele etmişler elitlerin liginde. 2001’de düştüler ligden. Bir kez düşmeye gör, 11 sezon 2. Ligde mücadele ettikten sonra 2012’de 3. Lige, geçen sezonun sonunda da profesyonel liglerin dibine, 4. Lige düştüler. 2000’den günümüze 14 teknik direktör gelip geçti kulüpten. 32.609 kapasiteli mabetlerinde (Ricoh Arena) geçen sezon 9,068 taraftar ortalaması yakalamışlar. Mabet dedikse, kendilerine ait bir statları bile yok, şehrin rugby takımı Wasps RFC’nin stadını ortak kullanıyorlar…

Geçenlerde okumuştum, eskiyi bilen bir sevdalısı şöyle özetlemiş geldikleri durumu: “Bir zamanlar Ada futbolunun saygın kulüplerinden biriydik, futbolun görkemli kupasını kazanmıştık. Sonra… Sonra paraşütsüz düştük. Şayet Jimmy Hill görebilseydi düştüğümüz durumu, utancından kimselerin yüzüne bakamazdı.”

Jimmy Hill’i andık madem, onu da hatırlamadan geçmeyelim. Futbola ait ne varsa Ada’da, ona ait izler mutlaka vardır hikâyenin bir yerinde. Zamanında sendika başkanlığı, hakemlik, teknik direktörlük başkanlık yorumculuk yapmış futbol aşığı. 1970’li senelerde Coventry City’nin başkanlığına getirilmiş. Onun döneminde 1. Lig’in dişli takımlarındanmış maviler. Aralık 2015’te 87 yaşında aramızdan ayrıldı kulübün sevdalısı. Şimdilerde Ricoh Arena’nın girişinde heykeli selamlar stadın ziyaretçilerini…

•••

Milli maçlar nedeniyle verilen arada League Two’da (4. Lig) zirve yarışındaki Coventry City, Barnet deplasmanında. Tarihte bir resmi maçta hiç karşılaşmamış iki takım, sadece bir kez Ağustos 1990’da bir hazırlık maçında karşılaşmışlar. Kötü geçmiş onca seneye rağmen yalnız bırakmamış bu maçta takımlarını sevdalıları, kale arkasında yaklaşık 1500 Coventry City taraftarı var. Yeri gelmişken, takımın teknik direktörü Mark Robins’i de anmadan geçmeyelim. 1988-1992 arasında Manchester United formasıyla sahaya çıkan forvet, Sir Alex Ferguson’un United kariyerini kurtaran golcü olarak bilinir. Kötü giden sonuçlardan sonra kovulmasına kesin gözüyle bakılırken, Federasyon Kupası maçında Nottingham Forest’e attığı golle hocasının kalmasını sağlamıştı. O gol Ferguson’un uzun seneler sürecek kariyerinin başlangıcı oldu…

Maça gelince… 4-4-2 düzeninde başlıyor deplasman takımı, toplam değeri 4,1 milyon Sterlin. İki golcüsü Biamou ve McNulty’nin piyasa değeri 250 bin Sterlin civarında. Kalesini koruyan 24 yaşındaki Lee Burge amatör kümelerde başlayan kariyerine ‘Maviler’de devam ediyor. İki takımın da golü düşündüğü, deplasman takımının topa yüzde 46 oranında sahip olduğu ilk yarı golsüz kapanıyor. İkinci yarıya sahada daha iyi yayılarak ve üçüncü bölgede çoğalarak başlıyor misafir takım, ancak son vuruşlarda alt liglerin bilindik telaşı. Sahanın en iyisi, her iki kanatta adam geçebilen 19 yaşındaki Jodi Jones, bizim Süper Lig’de forma giyebilecek kadar yetenekli. Madem bizim lige dokunduk bir dünya kupasını daha ıskalamış Milli Takımı’mıza dair birkaç kelam etmeden geçmeyelim. Son tahlilde elde kalan, ne altyapın var, ne profesyonel yöneticin, ne transfer politikan var, ne Edirne’den öteye başarın. Sonra bekle dur başarı gelsin diye! Maça dönersek, 4.041 taraftarın önünde ev sahibinin kaleyi bulan ilk gol denemesi 79. dakikada. Golsüz biten maçın ardından Coventry City 5. sırada…

Velhasıl 90’lı yıllara yetişmiş her futbolseverin futbol hafızalarında mutlaka yerleri vardır. Onca sene kötü gitmiş kaderleri belki bu sezon değişir kim bilir, temennimiz futbol tanrıları bu sezon yanlarında olsun…

Ziya Adnan
9 Ekim 2017

Brighton & Hove Albion, martılar ki sokak çocuklarıdır denizin…

Brighton & Hove Albion, martılar ki sokak çocuklarıdır denizin…

Uzaklardan…

Bir takım düşünün, ülke futbolunun en üst liginde kendi evinde arka arkaya iki galibiyeti en son 1981 senesinin kasımında yaşamış. Bir takım düşünün, Federasyon Kupası’nda Manchester United karşısında final oynadıkları sezonda küme düşmüş ve o düşüşten sonra uzun seneler alt liglerde futbola tutunmaya çalışırken parasızlıktan stadını satmak zorunda kalmış, Bir takım düşünün, 1997 senesinde tarihi Goldstone Stadı’nın satışından sonra evinde oynadığı maçları 100 kilometre uzakta, sevilmeyen rakip takım Gillingham’ın mabedinde oynamak zorunda kalmış. O kötü zamanlarda evinde oynadığı maçlarda taraftar ortalaması bini bile bulmuyormuş. 1983 senesinde, o zamanki adıyla 1. Lig’den düştükten sonra hep kötü gitmiş makus talihleri, 90’lı senelerin sonunda amatör kümelere düşmenin eşiğine kadar gelmişler. Maddi sıkıntılarla boğuştukları, kapılarına kilit vurulma noktasına geldikleri zamanlarda imdatlarına kulübün sıkı taraftarlarından biri yetişmiş. Ne demişler, taraftarlık dediğin iyi gününde, kötü gününde. Dick Knight adındaki iş adamı kulübü satın alırken, düşmeler ve maddi sıkıntılarla geçen 90’lı yıllardan sonra 2000–2001 sezonunda 3. Lig’de şampiyon olarak bir üst lige terfi etmişler…

Ada futboluna hâkim futbolsever bahsettiğim takımı anlamıştır sanırım. İngiltere’nin güney doğusunda, East Sussex bölgesinde yer alan 273 bin nüfuslu o enfes sahil şehrinin mavi beyazı Brighton & Hove Albion FC, nam-I diğer “Martılar”… Martı denilince şairi de hatırlamadan geçmeyelim, “Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin” der Can Yücel o güzel şiirinde, tasvirin en güzeli…

2016-2017 sezonunun sonunda 34 senelik ayrılıktan sonra bıraktığı yere döndü sahil şehrinin takımı. Bir kışın daha habercisi ekimin ilk gününde, Emirates Stadı’nda oynadıkları maç vesilesiyle yeni sezonda hal ve gidişlerine bir bakış.

84,65 milyon Sterlinlik kadro değeriyle ligin en mütevazı 3. takımı maviler, iki Manchester devinin yanında devede kulak misali. 29 kişilik kadronun yaş ortalaması 27,7 ve 20 topçusu İngiltere dışında dünyaya gelmiş. En değerli futbolcusu sol kanatta görev yapan 25 yaşındaki José Izquierdo, profesyonel futbol kariyerine 2010 senesinde Deportivo Pereira’da başlamış Kolombiyalı. Çocukluğunda ailesi tenisçi olmasını istemiş ama o tenis toplarına sürekli ayağıyla vururmuş. Haliyle kabiliyetli olduğu sporu seçmesi yönünde telkinde bulunmuş hocaları. Kardeşini bir trafik kazasında yitirdikten sonra uzun süre ara vermiş futbola. Geçtiğimiz haziran ayında ilk kez Kolombiya Milli Takımı’yla sahaya çıktığını hatırlatalım…

Bu maça kadar oynadıkları 6 maçta iki galibiyet ve bir beraberlikle 7 puan topladılar. Takımın golcüsü Pascal Grob iki gol ve iki asistle göze batanlardan. Futbolseverler arasında genel kanı kümede kalmalarının zor olacağı yönünde olsa da evlerinde rakiplerine kök söktürecekleri kuşkusuz. 30 yaşındaki forvetleri Tomer Hemed bu maçta cezası nedeniyle forma giyemedi, takım arkadaşı Kayal ile birlikte ligde forma giyen iki İsrailli ilk 11’in müdavimleri…

Arsenal karşısında 4-4-1-1 düzeninde sahaya çıkıyor Chris Hughton’un öğrencileri. Ona da selam çakalım bu vesileyle. 1977’den 1990’a kadar Tottenham Hotspur’de forma giydi ve savunmasının değişmeziydi İrlandalı sol bek. Futbolu bıraktıktan sonra Tottenham Hotspur, Newcastle United, Birmingham City, Norwich City’i çalıştırdı, 2014 senesinin Aralık ayından beri Brighton’un başında. Köklü tarihlerine rağmen uzun seneler aynı kümede olmadıklarından sadece 16 kez karşılaşmış iki takım, Brighton sadece iki maçta kazanabilmiş, o da 1982 senesinde. Rakip Arsenal son haftaların formda takımlarından, sezon başında Liverpool karşısında uğradıkları dört gollü hezimetten sonra kalelerinde gol görmediler. Golcüleri Lacazette, Emirates Stadı’nda oynanan maçları boş geçmiyor, son üç maçta da golü var Fransız golcünün. Misafir takım adına en büyük sorun deplasman fobileri, bu sezon lig ve kupada sadece bir gol bulabilmişler evlerinden ırakta.

Yayıncı kuruluşu mutlu etme adına öğlen başlayan maçta deplasman tribününde yaklaşık 6 bin Brighton sevdalısı, muhtemel nicedir ayrı kaldıkları büyükleri ziyaret özlemi. Ev sahibinde Wenger’le yıldızı barışmayan Özil bir maçta daha kadroda yok, yokluğunda takımın daha iyi sonuçlar alması da kayda değer. Kalesini tam takım savunan rakip karşısında uzaktan şutlarla gol arıyor Arsenal ve 18’de abluka altındaki Brighton kalesinde golü bulan Monreal. Çanakkale geçilmez taktiğinin işe yaramayacağını anlamış olacak ki golden sonra üçüncü bölgede çoğalmaya başlıyor Brighton, 23’te İzquierdo’nun füzesi direkte patlıyor. Orta sahasını hücum bölgesine daha yakın tutarak sağdan March ile tehlikeli geliyor misafir takım. Topa yüzde 33 sahip oldukları ve üç kez Arsenal kalesini yokladıkları ilk yarı 1-0 kapanıyor.

59.378 taraftarın önünde 55’te Sanchez’in enfes asistiyle gelen Iwobi’nin golüyle farkı ikiye çıkarıyor Arsenal. Brighton’da mücadele ve iyi niyet var ama kalite eksikliği aşikâr. Kalesinde Ryan takımın göze batanlarından. İleride gol umudu Murray’ı bırakarak kapanıyor Martılar. 33 yaşındaki 1.88’lik forvet kariyerinin en parlak zamanlarını 2011-2015 arasında Crystal Palace’da yaşamıştı. Brighton’un 90 dakika boyunca yalnızca bir topu rakip kaleyi buluyor. Görünüşe göre Premier Lig’e tutunmaları zor, yine de paranın esir aldığı futboldan çok bunalmış bir futbolsever olarak gönül ister ki kalıcı olsunlar. Malum martının olduğu yerde bereket olurmuş…

Ziya Adnan
3 Ekim 2017

Futbolun bahtsız çocukları…

Futbolun bahtsız çocukları…

Uzaklardan...

Ankara, Eylül 2017… Kızılay’da eski SSK İşhanının önünde siyah çarşafa bürünmüş bir kadın, muhtemel Suriyeli. Yanında biri kız, biri erkek iki çocuk var, ancak 4 – 5 yaşlarında, gözlerinde açlığın, sefaletin, çaresizliğin, korkunun izleri. Çocuklardan biri kaldırımda dilenen annesinin önünde perişan vaziyette uyuyor. Kaldırımda yürüyenler bakmıyor bile zavallılara, sanki yoklarmış gibi, sanki hiç olmamışlar gibi. Ankara sıcak, çok sıcak, güneşten kavrulmuş çocuk uyuyor kaldırımda.

Neden mi yazdım bunları? Malumunuz ülkenin gündeminde medyatik ikilinin görkemli düğünü. Siz o şatafatlı düğünü okurken, bu ülkede aç gezen milyonlarca çocuk olduğunu unutmayın diye. Baudelaire’in ‘Paris Sıkıntısı’ kitabında yazdığı gibi, “Bardağınız susuzluğunuzdan bu kadar büyükse, içmemelisiniz demiyorum ama hiç olmazsa utanmalısınız biraz.”

Dönelim futbola, bugüne kadar yazılmış en güzel futbol kitabı ‘Gölgede ve Güneşte futbol’da, “Bazen yolun sonuna erken gelir, ters bir top kötü bir şekilde bayıltır onu, ya da bir tekme iflah olmaz bir şekilde kırar bir kemiğini” diye tanımlar o güzel oyunun aktörlerini ‘Oyuncu’ yazısında Eduarda Galeano. Bir sezonda daha kulüplerin dudak uçuklatan rakamlar karşılığında yetenekli topçuları saflarına kattıkları zamanlarda, hatırlayalım belki de futbol tarihinin en iyileri arasında yer alacakken kadere yenik düşmüş, futbolun bahtsız çocuklarını…

Takvim yaprakları 1 Ekim 1936’yı gösterirken İngiltere’nin West Midlands bölgesinin Dudley kasabasında dünyaya gelmiş Duncan Edwards yeni futbol nesillerinin muhtemel adını bile duymadıkları Manchester United tarihinin en genç futbolcusu. Nisan 1953’te Düşler Tiyatrosunda ilk maçına çıktığında henüz 16 yaşını yeni bitirmiş. 1,80 boyuna karşı güçlü fiziği ile ‘The Tank’ lakabıyla nam salmış yeşil sahalarda. Defansif orta saha oyuncusu olmasına rağmen iki ayağını da iyi kullanabildiği, öldürücü şutlara sahip olduğu yazılır onu anlatan yazılarda. Mayıs 1956’da, İngiltere Milli Takımıyla Almanya’ya karşı sahada yer almış ve attığı mükemmel golden sonra Ada basınında İkinci Dünya Savaşının bombalarını hatırlatan ‘Boom Boom’ manşetiyle anılmış. 1953-1958 arasında United takımında 151 maça çıkmış, 20 gol kaydetmiş kaya kadar sert orta saha…

6 Şubat 1958… Yer, Münih Riem Havaalanı. Belgrad’dan kalkan İngiliz Havayollarına ait 609 uçuş numaralı Lord Burghley’nin adını taşıyan uçak öğle saatlerinde yakıt ikmali için Münih Havaalanına iniyor. Hava karlı ve soğuk. İki buçuk saat sonra, İngiltere’nin kuzeybatısındaki Manchester şehrine uçmak için hazırlanıyor. Uçakta “Busby’nin bebeleri” olarak bilinen Manchester United takımı, mürettebat ve gazeteciler… Toplam 44 yolcu… Uçak kalkışa geçtiğinde, ilk iki denemede buzla kaplı pistte kayıyor. Saatler üçü üç geçeyi gösterirken, üçüncü denemede, pistin sonundaki binaya çarparak ateş alıyor ve kulakları sağır eden bir patlamayla yanmaya başlıyor. Uçaktaki 21 yolcu olay yerinde can verirken hayatını kaybedenler arasında, Manchester United takımının as futbolcuları Geoff Bent, Roger Bryne, Eddie Colman, Mark Jones, David Pegg, Tommy Taylor ve Liam Whelan vardı. Manchester United’in efsane Teknik Direktörü Matt Busby ve orta sahanın yıldızı Duncan Edwards ağır yaralı halde uçaktan çıkartılıp, Münih Rechts der Isar Hastanesine kaldırılıyor. Busby uzun süre hastanede tedavi görmüş ama onun kadar şanslı olamamış Duncan Edwards, 21 yaşında aramızdan ayrılmış.

“Yaşasaydı 1966 Dünya Kupası İngiltere’nin kaptanı olarak onun ellerinde havaya kalkardı” diyor Terry Venables. Onunla aynı zamanlarda top koşturmuş Sir Bobby Charlton, “Kesinlikle benden daha iyiydi” diyor onu anlatırken. Şimdilerde Manchester United kulübünün resmi sitesinde efsaneler bölümünde anlatılıyor hikâyesi. Doğup büyüdüğü Dudley’de heykeli selamlıyor yolu kasabadan geçenleri…

•••

24 Şubat 1943’te Alp Dağlarının kıyısında yer alan günümüzde 85 bin nüfuslu Como şehrinde dünyaya gelmiş Gigi Meroni. Futbol oynadığı yıllarda ‘Butterfly’ (Kelebek) lakabıyla nam salmış yeşil sahalarda, her iki kanatta da hızlı, telefon kulübesinde bile adam geçebilen zarif bir futbol cambazı. Manchester United efsanesi İrlandalı George Best’le kıyaslanırmış sıklıkla, İtalya’nın Best’i derlermiş; onun kadar yetenekli, onun kadar hırçın ve en az onun kadar popüler. Uzun saçları, kirli sakalı, hippi görüntüsü, hızlı arabalara, kadınlara, alkole, bir de Beatles’a olan düşkünlüğüyle 60’lı senelerde ün yapmış yeşil sahalarda. 1965 senesinde Dünya Kupası eleme maçlarının oynandığı zamanlarda İtalyan teknik direktörü Edmondo Fabbri futbolcusunun uzun saçlarına fena takmış ve kesmesini istemiş. “Asla” demiş futbolcu, “Ben saçlarım uzunken de iyi top oynayabilirim.”
1960’ta Como’da başlayan futbol kariyeri 1964’te Torino’ya transferiyle devam etmiş. Henüz 21 yaşında, İtalyan futbolunun o dönem rekor transfer ücreti karşılığında transfer olduğu takımda parlamış yıldızı. 1964-1967 arasında top koşturduğu takımda 103 maçta 22 gol kaydetmiş. 15 Ekim 1967’de Sampdoria’ya karşı oynadığı ve takımın 4-2 kazandığı maç onun son maçı olmuş. Maçtan sonra arkadaşlarıyla birlikte yemekte buluşup galibiyeti kutlayacaklarmış. Ama kader o gün onu hiç beklenmedik şekilde yakalamış. Restoranın önüne arabasını park ettikten sonra karşıya geçerken bir araba çarpmış ve havaya savrulan futbolcuya ikinci bir araba çarparak ölümüne neden olmuş… İşin hazin yanı, ona çarpan ikinci arabanın, Fiat 124 Coupe’nin şoför koltuğunda oturan 19 yaşındaki Attilio Romero’nun koyu bir Torino taraftarı olmasıymış. O gün her maçta olduğu gibi tribünlerde yerini almış, hayran olduğu futbolcuyu alkışlamış. Kazadan sonra arabasında çok sevdiği futbolcunun fotoğraflarını bulmuşlar.

Bu vesileyle, bizim topraklarda top koşturmuş, yeşil sahalarda adlarını duyurdukları zamanlarda genç yaşta aramızdan ayrılmış iki bahtsızı da yâd etmeden geçmeyelim. Profesyonel futbol hayatına 1966’da Eskişehirspor’da başlamıştı Necdet Yıldırım, 1969’a kadar Kırmızı Şimşekler’de top koşturdu. 1 Kasım 1969’da kanser illetinin pençesinde aramızdan ayrıldığında 25 yaşındaydı. Es-Es onun 3 numaralı formasını sonrasında kimseye vermedi, adı şehrin stadında yaşatıldı…

Aralık 2001’de geçirdiği trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldığında henüz 21 yaşındaydı Doğan Seyfi, Denizlispor’un o yıllardaki golcüsü. O elim kazadan bir hafta öncesinde, İstanbul Şükrü Saracoğlu Stadı’nda oynan Kupa maçında Fenerbahçe’ye karşı takımını galip getiren ve çeyrek finalist yapan gollerden ilkini atmıştı…

Her an kopması mümkün bir pamuk ipliği, yaşam dediğin. Bazen hiç beklenmedik bir uçak kazasında, bazen karayolunda. Başlangıçla son arasında kısa bir rüya. Fransız yazar, Honore de Balzac, ‘Vadideki Zambak’ kitabında, “Her çiçek solar, bütün büyük sevinçlerin ertesi günü kötüdür…” der.

Ve bir gün mutlaka her çiçek solar…

Ziya Adnan
26 Eylül 2017

PremIer Lig seyir defteri: Bir yaz daha geçerken ömürden…

PremIer Lig seyir defteri: Bir yaz daha geçerken ömürden…

Uzaklardan…

“Anımsa bizim unutulmuş bir yazımız vardı, kıyısından çocukların dokunarak geçtiği, yaz kirli denizlerin körfezine çekildi, biten o yaz mıydı düşün istersen, bir taşra melankolisine kaptır kendini” der Haydar Ergülen ‘Unutulmuş bir yaz için’ adlı şiirinde.

Unutulacak bir yaz daha geçerken ömürden, Premier Lig takımlarının hal ve gidişine naçizane bir bakış…

Ağustos ayının son gününde sona eren transfer döneminde 1,4 milyar sterlin harcadı Premier Lig’de yer alan 20 takım. En çok harcayanlar listesinde başı çeken iki Manchester devinden Manchester City 222, Manchester United 145 milyon sterlin harcayarak güçlendirdi kadrolarını. Parayla saadet olmaz diyenlere inat iki takım da beş maçta topladıkları 13 puanla ligde ilk iki sırada. Ligin gol makinesi Manchester City’nin maç başına gol ortalaması 3,2. Watford deplasmanında yarım düzine gol bulan takımın 29 yaşındaki golcüsü Sergio Aguero hat-trick yaparken kulüp tarihinin en golcüsü olma yolunda. 1928-1940 arasında 177 gol kaydetmiş Eric Brook, Arjantinlinin 2011’de başlayan City kariyerindeki gol sayısı 176. Ne diyelim, her teknik direktörün futbol tanrılarından dileği, takımına böyle golcü ihsan eylemesi…

Premier Lig tarihinde şampiyonluğu bulunmayan Liverpool sezona iyi başlamıştı ama Manchester City deplasmanında hüsrana uğradıktan sonra evlerinde Burnley’e puan kaptırdılar. Bu maçta 35 kez rakip kaleyi yoklayıp topa yüzde 71 oranında sahip olmalarına rağmen üç puanı kapamadılar. Üç maçlık cezası nedeniyle bu maçta yerini alamayan Sadio Mane gibi mükemmel bir forvete sahip olmalarına rağmen artık çok alıştığımız savunma zaafları, takımın çözülemeyen sorunu…

Bu vesileyle golcüyü de hatırlayalım. 10 Nisan 1992’de Senegal’de dünyaya gelmiş Mane, ilk profesyonel maçına Metz formasıyla Ocak 2012’de çıkmış. Onlara da selam çakalım, 2016-2017 sezonunu ligde 14. sırada bitirdiler. Kariyerlerine bu takımda başlamış nice namlılar arasında Rigobert Song, Louis Saha, Papiss Cisse, Emmanuel Adebayor ve Robert Pires var…

Senagalli golcüye dönersek, çabukluğu, adam geçme becerisi, gücü ve mükemmel golleriyle kısa sürede parladı. 2014-2016 arasında Southampton’da 67 maçta 21 golü var. 2014-2015 sezonunda Aston Villa karşısında 176 saniyede kaydettiği hat-trick kırılması güç bir rekor. 2015-2016 sezonunda kırmızı beyazlı takım formasıyla kaydettiği 15 golle devlerin radarına girdi. 2016 senesinin yazında Liverpool’a 34 milyon Sterlin bedelle transfer olduğunda, adı en pahalı Afrikalı olarak lig tarihine yazıldı. Salif Diao ve El Hadji Diouf’tan sonra Liverpool tarihinin üçüncü Senegallisi takımın bu sezon da değişilmezi olacak sanırım…

Lige dönersek, 3. sıradaki Chelsea’nin açılış haftasında evinde kaybettiği Burnley maçından sonra arka arkaya üç galibiyet alması kayda değer ancak Arsenal karşısında evinde iki puanı bıraktı. 20 takım arasında sadece beşinin transfer bilançosunda kâr gösterdiğini, Kuzey Londra’nın iki köklü kulübü Arsenal ve Tottenham’ın da tutumlu beşlinin arasında olduğunu hatırlatalım. Kısıtlı bütçesiyle transferde sessiz kalanlardan Bournemouth ilk dört maçından puan çıkaramazken, cuma akşamı oynanan maçta ligin yeni takımı Brighton’u yenerek galibiyetle tanıştı. Bilic’in West Ham United’ının tek galibiyeti Huddersfield Town’a karşı. Zorlu West Brom deplasmanından çıkardığı puana rağmen sıralamada son üç arasında…

Ligin en sıkıntılı takımı, dibe demir atmış Crystal Palace… Güney Londra’nın Kartalları, ilk beş maçta puan alamazken gol sevinci yaşayamadı. Ligde 93 senedir hiçbir takım bu kadar kötü başlangıç yapmamış; öyle ki, rakip takım taraflarının sosyal medyadaki yorumlarının birinde, “Ligde kaydettikleri son golden sonra geçen sürede yerkürede 43 milyon bebek dünyaya geldi!” diyordu alaycı bir dille, malumunuz düşenin dostu olmuyor. Kendi evlerinde oynadıkları Southampton maçından önce Frank De Boer’i gönderip, yerine İngiltere Milli Takımının eski teknik direktörü Roy Hodgson’ı getirdiler. De Boer’in teknik direktörlük kariyeri ilginç 2016’da İnter’in başında ancak 85 gün kalabildikten sonra Londra takımında 77 gün dayanabildi. 28 kişilik kadronun değeri 168 milyon sterlin. Ligde oynadıkları 5. maçta 24.199 taraftarın önünde 4-4-1-1 düzeninde çıktılar maça. Ama henüz 6. dakikada basit bir savunma hatasından golü gördüler kalelerinde. Tadic’in ortasına yakın mesafeden vuran Davis deplasman takımını öne geçirdi. Maç boyunca sadece üç kez rakip kaleyi bulabilen takımın en önemli sorunu golcüsü Benteke’nin yalnızlığı. Ocak 1995’ten beri ilk kez arka arkaya altı maçta gol bulamadılar; üstelik ligde bir sonraki maç Manchester City deplasmanında…

Madem şairin dizeleriyle başladık yazıya, yine onun dizeleriyle bitirelim,

Yaz bitti mi diye sorma yaz çoktan bitti

yedeğinde karartılmış sevgiler taşıyarak

nasıl özlendiğine tutkunlar gibi şaşarak…

Ziya Adnan
19 Ağustos 2017

Pele ve Santos: Futbolun turneye çıktığı zamanlar…

Pele ve Santos: Futbolun turneye çıktığı zamanlar…

Uzaklardan…

Günümüzün paraya bulanmış endüstriyel futbol düzeninde kulüplerin gelir kaynakları yabana atılmayacak cinsten. Maç günleri tıka basa dolu statlar, televizyon gelirleri, dev sponsorlar, Şampiyonlar Ligi, Avrupa Kupaları gelirleri, transferlerde dönen büyük meblağlar… Yakın geçmişte ülkenin milli havayolunun iki dünya devine sponsorluk için ödediği rakam 16 milyon, PSG’nin Neymar için Barça’ya ödediği transfer ücreti 222 milyon avro civarında. Bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde yer alamayacak Arsenal’in her maçında doldurduğu 60 bin kapasiteli Emirates Stadı’nda maç başına gişe geliri 3,5 milyon sterlin… Velhasıl günümüz futbolunun değişilmezi para…

Ama bir de hikâyenin siyah beyaz zamanları, kulüplerin para kazanabilmek, ayakta kalabilmek için turnelere çıktıkları, o stattan bu stada gösteri maçı yapmak için koşuşturduğu zamanlar var. Gelin hatırlayalım yeni futbol nesillerinin hiç bilmedikleri, en fazlasından o günleri görmüşlerden dinleyecekleri siyah beyaz Brezilya takımının hikâyesini…

1950’li senelerin büyük takımlarındanmış kuruluşu 1912 senesine dayanan Santos, nam-ı diğer ‘Peixe’ (Balıklar). Futbol tarihini yazan kitaplar, 1956-1974 arasını kulübün altın çağı olarak anlatır. Gelmiş geçmiş en büyük futbolculardan biri olan Pele’nin takımla ilk kez sahaya çıktığı 1957 senesinin öncesinde, 1955 ve 1956 senelerinde kazandıkları 20 takımlı bölgesel Paulistao şampiyonluğu ülke futbolunda yükselişe geçtikleri zamanlar. Pele’nin takıma gelişiyle birlikte kazanılan kupalar (10 bölgesel, 6 lig şampiyonluğu, iki sezonda kazanılan Copa Libertadores (Güney Amerika Kupası). 1961 senesinde kazandıkları üç kupa sayesinde dünya futbolunda namları almış yürümüş. Bir nevi günümüz Barça’sı anlayacağınız.

Ancak maçlarını oynadıkları 15 bin kapasiteli Vila Belmiro Stadı kulübün giderlerini karşılamaya yetmeyince yollara düşmeye karar vermişler. Takım Avrupa’nın büyük statlarında hünerlerini sergileyecek, kendi topraklarında kazanamadıkları parayı uzak turnelerde kazanacaklar, yıldızlarını bu şekilde elde tutacaklarmış. Enfes biyografisinde o yılları, “We were in demand” (Revaçtaki takımdık) cümlesiyle anlatır büyük Pele.

Velhasıl düşmüşler yollara, hem de ne düşme! 1959 senesinin mayıs sonundan, temmuz ayının ilk günlerine kadar Avrupa’nın futbol mabetlerinde 22 maç yapmışlar, oynadıkları rakiplerden bazıları Real Madrid, Barça, Hamburg, Feyenoord ve Sporting Lizbon. Akıl almaz zamanlar olarak tanımlıyor o dönemi usta: “Dinlenecek hiç zamanımız kalmıyordu, zaman ancak bir stattan diğerine gitmeye ve maça yetiyordu!”

Eh turneye çıkıp da futbolun beşiğine uğramadan, futbolseverin halini hatırını sormadan olmaz elbet. 1962 senesinde Santos sirki İngiltere’ye ayak bastığında, karşılarında o yılların önemli takımı Sheffield Wednesday varmış. Bakmayın şimdilerde alt liglerde çile çektiklerine, o yılların gözde takımıymış mavi beyazlı ‘Baykuşlar.’ Hillsborough Stadı’nda 50 bin seyircinin şahitliğinde misafir takım 4-2 kazanırken, Ada basını, “Fiziğin akılla imtihanı” olarak tanımlıyormuş o tarihi maçı. Gollerin üçünü takımın önemli oyuncusu Coutinho kaydederken, Pele penaltıdan bir gol atmış. Yeri gelmişken, Pele’nin penaltı atmayı sevmediğini, penaltıyı alçakça atılan gol olarak gördüğünü ve kariyeri boyunca bunu sıklıkla dillendirdiğini anımsayalım. Takıma dönersek, Santos’a gösterilen büyük ilginin temelinde futbolseverin Siyah İnci’ye olan sevgisi yatıyormuş. Bilirsiniz işte, her futbolseverin rüyasıdır, ahir ömründe bir kez bile olsa kendi kahramanını statta izleme isteği. Sheffield Wednesday’in orta saha oyuncusu Tommy Craig’in maçın son 10 dakikasında Pele’nin yanından ayrılmaması maçın en çok konuşulanlarından olmuş. Yanlış anlaşılmasın, mesele onu marke etmek değil, sadece maçın bitiş düdüğüyle birlikte formasını kapmakmış. Öyle de yapmış zaten, bitiş düdüğüyle birlikte beline sarıldığı futbolcuyu bırakmamış, ta ki formasını kapana kadar! O maçları izleyen Times muhabiri Pele’ye dair izlenimlerini şöyle anlatır: “Onu tutmaya çalışmak, aniden çakan bir şimşeği tutmayı denemeye benziyordu. Bir an zararsız bir kedi gibi uyurken aniden canlanıyor, topa sahip olduğu anda rakiplerini orada yoklarmış gibi gibi geçip, önündeki boş alana erişmesi güç bir süratle akıyordu.”

Ve devam etmiş turneler, dünyanın dört bir köşesinde, bazen ücra futbol mabetlerinde ama her maçta dolu tribünler önünde. İç savaşın hüküm sürdüğü Kongo’da taraflar 48 saat ateşkes ilan etmiş, futbolseverler ahir ömürlerinde bir kez bile olsa Santos’u izleyebilsin diye. 1969 senesinde bir kez daha düşmüş yollara futbolun doğup büyüdüğü topraklara. Takım bu kez Stoke City karşısında sahaya çıkarken, İngilizler Pele’nin de sahada yer alması koşuluyla o zamanın hiç de yabana atılmayacak parası, 12 bin Sterlin ayakbastı parası ödemiş misafir takıma. Sürüp gitmiş turneler, para aktıkça Santos’un idarecileri daha çok ister olmuş. 2.500 Sterlin’e anlaştıkları Plymouth Argyle maçına ilgi büyük olunca parayı iki misline çıkarmak istemişler. Bu durumu kabullenmeyen ve İngiltere’de bir daha maç yapamayacaklarını söyleyen Argye’lı idareciye omuzlarına umursamaz bir tavırla silkerek, “İngiltere olmazsa maç yapacak başka ülkeler var!” demiş Santos’lu yönetici. Öyle de olmuş zaten, o diyardan bu diyara, Mısır, Sudan, Afrika, Almanya, Fransa, Belçika, Türkiye…

O turnelerde, Santos’un 20 milyon doların üzerinde para kazanmış olması tarihe düşen notlar. Hikâyenin hazin yanı, Santos’un dünya futbolunun o güne kadar gördüğü en büyük futbolcuyu, önündeki şapkaya para atılmasını bekleyen sokak müzisyenine döndürmüş olduğu gerçeği. Tevekkeli değil, 1956-1974 arasında Santos formasıyla 638 maça çıkmış Pele. Kendi de bu gerçeği inkâr etmiyor zaten. Hikâyeyi yine onun biyografisinden bir alıntıyla bitirelim:

“Çok fazla uçak yolculuğu, çok fazla maç!”

Ziya Adnan
12 Eylül 2017

AS Monaco FC: Fransa’nın Porto’su…

AS Monaco FC: Fransa’nın Porto’su…

Uzaklardan…

1924 senesinde kurulmuş AS Monaco FC, Fransa futbolunun kırmızı beyazlısı, nam-ı diğer “Les Rouge et Blanc”. Köklü tarihlerinde ülke futbolunun en üst liginde sekiz sezonda şampiyonluk yaşarken, beş sezonda Fransa Kupasını kaldırmışlar. 2016-2017 sezonunun bitimine bir maç kala, 17 sene aradan sonra ilk kez sezonu şampiyon olarak kapattılar. Geçtiğimiz sezon 20 takımlı Ligue 1’de en düşük taraftar ortalamasına oynayan (9.499), yaş ortalaması 24 olan takım transfer döneminde sattığı üç futbolcudan 175 milyon Euro kazandı. Avrupa devlerinin yıldız futbolcu avında har vurup harman savurdukları, Paris’in prenslerinin Barça’dan transfer ettiği Neymar için 200 milyon Euroyu gözden çıkardıkları bonkör zamanlarda Fransa sınırları içinde yer alan, nüfusunun yüzde 30’unu milyonerlerin oluşturduğu o küçük ülkenin akademisiyle parlayan büyük takımına bir bakış…

2012 senesinde aralık ayında Monaco’da yaşayan Rus milyarder Dmitry Rybolovlev kulübü 1 Euro karşılığında satın aldığında Fransa 2. Liginin son sırasındaydı kırmızı beyazlılar. Borç batağında geçirdikleri berbat zamanlarda, 2010–2011 sezonunu 18. sırada bitirerek küme düşmüşler, daha önce kulüpte görev almış teknik direktör Laurent Banide bir kez daha kovulmuştu. Yeni başkan hedeflerinin önce 1. Lig’e çıkmak, sonra da ülke futbolunun zengin prensleri Paris St. Germain ile boy ölçüşmek olduğunu dile getirmişti o sıkıntılı zamanlarda. Başkan yeni olur da transfer olmaz mı, 2013 senesinin yazında Kolombiyalı golcü Radamel Falcao’yu 60 milyon ödeyerek saflarına katarken, Porto’ya James Rodriguez ve Joao Moutinho için 70 milyon Euro ödediler. 2013-2014 sezonunu Paris St Germain’in 9 puan gerisinde, 2. sırada bitirmelerine rağmen 9 bin taraftar ortalaması, düşük naklen yayın gelirleri ve geleceği belirsiz sponsorluk anlaşmalarıyla uzun vadede sıkıntı yaşayacaklarını görmüşler. Malum, UEFA’nın “Financial Fair Play” kriterleri net ve açık, kazandığından fazlasını harcayamazsın! Her ne kadar bizim kulüplerimiz bu konuya fazla önem vermese de, Monaco’nun yöneticileri transfer politikasını değiştirip maliyeti düşük genç oyunculara yöneldiler. 2014 Dünya Kupasında yıldızı parlayan Kolombiyalı Rodriguez’i Real Madrid’e sattıktan sonra, yerine o zaman kadar adı sanı pek duyulmamış 19 yaşındaki genç Lemar’ı Caen kulübünden 4 milyon Euro karşılığında transfer ettiler. Bu hamle onların yeni transfer politikasının başlangıcı olmuş, alırken genç ve ucuza al ve alt yapından yetiştir! Fransa’nın Porto’su olarak görülmeleri boşuna değil vesselam…

2015 senesinin yazı, alt yapının mahsulünü toplamaya başladıkları zamanlar. Lyon’dan 2014 senesinin yazında 5 milyon Euro bedelle transfer ettikleri 20 yaşındaki forvet Anthony Martial’i Manchester United’a 80 milyon Euro’ya satarken, Belçikalı orta saha Yannick Ferreira Carrasco Atletico Madrid’in, Tunuslu savunma oyuncusu Aymen Abdennour Valencia’nın, sol bek Layvin Kurzawa PSG’nin yolunu tutuyordu. Dört futbolcunun satışından gelen toplam 180 milyon Euro… Naçizane görüşüm her kulübün örnek alması gereken tablo…

Biliyorum, bazıları bunun bir başarı olmadığını, futbol kulüplerinin temel hedefinin para yerine kupalar olması gerektiğini savunacaktır. Bizim coğrafyanın o bilindik tezahüratı bu durumu pek güzel anlatır: “Şampiyon yap bizi, cehennemde yak bizi!” İlhan Cavcav’ın transfer politikasını çok zaman eleştirmiş naif bir Ankaralı olarak bu görüşe kısmen eyvallah ama futbolun ve hayatın da gerçeğini göz ardı etmemek gerek, borç en büyük yoksulluktur…

Küçük ülkenin büyük takımına dönersek, transferlerden elde ettikleri gelirlerin büyük bölümünü akademilerini geliştirmek için kullanıyorlar. Her sezon akademiye en az 8 milyon Euro ayırırken, yaşı küçük yetenekli topçuları kendilerinden bir yaş büyük yaş gruplarında oynatıp gelişmelerini hızlandırmayı hedefliyorlar. Genç takımlar seviyesinde Avrupa’nın en iyi scouting ağına sahipler; sadece Paris’te kulüp adına çalışan altı yetenek avcısı bulunuyor. Görevleri cevherleri herkesten önce keşfedip, kulübe kazandırmak. Ülke futbolunun en iyi “Grass Root”una sahip olmakla nam salmışlar. Şimdilerde tüm Avrupa devlerinin saflarına katmak işin kesenin ağzını açtıkları Mbappe genç takıma geldiğinde henüz 14 yaşındaymış. Çocuğun ailesi, çocuklarının gelişimini sağlayacak en iyi kulübün Monaco olacağını düşünmüş. Brezilya, Belçika, Portekiz Hollanda gibi futbolun sevildiği ülkelerde geniş scouting ağları mevcut. Belçikalı Franco Antonucci’yi Ajax’tan 2 milyon Euro karşılığında transfer ettiklerinde ofansif orta saha oyuncusu henüz 17 yaşındaymış…

Teknik direktörleri Leonardo Jardim kulüp için biçilmiş kaftan, 17 sene sonra kazanılan şampiyonluğun mimarı alt yapılarda çalışmayı seviyor, çok iyi bir öğretmen olduğu biliniyor. Maderia Üniversitesinde “Sports Science” eğitimi aldıktan sonra antrenörlük kurslarına devam etmiş. Bu vesileyle şimdilerde Arsenal’de sıkıntılı zamanlar yaşayan, 1987-1994 arasında takımın teknik direktörlüğünü yapmış, daha ilk sezonunda şampiyonluk kupasını kaldırmış Arsene Wenger’e de selam çakalım. Keşke zirvede bırakıp, o iyi öğretmen olarak kalsaydı futbola dair anılarımızda…

Monaco’ya gelince, bu yazının yazıldığı zamanlarda takımın 1998 doğumlu forveti Kylian Mbappé’nin 155 milyon Euroluk satın alma opsiyonuyla PSG’ye kiralandığını yazıyordu gazeteler. 2013 senesinde, 15 yaşına bastığı zamanlarda Monaco’nun alt yapısına katılmış, kısa sürede takımda yıldızı parlamış. Bizim ezelden bonkör kulüplerin son kullanım tarihini geçmiş yabancılara saçtıkları paraları düşününce Monaco’yu takdir etmemek olmaz. Her daim Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip olmakla övünen, ancak geldiğimiz noktada Katar’dan bir önceki durak konumundaki ülkem takımları keşke onların hikâyesinden ders çıkarsa…

Ziya Adnan
5 Eylül 2017

Premier Lig seyir defteri: İyi başlayanlar…

Premier Lig seyir defteri: İyi başlayanlar…

Uzaklardan…

Sir Alex Ferguson 2012-2013 sezonunun sonunda emekliye ayrıldığında, arkasında 26 senelik Manchester United serüveninde kazanılmış 38 kupa bırakmıştı, dile kolay. Onun döneminde 13 sezonda Premier Lig Şampiyonluğu yaşayan Kırmızı Şeytanlar, o ayrılıktan sonra dört teknik direktörle çalıştı ama şampiyonluk uzak hayal olarak kaldı. Takım 2016-2017 sezonunun sonunda ligi 6. sırada bitirirken, bir zamanlar rakiplerin korkulu deplasmanı Old Trafford sıradan bir yolculuk haline gelmişti. Neredeyse tüm maçlarda takımla birlikte sahaya çıkan efsane Zlatan’ın 27 golüne rağmen United o sezon evinde oynadığı lig maçlarında 10 beraberlik aldı. Takımın başında Ferguson olsaydı, devre arası hiddetinden kaç topçusu nasibini alırdı kim bilir. Tottenham’dan sonra kalesine en az gol gören takım olmasına rağmen gol kısırlığı takımın en önemli sorunuydu. Ligi 9. sırada bitiren Bournemouth bile 55 golle onlardan daha fazla gol bulmuştu…

Transfer döneminde ligin gol kralı 24 yaşındaki Belçikalı Lukaku için Everton’a 72 milyon sterlin ödedi Mourinho. 2016-2017 sezonunda Everton formasıyla 25 gol kaydeden golcünün maç başı gol ortalaması 0,68. Kaleyi bulma oranı % 50’yle Zlatan’dan bile iyi, 12 golünü sol, 7 golünü sağ ayakla kaydetmiş. 1.90’lık boyuyla hava toplarında da etkili, geçen sezon 6 kafa golü var golcünün. Martial ve Rashford gibi iki hızlı hücumcunun yanında böylesine etkili bir bitiriciyle lige iyi başlayanlardan biri de United. 4-2-3-1 düzeninde iki maçta 8 gol atıp kalelerinde gol görmediler. Örnek aldığı futbolcunun Chelsea efsanesi Didier Drogba olduğunu söylüyor söyleşilerinde Lukaku. Kariyerinde kat ettiği yola bakarak, naçizane görüşüm United’ın Drogba’sı olması mümkündür zaman içinde. Babası Roger Lukaku’nun 1996-1997 sezonunda bizim Gençlerbirliği’nde top koşturduğunu hatırlatalım. Umarım Alkaralar da yeni sezonda gol yollarında bir Lukaku bulur, yoksa elden çıkardıklarını düşününce işleri zor…

United’a dönersek, lig tarihinde ilk iki maçta 8 gol kaydetme başarısını yüz yıldan fazla zaman önce, en son 1907-1908 sezonunda göstermişler. Swansea City maçının en iyisi 1.94’lük defansif orta saha Nemanja Matic transfer döneminde Chelsea’den takıma katıldı, kariyerinde Londra takımında iki şampiyonluk yaşamış olması kayda değer. Sanırım Conte çok arayacaktır 29 yaşındaki Sırp futbolcuyu ama futbol dediğin güzel oyunda birinin kaybı diğerinin kazancı…

Ligdeki üçüncü maçında United kendi evinde iki sezon öncesinin şampiyonu Leicester City karşısında. Lig tarihinde 22 kez karşılaşmış iki takım, United sadece iki maçtan yenik ayrılmış. Premier Lig tarihinde Old Trafford’a konuk olduğu maçların sadece birini kazanabilmiş misafir Leicester City. 1998 senesinin şubat ayında tek golle kazandıkları maçın golü o yılların önemli forveti Tony Cottee’den gelmiş. Günümüzde 52 yaşında eskinin golcüsü, Sky televizyonunda yorumculuk yapıyor. Geçen sezondan başlayarak ligde oynadığı son on bir maçın sekizinde kalesinde gol görmedi Kırmızı Şeytanlar, formları devam ederse şampiyonluk yarışında tutulmaları hayli zor olacaktır…

75.021 taraftarın önünde oyunu geniş alanlara yayarak başlıyor ev sahibi, ancak Leicester City savunmasının iki uzunu Morgan ve Maguire yan toplarda adeta geçilmez iki kule. İlk yarının gole en yakın pozisyonunda, Mkhitaryan’ın lokum gibi pasına ceza sahasının hemen dışından vuruyor Pogba ama kaleyi bulamıyor. İkinci yarıda oyun felsefesini değiştiriyor Mourinho, kanatları daha az kullanıp kısa paslarla ortadan delmeye çalışıyor rakip savunmayı. 53’de Lukaku penaltıyı kaçırıyor ama dalga dalga geliyor United. Tempo, istek, hırs, yardımlaşma, futbol adına ne ararsan var takımda. Aradıkları golü 70’te, oyuna üç dakika önce giren Rashford’un ayağından buluyorlar, pozisyonu hazırlayan yine Mkhitaryan. Ve 82’de Lingard’ın pasını yakın mesafeden ağlara gönderiyor Fellaini. United topa yüzde 69 oranında sahip olduğu ve 22 kez rakip kaleyi yokladığı üçüncü maçını da kazanıyor. Velhasıl ilk iki maçında puan kaybetmeyen Huddersfield’in evinde Southampton’u yenemediği haftada, United kayıpsız tek takım olarak tam gaz devam ediyor yoluna…

Kazananları yazarken kaybedenleri de unutmak olmaz elbet. Futbolun güzel adamı Bilic’in takımı West Ham puansız ve son sırada. Gelecek maçta Huddersfield’i konuk edecekler, şans melekleri yanlarında olsun…

Ziya Adnan
31 Ağustos 2017