Arsenal günlükleri, yenilmezden umutsuza…

Arsenal günlükleri, yenilmezden umutsuza…

Uzaklardan…

Bilmeyenler için, Ada futbolunda kullanan “Invincibles” (Yenilmezler) tabiri tarihte iki takımı anlatmak için kullanılır. Biri futbol liglerinin kurulduğu 1800’lü senelerin sonunda esmiş kükremiş, günümüzde alt liglerde eskiyi özleyen Preston Northend, diğeri 2003-2004 senesinde Arsene Wenger’in Arsenal’i. Preston North End’i başka bir yazıya bırakıp, o soğuk şubat pazarında çıktıkları Brighton deplasmanı vesilesiyle “Invincibles”in zaman içindeki düşüşüne göz atalım bu hafta…

2003-2004 sezonunun sonunda lig ve kupada oynadığı 38 maçta yenilgi almadan ligi şampiyon kapatmıştı Arsenal, lig tarihinin kırılması zor rekoru. Avrupa’nın beş büyük liginde sadece iki takım aynı başarıyı yakaladı. 1991-1992 sezonunda Milan, 2011-2012 sezonunda Juventus sezon boyunca yenilgi yüzü görmediler. 2016-2017 sezonunda İskoçya liginde Celtic sezonu yenilgisiz kapatsa da onların durumunu çok büyütmemek gerek, malum 12 takımlı İskoçya ligi bizim futbol kalitesi vasat Süper Lig’den hallice. Wenger’in yenilmez takımı sezon boyunca 4-4-1-1 formasyonunda sahada yer alırken ligde 26 maçı kazanıp 12’sinde beraber kaldı. O takımın kalesinde Lehmann, savunmanın ortasında iki dev Campbell ve Toure, kanatlarda solda Cole, sağda Lauren, orta sahada kaptan Vieira, yanında Gilberto, solda Pires sağda Ljungberg vardı. Bergkamp ve Henry takımın gol silahlarıydı. Arsenal’ı uzun zamandır takip eden gazeteci Michael Cox, sol tarafı bu kadar güçlü bir takıma karşı oynayan rakiplerin Cole, Pires ve Henry üçlüsüne odaklandığını, bunun da sağ tarafta Lauren ve Ljungberg’e zaman ve alan yarattığını anlatır. İyi bir kontra takımıdır Arsenal, Bergkamp’in öldürücü pasları, Henry’nin sürati ve bitirici vuruşları deplasmanların mükemmel silahıdır…

Ama zaman içinde elindekileri kaybederken gelenler gidenleri arattı. Zaman zaman ligin göze en hoş gelen futbolunu oynasa da takımdan ayrılan ustalarının yerlerinin doldurulamayışı sorunun temeli haline geldi. Üstelik umut bağladığı transferler de bekleneni verememişti. Geçmiş sezonlarda Arshavin, Chamakh, Squillaci, Gervinho, Denilson, Bendtner, Vela bir çırpıda akla gelenler…

Velhasıl Wenger’in günümüzdeki takımıyla yan yana getirseniz çocuklarla adamlar kıyaslaması çıkar ortaya. Vieira’nın yerinde Xhaka’nın, Cole’un yerinde Kolasinac’ın oynadığı, Lacazette’nin Henry’nin yerini doldurmaya çalıştığı bir takımdan bahsediyoruz sonuçta. Takımın düşüşe geçtiği 2009 senesinde, bir söyleşisinde, “Herkes yeni transfer istiyor. Bense kendi çocuklarıma fırsat vermek istiyorum” diyordu Wenger, ama fırsat verdiği çocukları ne Cole olabildi, ne Pires. Bergkamp ve Henry’den bahsetmiyorum bile. Günümüzün paraya bulanmış çılgınlığına karşı durmasına saygı duymakla birlikte, zamana ayak uyduramaması, takım içindeki dengeyi koruma adına yıldız transfere sıcak bakmaması düşüşün temel nedenleri. Geçenlerde, Carabao Kupası finalinde hüsrana uğrayan takıma dair şöyle diyordu Manchester United’ın eski kaptanı, şimdilerin yorumcusu Neville: “Çocuklarına hak ettiklerinden çok fazla şans tanıdı Wenger, çok uzun zaman daha iyi olmalarını bekledi ama onun haricinde herkes bu kadro yapısıyla daha iyi olmayacağını gördü. Futbolda dün ve sadakat yoktur, oyuncuya takımı taşıdığı sürece sadık kalırsın.”

•••

Mart ayının ilk pazarında, Arsenal, Londra’ya bir saatlik araba yolculuğu mesafesindeki 273 bin nüfuslu o enfes sahil şehrinin mavi beyazı Brighton & Hove Albion deplasmanında. Ligde oynadığı 28 maçın dokuzunu kaybetti Wenger’in takımı, 4. sıradaki Tottenham ile arasındaki puan farkı 13, en iyimser taraftarı bile artık inanmıyor ilk dört hedefine. Rakibe gelince, 84,65 milyon Sterlinlik kadro değeriyle ligin en mütevazı 3. takımı maviler, 29 kişilik kadronun yaş ortalaması 27,7. 12. sıradalar ama düşme potasındaki takımlarla aralarındaki puan farkı sadece dört, onlar adına hedef lige tutunmak. Arsenal karşısında 16 maçın sadece ikisini kazanabilmişler, ligde en son galibiyetleri 1982 senesinde. Bu sezon ilk altı içindeki takımlara karşı şansları tutmuyor, o maçlarda kalelerinde 18 gol gördüler.

Arsenal 4-3-3 dizilişinde başlıyor maça, orta sahada defansın önünde Xhaka. 2008 senesinde kısa sürede takımdan ayrılan üç defansif orta saha Diarra, Silva ve Flamini’nin o dönem takıma katkısını düşününce orta sahanın yetersizliği bariz. Wenger’in savunmanın önünde daha iyi Elneny’nin yerine Xhaka’yı tercih etmesi de şüphesiz sorunu büyütüyor. Üçüncü bölgede Mkhitaryan, Aubameyang ve Özil ile tehlikeli ama savunmada çok kırılgan bir takım görüntüsünde, bu sezon kalesinde 39 gol gördü. 7. sıradaki Burnley’nin yediği golün 26 olması sanırım meselenin özeti. 8’de öne geçiyor ev sahibi, kornerden gelen topu uzaklaştıramıyor Cech, kaptanları Dunk yakın mesafeden kaçırmıyor, Premier Lig’deki ilk golü. Golün getirdiği özgüvenle daha iyi yayılıyor sahaya maviler, Arsenal pozisyon üretmekte sıkıntılı. İlk 15 dakikada Cech’in iki enfes kurtarışı olmasa maç farka gidecek. Hem sahada hem kulübede özgüveni dibe vurmuş misafir takım 14’te bir kez daha avlanıyor. Yine bir yan top, topu kafayla ağlara gönderen yılların golcüsü Murray. Hava toplarındaki zaafı nicedir kaderi olmuş Arsenal her duran topta tel tel dökülüyor. Devrenin bitimine yakın Aubemeyang farkı bire indirirken ilk yarı ev sahibinin 2-1 üstünlüğüyle kapanıyor.

İkinci devreye daha ofansif başlıyor Arsenal ama orta sahada kaptırdıkları toplarda savunmaları açık veriyor. En az pasla rakip kaleye gidiyor Brighton, neredeyse her hava topunda rakibe üstünlük sağlıyorlar. Arsenal’de orta sahada Wilshere etkili ama yanında oynayan kesici oyuncu eksikliğinde o da zorlanıyor. Son 20’de takıma ne kattığı belirsiz Iwobi oyundan çıkarken yerine Welbeck giriyor. 30.620 taraftarın önünde topa yüzde 67 oranında sahip olduğu ama pozisyon yaratamadığı bir maçı daha kaybediyor Arsenal. 2018 senesinde aldıkları 8. yenilgi. Velhasıl Wenger’in ve o yenilmez takımının düşüşünü geçenlerde okuduğum şu cümle özetliyor: GHayaller yıkılır, insanlar gider, umutlar tükenir ama acılar geçmez. Çünkü anılar silinmez…”

Ziya Adnan
6 Mart 2018

Carabao Kupası: Sütten enerji içeceğine, kupaların değişimi…

Carabao Kupası: Sütten enerji içeceğine, kupaların değişimi…

Uzaklardan…

Ada futbolunun 3. kupası, bu sezonki adıyla ‘Carabao Kupası’, enerji içeceği üreten Taylandlı sponsor şirketin adını taşıyor. İçeceğe adını veren Aed Carabao, şirketin kurucusu aynı zamanda ülkenin önemli sanatçılarından, 63 yaşında ve bizim Barış Manço’yu hatırlatıyor. Bob Marley Jamaika için ne kadar değerliyse, o da Tayland için o kadar önemliymiş, haliyle ülkede marka elçisi olarak nam salmış. Kupaya gelince, endüstriyel futbola inat biz orijinal adıyla yad edelim, EFL Kupası (English Football League Kupası) ilk kez 1960 senesinde oynanmış, o tarihten günümüze 10 sponsorun adını taşıdı. 80’li yıllara yetişmiş olanlar hatırlayacaktır, ‘Süt Kupası’ olarak bilinirdi ülke futbolunda, enerji içeceğine göre daha sempatik sanırım. Şimdi çok eskide kalmış naif zamanlarda, mahalle maçlarında kaybeden takımın kazanana gazozun yanında ekmek arasına kaşar ısmarladığı maçları hatırlatıyor. Ama zamanla değişiyor her şey, parayı verenin düdüğü çaldığı, kupaların bile değişime uğradığı zamanlardan futbol da nasibini alıyor haliyle. Sponsorunu bir kenara bırakıp Lig Kupası olarak hatırlayarak, şubat ayının son pazar gününde Wembley Stadında oynanan final maçı vesilesiyle anlatalım hikâyesini…

İlk kez 1960-1961 sezonunda oynanmış, bu sezon 58. yaşını kutlayacak. 92 profesyonel takımın katılımıyla yedi turdan oluşan maçlar sonrası şubat ayının sonunda oynanan final maçıyla kupa sahibini buluyor. Premier Lig’de şampiyonluğu bulunmayan Liverpool sekiz sezonda kazandı kupayı, dile kolay 12 sezonda da final oynadı o futbol şehrinin sevilesi takımı. Onları Manchester United ve yakın geçmişte yâd ettiğimiz Aston Villa takip ediyor. Parasal anlamda getirisi devede kulak misali, yarı finalde elenen iki takımın kasasına 25’er bin sterlin, kupayı kazananın kasasına 100 bin sterlin giriyor. Maddi getirisi kazanan takımın 2 milyon sterlin aldığı Federasyon Kupası kadar büyük olmasa da kupayı kaldıran ertesi sezon UEFA Avrupa Ligi’nde oynamaya hak kazanıyor. Saha ayrımı gözetmeden maç gelirlerinin iki takıma yüzde 45 olarak dağıtılması kupanın güzelliklerinden. Bu sezon Manchester United karşısında elenen 4. Lig takımı Burton Albion’un o maçtan elde ettiği gelir 500 bin sterlin. Alt liglerin sessizliğinde ayakta kalmaya çalışan bir takım için hiç de yabana atılmayacak rakam. 2016-2017 sezonunda yarı final maçlarının gişe gelirinin 3 milyon sterline ulaşmış olması kupaya duyulan ilginin fotoğrafı. 2016-2017 sezonunda Manchester United Southampton’u yenerken Wembley Stadında 85.264 taraftarın şahitliğinde oynanan maçın gelirleri 2 milyon sterlini buluyor, takımlar parayı kardeş payı yapıyordu. Geçen sezonunun kupa galibi Manchester United’ı bu sezon 5. turda Championship’te play-off’u zorlayan Bristol City eledi. Bir sonraki turda aynı şehrin gürültücü komşuları Manchester City’i zorladılar ama başaramadılar. Kupanın 3. tur kura çekiminin kupayı global pazarda tanıtmak için Çin’de, çeyrek final kuralarının ise Bangkok’ta yapıldığını hatırlatalım.

•••

Şubat ayının son pazar gününde, geleneksel Wembley şöleninde ligde oynadığı 27 maçtan 23’ünü kazanmış, sadece bir yenilgisi olan, dört kupadan üçüne gözünü dikmiş Manchester City (hafta içinde Federasyon Kupası maçında Wigan’a elendiler) ligde 27 puan fark attığı Arsenal karşısında. Pep Guardiola’nın takımı Premier Lig tarihinin en değerli kadrosu, 23 kişilik kadronun toplam değeri 777 milyon sterlini buluyor. Kadronun en değerlisi 26 yaşındaki ofansif orta saha oyuncusu Kevin De Bruyne 2008 senesinde Genk takımında adını duyurdu. 2015-2016 sezonunun başında Wolfsburg’dan City’e 55 milyon sterlin karşılığında transfer olduğunda Ada futbol tarihinin en pahalı 2. transferi olarak tarihe geçti. Arsenal’e gelince, Federasyon Kupasını 13 sezonda kazanmışlar ama bu kupada şansları pek yaver gitmiyor. Sadece iki sezonda kazanmışlar, en son kazandıkları 1993 senesinde kutlamalar esnasında maçın kahramanı Merrow kolunu kırmış, anlayacağınız kupa pek yaramıyor Topçular’a. 2000’li senelerde iki kez final oynarken, ikisinden de eli boş döndüler. Rakip Manchester City ise kupanın abonesi, 2014 senesinden beri iki kez kaldırdılar kupayı…

Tarihte ilk kez bir finalde karşılaşan iki takım 4-3-3 dizilişiyle sahada. Arsenal finale kadar oynadığı maçlarda sadece altı gol bulabildi, kupa tarihinin en kısır finalisti. Sergio Aguero Arsenal’in belalısı, rakibe karşı son dört maçta dört golü var. İlk 15 dakikada topa daha çok sahip olan City, ileri uçta Sane, Aguero, Silva çabuk adam geçebilen, savunma arkasında kolay pozisyon yaratan oyuncular. Arsenal savunmasının ortasında Mustafi ve Koscielny yakın oynayarak araya atılacak toplara engel olma niyetinde. 18’de golü buluyor mavili City, kaleci Bravo’nun uzun topunu aşırtma vuruşla ağlara gönderiyor Aguero, faul bekleyen Mustafi pozisyonda hatalı. Arsenal, savunmasının önünde oynayan kesici oyuncu eksikliğinde bir maçta daha savunma ortasından gol görüyor kalesinde. Arsenal’de 3. bölgede top tutacak oyuncunun olmayışı takımın sıkıntısı, ocak ayında Chelsea’ye sattığı Giroud’yu fazlasıyla arıyordur sanırım Wenger. City’nin topa yüzde 59 oranında sahip olduğu, Arsenal’in pozisyon üretmediği ilk yarı tek golle kapanıyor.

85.671 taraftarın önünde 2. yarıya da hücumda başlıyor City, Arsenal sahasından çıkmakta zorlanıyor. 60 dakikada City’nin altı kornerine karşı Arsenal’in sadece bir korneri gidişatın özeti. 57’de farkı ikiye çıkarıyorlar. De Bruye’nun kullandığı kornere son dokunan Company, Wenger’in takımı baskıya dayanamıyor. Arsenal tribünlerinin boşalmaya başladığı 65’te Silva çaprazdan vuruşla skoru 3-0’a getirirken, iki takım arasındaki kadro kalitesi skorun aynası. Velhasıl City’nin rahat kazandığı maçın adamı Vincent Company, ilerlemiş yaşına rağmen sahanın her yerindeydi. Arsenal hakkındaki son hükmü Manchester United’ın eski kaptanı, şimdilerde yorumculuk yapan Neville’a bırakalım: “Kadrosundaki oyunculara hak ettiklerinden çok fazla şans tanıdı Wenger, çok uzun zaman daha iyi olmalarını bekledi ama onun haricinde herkes bu kadro yapısıyla daha iyi olmayacağını gördü. Futbolun dünü ve sadakati yoktur, oyuncuya takımı taşıdığı sürece sadık kalırsın.”

Kendisinden pek hazzetmesek de doğru söze ne denir…

Ziya Adnan
1 Mart 2018

Emirates Stadında mütevazı, bir İsveç takımı: Ostersunds FK…

Emirates Stadında mütevazı, bir İsveç takımı: Ostersunds FK…

Uzaklardan…

Avrupa Liginde rövanş maçları haftası… Londra’nın buza kesmiş o soğuk perşembe akşamında oynanan maçta ilk maçı deplasmanda üç farkla kazanan Arsenal rövanşta evinde Ostersunds FK karşısında. 1995 senesinde Intertoto Kupasında Tottenham’ı deplasmanda yendikleri maçtan günümüze hiçbir İsveç takımı Ada’da İngiliz takımlarına karşı galibiyet alamamış. Ama umut yolcusu yorulmaz, takımın orta sahasında görev yapan Genk’ten kiralık 20 yaşındaki Tesfaldet Tekie Kuzey Londra deplasmanında kazanacaklarına inanıyor. 24 kişilik kadronun değeri 11,4 milyon sterlin, yaş ortalaması 25. Adını şehrinden alan takım 1966’da kurulmuş, 2013’e kadar ülke futbolunun 3. Ligi’nde mücadele etmişler. 2013’te 2. Lig’e, üç sezon sonra 1. Lig’e terfi ettiler. Bu sezonunun başında ön eleme maçında Galatasaray’ı eleyerek gruplara kalmaları kat ettikleri yolu anlatıyor görmesini bilenlere…

4-4-2 dizilişinde başlıyorlar maça zorlu Arsenal deplasmanında. Wenger’e göre rakibin forvet hattında oynayan 24 yaşındaki golcüsü Saman Ghoddos (Sema) teknik kapasitesi yüksek, yetenekli bir golcü. Her ne kadar Fransız hocanın son sezonlardaki transferlerine bakarak yanılma payını yabana atmasak da eskiye hürmeten sözüne kulak verelim. 2016’nın yazında Ajax’a transferi gündeme gelmiş İran asıllı golcünün. Özil’in hastalığı nedeniyle kadroda olmadığı, 10 numaralı Wilshere’in kaptan olarak çıktığı maçta ev sahibi 4-4-1-1 dizilişinde, orta sahada görev yapan Maitland-Niles bu sezon yıldızı parlayanlardan. Günümüzde yorumculuk yapan eski Arsenalli Martin Keown, futbolun Rolls Royce’u olarak tanımlamış 20 yaşındaki kanat oyuncusunu…

Wellbeck’in hücumda son adam olarak görev yaptığı maçın ilk 15 dakikasında Arsenal üçüncü bölgede top tutmakta zorlanıyor. Ocak transferinde Chelsea’ye sattığı Giroud’u fazlasıyla arıyordur sanırım Wenger, çünkü pivot santrfor yokluğunda Arsenal hava toplarında etkisiz. Arsenal’i siyah beyaz yıllardan beri takip eden eski toprak bir gazeteciden dinlemiştim, Wenger o kadar etkilenmiş ki 2010’da dünya kupasını kazanan İspanya’dan, fizik gücü yüksek, savaşçı, kalıplı topçular yerine takımını kısa, top tekniği yüksek, pas yüzdesi yüksek oyunculardan kurmaya karar vermiş. Neticesi ortada diyelim ve dönelim maça. 22’de maçın başlama düdüğünden beri golü düşünen Ostersunds aradığını buluyor, Aiesh sağdan ceza sahasına girip yerden uzak köşeye vuruyor, Arsenal savunmasının solunda Kolasinac pozisyonda çok ağır. Ev sahibi golün şokunu atlatamadan ikinci golü buluyor misafir takım, Sema kolay geçiyor savunmanın ortasında Chambers’i, yerden vuruşu farkı ikiye çıkarıyor. Özil, Ramsey, Aubameyang gibi fark yaratan oyuncularının yokluğunda yediği yumruklardan sersemlemiş boksör misali Arsenal. Wilshere elinden geldiğince orta sahada takımı yönlendiriyor ama savunma arkasına koşu yapan oyuncu eksikliğinde pozisyon bulmakta zorlanıyorlar. Mkhitaryan sürekli top kaybederken (ilk yarıda başarılı pas yüzdesi 53,6) tribünler mutsuz. Ostersunds topa yüzde 36 oranında sahip olduğu, rakip kaleyi sekiz kez yokladığı ilk yarıyı 2-0 önde kapatıyor. Devrenin bitiminde Arsenal tribünlerinden yükselen hoşnutsuzluk nidaları ilk yarının özeti…

Hep aynı isimlerden sıkılmış olması muhtemel takımlarımıza bir hatırlatma, uzaklarda Graham Potter gibi yoktan var edenleri de var…
58.405 taraftarın önünde Niles’in yerine Xhaka’yla başlıyor Wenger’in takımı ve 46’da Kolasinac’in golüyle farkı bire indiriyor. Vites yükselten Arsenal karşısında sistemini değiştirmiyor misafir takım, set halinde savunup, top kaptıkları anlarda çok adamla çabuk çıkıyorlar. İleri uçta 8 numaralı Hopcutt rakip savunmasının solunda Kolasinac’a zor anlar yaşatıyor. Kalede Ospina’nin güven vermediği, Mkhitaryan’ın top kayıplarına devam ettiği dakikalarda topla daha çok oynayan, pozisyon arayan takım Ostersunds. Arsenal savunmasının ortasında Holding ve Chambers ağır kalırken Wenger’in oyunu geriden okuyacak oyuncusunun olmayışı takımın nicedir çözülemeyen sorunu. Velhasıl Osterdsunds deplasmanda galip gelmesine rağmen kupadan eleniyor. 180 dakikanın kırılma anı muhtemel ilk maçta kaçırdıkları penaltı. Ama başlarını dik tutsunlar, Emirates Stadında sadece beş İngiliz teknik direktör maç kazanabilmiş, hocaları Graham Potter adını o listeye yazdırıyor. 20 Mayıs 1975’te dünyaya gelmiş İngiliz futbol adamı, profesyonel kariyerinde savunma oyuncusu olarak Birmingham City, Stoke City, Southampton ve West Bromwich Albion’da forma giydi. 2010’da o dönem 3. Ligde mücadele eden Ostersunds FK’yi çalıştırmaya başladı, günümüze kadar gelen sürede takımı Şampiyonlar Ligi’nin eşiğine kadar getirdi. Hep aynı isimlerden sıkılmış olması muhtemel takımlarımıza bir hatırlatma, uzaklarda Graham Potter gibi yoktan var edenleri de var…

Arsenal’e gelince, kupanın favorisi Napoli’nin havlu attığı akşamda kötü futbollarına rağmen bir üst tura çıktı. Yedek kulübesinin zayıflığı, lider oyuncusunun olmayışı, savunmasının kırılganlığı, kalesinin güven vermeyişi takımın artık çok alıştığımız zaafları. Büyük olasılıkla gelecek sezon da Şampiyonlar Liginde olmayacak. Velhasıl bizim sahalarda duymaya alıştığımız tezahüratla özetleyelim durumlarını: Yeter artık Wenger, yeter artık!

Ziya Adnan
26 Şubat 2018

Aston Villa: Mazi kalbinde yaradır!

Aston Villa: Mazi kalbinde yaradır!

Uzaklardan…

2015-2016 sezonunun sonunda Newcastle United ve Norwich City ile birlikte küme düştü Aston Villa, ülkenin en kalabalık ikinci şehri Birmingham’ın bordo mavisi. 38 maçta aldıkları üç galibiyet, topladıkları 17 puan lig tarihinin en kötü rekorlarından. Onlarla birlikte düşen Newcastle United’ın geri döndüğü 2016-2017 sezonunda ligi 13. sırada bitirdiler. Bakmayın şimdilerde Premier Lig’in bir altında eskiye ağıt yakmalarına, tüm zamanların puan cetvelinde Everton’un arkasından 7. sıradalar, yedi sezonda ülke futbolunun en üst liginde şampiyonluk yaşamış, en fazla kupa kazanan beşinci takımı. Kökleri 1874’e kadar uzanıyor, sadece Premier Lig’in değil, futbol liginin de kurulmasına öncülük etmişler. Şehir efsanesi midir bilinmez ama ‘The Guardiana’a göre Trabzonspor kurulduğu 1967’de nakit sıkıntısı çektiği için Avrupa devlerinden forma yardımı istemiş, onlara sadece Aston Villa el uzatmış, böylesine de hayırseverler.

Federasyon Kupası maçlarının oynandığı cumartesiyi fırsat bilip Fulham deplasmanı vesilesiyle hatırlayalım 80’li senelerin nam salmış takımını.

2006 senesinin yazında Amerikalı işadamı Randy Lerner kulübün yüzde 59,6 hissesini satın alarak başkanlık koltuğuna oturdu. NFL’de sahibi olduğu Cleveland Cowboys takımıyla harikalar yaratmış futbol sevdalısı milyarder başkanın maddi sorunlarına derman olacağını düşünerek umutlanmıştı Villa taraftarları; ilk dört içindeki takımlarla başa baş oynayacak kadro kuracaklar, 80’li senelerdeki şaşalı günlerine döneceklerdi. 2007-2008 sezonunu 6. sırada bitirmişler, gelecek sezon için hedefi ilk dört olarak belirlemişlerdi. 2008 senesinin yazında 50 milyon sterline yakın harcayarak kadrolarına Milner, Curtis Davies, Steven Sidwell, Luke Young, Emile Heskey ve Brad Friedel gibi dönemin önemli topçularını kattılar. 2008-2009 sezonunu Everton’un altında 6. sırada bitirirken o yaz transferlere 40 milyon sterlin harcadılar. 2009-2010 sezonunun sonunda çok aşina oldukları 6.’lıkla yetinmek durumunda kalırken Lig Kupasını final maçında kaybedecekler, Federasyon Kupasına yarı finalde havlu atacaklardı.

Ama sonra işler umdukları gibi gitmeyecek, Barry, Milner gibi önemli oyuncular takımdan ayrılıp Manchester City’nin yolunu tutacaktı. Teknik direktör Martin O’Neill bir yandan önemli topçularını kaybederken, diğer yandan daha fazla para harcamak istemeyen başkanı transfere daha büyük bütçe ayırması için ikna etmeye çalışıyordu. 2010-2011 sezonunun başlamasına az kala, bıçak kemiğe dayanmış olmalı ki Martin O’Neill görevi bıraktı. Yerine gelen Gerard Houllier’le inişli çıkışlı görüntü sergileyen takım sezonu 9. sırada bitirirken, Fransız hoca sağlık sorunlarını gerekçe göstererek ayrıldı. Başkan, ezeli düşman, komşu Birmingham City’nin hocası Alex McLeish’i takımın başına getirdi. Haliyle taraftarlar arasında büyük protestolara vesile oldu bu gelişme. Bilirsiniz işte, taraftar milleti sevmez gönlü başkasında olanı, hikâyenin başında gönlünü başkasına kaptıranı.

Bütçesini küçülttüğü, maliyeti yüksek topçuların takımdan ayrıldığı 2011-2012 sezonunda ligi 16. sırada bitirdiler. Ligin son maçında deplasmanda Norwich City’e yenilmişler, kısa süre sonra McLeish’in yerine o maçta rakip kulübedeki teknik adam Paul Lambeth takımın başına gelmişti. Ancak o da kalıcı olamadı, kulüp içindeki huzursuzluk sahaya yansırken 2015-2016 sezonunun sonunda küme düştüler. 1987’den beri ülke futbolunun en üst liginde boy göstermiş takım yeni sezonu Championship’te karşıladı. 2016 senesinin yazında Çinli işadamı kulübü 76 milyon sterlin karşılığında satın alıyor, yeni hoca Roberto Di Matteo ancak 12 maç takımın başında sahaya çıkıyordu. 2006’dan beri 8 teknik direktör geldi geçti kulübün kapısından, 2016’dan beri Steve Bruce çalıştırıyor takımı. Velhasıl onların hikâyesi Ahmet Kaya’nın o enfes şarkısını hatırlatıyor; bizi zaman yenecek ve anılar kalacak…

•••

Şubat ayının ortalarında, o güzel Londra cumartesisinde Championship’te 2. sıradaki Aston Villa, kendisi gibi güzel günlere dönme uğraşındaki o enfes mahallenin siyah beyazı karşısında deplasmanda. Misafir takıma pek uğurlu gelmiyor Fulham deplasmanı, Craven Cottage Stadında oynadıkları son 11 maçın sadece birini kazanabilmişler. Ama bu maç öncesinde oynadığı son yedi maçı kazandı bordo mavililer, en son 1990’da bu seriyi yakalamışlar. Yeri gelmişken golcüleri Adomah’a da selam çakmadan geçmeyelim. 1987 doğumlu Ganalı golcü kariyerinde alt liglerde top koşturdu, 2016’dan beri formasını giydiği Villa’da bu sezon 14 golü var, gol krallığı sıralamasında 3. sırada. Aston Villa kadro değeri olarak Championship’te ilk sırada, 29 kişilik kadronun toplam değeri 82,7 milyon sterlin, yaş ortalaması 28. Kaptanlarını bilmeyen futbol sevdalısı yoktur sanırım, eski Chelseali John Terry 37 yaşında, sürat olarak ağır kalsa da oyunu okuması, liderlik vasıflarıyla öne çıkanlardan. Fulham’ın 2000 doğumlu sol kanat beki Ryan Sessegnon’u daha önce de yazmıştım, bu sezon sürati, takıma olan katkısı ve 11 golle parladı 3 numara, tevekkeli değil Avrupa’nın devleri peşinde… Şu anda Gençlerbirliği’nde top koşturan Stephane Sessegnon’un kuzeni olduğunu da hatırlatmadan geçmeyelim.

4-1-4-1 düzeninde başlıyor misafir takım maça ama orta sahayı kontrol eden, kaptanları Cairney’nin kanatlara açtığı toplarla daha baskılı Fulham, sağda Ayite, solda Sessegnon takımın etkili oyuncularından. Villa’da sakatlığı nedeniyle forma giyemeyen Adomah’ın yerine Hogan sahada ama hücumda yalnız kalıyor 9 numara. İlk tehlikeli atağını 15’de geliştiriyor Villa, Bjarnason’un çaprazdan vuruşu az farkla dışarda. İki takım da pozisyon üretmekte zorlanıyor ilk 30 dakikada, Fulham kanatlardan gelen ortaları değerlendirecek pivot santrafor yokluğunda, Villa 3. bölgede top tutacak oyuncusunun olmayışının sıkıntısında. Villa’nın topa yüzde 30 oranında sahip olduğu, iki takımın da rakip kaleyi bulmakta zorlandığı ilk yarıda gol sesi çıkmıyor.

24.547 taraftarın önünde Villa daha etkili başlıyor 2. yarıya ama golü 52’de Sessegnon’un ayağından Fulham buluyor. Rakip savunma arkasına sarkmakta zorlanıyor misafir takım, Fulham savunmasının ortasında Johansen hava toplarında çok etkili. Orta sahada rakipteki Cairney gibi oyunu kontrol edecek oyuncusunun olmayışı olumsuz etkiliyor Villa’yı, Gençlerbirliği’nden tanıdığımız Jedinak eski günlerinden çok uzakta. 70’te Villa kalecisi Johnstone’nun hatasını değerlendiren Ayite’nin golüyle fark ikiye çıkıyor. Velhasıl gününde ve daha iyi olan, daha çok isteyen kazanıyor. Bu sonuçtan sonra üçüncülüğe düşüyor Villa. Fulham’a gelince, o güzel mahallenin siyah beyazı zirvede arayı kapatıyor. Villa’yı anlattık kalemimiz yettiğince ama onları da unutmayalım, dönsünler artık…

Ziya Adnan
20 Şubat 2018

Premier Lig seyir defteri: İki teknik direktörün hikâyesi…

Premier Lig seyir defteri: İki teknik direktörün hikâyesi…

Uzaklardan…

Arsene Wenger 1949 senesinde dünyaya gelmiş, geçtiğimiz ekim ayında 68 yaşına bastı, Premier Lig’in en deneyimli 2. teknik direktörü. Profesyonel futbolculuk kariyeri üzerine fazla bilgi bulunmuyor. Bilinen, 18 yaşında Fransa 3. Lig takımlarından Mutzig’de top koşturduğu. O dönemde oynadığı mevkii kendisi bile hatırlamıyordur sanırım. Futbola ilk başladığı FC Duttlenheim’in başkanı Marcel Brandner’e göre, sahada olup biteni çok iyi gözlemler, takım arkadaşlarını oyunun akışına göre yönlendirirmiş. 1978 senesinde RC Strasbourg’la 12 maça çıkmış. 1981 senesinde aldığı teknik direktörlük diploması sonrası RC Strasbourg’un genç takımını çalıştırmaya başlamış…

Mauricio Pochettino 1972 doğumlu, ligin en genç teknik direktörleri arasında 3. sırada. Wenger’in Arsenal’in başına geldiği 1996 senesinde 24 yaşındaki futbolcu Espanyol takımında 2. sezonunu yaşıyordu, 2000’e kadar kaldığı takımda sert bir stoper olarak nam salacak, 2001’in Ocak ayında Paris Saint-Germain’e transfer olacaktı. 1999–2002 arasında Arjantin Milli Takımında görev aldı, 2002 Dünya Kupasında İngiltere’ye karşı forma giydiği maçta Michael Owen’i ceza sahası içinde düşürerek penaltıya sebep olması, İngiltere’nin o maçı Beckham’ın penaltısıyla kazanması tarihe düşen notlar….

2009 senesinde Espanyol takımında teknik direktörlük kariyerine başladığında uzaklarda Wenger kulüpte 13. senesini dolduruyordu. İlk 9 senede Arsenal taraftarını mest etmiş, takımı Premier Ligi ikinciliğin altında bitirmemişti. Onun öncesinde katı savunma anlayışıyla nam salmış takımın futbol felsefesini değiştirmiş, hızlı pas yapabilen, kanatları iyi kullanan, dikine oynayabilen, hücumu seven bir takım yaratmıştı. İzlenmesi keyif veren bir takım haline gelmişti Arsenal, Premier Ligde üç sezonda şampiyonluk kupasını kaldırırken (1998, 2002, 2004), Federasyon Kupasını dört kez kazandılar. En büyük başarısı 2003-2004 sezonunda geldi, Arsenal 49 maçta yenilgi yüzü görmezken futbol tarihini yazan kitaplara “Invincibles” (yenilmezler) olarak geçmişti.

Pochettino, Ada futboluna 2013 senesinin Ocak ayında Southampton takımında giriş yaptı. İngilizce bilmediği için basın toplantılarında tercüman kullanıyor, Osvaldo Ardiles’den sonra 2. Arjantinli teknik direktör olarak adını duyuruyordu. İlk sezonunda takımı ligi 8. sırada bitirecek, kulüp tarihinin en fazla puanını toplayacaktı. Southampton’da yakaladığı başarı o dönem sıklıkla hoca değiştiren Tottenham’ın dikkatini çekmişti. 2014 senesinin Mayıs ayında Kuzey Londra kulübüyle beş senelik sözleşmeye imza atarken, Tottenham 1996 senesinden beri ligi sevilmeyen komşusu Arsenal’in üzerinde bitirememişti…

İlk sezonunda takımı ligde 5. oldu. Sanırım en önemli başarısı adı sanı duyulmamış gençleri takıma monte etmesi, onlara güvenmesiydi. Forvette Roberto Soldado yerine Hary Kane’i tercih edecek, Dele Alli ve Eric Dier’ın yıldızı onun döneminde parlayacaktı. Kıl payıyla Arsenal’ın altında kaldıkları 2015-2016 sezonunda takımı ligi 3. sırada bitirerek Şampiyonlar Ligi vizesini almıştı. 2016-2017 sezonunun sonunda 21 seneden sonra ilk kez Tottenham ligi Arsenal’in üzerinde bitirdi. Bir zamanlar Arsenal tribünlerinde adına şarkılar söylenen Wenger istenmeyen adam haline gelmiş, çocuğu yaşındaki teknik direktörün yıldızı parlamaya başlamıştı. Yine de başarısını abartmayalım, bu sezonu da boş geçirirse Ada futbolunda geçirdiği beş sezonda kupa kaldıramamış olacak Arjantinli. Neticede futbol dediğin oyunda başarının ölçüsü kupalar, şampiyonluklar…

•••
O soğuk Cumartesi günü öğle saatlerinde, hafta sonunun ilk maçında 5. sıradaki Tottenham 4 puan gerisindeki Arsenal karşısında. Bir kulübede 21. senesindeki Wenger, diğerinde Tottenham’da onun kadar kalıcı olmayı hedefleyen Pochettino. “Futbolda aynı takımda üç seneden fazla kalabilmek zor, beş seneden fazlası için çok iyi, on seneden fazlası için mükemmel olmak gerekiyor. 20 sene için şaşırtıcı derecede dahilik!” diyor son hükmünde Arjantinli. Tottenham 4-2-3-1, Arsenal 4-3-3 dizilişinde, hücumda üç etkili oyuncusu Mkhitaryan, Aubameyang, ve Özil. Wenger’in takımı oyunu kendi sahasında kabul edip uzun toplarla pozisyon yaratmaya çalışıyor. Ev sahibinde sol kanattaki Son, adam eksiltme, alan yaratmada çok etkili. Ligin değeri az bilinen topçularından 7 numara, 2013 senesinde Bayer Leverkusen’e transfer olduğunda kulüp tarihinin transfer rekorunu kırmış olması kayda değer. Kaptırdığı topları çabuk ve amansız presle kazanarak rakibin oyun kurmasına izin vermiyor Tottenham. İlk 30 dakikanın en net pozisyonu 27’de Eriksen’in ortasına Kane’nin altı pastan vurduğu kafa, kendisi bile şaşırmıştır kaçan pozisyona. Orta sahada oyunu kontrol ederken gole daha yakınlar, ilk yarıda topa sahip olma oranları yüzde 58. İnisiyatifi rakibe bırakan Arsenal’in sadece bir gol denemesi gidişatın özeti…

83.222 taraftarın önünde ikinci yarıya golle başlıyor Tottenham, Davies’in ortasına kafayı vuran ligin golcüsü Kane. Arsenal karşısında son altı maçta altı gol bulmuş 10 numara bu maçı da boş geçmiyor. Bu sezon deplasmanlarda kayıpları oynayan, evinden ıraktaki maçlarda 6 mağlubiyet alan Wenger’in takımı bir deplasmanda daha geriye düşüyor. Arsenal savunmasını kalesine yakın kurarak rakibin baskı kurmasına izin vermesi, orta sahada top kazanacak lider oyuncusunun olmayışı takımın en belirgin zaafları. Oyunu dilediği şekilde yönlendiren, sahayı daha iyi parselleyen, topun değerini bilen Tottenham, haliyle pozisyonları da yaratan Pochettino’nun öğrencileri. Son 30’da sahasından çıkmakta zorlanıyor deplasman takımı, Tottenham dalga dalga geliyor; 70’de Alli, 73’de Lamela, Cech’le karşı karşıya kaldıkları pozisyonları gole çevirseler maç farka gidecek. Velhasıl 90 dakikanın sonunda Pochettino’nun takımı Kuzey Londra derbisini bileğinin hakkıyla kazanırken enerjisi, teknik kapasitesi ve coşkusuyla öne çıkıyor…

Geçenlerde okumuştum, iki takımı senelerdir takip eden deneyimli bir futbol gözlemcisi “Pochettino’nun takımı, Wenger’in gelişinden sonraki Arsenal’i hatırlatıyor” diyordu. Sanırım iki teknik direktörün hikâyesinin devamında genç olanın yükselişini izlerken en güzel günleri geride kalmış olanın da düşüşünü izleyeceğiz. Malum, zaman dediğin her şeyin düşmanı…

Ziya Adnan
15 Şubat 2018

Micki, Sanchez eder mi?

Micki, Sanchez eder mi?

Uzaklardan…

Futbol aleminde ‘Selling Clubs’ (Satan Kulüpler) olarak biliniyorlar. Bilirsiniz işte, usta bir nakkaş misali elindeki cevheri işleyip vitrine koyan, zamanı gelince dudak uçuklatan rakamlara satan kulüplerden bahsediyorum. Yanlış anlaşılmasın, Bosman kuralının gelişinden sonra gitmek isteyeni tutmak zor, giden gidiyor haliyle. (Alexis Sanchez’e selam olsun bu vesileyle!) Gelecek sezon kuruluşunun 100. senesini kutlayacak, La Liga’nın köklü takımlarından siyah beyaz Valencia son altı sezonda sattığı futbolculardan 432 milyon avro kazandı. Portekiz futbolunda Águias (Kartallar) olarak nam salmış Benfica 2010’dan beri parlattığı topçulardan 500 milyon avroya yakın gelir elde etti. Ada futbolunda Premier Ligde şampiyonluğu bulunmayan Liverpool, Ocak 2013’te Inter’den 10 milyon avroya transfer ettiği Coutinho’yu 160 milyon avroya satarken, şimdilerde ülke futbolunda satan kulüpler sıralamasında ilk sırayı alıyor.

Satan kulüpler demişken, Bosman kuralına yenik düşenler de var elbet, malum günümüz futbolunda güç topçunun elinde. 2009’da başladı Arsenal’deki göç dalgası, Adebayor ve Toure yaz aylarında Manchester City’nin yolunu tutarken, onları Samir Nasri, Cesc Fabregas ve yakın geçmişte Robin Van Persie takip ediyordu. Yeni senenin ocak ayında takımdan ayrılan Alexis Sanchez’i tutmak için çok uğraştı Wenger, hakkını yemeyelim ama finansal açıdan iki Manchester deviyle baş edemeyeceklerini dile getiriyor her fırsatta, haliyle parlayanı tutmak zor. Sözleşmesinin bitimine altı ay kala Sanchez, Manchester United’in yolunu tutarken Henrikh Mkhitaryan Wenger’in saflarına katılıyordu. Micki lakaplı 29 yaşındaki futbolcu, Sanchez eder mi zaman gösterir ama Arsenal’in evinde oynadığı Everton maçı vesilesiyle ofansif orta saha oyuncusunun kariyerine ve gelen ve gidenlerle çehresi değişmiş yeni takımına naçizane bir bakış…

21 Ocak 1989’da Ermenistan’ın Başkenti Yerevan’da dünyaya gelmiş ofansif orta saha oyuncusu. Futbola babasından dolayı merak salmış, kahramanı 80’li senelerde şehrin takımı FC Ararat’ın golcüsüymüş ama 33 yaşında beyin tümörüne yenik düşmüş. Çocukluk yıllarında Zidane hayranıymış, “Gözümde futbolun sihirbazı gibiydi, onun ve babam Hamlet’in yeri büyüktür kariyerimde” diyor söyleşilerinde. Futbolcunun ilk profesyonel kulübü ülkenin en popüleri FC Pyunik. 2006’da 17 yaşına bastığı zamanlarda ilk kez A takımıyla sahaya çıkmış. Kariyerinin sonrası futbol aleminde adını duyurmaya başladığı zamanlar, 2010-2011 sezonunda formasını giydiği Shakhtar Donetsk’te 72 maçta 38 gol. 2013-2014 sezonunda Dortmund’da dokuz gol 10 asistle ligin en iyileri karmasında. Tevekkeli değil eski hocası Jurgen Klopp’un tadını kaçırmış Arsenal’e gidişi. Liverpool teknik direktörü, “Onun gelişiyle Şampiyonlar Ligi yarışında Arsenal avantaj yakalamış olabilir” diyor söyleşilerinde…

2016 senesinin başında 35 milyon avro bedelle katıldığı Manchester United’da fazla forma şansı bulamamış olmasına bakmayın, hele de Mourinho’nun zaman içinde avucunun içinden uçmuş gitmişlere bakınca. (Romelu Lukaku, Kevin De Bruyne, Arjen Robben, Juan Mata, Leonardo Bonucci bir çırpıda akla gelenler) Mkhitaryan, Sanchez karşılaştırmasında Şilili golcülüğüyle öne çıkıyor, 122 maçta 60 golü var ligde, Mkhitaryan United formasıyla sadece 5 gol kaydetmiş olsa da Sanchez’e göre daha yaratıcı, maç başına asist oranı 0.24. Wenger’in pas yapmayı seven takımına uyacağı muhtemel, ligin en isabetli pasörlerinden. Bu sezon başarılı pas oranı yüzde 83,44; daha bitirici ama pas yüzdesi daha düşük Sanchez yüzde 75,8’de kalmış…

•••

Şubat ayının ilk hafta sonunda Arsenal evinde Premier Lig’deki ilk golünü bekleyen Cenk Tosun’un takımı Everton karşısında. Maça yedek kulübesinde başlıyor Cenk, misafir takım Emirates Stadında oynadığı son 11 maçı kazanamadı ama Arsenal’de gidişat iyi değil. Bu sezon savunmada kaptırdıkları toplarda kalelerinde 11 gol gördüler. Avrupa’nın beş büyük liginde kaptırılan toplar sonucu yenilen gollerde ilk sıradalar. Everton teknik direktörü Sam Allardyce 500. lig maçında, bu sayıya ulaşan beşinci teknik direktör. Ev sahibi 4-3-3 dizilişinde başlıyor maça; hücumda, Aubameyang, Mkhitaryan, Özil üçlüsü. Arsenal’ın zaafının savunması olduğunu bilerek üçüncü bölgede presle başlıyor Everton maça ama 6. dakikada kalelerinde golü görüyorlar. Sağdan Mkhitaryan ceza sahasına kesiyor, son dokunan Ramsey, Arsenal şimdi önde. Everton hücumda çabuk ama savunmada kırılgan. 14’te fark ikiye çıkıyor, soldan korneri kafayla ağlara gönderen Koscielny. Savruk Everton savunması karşısında üçüncü gol gecikmiyor, 19’da Ramsey vuruyor, savunmada Mangala’ya çarpan top ağlarda. Arsenal’in 14 numaralı forması Henry’den miras yeni golcüsü Aubmayeng 38’de yeni takımında ilk golünü kaydederken Emirates yeni transferlerini alkışlıyor. Wenger’in takımının topa yüzde 65 oranında sahip olduğu, rakip kaleyi 13 kez yokladığı, dört gol bulduğu yarının en iyisi Mkhitaryan.

İkinci yarıya Monreal’ın yerine Kolasinac’la başlıyor Arsenal. Everton, 4-3-3’e dönüyor, farkı azaltma adına yükleniyorlar ama Rooney ve Cenk’in yokluğunda üçüncü bölgede yetersiz maviler. Yine de haklarını verelim, topun değerini daha iyi biliyorlar bu yarıda. Walcott’un yerine oyuna girdikten hemen sonra, 63’te Calvert-Lewin’le golü buluyorlar. 71’de yeniden sahne alıyor Mkhitaryan, onun enfes pasını gole çeviren Ramsey. Son 15 dakikada Niasse’nin yerine oyuna giriyor Cenk, 80’de çaprazdan vurduğu top isabetsiz. Velhasıl Ramsey’nin hat-trick, Mkhitaryan’ın üç asist yaptığı maçı Arsenal farklı kazanıyor. Maçtan sonra Sam Allardyce’a Cenk Tosun’u soruyorum, cevabı kayda değer: “Premier Lige adapte olması zaman alacak. Beşiktaş’ta çok gol attığını biliyorum ama burası fizik olarak daha zor bir lig. Zaman ilerledikçe takımda daha çok gol bulacaktır. Ama sorunumuz Cenk değil, savunmamızda önemli sorunlar var.”

Arsenal’e dönersek, bu sezon deplasman yenilgilerinden sonra evlerinde oynadıkları ilk maçta rakiplerine fark attılar; Liverpool hezimetinden sonra Bournemouth galibiyeti, Manchester City yenilgisi sonrası Tottenham’ı yenmeleri gibi. Hafta içinde Swansea deplasmanından yenilgiyle dönen takım Everton karşısında adeti bozmuyor. Bu maçtaki görüntüsüyle Micki, Sanchez’den fazlası eder, yazın bir kenara…

6 Şubat 2018
Ziya Adnan

Manchester United; ömür biter, transfer bitmez!

Manchester United; ömür biter, transfer bitmez!

Uzaklardan…

Ankara futbolunu yakından takip edenler anımsayacaktır, 1996-2008 seneleri arasında Ankara’nın sarı lacivertinin başkanlığını yapmış kır saçlı adamın hafızalara kazınmış vecizelerinden biriydi, “Ankaragücü’nde transfer bitmez!” derdi transfer konusu açıldığı zamanlarda. Tıpkı o eski şarkıdaki gibi, kimler geldi kimler geçti onun döneminde. Kimi zaman Mısır’ın El Hudut takımından, kimi zaman adı sanı duyulmamışlardan! Zaman içinde transfer bitmedi ama takım bitti, futbolun görünmez köşelerine, 3. kümeye kadar düştü Ankaragücü, ne gideni sayabildi sevdalıları ne geleni. Şimdilerde bıraktıkları yere dönmek için mücadele ediyorlar, o beter zamanlardan ders çıkarmışlar mıdır bilinmez ama şans melekleri her daim yanlarında olsun, gönlümüzde yerleri her daim bakidir…

Ankaragücü’nü başka bir yazıya bırakıp, Premier Lig’de transferin bitmediği başka bir takımı ve harcamayı seven hocasını yazalım bu yazıda. İnanması güç ama 2002 senesinde Porto’da başlayan hocalık kariyerinde Chelsea, Inter Milan, Real Madrid ve şimdilerde çalıştırdığı Manchester United’da 95 topçunun transferi için 1 milyar Sterlinden fazla harcamış takımları. Yakın geçmişte Pogba’yı 89 milyon, Lukaku’yu 75 milyon, Matic’I 40 milyon Sterline saflarına katarken 2016’nın yazından beri çalıştırdığı “Kırmızı Şeytanlar”da 300 milyon Sterlinin üzerinde harcadı Jose Mourinho, kimilerine göre dâhi, kimilerine göre yıldız avcısı. Premier Lig’de ilk dört mücadelesi veren Tottenham karşısında Wembley Stadında oynadıkları maç vesilesiyle transferin bitmediği takıma naçizane bir bakış…

Geçtiğimiz iki sezonda United’a karşı evinde oynadığı iki maçı da kazandı Tottenham, Wembley Stadı uğurlu gelir mi bilinmez ama rakibine karşı arka arkaya üç kez en son 1965-1966 senelerinde kazanmışlar. Manchester United 4-2-3-1 dizilişinde, orta sahada ligin iki sert oyuncusu Matic ve Pogba, hücumda Sanchez, Lingard, Martial, önlerinde Lukaku. Henüz 11. saniyede golü buluyor Tottenham, başlama vuruşundan oynanan uzun topu kafayla indiriyor Vertonghen, Son’un vuramadığı topu Eriksen kaçırmıyor, Tottenham kariyerinde 50. golü. Lig tarihinin en erken gollerinden ama daha erkeni de var. Başka bir Tottenhamlı, Ledley King 2000 senesinde Bradford City’e karşı oynanan maçta 10. saniyede ağlara göndermiş topu, o günden beri de o rekoru kıran olmamış. Orta sahada kaptığı toplarla çabuk çıkıyor ev sahibi, ligin en dinamik, en çok koşan, acar topçulardan oluşan takımı karşısında bocalıyor Mourinho’nun öğrencileri. Pochettino, Ada futbolunda Southampton’da başlayan Teknik direktörlük kariyerinde çalıştırdığı takımlara presi, top kapmayı ve direk kaleye oynamayı aşılıyor. 28’de bileğinin hakkıyla farkı ikiye çıkarıyor takımı, sezonun parlayanlarından Trippier’in yerden ceza sahasına kestiği topu kendi kalesini gönderiyor Jones. Çabuk çıktığı her atakta pozisyon buluyor Tottenham. United savunmasının ortasında Smalling ve Jones; Son, Eriksen ve Kane gibi ligin çabuk pas yapan, adam geçebilen üçlüsü karşısında ağır kalıyor. İki takımın da topa eşit derecede sahip olduğu, Tottenham’ın rakip kaleyi yedi kez yokladığı devre ev sahibinin iki farklı üstünlüğüyle kapanıyor. Mourinho’nun ilk devrenin bitişi düdüğünden 7 dakika önce soyunma odasının yolunu tutması da gecenin anılarından…

İkinci devreye farkı azaltmak için başlıyor takımı, ama Tottenham sahanın her bölümünde daha üstün. Bu vesileyle Mourinho’nun yeni transferi Alexis Sanchez’i de atlamadan geçmeyelim, Geçenlerde Guardiola’nın söyleşisinde okumuştum, Şilili hücumcuyu kadrosunda görmek istediğini, ancak oyuncuları arasındaki parasal dengeyi koruma adına bu transferden vazgeçtiklerini dile getiriyordu. Katılmamak elde değil! 62’de Pogba ve Lingard’ı oyundan alıyor Mourinho, yerine Fellaini ve Mata sahada. Pogba’nın oyundan çıkarken yüz ifadesi maçın gidişatını anlatıyor. Alli, Eriksen, Kane, Son silindir misali ezip geçiyor United savunmasını. Sonra yeşil sahalarda az görülen değişiklik gerçekleşiyor, Az önce sahaya sürdüğü Fellaini’yi 70’de oyundan alırken kim bilir ne düşünüyor Portekizli hoca…

Velhasıl Tottenham zorlanmadan kazanıyor, belki de farkı kaçırıyor. O maça şahitlik eden 81.979 taraftar Premier Lig tarihinin seyirci rekorunu kırarken, Mauricio Pochettino’nun izlemesi keyif veren takımı çocukluk yıllarımızın klişesini hatırlatıyor: “Sadece almakla olmaz, takım olmayı bileceksin!”

Yine de hakkını verelim, sadece üç dakika süren maç sonu basın toplantısında çok güçlü bir takıma yenildiklerini, 15 puan fark atmış Manchester City’i yakalamalarının mümkün olmadığını, hedeflerinin ligi ilk dört içinde bitirmek olduğunu dile getiriyor Mourinho, her zamanki kibrinin yerinde mutsuzluk izleri. Halleri Cemal Süreya’nın dizelerini hatırlatıyor, eksikliğe mi alışmışız, mutsuzluğa mı yoksa!

Pochettino’ya gelince, ligin muhtemel en iyi teknik direktörü; içten, yorumlarında dürüst, her daim mütevazı, futbol felsefesi izleyene keyif veren türden. İzleme fırsatı bulamamışlar için, topçuluk zamanlarında da sıkı savunmacıymış. O yılları bilen Arjantinli gazeteci Martin Manzur’a göre, adam markajını ondan iyi kimse yapamazmış. Onun başında olduğu takımların yakaladığı başarıyı görünce, taliplilerinin başını Real Madrid’in çekmesine şaşırmamak gerek. Ne diyelim, ne de olsa Marcelo Bielsa’nın öğrencisi…

Ziya Adnan
4 Şubat 2018

Antonio Conte: Kazanmadık ne kaldı!

Antonio Conte: Kazanmadık ne kaldı!

Uzaklardan…

31 Temmuz 1969’da dünyaya gelmiş İtalyan futbol adamı, 2017-2018 sezonunda Premier Lig’in en genç 10. teknik direktörü. Şehrinin takımı Lecce’nin gençlerinde hünerlerini geliştirdikten sonra 1986 senesinin Nisanında ilk kez A takımla sahaya çıkmış. 1991–2004 arasında formasını giydiği Juventus’ta beş şampiyonluk yaşadı; İtalya Kupasını, Şampiyonlar Ligini, UEFA Kupasını kazandı. 1996 senesinde Gianluca Vialli’nin takımdan ayrılmasından sonra kaptan olarak sahaya çıktı, siyah beyazlı takımdaki 13 senelik kariyerinde 418 maçta 28 gol attı. İzleme fırsatı bulmuş olanlar bilirler, 1.78’lik boyuna rağmen jenerasyonunun en iyi orta saha oyuncularından biriydi; kaya gibi sert, keçi gibi inatçı! Sert orta saha ekolünün öncülerindendi, bitmek bilmeyen enerjisiyle orta sahada sürekli top kapar, iki ceza sahası arasındaki mekik dokurdu. Oyunu iyi okuması, uzaklardan öldürücü şutları, liderlik özelliği, kazanma hırsı onu en iyi anlatan özellikleri. Futbolu bıraktıktan sonra 2006 senesinde Arezzo’da başlayan teknik direktörlük kariyerinde Juventus ve İtalya Milli Takımı dahil yedi takımı çalıştırdı. 2016-2017 sezonunun başında Chelsea’nin başına geçecek, Batı Londra’nın zenginler kulübü sezon sonunda 38 maçta aldığı 30 galibiyetle ligde rekor kıracaktı. Derler ki, en iyi oyuncular genellikle en iyi hocalar olmazlarmış, o bu tezin dışında kalanlardandı…

Bilenler hocalığının da futbolculuğu kadar sert olduğunu anlatır, tevekkeli değil futbol aleminde “Godfather” lakabıyla nam salmış. Anlayacağınız alamet-i farikası, sert adam olması! Andrea Pirlo’nun hayatını kaleme alan İtalyan gazeteci Alessandro Alciato, kitapta onunla ilgili şu minik hikâyeyi paylaşıyor: Bir maç öncesi takım konuşması esnasında Juventus efsanesi kaleci Gianluigi Buffon hocasının konuşmasını böler ve maç primini sorar. Fena hiddetlenir hocası, “Çeneni kapa ve hemen soyunma odasını terk et, s..tir git ve bir daha gözüme gözükme!” der kalecisine. Sessizliğe bürünmüş soyunma odasında oyuncularını göstererek devam eder: “Kaptan olacaksın ama benim ve bu aptallar için büyük hayal kırıklığısın!”

Hayatını anlattığı kitabı “I Think Therefore I Play”de Andrea Pirlo, “Gerektiğinde cümleleriyle sizi döver, kelimeleri aklınızı alır, ruhunuzun kapılarını kırar,” demiş Juventus kariyerinde yollarının kesiştiği hocası için, “Kızdığı zaman öldürücü bakışlarıyla sizi deler geçer, inandığından asla taviz vermez, işleri kontrol altında tutmasını sever.”

Sertliği bir yana futbol bilgisi yabana atılmamalı, günümüzde çok uygulanan 3-5-2 sisteminin öncülerinden, İtalya Milli Takımı, tarihinde ilk kez onunla bu sistemi denedi. Chelsea’de genelde 3-4-2-1 dizilişinde çıkarıyor takımını sahaya. Bu yazının yazıldığı zamanlarda ligin açık ara lideri Manchester City’nin 15 puan gerisindeler. Farklı bir sezonda zirveye ortak olmaları işten değildi ama oynadığı 24 maçta 21 galibiyet, 2 beraberlik almış bir takımı yakalamak kolay değil, hele de o takımın başında Pep Guardiola varsa!

Hafta içinde Caraboa Kupası’nda Arsenal karşısında 3-5-1-1 dizilişinde sahaya sürmüştü takımını, 9. dakikada Hazard’ın golüyle öne geçmişler, ama Rudiger’in (kendi kalesine) ve Xhaka’nın golleriyle finale kalma şansını kaçırmışlardı. Velhasıl Conte’nin bu sezon kazanabileceği iki kupa kaldı, Şampiyonlar Liginde Barça karşısında işlerinin zor olduğunu düşününce Federasyon Kupası en gerçekçi hedef…

•••

Ocak ayının son pazarında Conte’nin takımı futbolun en eski kupasında, evinde Newcastle United karşısında. Kupada altı kez karşılaştığı rakibini beş kez elemiş Chelsea. Misafir takımın bu kupada şansı pek tutmuyor, 2006 senesinden beri 5. tura yükselemedi. Son dört sezonda rakipleri karşısında 4. turda elendi siyah beyazlılar. Maça 3-4-3 dizilişinde başlıyor Chelsea, ileri üçlüde Pedro, Batshuayi, Hazard. 27 yaşındaki Belçikalı günümüz futbolunun baş aktörlerinden, tevekkeli değil şimdilerde yetenekleri Messi ve Ronaldo ile mukayese ediliyor. İki oyuncusunu Hazard’a yakın oynatarak ve rakip savunmaya presle başlıyor maça Newcastle United. Chelsea savunmasının solunda oynayan Alonso, Ada futbolunun yükselenlerinden, profesyonel kariyerine 2008 senesinde Real Madrid’de başlamış 27 yaşındaki İspanyol. Beklenenin aksine misafir takım daha iyi başlıyor maça, orta sahanın dinamosu Shelvey’nin uzun pasları ders niteliğinde. Rakibin isteği ve direnci karşısında orta sahada oyun kurmakta zorlanıyor Chelsea. Ancak 30’da Hazard çıkıyor sahneye, başlattığı üçlü pas trafiğinde Alonso’nun asistiyle Batshuayi takımını öne geçiriyor. İki takım arasındaki farkı Hazard belirliyor bu yarıda. İyi başladığı, başa baş oynadığı maçta geriye düşüyor Rafa’nın öğrencileri, gol direncini düşürüyor takımın. Alışıldık dörtlü yerine üçlü savunmayla başlamanın bedelini ödüyor Benitez. İlk yarının bitimine az kala Hazard’ın asistiyle Batshuayi farkı ikiye çıkarıyor. Newcastle tüm isteğine, orta sahadaki çalışkanlığına rağmen 3. bölgede çok etkisiz. Bu sezon ligde oynadıkları 24 maçta sadece 22 gol bulabildiler, sanırım takımdaki sorunun en güzel özeti….

41.049 taraftarın önünde ikinci yarıya önde olmanın rahatlığıyla başlıyor Chelsea. Benitez hatasını anlamış olacak ki Salvet’i geriye çekerek savunmasını dörtlüyor bu yarıda. Ancak oyun arzusuna rağmen her bölgede kalite eksikliğinin belirgin olduğu takımı pozisyon bulmakta zorlanıyor, dakikalar geçtikçe iki takım arasındaki fark belirginleşiyor. İlk 60 dakikada yüzde 58 oranında topa sahip Chelsea oyunu yönlendiren takım. 71’de duran toptan nefis vuruşla farkı üçe çıkarıyor Alonso, Newcastle bu golden sonra dayak yemekten yorulmuş boksör misali! 1995 senesinden beri Federasyon Kupasını kazanamadılar, bekleyiş devam ediyor. Velhasıl Chelsea üç golle kazandığı maç sonunda tur atlarken, Conte kariyerinde kazanamadığı kupada bir sonraki rakibi bekliyor…

Maçın adamına gelince, Hazard çabukluğu, oyun zekâsı, bitirici vuruşlarıyla Chelsea’nin en iyisi, top ayağına geldiği anda farkı bariz. Daha ne kadar mavili takımda kalır bilinmez ama 71’de oyundan çıkarken ayakta alkışlayan taraftarların arasındaki küçük çocukların forma kapma heyecanı görülmeye değer. Sahi, o taraftarlar içinde formasını istemeyen var mıdır?

Ziya Adnan
29 Ocak 2018

Wilfred Zaha; Crystal Palace’ın altın çocuğu…

Wilfred Zaha; Crystal Palace’ın altın çocuğu…

Uzaklardan…

10 Kasım 1992’de Fildişi Sahili’nin 4,7 milyon nüfuslu Abidjan şehrinde dünyaya gelmiş futbolcu. Henüz dört yaşında ailesi ve kendinden büyük sekiz kardeşiyle birlikte İngiltere’ye yerleşmiş. Güney Londra’nın mavi kırmızılı takımı Crystal Palace’ın futbol mabedi Selhurst Park’a taş atımlık mesafedeki mahallesi Thornton Heath semtinde geçmiş çocukluğu. O yıllarda merak salmış futbola, 12 yaşında katılmış mahallenin takımı Crystal Palace’ın genç takımlarına. Çocukluk yıllarında kahramanının Didier Drogba olduğunu anlatıyor söyleşilerinde. Chelsea’nin maçının olduğu günlerde televizyonun önünden ayrılmazmış. Premier Ligdeki ilk maçında Drogba, Crystal Palace’a golünü atarken o da tribünlerden izlemiş kahramanını, Palace tribünlerindeki ilk maçıymış…

A takımla ilk maçı 2009-2010 sezonunda, Mart ayında evinde Cardiff City karşısında. Son 10 dakikada sahaya sürmüş 17 yaşındaki topçusunu o dönem takımın geçici olarak teknik direktörlüğünü yapan Paul Hart. Sonra, yeni yetmelere fırsat vermesiyle bilinen George Burley takımın başına geçince bahtı açılmış. Gençleri parlatmasıyla bilinen, yetiştirdikleri arasında Gareth Bale ve Theo Walcott gibi önemli isimler bulunan İskoç hocanın elinde 2010-2011 sezonunda düzenli olarak forma şansı bulmaya ve yeteneklerini göstermeye başlamış. Burley, o yıllarda verdiği söyleşilerde genç oyuncusunu Messi, Maradona ve Best ile kıyaslıyor ve devam ediyor: “Çocuktaki doğal futbol yeteneği, oyun zekâsı, çabukluğu büyüleyiciydi. Kendisi gibi 20 çocukla sokak aralarında top oynarken geliştirdiği hünerleri işletilmeyi bekleyen bir elmas gibiydi.” Futbol meraklıları bilir, futbol oynamayı sokaklarda öğrenmiş olanlar için dar alanlar hünerlerini en iyi geliştirebildikleri mecralardır. Telefon kulübesinde çalım atabilmeyi, çabuk düşünmeyi, ayakta kalabilmeyi, reaksiyon yetilerini geliştirmeyi öğretir dar alanlar, futbol tabiriyle ince işleri. Velhasıl futbolun en iyi öğretmeni sokaklardır…

Futbolcuya dönersek, oynadıkça takımın aslarından olmuş. İlerleyen zamanlarda, 2015–2016, 2016–2017 sezonlarında takımının en iyisi seçilmiş olması boşuna değil anlayacağınız. Onu yetiştiren hocasına da selam çakalım yeri gelmişken, şimdilerde 61 yaşında George Burley, 2010 senesinde Apollon Limassol takımındaki kısa macerasından sonra takım çalıştırmadı. Oysa nicedir alt yapıları unutmuş bizim futbol fakiri coğrafyanın kulüplerine, bilhassa bizim Al-Karalar’a pek güzel uyardı…

Genç kanat oyuncusuna gelince, bu yazıya ilham olan o enfes radyo programı “Talk Sport”da geçenlerde ilk altı dışında kalan takımların topçuları arasında en değerlisi olduğu anlatılıyordu. Bilmeyenler için, iki kanatta oynayabiliyor 1.80 boyundaki hücumcu. Çabukluğu, adam eksiltmedeki becerisi, parladığı maçlarda rakip savunmayı hallaç pamuğu gibi dağıtması görülmeye değer. Her transfer döneminde adı ilk altıyla anılıyor, günümüz piyasasındaki değeri 25 milyon avro olarak gösterilse de iyi bir takımda o rakamı katlar fazlasıyla. 2013 senesinde transfer olduğu Manchester United’da fazla forma şansı bulamadan Güney Londra’ya geri dönmüştü, o dönüşten sonra parlayışına bakarsak isabet olmuş sanırım…

•••

Ocak ayının ortalarında, o soğuk, yağmurlu cumartesi gününde Zaha’nın takımı Crystal Palace, Arsenal deplasmanında. Bilir misiniz ligin en yaşlı iki hocasıdır Wenger ileHodgson ve birinin 21 senelik Arsenal kariyerinde diğeri 15 takımı çalıştırmıştır. Lig ve kupada Arsenal karşısında oynadıkları son 16 maçın sadece birini kazanabildi Palace, Wenger’in takımı karşısında en son galibiyetleri 1994 senesinde şimdilerde tarih olmuş Highbury Stadında. Maç öncesinde değerlisi Sanchez’i Manchester United’a satmak zorunda kalan Arsenal sıkıntılı, son dokuz maçta ancak 11 puan toplayabildi. Son beş maçta galibiyeti olmayan takımın o maçlarda kalesinde 10 gol görmüş olması savunma zaafını anlatıyor. Sanchez transferine gelince, sanırım Gençlerbirliği tribünlerinin müdavimlerinden Necdet Abi güzel özetledi durumu: “Eskiden futbol fakirlerin oynadığı, zenginlerin izlediği oyundu. Şimdi zenginler oynarken fakirler izliyor!”

4-4-2 dizilişinde başlıyor Palace maça, 11 numaralı formasıyla Zaha sağ kanatta. Misafir takım ilk dakikalarda iki çabuk hücumcusu Benteke ve Zaha ile hücumda etkili ama 7. dakikada golü kornerden gelen topa kafayı vuran Montreal’le Arsenal buluyor. Golün şaşkınlığını atamadan kalesinde bir gol daha görüyor Palace, Montreal’in ortasına son dokunan Iwobi. Palace savunmasının ne alan ne adam markajı yapamadığı 13. dakikada yine kornerden kaptan Koscielny’nin golüyle farkı üçe çıkıyor. Sadece Zaha gibi etkili bir kanat oyuncusu yetmiyor takıma, Palace savunmayı evde unutmuş gibi görünüyor. 24’te Wilshere orta sahadan getiriyor, Özil Lacazatte’in önüne bırakıyor, kaçırmıyor 9 numara. Zaha’nın rakip kaleyi sadece bir pozisyonda yokladığı ilk devrenin sonunda takımı Ahmet Kaya’nın şarkısındaki gibi yenilmiş ordular kadar ezik ve çaresiz.

50.386 taraftarın önünde presle başlıyor ikinci devreye Palace. İlk yarıda kanat değiştiren Zaha 4-5-1 dizilişine dönen takımın sağında. 60’ta penaltı umuduyla ceza sahasında yere bırakıyor kendini, oyun stilinin muhtemel en zayıf yanı. 73’te sahanın en iyisi Özil çıkıyor oyundan, yerine 18 yaşındaki Reiss Nelson giriyor. Farkın getirdiği sinirle gereksiz faullere başvurduğu dakikalarda, Zaha’nın kazandırdığı kornerden Milivojevic’in golüyle farkı üçe indiriyor misafir takım. Velhasıl Zaha’nın parlamasını umduğum maçta Özil ve Wilshere öne çıkarken Arsenal farklı kazanıyor. Sanchez’in haftada 400 Bin Sterlin kazanacağı günümüz futbolunda mutlaka taliplileri çıkacaktır Zaha’nın, daha iyi bir takımda çok iş yapar, yazın bir kenara…

Ziya Adnan
22 Ocak 2018

Ossie; kardeşim…

Ossie; kardeşim…

Uzaklardan…

Onu 1981 senesinde tanımıştım…

Londra’da, Westminster Üniversitesine yeni başladığım, şimdi hayli eskide kalmış zamanlardı. İkimiz de futbola meraklıydık, haliyle kaynaşmamız fazla zaman almamıştı. Birkaç kelimeyle anlat deseler; alçakgönüllü, konuşkan, neşeli, şakacı, dost canlısı derdim, elbette futbolu unutmadan. Hep gülerdi, yemek ve futbol dedin mi akan sular dururdu, futbola çok hâkimdi, ne yalan söyleyeyim o dönemde çok şey öğrendim ondan Ada futboluna dair. Topçuları, takımları yeni yetmeleri bilirdi. Aylardan eylüldü, güz zamanları, futbol sezonu henüz başlamıştı. “Bu hafta sonu maça gidelim mi?” diye sormuştu.

“Kimin maçı var?” diye sorduğum zaman, “Cumartesi Arsenal Higbury’de Liverpool ile oynuyor, iyi maç olur” demişti…

O yıllarda futbol şimdiki gibi zengin eğlencesi değildi, Premier Lig de yoktu zaten. Ne Sanchez, ne Özil, ne de diğerleri. Bugünün yıldızlarının çoğu henüz dünyaya gelmemişti. Chelsea ligin asansör takımıydı, Roman Abramovich adını kimseler bilmezdi. Futbol denilince akla gelen ilk takım Liverpool olurdu. Manchester United’in esamesi bile okunmazdı. Alex Ferguson’un henüz yıldızı parlamamıştı. Arsenal’in başında Arsene Wenger değil, Terry Neil adında bir İngiliz hoca vardı, 1983 senesinde kovuldu, zamanla unutuldu. Arsenal’in en son kazandığı kupa 1979 sezonundaki Kral Kupasıydı.

O yıllarda ne kombinemiz vardı ne de biletimiz…

Saat üçte başlayacaktı maç, zaten bütün maçlar cumartesi öğleden sonra aynı saatte oynanırdı. “Pazartesi akşamı maç var” deseler kimseler inanmazdı, zira futbol mutlaka cumartesi gününe denk düşerdi…

Arsenal metrosunun önünde buluşmuştuk. Gillespie Road’dan yavaş adımlarla, bizimle beraber stada doğru akan formalı, atkılı taraftarların arasından yürümüştük. Açık olan bilet gişelerinin önünde kısa bir kuyruk vardı ama çabuk gelmişti sıramız. Maçın başlamasına az kala 2,5 Sterlin ödeyerek biletimizi almış, “East Stand” adı verilen maraton tribününde konuşlanmıştık. Kale arkasında, “North Bank” tribününde yerlerini almıştı Arsenal taraftarları. Üstelik herkes ayaktaydı. Liverpool taraftarına diğer kale arkası tribünü “Clock End” ayrılmıştı. Alan Sunderland, Sammy Nelson, Pat Rice, Graham Rix, David O’Leary, Frank Stapleton Arsenal’ın yıldızlarıydı. Kalede de efsane kaleci Pat Jennings. Liverpool’un kalesini ise Ray Clemence koruyordu.

O maç onun sayesinde Ada futboluyla tanışmama vesile oldu. Artık her hafta maça gider olmuştuk, velhasıl Arsenal iki mürit daha kazanmıştı. 80’li yılların ortalarında aramıza ODTÜ’den yeni mezun olmuş, iş hayatına Londra’da atılan çocukluk arkadaşım Faik de katıldı. O benden daha sıkı Arsenalliydi, haliyle üçümüz gitmeye başladık maçlara. Zamanla gişe önünde kuyruğa girme alışkanlığı, yerini sezonluk bilete bıraktı. İlk sezonluk biletimiz 200 Sterlin civarındaydı. Her Highbury maçında, öğlene doğru stada yakın bir yerlerde buluşur, aynı tribünde yerimizi alır, aynı aşina yüzlerle sohbet ederdik. Maç günleri beraber yürürdük şimdilerde tarih olmuş Highbury’nin yollarında, takımda ışık varsa deplasman yolları bizi beklerdi. Dennis Bergkamp’i izlemek birkaç saatlik yolculuğa değerdi. Thierry Henry’nin çaylak zamanlarında dalga geçmiştik, “Bu adamın şutları bir gün kale arkasındaki tarihi saati kıracak!” derdik…

2006 senesinin Mayıs’ında, o unutulmaz Şampiyonlar Ligi finali akşamında Stade de France’da yerimizi almıştık. Arsenal’in Barça’ya 2-1 yenildiği maçtan sonra Londra’ya dönerken canı sıkkındı, yine kazanamamıştı takımı…

O maç muhtemel hayatında dönüm noktası olmuştu, evlenip çoluğa çocuğa karışmış, maçlara gelmez olmuştu. İstemediğinden değil, önceliklerinin değiştiğini söylerdi. Zaten Arsenal de düşüşe geçmişti. Sonra o illet hastalığa yakalandı. Yürümesi zorlaşmıştı, iyi göremiyordu. Geçen sezon, onca zamandan sonra Arsenal maçına gittiğimizde Highbury’i çok özlediğini söylemişti…

•••

Kasvetli, yağmurlu, karanlık bir Londra akşamında, takvim yaprakları 14 Ocak 2018’i gösterirken 54 yaşında aramızdan ayıldı Ossie, bu diyarlardaki en eski arkadaşım, can dostum. Şeker hastalığının amansız pençesinde çok çekmişti, önce bacağını kesti doktorlar, “Kesilmezse yaşamazsın!” demişlerdi. Sonra böbrekleri iflas etti, böbrekleri ve gözleri vururmuş bu illet, öyle dedi doktorlar. Zaten nicedir feri sönmüştü gözlerinin, yorgun vücudu dayanamadı onca eziyete, her şeyin anlamını yitirdiği bir zamanda aramızdan ayrılıp giden niceleri gibi o da sessiz sedasız gitti…

Arsenal, Bournemouth deplasmanındaydı o gün, eskiden olsa deplasman yolculuğundan dönerken yine dönüş yollarında bir yerlerde durup yemekte maçın analizini yapardık. Ama nicedir beraber maç izleyememiştik, ben ona izlediğim maçları anlatırdım, “Keşke görebilsem, keşke seninle olabilsem!” derdi. Onun aramızdan ayrıldığı gün, o yılların efsanesi Cyrille Regis de göçüp gitti bu dünyadan, severdi Regis’i, “Keşke Arsenal’de forma giyse!” derdi…

Huzur içinde yat Ossie kardeşim! Futbol vesile olurmuş en sıkı dostluklara, sayende öğrendim…

Ziya Adnan
20 Ocak 2018