Çarpık bacaklı golcüyü hatırlarken…

Çarpık bacaklı golcüyü hatırlarken…

Uzaklardan…

2018 Dünya Kupası’na iyi başlamadı dünya kupalarının en fiyakalı takımı. Grupta dört puan toplamış olsalar da gelin “nerede o eski Brezilya!” diye hayıflananlardan olalım, Sambacıların özlenen golcüsünü hatırlayalım bu hafta…

Takvim yaprakları 19 Nisan 1972’yi gösterirken Brezilya’nın kuzeyinde, günümüzde 1,5 milyon nüfusa sahip Recife şehrinin varoşlarında yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Hikâyesini anlatan yazılar, vitamin eksikliği ve beslenme yetersizliği nedeniyle küçük yaşlarda dişlerini kaybettiğini, kariyerindeki en önemli silahı olacak bacaklarındaki çarpıklığın o zamanlardan miras kaldığını anlatır. Futbola başladığı yıllarda Paulistano Futebol Clube’in antrenmanlarına katılabilmek için her gün 20 kilometre yürür, hiçbir antrenmanı kaçırmazmış. Henüz 15 yaşında bir araba kazasında kaybetmiş babasını, ailenin geçimini sağlamak için futboldan arta kalan zamanlarda plajlarda su satarmış. Yoksulluğun pençesinde okul yüzü görmeden hayatta tutunmaya çalışan çocuk futbola sevdalıymış ama Paulistano’nun antrenörleri bu zayıf, çelimsiz çocuktan futbolcu çıkmayacağına inanmışlar. Yanılgının böylesi!

İlk profesyonel sözleşmesi 1991-1992 arasında formasını giydiği Santa Cruz takımıyla. Sol ayağını mükemmel kullanabilen, çarpık bacakları sayesinde topu iyi saklayan, yılan kadar kıvrak, telefon kulübesinde adam geçebilecek beceriye sahip hücumcu 1993-1994 sezonunda kiralık olarak oynadığı Corinthians’ta parlamış. Bir sezon sonra Palmeiras’la çıktığı 41 maçta attığı 21 golle o yılların en önemli golcüleri arasına girmiş. Bir sonraki durağı 1996 senesinde formasını giydiği Deportivo La Coruna. İlk sezonunda ligde fırtına misali esip sahada yer aldığı 41 maçta 21 gol atarak takımının La Liga’yı üçüncü bitirmesini sağlamış…

1997 senesinde, Ronaldo’nun İnter’e transfer olmasıyla onun boşluğunu çarpık bacaklı golcüyle doldurmaya karar vermiş Barça yönetimi. Bu transferi, o dönem takımın teknik direktörlüğünü yapan Sir Bobby Robson’un istediğini, kulübün golcü için Deportivo’ya 26 milyon dolar ödediğini hatırlatalım. Barcelona’daki ilk sezonunda da harika maçlar çıkaran Brezilyalı 34 lig maçında 19 gol atarken takım arkadaşı Figo ile birlikte hem lig hem de kupa sevinci yaşadı. Takımdaki ikinci sezonunda da şampiyonluk yaşamış, gol krallığında Real Madridli Raul’un arkasından ikinci olmuştu. 1997-2002 arasında Katalan takımında geçirdiği beş sezonda iki şampiyonluk gördü, 1998 senesinde İspanya Kupası’nı kazandı. 1999 senesinde La Liga’da kaydettiği 24 gol kariyerinin en parlak zamanları. Ancak her topçu gibi sıkıntılı zamanları da oldu, Katalan takımındaki son sezonlarında taraftarlar Brezilya Milli Takımı’nda oynayabilmek için sakatlığını bahane ettiğini dile getirdiler sıklıkla. Milli takım sevdalıları ise en iyi maçlarını Barça formasıyla çıkarttığına inandılar. 1998 Dünya Kupası’nda finali kaybeden Breziya’nın en fazla ıslıklanan futbolcusu, 2002 senesinde Kolombiya’ya karşı oynadıkları eleme maçında da taraftarın hışmından nasibini almıştı…

Derler ki, yıldız futbolcu işlerin iyi gitmediği, ferinin söndüğü zamanlarda en kısa sürede ayağa kalkıp yeniden parlayabilendir. 2002 Dünya Kupası onun yeniden parladığı zamanlara denk gelir. Ancak milli takımımız karşısındaki sahtekârlığını da atlamayalım. Korner bayrağına yakın bir yerde Hakan Ünsal’ın vurduğu top baldırına çarpmış, ama o sanki suratına gelmiş gibi yüzünü tutarak kendini yere atmış, bizimkinin kırmızı kart görmesine sebep olmuştu. O hareketi nedeniyle FIFA tarafından para cezasına çarptırılmış olması futbolsever adına teselli…

Ancak yine de hakkını vermek gerek, tevekkeli değil The Guardian o Dünya Kupası’nın en iyisi olarak göstermiş futbolcuyu. Kulak verelim, “Great skill, terrible acting and the bandiest legs since Charlie Chaplin – a one-man circus.” (Mükemmel beceri, berbat rol kabiliyeti, Charlie Chaplin’den sonra gelmiş en çarpık bacaklar, tek kişilik gösteri.)

2002 senesinin haziran ayında Barça’dan ayrılıp A.C.Milan’ın yolunu tuttu, üç sezonda İtalya ve Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kazandı. 2014’e kadar devam eden kariyerinde 14 takımın formasını giydi, Angola, Özbekistan, Yunanistan dahil altı ülkede top koşturdu. 1999 senesinde FİFA’nın “Ballon d’Or” (Yılın futbolcusu) ödülünü kazandı, 2004 senesinde, ‘Yaşayan 100 efsane futbolcu’ listesinde yerini aldı…

•••

Siz bu yazıyı okurken Rusya’da tüm hızıyla sürüyor dünya kupası, o güzel oyunun muhtemel en görkemli festivali, Tanıl Bora’nın tanımıyla futbol delileri için kazası olmayan ibadet. Naçizane bir futbol delisi olarak benim 15. dünya kupam, bu fani dünyada bir sonrakine kim öle, kim kala! Bu vesileyle o güzel oyunun futbol belleğimde yer etmiş ustalarına da selam borcum kalmasın. Güney Amerika’nın Sambacılarını izlerken forma giydiği iki dünya kupasında mest etmiş, şimdilerde 50’ye merdiven dayayan Rivaldo Vítor Borba Ferreira, nam-ı diğer Rivaldo’yu da yad etmeden geçmeyin derim. Eskilerin tabiriyle, “Zor gelir bir daha onun gibisi.” Yetişmiş olanlar yetişmemişlere anlatsın enfes gollerini. Futbolu bıraktığı 2014 senesinde söyledikleri muhtemel onun hikâyesinin özeti: “Kupalar, madalya, ödüller bir yana, her şeyin çabucak tüketildiği coğrafyada umarım benden hatırlanacak gelecek nesillere ilham verecek hikâyemdir… İnanırsanız başarırsınız…”

Zıya Adnan
27 Haziran 2018

Alireza Beiranvand: Çobanlıktan Dünya Kupasına…

Alireza Beiranvand: Çobanlıktan Dünya Kupasına

Uzaklardan…

Hayatında mahalle maçlarının yeri olan muhtemel her çocuğun hafızasında yer etmiş klişedir, “İnsanın aptalı futbolcu, futbolcunun da aptalı kaleci olur!” derler. Sanırım bu yüzden, futbola sevdalı her veledin golcü olmak istediği, her takımda mutlaka bir Pele’nin olduğu siyah beyaz zamanlarda en yeteneksiz, en tombul, en hantal çocuk mecburen kaleye geçerdi oflaya poflaya.

Bir çeşit tecrit, bitmeyen yalnızlık olsa da en azından hiç oynayamamaktan iyiydi üç direk arasında beklemek. Hem futbol oynamayan bizden değildi, çocuk cemaatine katılmanın yolu mutlaka futboldan geçerdi.

Okumuş olanlar bilir, Eduardo Galeano, oyunu hep uzaktan izleyen, üç direğin arasında idamını bekleyen adam üzerine yazarken hep o yalnızlıktan dem vurur o enfes yazılarında. Naçizane gözlemim, hazin meslektir kalecilik, bazen gözyaşları, bazen kara yazgıdır. Geçen mayıs ayında oynanan Şampiyonlar Ligi finalini izlesin inanmayan, maçtan sonra Liverpool kalecisi Karius’un gözyaşları anlatır kalecinin kaderini.

Madem kaleci ile başladık yazıya, dünya kupasının pek bilinmeyen kalecisini yazalım bu yazıda, anlatalım hikâyesini kalemimiz yettiğince…

Takvim yaprakları 22 Eylül 1988’i gösterirken İran’ın 1155 haneli Sarab-e Yas köyünde dünyaya gelmiş Alireza Beiranvand. Çingene bir ailenin en büyük oğlu. Ailesinin geçimini sağlamak için yoksulluk içinde geçen çocukluk yıllarında çobanlık yapar, koyunlarını otlatabilmek için ailesiyle sürekli yolları aşındırırmış, o yüzden hiçbir yerde çok uzun yaşama fırsatı bulamamış, hiçbir yer evi olmamış.

Hemen her çocuk gibi o yıllarda futbola sevdalandığını, çobanlıktan arta kalan zamanlarında arkadaşlarıyla ya futbol ya da ‘Dal Paran’ oynadığını anlatıyor söyleşilerinde. Bilmeyenler için, ‘Dal Paran’ İran’a has bir oyun, taşı en uzağa fırlatan çocuk kazanıyor, futbolla pek ilgisi olmasa da bir kaleci için elle oyun kurma konusunda iyi antrenman sanırım. 12 yaşına bastığı zamanlarda köyün yerel takımında oynamaya başlamış. Forvet olmaya meraklıymış her çocuk gibi ama takımın kalecisi sakatlanınca geçmek zorunda kalmış kaleye ve geçiş o geçiş. Mükemmel kurtarışlarla göze battığı zamanlarda kaleci olmaya karar vermiş ama karşı çıkmış babası. Bilirsiniz işte, eskiler kariyer olarak görmezlerdi futbolu. “Oku, çalış, ne olursan ol ama futbolcu olma!” derlerdi. Rahmetli babaannemden duymuştum ilk kez, ‘11 baldırı çıplak’ tanımlamasını, velhasıl eskiler için futbol sadece bir oyundu.

Babasının, kalecilik yapmasın diye eldivenlerini, kaleci kazağını parçaladığını ama eldivensiz bile olsa kalesini bırakmadığını anlatıyor Alireza. Aile baskısına dayanamayacak duruma geldiğinde evden kaçmış. Tahran’a giden otobüste tanıştığı Hossein Feiz yerel takımlarda antrenörlük yapıyormuş, para karşılığı antrenmanlara katılabileceğini söylemiş ama ne kalacak yeri ne de parası varmış kalecinin. Bir süre evsiz ve parasız kulübün önünde yatıp kalkmış, acıyanların verdiği paralarla karnını doyurduğu zamanlarda şansı değişmiş, haline acıyarak takımın antrenmanlarına katılmasına izin vermiş kulübünün hocası Feiz. Takım arkadaşlarının birinin evinde kalmış ilk zamanlarında, sonra bir fabrikada iş bulmuş, futboldan arta kalan zamanlarda fabrikada çalışır, orada yatar kalkarmış. Sonra araba yıkayıcısı olmuş, pizzacıda çalışmış bir süre, çöpçülük yapmış, sokakları temizlemiş. Kaleci olma umudunu yitirmeye başladığı zamanlarda değişmiş kötü kaderi, 2011 senesinde 23 yaşına bastığı zamanlarda Naft takımında antrenmanlara çıkmaya başlamış. Kısa sürede göze battığını Tahran’ın önemli kulüplerinden Persepolis’ten teklif aldığını, ancak Naft Başkanı Mansour Ghanbarzadeh’ın bu transfere izin vermediğini anlatıyor yakın geçmişte ‘The Guardian’a verdiği söyleşide. İlk sezonunda takımın değişmez kalecisi olurken takımı ligi 3. sırada bitirip tarihinde ilk kez Asya Şampiyonlar Ligi’ne katılma hakkı kazanmış. 2015 senesinde İran Milli Takımının ilk tercihi olurken eleme gruplarında 12 maçta kalesinde gol görmedi. 2017 senesinde kalesinde 718 dakika gol görmeyerek ülke futbolunda tarihe geçti.

•••

Şimdi dünya kupası zamanları, bu berbat dünyada topu sevenler için bir nefes. Gruptaki ilk maçını tek golle kazanan, 20 seneden sonra dünya kupasında ilk kez sahadan üç puanla ayrılan İran’ın maçlarını izlerken çobanlıktan dünya kupasına uzanan hikâyenin kahramanı Alireza Beiranvand’ı da unutmayın derim. Eylülde 26 yaşına basacak, uzun soluklu olsun kariyeri. 2014 senesinde Tractor Sazi takımına karşı oynadığı maçta eliyle attığı 70 metrelik pas futbol alemine konu olmuştu. O güzel oyunun içinde sadece Neuer, Buffon, De Gea yok, Alireza da var anlayacağınız. Bu dünya kupasında takımı gruplardan çıkarsa namı yürür. Kendi adıma, her kurtarışını alkışlayacağımı da bilmenizi isterim, kim bilir belki gelecekte Arsenal kalesinde izleriz İranlıyı.

Yazıyı bitirirken son sözü yine 1.95’lik kaleciye bırakalım: “Yaşantımda çok güçlüklerle karşılaştım, kimi zaman aç kaldım, kimi zaman evsiz ama hayata kırgın değilim, o güçlükler sayesinde ayakta kalmayı başardım.”

Ziya Adnan
19 Haziran 2019

Dünya Kupası’na az kala, her şey mümkün İngiltere…

Dünya Kupası’na az kala, her şey mümkün İngiltere…

Uzaklardan…

Tarihinde sadece bir kez, 1966 senesinde 97 bin futbolseverin önünde dünya kupasını kaldırdı İngiltere, futbolun doğduğu toprakların beyazlı takımı, nam-ı diğer “The Three Lions.” O kupayı kaldıranlardan bazıları artık aramızda değil, geride kalanlar adına sonrası beklemekle geçen zamanlar. Onların dünya kupasını kazandığı sene doğan çocuklar şimdilerde 50’li yaşlarda. Kendi adıma, yaşantımdaki 15. dünya kupası olacak, ne hazindir ki milli takımımızı sadece bir kez izleme imkânı buldum, bir sonrakine kısmet olur mu bilinmez. Yaşadığım coğrafyanın takımına gelince, bir turnuvaya daha umutla bakıyorlar, bilirsiniz işte adına futbol denilen güzel oyunda umut yolcusu yorulmaz. Hedefleri Belçika, Tunus ve Panama’nın yer aldığı gruptan çıkıp, Almanya, İspanya gibi dünya kupalarının esas oğlanlarını yenerek kupayı Ada’ya getirmek. Her ne kadar grupları nispeten kolay görünse de Belçika gibi nice önemli futbolcuya sahip bir takımı, Kolombiya’yı dört kez dünya kupalarına taşımış Hernan Dario Gomez’in Panama’sını, kara kutu Tunus’u yabana atmamak gerek. Haziran ayının ilk cumartesi gününde, Wembley Stadı’nda Nijerya ve birkaç gün sonra da Kosta Rika karşısında son hazırlık maçına çıkan İngiltere’nin dünya kupasındaki şansına naçizane bir bakış…

23 kişilik kadronun yaş ortalaması 26, kadro değeri olarak ilk üçe giremiyorlar. İspanya’nın 27 kişilik kadrosunun değeri 1,1 milyar Sterlin, İngiltere 786 milyonluk değeriyle Brezilya’nın arkasından 5. sırada. Kadrodaki futbolcuları toplamda 449 milli maça çıkmış, oyuncu başı ortalaması 19.5, İspanya ve Almanya gibi favorilerle karşılaştırıldığında deneyimsizlikleri en önemli handikapları. Kaptanları Kane 24 yaşında, Avrupa futbolunun yükselen yıldızı, 30 gol, 2 asistle ligi Salah’ın arkasından ikinci sırada tamamladı. Teknik direktör Gareth Southgate 3-4-2-1 dizilişini tercih ediyor, hücumda Kane’nin yanında 23 yaşındaki Sterling, Queens Park Rangers’in akademisinde parladığı zamanlarda takımı “Raheem Park Rangers” olarak anılırmış. O dönemde onu izlemek için akademi takımının maçlarına akın edenlerin sayısında patlama yaşandığını hatırlıyor o yıllardaki hocası Steve Gallen. Manchester City’deki hocası Guardiola, son vuruş becerisini geliştirdiği takdirde öğrencisinin Ronaldo – Messi seviyesine yükseleceğine inanıyor. Süratine diyecek yok ama bilhassa solu zaman zaman dağlara taşlara…

İki hücum oyuncusunun arkasında oynayan Alli ve Lingard takımın gizli silahları. Alli, Tottenham Hotspurs’de sezonu 9 gol 10 asistle tamamladı. Tottenham demişken, Nijerya maçında sahaya çıkan ilk 11’deki dört futbolcu takımda forma giyiyor, tevekkeli değil hocaları Pochettino, Şampiyonlar Ligini kazandığı halde Zidane ile devam etmek istemeyen İspanyol devinin radarında. Nijerya karşısındaki takımın orta saha dörtlüsü Young, Dier, Lingard, Trippier ofansif yönü güçlü oyuncular. Solda oynayan Young geniş alan bulduğunda çok etkili kanat oyuncusu. Ama çizgiye inmek yerine hep içeriye oynuyor, eski hocası Hoddle’a göre alışkanlığını kırması gerek…

Nijerya karşısında 6. dakikada Cahill’in kornerden gelen topa vurduğu nefis kafa golüyle golle öne geçerken duran toplarda ne kadar etkili olduklarını gösteriyorlardı. Dünya Kupası eleme grubunu sekiz galibiyet iki beraberlikle ilk sırada tamamlarken 18 gol buldular. O maçta kaleyi koruyan Pickford, Southgate’in ilk tercihi. 1994 senesinin Mart ayında dünyaya geldi, U16’dan başlayarak milli takımın her seviyesinde kaleyi korudu. İlk kez 2017 senesinin Kasım ayında Almanya karşısında milli takımla sahaya çıkan Everton’un file bekçisinin eksiği turnuva deneyimi olmayışı. Önünde oynayan üçlü savunmanın önündeki Stones muhtemel takımın zayıf halkası, daha güçlü takımlar karşısında Southgate o bölgeye önlem alacaktır sanırım. Maçın 39. dakikasında Kane, ceza sahasının dışından yaptığı yerden vuruşla farkı ikiye çıkarırken golcülüğünü da göstermiş oldu. İngiltere’nin en büyük şansı onun gibi golcüye sahip olması…

İkinci devreye dört değişiklikle başlayan Nijerya çok adamla hücum ettiği anlarda İngiltere’nin üçlü savunmasında, bilhassa ortadan zor anlar yaşatıyor, Iwobi’nin golüyle farkı bire indiriyordu. İlk devrede oyunu ve tempoyu yönlendiren İngiltere kalesinde gördüğü golden sonra bocalarken belirgin zaafları takımı geriden yönlendirecek lider eksikliği. Nijerya’ya gelince, geçmişte Jay Jay Okacha ve Daniel Amokachi gibi önemli futbolcularla parlamış takım şimdilerde geçmişe ağıt yakıyor, kupa onlara da şans getirsin…

O maçtan kısa bir süre sonra ise bu kez Kosta Rika karşısında rahat kazanıyor, Manchester United’da düzenli forma şansı bulamayan 20 yaşındaki Rashford’un enfes golü Elland Road Stadını dolduran 36.104 taraftara umut veriyordu. 7 yaşında Kırmızı Şeytanlar’ın miniklerinde başlayan kariyerinde uzun yol aldı milli takım tarihinin en genç golcüsü.

•••

Gruptaki ilk maçında Tunus karşısında galibiyet arayacak İngiltere, kupaların bahtsızı. 1950 senesinden beri 17 turnuvaya katıldı, sadece üç dünya kupasında (1974, 1978, 1994) yokları oynadı, üç turnuvaya da penaltılar sonrası veda etti. Nice unutulmaz futbolcu takımın kaptanlığını yaptı ama içlerinden bir var ki yâd etmeden olmaz. 1976–1986 arasında takımın formasını giyen, nisan ayında geçirdiği kalp krizi neticesinde 61 yaşında aramızdan ayrılan eski kaptanlardan Ray Wilkins futbolun en güzel abisiydi; mütevaziliği, efendiliği, yardımseverliği unutulmasın. Bu dünya kupasında formaları için, artık aramızda olmayan kaptanları için ve o kupaya hasret kalmış sevdalıları için oynasınlar…

Ziya Adnan
12 Haziran 2018

Avrupa futbolunu değiştiren futbolcu: Jean-Marc Bosman…

Avrupa futbolunu değiştiren futbolcu: Jean-Marc Bosman…

Uzaklardan…

1995 senesinde ‘European Court Of Justice’ (Avrupa Adalet Divanı)’nın kararı Avrupa futbolunun o güne kadar alıştığı transfer kurallarını yerle bir ediyordu. Adalet Divanı, evrensel insan haklarını esas alarak, bulundukları takımda sözleşmesi biten futbolcuların bonservis bedeli olmaksızın başka bir takıma transfer olmasına imkân sağlayan Bosman kuralını getiriyor, futbolcunun kendi geleceğinde söz sahibi olmasını sağlıyordu. O kararı aldıran futbolcunun adı Jean-Marc Bosman’dı ve onun sayesinde Patrick Kluivert’ten Robert Lewandowski’ye nicesinin kaderi değişti.

Yakında başlayacak transfer sezonu. Kalburüstü topçuların bir kulüpten diğerine dudak uçuklatan rakamlara transfer olacakları zamanlarda hatırlayalım Avrupa futbolunu değiştiren topçuyu, anlatalım hikâyesini.

30 Ekim 1964’te Belçika’da dünyaya geldi Jean-Marc Bosman. Futbol kariyerine 1983’te Standard de Liege takımında başladı, 1988-1990 arasında Belçika 1. Lig takımlarından RFC Liège’nin formasını giydi. Yazılanlara göre, hayatını futboldan kazanacak kadar iyi bir orta saha oyuncusuymuş. O yıllarda Belçika Genç Milli Takımı’na kadar yükselirken, takımında ilk 11’de sahaya çıkıyor, ancak yeterli para kazanmıyordu. Sözleşmesinin bitimine yakın, kulübüyle pazarlığa girişiyor, 1 yıllık bir sözleşme karşılığı aylık 750 avro öneriliyordu. Bu rakamı kabul etmeyen futbolcu kendisine daha fazla para verecek bir kulüp arayışına girmişti.

1990 senesinin yaz aylarında takımıyla olan sözleşmesi sona ermiş, Fransa 2. Lig takımlarından Dunkerque’den aldığı transfer teklifine olumlu yanıt vermişti. Ancak Liege kulübü bu transferin gerçekleşmesi için bonservis bedeli talep ediyor, Dunkerque kulübü istenen parayı vermemekte diretiyordu. Neticede bu transfer gerçekleşmedi, futbolcunun maaşı ilk on birde yer almadığı için aylık 750 avroya düşmüştü. Bu durumu kabullenmeyen Bosman, konuyu Liege mahkemelerine taşıdı ve Liege kulübü, Belçika Futbol Federasyonu ve UEFA’ya karşı dava açtı. Dava ‘restraint of trade’ (ticaret hakkının kısıtlanması) üzerine kurulmuş, Avrupa’daki transfer sisteminin geçerliliğini sorguluyordu. Yerel mahkeme futbolcunun dava konusunda haklılığını vurgulayarak, lehte karar verdi ve davayı bir üst mahkemeye, Avrupa Adalet Divanı’na havale etti. Dava Lüksemburg’da Avrupa Adalet Divanı’nda bir kez daha tartışıldı. 15 Aralık 1995’te futboldaki transfer sistemini altüst edecek karar çıkıyordu. Karara göre, günümüzde futbolun ekonomik sektör olduğu, futbolcuların sözleşmelerinin bitiminin ardından bonservis gibi kısıtlamalarla transferlerinin engellenmesinin hiçbir hukuki dayanağı olmadığı vurgulanıyor, sözleşme sonunda serbest kalma hakkını tanıyordu.

Jean-Marc Bosman davayı kazanmıştı…

•••

Ancak futbolcu adına işler hiç de beklendiği gibi gitmedi. 26 yaşında başladığı hukuk sürecini 31 yaşında tamamlamıştı. Dava sürerken Belçika’nın alt liglerinde sürdürdü futbol yaşantısını, kısa bir süre Hint Okyanusu adası Reunion’da şansını denedi. Futbol kariyerinin sonlarına doğru Belçika takımı Charleroi onu kadrosuna dahil etti. Ancak geçmişte yaşananlardan dolayı kulüpler onu ‘yüksek risk’ kategorisinde görüyordu: Futbolun problemli çocuğu! Hangi kulüp, hakkını mahkeme kapılarında aramış bir topçuyu kadrosunda görmek isterdi ki!

Bir süre ayda 650 sterlin karşılığında takımda forma giyen Bosman, maddi sorunlar yüzünden eşinden ayrılmıştı.

Charleroi’daki evinin kirasını ödeyemeyecek duruma geldiğinde ailesinin evinin garajında yaşamaya başladı.

Futbolseverler arasındaki genel inanış, dava sonunda çok para kazandığı, evlere, lüks arabalara sahip olduğu yönündeydi. Oysa tüm servetini, davasını özetleyen “Who’s the Boz” (Patron kim?) adını verdiği t-shirt üretimine yatırmış ama o işten para kazanamamıştı. Zamanla sefalete düştü, alkol illetine bulaşmış ailesinden uzaklaşmıştı. Yalnızlık ve depresyonla geçen zamanlarda bir süre alkol tedavisi gördü. Hastaneden çıktığında en büyük zaferinin Bosman kuralı değil, alkol illetini yenmek olduğunu dile getiriyordu.

•••

Günümüzde 53 yaşında Jean-Marc Bosman, devletin verdiği 720 avro aylık ile hayatını idame ettirmeye çalışıyor. “Belçika’nın yetiştirdiği en önemli futbolcu muhtemel benim, ama kimseler beni tanımıyor!” cümlesi onu anlatıyor. Ve devam ediyor: “Aslında kural zengin kulüplere yaradı, onlar astronomik ücretler karşılığında istedikleri oyuncuları kadrolarına katarken küçük kulüpler hep kaybetti. Neticede esas oğlanlar ve diğerleri arasındaki fark giderek açıldı.

Aslında amaç bu değildi.”

Onu en çok üzen şey ise en zor zamanlarını birlikte geçirdiği, ‘Özgürlük Savaşçısı’ adını verdiği siyah labrador kopeğinin ölümü. “Beni hiçbir zaman terk etmeyen, en sadık arkadaşımdı, onu çok özlüyorum” diyor. Velhasıl futbolda devrim yaratan, kendisinden sonra gelecek futbol nesillerinin önünü açan, zamanın futbolcularının geçmiş zamanlarda hayal edemeyecekleri servetlere sahip olmasını sağlayan adam yoksulluk içinde hayata tutunmaya çalışıyor.

Yakında başlayacak yeni transfer sezonu, gazetelerin spor sayfalarında dudak uçuklatan rakamlar karşılığında bir kulüpten diğerine transfer olan topçuları okurken hatırlayın Avrupa futbolunu değiştiren futbolcunun hazin hikâyesini. O olmasaydı, Ronaldo’dan Beckham’a nicesinin hikâyesi farklı yazılırdı muhtemel.

Bu vesileyle, bizim futbol fakiri coğrafyada Bosman kuralından yararlanarak ceplerini dolduran, balon transferlerle kulüpleri borç batağına sürükleyen haris menajerleri ve kulüp yöneticilerini de unutmayın derim. Şimdilerde hesapsız harcamalar yüzünden nice köklü kulübün kapanma noktasına gelmesi kötü kader değil, olsa olsa kötü yönetilmektir, yazın bir kenara…

Ziya Adnan
5 Haziran 2018

Play-off: Sevineni de var üzüleni de!

Play-off: Sevineni de var üzüleni de!

Uzaklardan…

Championship’te ilk kez 1987 senesinde oynandı play-off maçları, bilmeyenler için dünya futbolunda ödülü daha büyük maç yok. Maçı kazanan takımın kasasına 160 milyon Sterlinden fazla girerken kaybeden teselli niyetine Wembley’de oynanan final maçının gelirlerini alıyor. Anlayacağınız kaderde Premier Lig kapısının eşiğine kadar gelmişken, yeni sezonda elitlerin partisinde boy gösterme fırsatı yakalamışken kapıdan dönmek de var. 1987-2015 arasında sekiz sezonda play-off maçları oynayan İpswich Town sadece bir kez, 2000 senesinde finale kalabildi, onlara da selam çakalım play-off demişken. Bu sezon Premier Lig’in bir altı Championship’te Wolverhampton Wanderers ve Cardiff CIty gelecek sezon Premier Lig’de oynamaya hak kazanırken, Fulham ve Aston Villa yükselen üçüncü takım olabilmek için mayıs ayının son Cumartesi gününde Wembley Stadında karşılaştı. Sevinen takım elitlerin liginde bir sezon tutunabildiği takdirde yaklaşık 280 milyon Sterlin kazanacak. O maç vesilesiyle sevinenlere, üzülenlere, kapıdan dönenlere bir bakış…

Aston Villa, nam-ı diğer “The Villa” ya da “Villians”, 2015-2016 sezonunun sonuna kadar Premier Lig’in demirbaşlarındandı, günümüzdeki adıyla Şampiyonlar Ligi’ni kazanan beş İngiliz takımından biri olmaları kayda değer. Ülke futbolunun en üst liginde 100 sezon mücadele etmişler, 107 senelik Everton’dan sonra en kıdemli ikinci takım olarak tarihe geçmişlerdi. 80’li seneler yeşil sahalarda esip kükredikleri zamanlar, yedi sezonda ülke futbolunun en üst liginde şampiyonluk kupasını kaldırdılar. 2015-2016 sezonunun sonunda 38 maçta sadece üç galibiyetle ve 17 puanla lig sonuncusu olarak küme düştü tüm zamanların puan cetvelinde Everton’un arkasından 7. sırada yer alan bordo mavisi.

Fulham ise Güney Londra’nın enfes mahallesinin siyah beyazı… Takıma ev sahipliği yapan 25.700 kapasiteli Craven Cottage Stadı, Thames nehrinin kıyısına kurulmuş, Avrupa’nın en güzel manzaralı on stadından biri… 2000’li senelerin başları Premier Lig’de ilk kez yer aldıkları, sevdalılarının özlemle yad ettiği zamanlar… Premier Lig’de arka arkaya geçirdikleri 12 sezondan sonra, 2013-2014 sezonunda küme düştüler. Eski başkanları Al Fayed‘in ayrılışı yaramamış, Mısırlı iş adamının vedası kötü sonu hazırlamıştı. Ligi 3. sırada bitirdiler, son maçta Birmingham City deplasmanında galip gelseler Cardiff City’nin yerine Premier Lig’e terfi eden takım olacaklardı ama olmadı. Tarihlerinde ilk kez finalde yer alıyorlar, üç sezonda play-off maçlarının yarı finalinde kaybettiler. İnanması güç ama 43 seneden sonra ilk kez Wembley Stadında boy gösterdiler. En son 1975 senesinde, İngiltere’nin Avrupa Birliği’ne katılma kararı aldığı zamanlarda futbolun muhtemel en görkemli mabedinde sahaya çıkmışlar. Rakip takımın hocası finallere aşina, 2001-2002 sezonunda Birmingham City, 2015-2016 sezonunda Hull City ile kazanmanın sevincini yaşadı. Takımın orta sahasında görev yapan, geçmişte bizim coğrafyada top koşturmuş Mile Jedinak “life changing” (hayat değiştiren) olarak tanımlıyor finali, doğru söze ne denir…

Fulham 4-3-3 dizilisinde başlıyor maça, hücum üçlüsü Sessegnon, Mitrovic Kamara Premier lig takımlarının radarında. Elitlerin arasına katılmayı beceremedikleri takdirde bilhassa Sessengon’u takımda tutmakta zorlanacaklardır sanırım. Geçenlerde 18 yaşına basan sol kanat oyuncusu Ada futbolunun yükselen yıldızı, bu sezon bizim Gençlerbirliği’nde küme düşme acısı yaşayan Stephane Sessegnon’un kuzeni. Miniklerinden yetiştiği takımda henüz 16 yaşında ilk 11’e yükseldi. 96,3 milyon ile takımın en değerlisi, bu sezon ligde 16 golü 7 asisti var. Aston Villa 4-1-4-1 dizilişinde, golcüleri Grabban gol krallığını kıl payıyla kaçırdı. Kaptanları John Terry aralık ayında 38 yaşına basacak, muhtemel gelecek sezonda da izleyeceğiz tecrübeli oyuncuyu yeşil sahalarda.

İlk 15 dakikada daha ofansif oynayan, oyunu rakip sahaya yıkan Fulham, kaptanları Cairney orta sahanın generali. Aston Villa dörderli iki set halinde savunuyor kalesini, orta sahada pres yapmıyorlar, oyun planı kaptıkları toplarda rakibi az adamla yakalamak. 22’de hak ettiği golü buluyor Fulham, Sessegnon, savunma arkasında Cairney’i buluyor, kaçırmıyor 10 numara. Pozisyonda çizgi halinde yakalanan savunmasına tepkili kaptan Terry. Fulham sağda Fredericks ve Kamara ile tehlikeli geliyor rakip kaleye. Ofansif yönde kısıtlı Villa’da göze batan 10 numaraları Grealish. Topa yüzde 66 oranında sahip olan Fulham önde kapatıyor devreyi.

O güzel yaz gününde, Wembley Stadını dolduran 85.243 taraftarın önünde ilk devredeki gibi ofansif Fulham ama 50’de golü Villa kaçırıyor, müsait pozisyonda dışarıya vuruyor kafayı Grealish. Beraberliği yakalamak için yükleniyor bordo mavililer. 62’de sarı kart görüyor Graelish ama Cairney’e kayarak müdahalesi direk kırmızı. 70’de ikinci sarıdan oyundan atılıyor Fulham savunmasında Odi, beyazlar son 20 dakikada 10 kişi. Son 15 dakikada Kamara’nın yerine Kalas’ı alarak 4-4-2’ye dönüyor Fulham, iki takım da son 10 dakikaya üç değişiklik hakkını kullanmış olarak giriyor. 5 dakika uzatmanın sonunda Villa aradığı golü bulamayınca Fulham Premier Lig’e yükselen üçüncü takım oluyor. Velhasıl o enfes mahallenin siyah beyazı gelecek sezon futbolun en görkemli liginde. Hoş geldiler, döndüler bıraktıkları yere…

Zıya Adnan
29 Mayıs 2018

Federasyon Kupası: Ray Wilkins’in anısına…

Federasyon Kupası: Ray Wilkins’in anısına…

Uzaklardan…

14 Eylül 1956 tarihinde Londra’nın Hillingdon bölgesinde dünyaya gelmiş, çocukluğunda merak salmış futbola, Chelsea’nin miniklerinde başlayan kariyerinde 1973 senesinin Ekiminde ilk kez A takımla sahaya çıkmış. 1975 senesinde takımın küme düşmesinden sonra kaptanlığa getirilmiş, kulüp tarihinin en genç kaptanı. 1979’a kadar orta sahada çalışkanlığı, yaratıcılığı, liderlik özellikleriyle parladığı takımda 179 maçta 30 golü var. 1979-1984 arasında Manchester United’da top koşturmuş, 1983 Federasyon Kupası finalini kazanan takımın değerlilerinden, golü de var o maçta. 1984’te, o dönemin transfer rekoru olan 1,5 milyon Sterlin karşılığında AC Milan’a transfer olmuş, üç sezon sonra da Paris Saint-Germain’e. Kariyerinde formasını en uzun giydiği takım Batı Londra’nın QPR’ı… 1997 senesinde futbolculuk hayatını noktaladığında geride İskoçya’da kazandığı üç şampiyonluk ve İngiltere Mili Takımında çıktığı 84 maç var…

Futbolculuğu sonrasında 1994 senesinde başlayan teknik direktörlük kariyerinde Fulham, Chelsea, Watford, Millwall’da görev yaptı. İtalyan futbol adamı Carlo Ancoletti, “The Beautiful Games of an Ordinary Genius” adlı kitabının Chelsea günlerini anlattığı bölümünde, yardımcısı için “O olmasaydı hiçbir şey kazanamazdık” der…

•••

2016-2017 sezonunun sonunda 38 maçın 30’unu kazanan Chelsea 93 puanla şampiyonluk kupasını kaldırırken geleceğe umutla bakıyordu hocaları Antonio Conte. Sadece beş yenilgi aldıkları sezonu 93 puanla kapatmışlar, kadrolarını büyük ölçüde korurken Atletico Madrid’in yolunu tutan Diego Costa’nin yerine 24 yaşındaki 1.89’luk forvet Alvaro Morata’yı transfer etmişlerdi. Takımın demirbaşı kaptanı John Terry kariyerinin sonbaharında Championship takımlarından Aston Villa’ya transfer olurken Hazard, Kante, Willian takımda kalmıştı. Ama geride kalan sezonda hüsranı yaşadılar, 9 mağlubiyetle ilk dörde girmeyi başaramamaları kötü geçen sezon özeti…

Federasyon Kupası finalinde tarihte iki kez karşılaşmışlar Kırmızı Şeytanlar’la: 1994’te Manchester United kazanırken, 2007’de gülen taraf Chelsea oldu. Bilir misiniz, Premier Lig’in kurulduğu 1992 senesinden günümüze alt liglerden hiçbir takım dünya futbolunun en eski kupasını kazanamadı. En son kazanan West Ham United 1980 senesinde 2. Ligde mücadele ederken kaldırmıştı kupayı…

Manchester United köklü tarihinde 20 sezonda Federasyon Kupasında final oynamış, hocaları Jose Mourinho Ada futboluna geldiği günden beri altı finalde takımın başında sahaya çıkarken Federasyon Kupasını iki, Lig Kupasını dört kez kazandı. Conte’nin aksine, finalde kaybetmiyor Portekizli kupa canavarı. 2016-2017 sezonunda Arsenal karşısında finalde kaybeden Conte bu finalden de mağlup ayrılırsa, 1985 ve 1986’da Everton’un başında arka arkaya iki finalden boyunu bükük ayrılan Howard Kendall’ın hikayesini hatırlatacak…

3-5-2 dizilişinde başlıyor maça Chelsea, orta sahada Alonso, Bakayoko, Fabregas, Kante, Moses, önlerinde Hazard ve Giroud. Ocak ayında Arsenel’den transfer ettiği 9 numaranın forma giydiği 26 kupa maçında 15 golü, 7 asisti var. Sezonun hüsran yaşayanlarından Arsenal onun gidişinden sonra çok aradı forvetini, UEFA Kupası yarı finalinde Atletico Madrid karşısında takımda olsaydı muhtemel finale kalan Arsenal olurdu, gidişi Wenger’in pişmanlıklarındandır sanırım. Manchester United’ın golcüsü Romelu Lukaku 16 gol, 7 asistle takımın golcüsü, sakatlığı nedeniyle son üç lig maçında sahada yer almazken maça yedek kulübesinde başlıyor. Takımın lokomotifi Pogba bu maçta da savunma ile hücum arasındaki köprü, gününde olduğu zaman çok etkili 6 numara.

İki takımın da dengeli başladığı, savunmayı ön planda tuttuğu ilk 15 dakikanın en tehlikeli atağı Chelsea’den; sol çaprazdan Hazard vuruyor, De Gea kornere çeliyor. 20’de Jones ceza sahasında Hazard’ı düşürüyor, penalıtıyı kaçırmıyor 10 numara. Penaltı pozisyonuna da açıklık getirelim, son adam olması direk kırmızıyı gerektirmiyor değişen kurallarda. Savunma oyuncusu topa hamle yaparken penaltıya neden olmuşsa sarı kart yeterli oluyor. Chelsea çabuk çıktığı anlarda ağır kalan rakip savunmaya zor anlar yaşatıyor. Lukaku’nun yokluğunda üçüncü bölgede top tutmada sıkıntı yaşıyor Mourinho’nun takımı. Golden sonra daha sık geliyorlar rakip kaleye, 30’da Pogba, akabinde Sanchez uzaklardan yokluyor Courtis’in koruduğu kaleyi. Chelsea’nin topa yüzde 35 oranında sahip olduğu, Manchester United’ın rakip kaleyi bulamadığı devre mavili takımın üstünlüğüyle kapanıyor.

İkinci devreye hücuma daha çok adamla çıkarak başlıyor Manchester United, gol umutları Rashford pozisyon bulmakta zorlanıyor. 60’tan sonra artan Manchester United baskısını izliyor Wembley Stadını dolduran 87.647 futbolsever. Yeri gelmişken Chelsea’nin dinamosu Kante’yi de atlamayalım, orta sahada bitmeyen enerjisi ve yerinde müdahaleleriyle öne çıkıyor 7 numara. Son 20 dakikada Lukaku ve Martial, Rashford ve Lingard’ın yerini alıyor. 82’de müsait pozisyonda Pogba’nın kafa vuruşu kaleyi bulmuyor. Maç boyunca rakip kaleyi 18 kez yoklayan United ama Sanchez’in top kayıpları, Rasfhord’un gününde olmayışı, Martial’in yerini bulmayan ortaları derken Chelsea uzanıyor kupaya, Mourinho bu kez kaybediyor…

•••

Takvim yaprakları 4 Nisan 2018’i gösterirken geçirdiği kalp krizi sonucu 61 yaşında aramızdan ayrıldı Ray Wilkins, kariyerinde iki takımın da formasını giymiş, Chelsea’de yardımcı hocalık yaptığı senelerde üç sezonda Federasyon Kupasını kaldırmış futbol sevdalısı. Hayatını anlatan yazılar futbolculuğunun yanında çok iyi insan olduğunu, yardımseverliğini, mütevaziliğini anlatır. Ruhuna gitsin takımının kazandığı Federasyon Kupası, huzur içinde yatsın…

Ziya Adnan
22 Mayıs 2018

Sezona bakış-II…

Sezona bakış-II…

Uzaklardan…

Geçen yazıda, geride kalan Premier Lig sezonunda yıldızı parlayanları, futbolun en görkemli sahnesinde alkışı hak edenleri yazmıştım. Ama sevinenlerin, parlayanların yanında hüsranlar, hayal kırıklıkları, sevdalılarını üzenler de var elbet. Onları da hatırlayalım, malum futbol sadece sevinenlerden, şampiyonluklardan ibaret değil, içinde gözyaşı ve hüsran da var…

2016-2017 sezonunda sadece üç mağlubiyet alarak 93 puanla şampiyon olarak kapatmıştı Chelsea, Batı Londra’nın zenginler kulübü. Bir sezon sonra 9 mağlubiyetle ilk dörde girmeyi başaramadılar. 2000 senesinden beri 15 teknik direktör değiştiren, şampiyonluk kupasını kaldırdığı sezondan sonra bile hocayla yolları ayıran Abramovich’in, Conte ile devam etmesi mümkün olmayacaktır sanırım, velhasıl gelsin yeni hoca…

Şampiyonluk hedefiyle başladığı sezonu 6. sırada tamamladı Arsenal, 2018 senesinde deplasmanlarda sadece üç puan toplarken sezonda 13 yenilgileri var. Deplasman karnesi küme düşmüş West Brom kadar berbat, Fransız hocanın 22 senelik serüvenindeki en kötü sezonu, üstelik geçen sezonda olduğu gibi ligi ezeli rakibin altında bitirdiler. Wenger’in hüzünlü vedasından sonra şimdilerde yeni hoca arayışındalar ama kulüpte tepeden tırnağa değişimin kaçınılmaz olduğu da bir gerçek. Yeri gelmişken, Mesut Özil’e dair yazmadan geçmeyelim. Hakkındaki en iyi yorumu geçenlerde Evening Standard gazetesinde okumuştum. “Çok iyi bir takımı süper yapacak kadar yetenekli ama iyi bir takımı çok iyi yapacak kadar değil!” diyordu yazar. Sezon sonunda takımdan ayrılan Wenger, geride iyi kadro bıraktığını, üç takviye ile zirveye oynayabileceklerini dile getiriyor sıklıkla. Yaşlanmış olmasına verelim, malum takımın deplasman karnesi bile o tezini çürütmeye yeter herhalde…

Sezonun hayal kırıklığı yaratan takımlarından West Ham United, Doğu Londra’nın köklü ama hüzünlü takımı. Nice tarihi gün görmüş Upton Park Stadından sonra taşındıkları yeni mabetleri yaramadı, bu sezon kalelerinde küme düşen Stoke City kadar gol (67) gördüler, evlerinde oynadıkları 19 maçın 7’sini kaybettiler. Ama mali açıdan bereket getirdi Olimpiyat Stadı, 19 maçta 966.980 taraftarı ağırlarken maç başına 56.881 taraftar ortalaması yakaladılar…

İki sezondur lige son haftalarda tutunurken bu sezon kurtarıcıları Marko Arnautovic oldu. 29 yaşındaki 1.92’lik Avusturyalı ligde 10 gol kaydetti. En son 2006-2007 sezonunda Zamora ligde 11 golü bulmuştu. Yani onların da golcüden yana pek yüzleri gülmüyor. Everton maçı öncesinde, o güzel yaz akşamında karşılaştıkları Manchester United karşısında 3-4-2-1 dizilişinde çıkıyor, topa yüzde 41 oranında sahip oldukları devreyi kalecileri Adrian’ın gününde olması sayesinde golsüz kapatıyorlardı. 31 yaşındaki İspanyol kaleci 2013 senesinden beri West Ham’ın kalesini koruyor. Sakatlığı nedeniyle kadroda yer alamayan Lukaku’nun yokluğunda iki forvet Sanchez ve Lingard ile sahaya çıkan Mourinho’nun takımı Pogba’nın çalışkanlığına rağmen gol yollarında etkisizdi. Tevekkeli değil Belçikalı’nın yokluğunda genç forvetlerini eleştiriyor Portekizli. Yüzünü güldüren ise 21 yaşındaki orta saha oyuncusu Scott McTominay, gelecekte adını sıkça duyacaksınızdır sanırım. 59.902 taraftarın önünde iki takım da gol bulmayı başaramazken bordo mavililer sıkıntılı geçen sezonun sonunda lige tutunmanın sevincini yaşadı. Hatırlatmadan geçmeyelim, Ligde Manchester United ile 44 kez karşılaşmışlar, sadece 5 galibiyetleri var. Mourinho, takımının ikinciliği garantilediği maçtan sonra Federasyon Kupasını kazandıkları takdirde sezonu başarılı olarak gördüğünü vurguluyordu…

Ama beterin beteri var, düşmeler ve çıkmalarla geçen zamanlardan sonra 2007-2008 sezonunda Premier Lig’e yükselmişti Stoke City. 10 sene sonra ligi sonuncu sırada bitirerek küme düştüler. Kim bilir, belki Arnautovic’i West Ham’a göndermemiş olsalar şansları olurdu ama futbolda transfer işinde fena yanılmak da var. İnanmayan küme düşen West Brom’un sezon başındaki transferlerine göz atsın. Çinli forvet Zhang Yuning için 6,5 milyon Sterlin ödediler ama takımla bir kez bile sahada yer almayan 21 yaşındaki golcüyü (!) Werder Bremen’e kiraladılar. Kaderin cilvesi, Alman takımında da forma şansı bulamadı 21 numara…

Düşen son takım sezonun son haftasında belli oldu, Galler’in “Kuğuları” Swansea City 2011 senesinde yükseldiği Premier Lig’e veda etti, üstelik Galler’in diğer takımı Cardiff City’nin onların bıraktığı yeri kaptığı sezonda. 2013-2014 sezonunda UEFA Kupasında parlamış, son 32’de Napoli karşısında elenmişti Swansea City. Geçen sezon takımı sırtlayan Sigurdsson ve Llorente’yi elden çıkarıp, yerlerine eski oyuncuları Bony ve Ayew’i transfer ettiler. Transferine 18 milyon Sterlin ödedikleri Ayew bırakın golü, çoğu maçta kaleyi bile bulamadı…

Madem Galeano ile başladık ilk yazıya, sezonun hüsranlarını, düşenleri anlattığımız bu yazıyı da ondan bir alıntıyla bitirelim:

“Tarih, asla elveda demez, görüşmek üzere der!” Başta 30 sene aradan sonra iş bilmez ellerde küme düşen güzel insanların takımı Gençlerbirliği olmak üzere tüm düşenlerin en kısa zamanda dönmeleri temennisiyle…

Ziya Adnan
17 Mayıs 2018

Premier Lig seyir defteri: Sezona Bakış-1…

Premier Lig seyir defteri: Sezona Bakış-1…

Uzaklardan…

“Zamandayız hepimiz. Biz onun ayakları ve ağızlarıyız. Zaman ayaklarımızın altında yürüyor. Zamanın rüzgârlarının ayak izlerini kısa ya da uzun vadede sileceğini biliyoruz artık” der Galeano, ‘Zamanın Ağızları’ kitabında, okumamış olanlara şiddetle tavsiye. Bir futbol sezonu daha kapanırken geride kalan izlere bakalım bu hafta, Tottenham Hotspur’un evinde Leicester City karşısında oynadığı son maç vesilesiyle iz bırakanları, yıldızı parlayanları, unutulacakları, düşenleri, sevinenleri futbol rüzgârı silip geçmeden hatırlayalım.

38 maçta 106 gol bularak 100 puanla şampiyon oldu Manchester City, ligin yeni ve kırılması güç rekoru. 2011-2012 sezonundan beri üçüncü şampiyonluğu. 38 maçın 32’sini kazanırken 2016-2017 sezonunda 30’u bulan Chelsea’nin rekoru da tarih oldu. Oysa 1998 senesinde Ada futbolunun 3. Ligini görmüştü Sir Alex’in tanımıyla o futbol şehrinin gürültücü komşuları. Bu vesileyle ona da geçmiş olsun diyelim, bir an önce kavuşsun sağlığına. Yaşı yetmeyenler için 2000’li senelerin başına kadar asansör takım olarak nam salmıştı maviler, 1983-2001 arasında ülke futbolunun en üst liginden dört kez düştüler. 2008’de ‘Abu Dhabi United Group’ tarafından satın alınınca değişti makus kaderleri, 2015 senesinde Forbes dergisi tarafından 2 milyar dolarla dünya futbolunun en değerli 5. kulübü olarak gösterilmeleri değişen zamanların göstergesi.

Geçenlerde, güç bela kazandıkları bir maç sonrasında ikinciliği başarı olarak gördüğünü vurguluyordu Jose Mourinho. Oysa Sir Alex döneminde esmiş kükremiş takım 2013’ten beri şampiyonluğa hasret kalmıştı. Son beş sezonda transferlere 680,7 milyon avro harcamasına rağmen hoşnut değildi taraftarı. Lukaku gibi bir golcüye sahip olmalarına rağmen ilk dört içinde en az gol bulan takım olmaları Portekizli hocanın futbol felsefesinin özeti…

Takımının başarılı olduğunu düşünen başka bir hoca da Pochettino ama o pek haksız sayılmaz. Beş sezonda transferlere 397 milyon avro harcarken sattıkları topçulardan 382 milyon gelir elde ettiler. 61 bin seyirci kapasiteli yeni statlarında oynayacaklar gelecek sezon; üstelik Kane, Alli, Eriksen gibi ya altyapıdan yetişmiş ya da ucuza alıp parlattıkları topçulara sahipler. Bir sezonluğuna misafir oldukları Wembley Stadı’nda 1,2 milyon futbolseveri ağırladılar, maç başına taraftar ortalamaları 67.403. Bizim vasat futbolumuzda marka değerinden dem vuranlara naçizane hatırlatma. Şampiyonlar Ligi’nde Juventus karşısında elenip gittikleri maçtan sonra düşüşe geçtiler, ligde son altı maçtan ikisini kaybettiler ama sezonu 3. sırada tamamladılar. Son iki sezonu ezeli rakip Arsenal’in üzerinde bitirirken, gelecek sezon bir kez daha Şampiyonlar Ligi’nde boy gösterecekler.

Son maçta Leicester City karşısında 4-2-3-1 dizilişinde sahaya çıkan Tottenham’ın gol makinesi Harry Kane’in maçtan önce 28 golü, 2 asisti var. Bir sezonda daha golcülüğü, efendiliği, altyapısından yetiştiği takımın bayrağını gururla taşımasıyla iz bırakanlardan 10 numara. Futbol tanrıları her takıma onun gibi futbolcu ihsan eylesin. Başka bir iz bırakan da Son Heung-Min. Güney Korelinin 14 golü, 9 asisti bulunuyor. Leicester City’nin hocası Claude Puel’in takımın başında muhtemel son maçı. Ekim ayında aldığı takımda iyi başlamış ama devamını getirememişti. Mavili takımdan dem vurup, 9 numaralı Vardy’i yazmadan olmaz. Bu sezon 18 golü var, amatör kümelerde top koşturan her topçuya ilham verecek bir hikâye onunki. Ve maç başlıyor. 4. dakikada Mahrez’in sağdan ortasına vurduğu kafayla öne geçiriyor misafiri ama uzun sürmüyor sevinçleri, 7. dakikada Kane yakın mesafeden kaçırmıyor. Gol ateşliyor ev sahibini ama ikinciyi ararken kalelerinde golü görüyorlar. Savunma dengesinin bozulduğu anda Mahrez ceza sahasından Lloris’in uzanamayacağı köşeye sert vuruyor. Misafir takımın hücum ikilisi Mahrez ve İheanacho zor anlar yaşatıyor rakip savunmaya. Tottenham’da defansif orta saha oyuncusu Wanyama ilk kez savunmanın ortasında görev yaparken pozisyonlarda ağır kalıyor. Topa yüzde 67 oranında sahip olmasına rağmen yaratıcı Eriksen’in sessiz kaldığı devreyi geride kapatıyor Pochettino’nun takımı.

İkinci devreye golle başlıyor Leicester City, İheanacho ceza sahasının dışından sağ üst köşeye mükemmel vuruyor, sezonun en güzel gollerinden. Bir dakika sonra Tottenham farkı Lamela’yla yeniden bire indirirken Wembley Stadı’nı dolduran 77.841 taraftar yazı çağıran o günde iki takımın gol düellosuna şahitlik ediyor. 53’te Tottenham hücumunda Rose soldan getiriyor, Lamela beraberliğe taşıyor takımını. İki farkı yakaladığı maçın 60. dakikasında geriye düşüyor Leicester City, Lamela hat-trick yaparken bu sezon kalesinde 59. golü görüyor mavili takım. İki takım da savunmayı bırakıp posta arabasına saldıran Apaçi kabilesi misali saldırdığı maçın 73. dakikasında Vardy ile beraberliği yakalıyor Leicester City. 76’da Kane durumu 5-4’e getirirken bu sezon kaydettiği otuzuncu gol. Velhasıl düelloyu kazanan Tottenham ligi 3. sırada tamamlarken sezonun keyif verenlerinden olmayı hak ediyor.

Madem izlemekten keyif aldıklarımızı yazdık, muhtemel izlemesi en keyif vereni, Liverpool’u atlamadan geçmeyelim. Manchester City’nin ardından 84 golle en golcü ikinci takım olmayı başarırken kalelerinde gördükleri 38 gol savunma zaaflarının göstergesi. Golcüleri Mısırlı Salah 32 gol ve 10 asistle sezonun en iyisi, takım sevdalıları tezahürat bile yazmış adına: “If he scores another few, then I’ll be Muslim too.” (Sen gol at biz Müslüman olalım). Yakın gelecekte, Şampiyonlar Ligi finalinde Real Madrid karşısında sahaya çıkacaklar. Çokları şans vermese de üçüncü bölgede Mane, Salah, Firmino üçlüsüne sahip bir takımın kazanma şansı hep vardır, yazın bir kenara.

Ziya Adnan
15 Mayıs 2018

Wenger’e veda: Adieu Le professeur…

Wenger’e veda: Adieu Le professeur…

Uzaklardan…

Manchester City’nin geleceği parlak golcüsü Leroy Sane 1996 senesinin ocak ayında açmış dünyaya gözlerini. O sene, takvim yaprakları 12 Ekim 1996’yı gösterirken başlamıştı Arsene Wenger’in Arsenal macerası. Kuzey Londra kulübü 1995-1996 sezonunda ligi 5. sırada tamamlamış, sezon sonunda teknik direktör Bruce Rioch’un görevine son verilmişti. 46 yaşındaki yeni hoca ilk maçını unutulmaz golcüsü Ian Wright’in golleriyle 2-0 kazandı. O maçtan kısa süre sonra 47. yaşına basan Fransız futbol adamının onca sene takımın başında kalacağını kim bilebilirdi ki!

Sadece şu istatistik bile belki de bir daha hiçbir hocaya nasip olmayacak süreyi anlatmaya yeter herhalde: Onun döneminde Chelsea 19 teknik direktörle çalıştı, uzaklarda bizim coğrafyada Fenerbahçe’de bu sayı 22, Gençlerbirliği’nde ise 40’ın üzerinde…

Velhasıl Blackburn Rovers’ta başlayıp 22 sene sonra Burnley karşısında son kez Emirates Stadı’nda Arsenal’in başında sahaya çıkan futbol bilgesine veda edelim bu yazıda. O zamanları yakından gözlemlemiş bir futbolsever olarak yad edelim Wenger yıllarını kalemimiz yettiğince…

•••

1996 senesinde Ada futboluna ayak bastığında bir futbol adamından çok profesörü andıran görüntüsüyle şaşırtmıştı futbolseverleri. O yıllarda Ada futbolunda nam salmış Joe Kinnear, Harry Redknapp, Gerry Francis, Kevin Keegan, Ron Atkinson gibi tipik İngiliz hocalarla kıyaslandığında farkı görmek mümkündü. Gözünde kocaman gözlükleri, basın toplantılarında beş dilde konuşabilmesi, futbolcularına sürekli diyetin önemini vurgulaması hep bildiklerimiz. İlk sezonunda ligi 3. sırada bitirdi; 100. maçına çıktığında geride kazanılan bir şampiyonluk ve Lig Kupası gelecek sezonların habercisiydi. Yine de bir gerçeği atlamayalım, takıma geldiğinde Tony Adams, Nigel Winterburn, Lee Dixon, Martin Keown, kaleci David Seaman halen kadrodaydı; haliyle ilk sezonlarında savunmaya takviye yapmak zorunda kalmadı. Bilmeyenler için, Ada futbol tarihinin muhtemel en iyi savunma beşlisinden bahsediyorum. Onun öncesinde en son şampiyonluğunu 1990-1991 sezonunda yaşamış olan Arsenal, onun ilk dokuz sezonunda ligi ikinciliğin altında bitirmeyecek, üç sezonda da şampiyonluk yaşayacaktı. Müthiş transferler yaptı zaman içinde; Vieira, Petit, Anelka, Henry, Pires bir çırpıda akla gelenler. Mayıs 2003 – Ekim 2004 arasında 49 maçlık yenilmezlik serisiyle takımı Ada futbolunun rekorunu kırdı. Onun öncesinde Brian Clough’un Nottingham Forest’i 1977 senesinin kasımından 1978’in kasımına kadar 42 maçta yenilgi yüzü görmemiş…

İlk 9 sezonunda takım ligi ikinciliğin altında bitirmezken son sezonlarında hüsranları yaşadı. Bu sezon ligde aldığı 12 yenilgi düşüşün özeti. Haliyle eskiyi bilen, döneceğine inanan en sabırlı müritleri bile sıkıldı sonunda beklemekten, onlar da sayısı her sezon artan ‘Wenger gitsin artık!’ tarikatına katıldı. Yine de hakkını vermek gerek, 2006 senesinde yeni stadına taşınan Arsenal’in stat projesinin başında o vardı, geride mali açıdan borçsuz ve zengin bir kulüp bıraktı…

Yeri gelmişken, Arsenal verileri arasında şunlar var, 1228 maçta takımın başında sahaya çıktı, kazanma yüzdesi 57,3 ve kazandığı kupa sayısı 17 (3 Premier Lig şampiyonluğu, 7 Federasyon Kupası, 7 Community Shield Kupası). Onun döneminde Arsenal’de 222 futbolcu takımla saha çıktı, inanması güç ama kulüp tarihinde forma giyen topçuların yüzde 26’sına hocalık yaptı.

Sadece son iki sezonunda takımı ilk dörde giremedi, ligde topladığı toplam puan 1.618, sadece Alex Ferguson’un Kırmızı Şeytanları ondan daha fazla puan (1.752) topladı. O sürede didiştiği rakip hocalar da oldu elbet, onların başında gelir Jose Mourinho, 2004 senesinde yayınlanan biyografisinde (Jose Mourinho: Made in Portugal) Wenger’i saha dışında yakalayıp kafasını kırmak niyetinde olduğunu anlatır büyüğe saygıdan nasibini alamamış kibir abidesi Portekizli.

•••

Mayıs ayının ilk pazar gününde Wenger’in son ev sahipliğinde Arsenal ligin sürpriz takımı Burnley karşısında. 1974 senesinden beri altı kez karşılaşmışlar, sadece bir kez rakibini mağlup edebilmiş Burnley. Bu maça çıkarken ligde Arsenal’in üç puan gerisinde olmaları kat ettikleri yolun göstergesi. Wenger’in takımı 4-3-3 dizilişinde başlıyor maça, ileri üçlüde, Lacazette, Aubameyang, Mkhitaryan. Özil’in yokluğunda ilk bölümde topa daha çok sahip olan ev sahibi 14’te golü buluyor. Lacazette ceza sahasına enfes kesiyor, Aubameyang’a dokunmak kalıyor. Burnley savunmasının ortasında Tarkowski yerinde müdahaleleriyle dikkat çekenlerden ama golde çaresiz. Futbolseverlerin, Dünya Kupası’nda İngiltere formasıyla izleme olasılığı yüksek 25 yaşındaki stoperi. Arsenal rakip savunmanın sağını zorluyor ilk yarıda, orta sahada Wilshere etkili. Devrenin bitimine yakın farkı ikiye çıkartıyor Arsenal, sağdan bu kez Bellerin kesiyor ve Lacazette bitiriyor. Topa yüzde 69 oranında sahip olan ev sahibi devreyi önde kapatıyor…

59.540 taraftarın önünde Burnley gol arayarak başlıyor ikinci yarıya, ama golü Arsenal buluyor. Wilshere solda Kolasinac’ı görüyor, uzak köşeye bırakıyor 31 numara. 64’te Iwobi fakı dörde çıkartırken ‘There is only one Arsene Wenger’ tezahüratı yükseliyor tribünlerden. 75’te Bellerin sağdan ortalıyor, Aubameyang durumu 5-0’a getiriyor. Velhasıl mabedindeki son maçta farklı kazanıyor Wenger, sezon boyunca bilhassa evinden ırak maçlarda pek gülmeyen yüzü bu maçta gülüyor…

Roma Senatosu’na hitaben yazılmış Zela Savaşı’ndaki zaferini anlatan mektupta “Veni, vidi, vici” der Julius Sezar. Aynı sözleri onun hikâyesine de uyarlamak mümkün, son sezonlarını bir kenara koyarak, “Geldi, gördü, yendi” Ada futbolunu tümüyle değiştiren futbol bilgesi…

Velhasıl bir Wenger geçti Arsenal tarihinden. Daha önce de yazmıştım ama hayatı bu kadar güzel tarif eden cümlesi unutulmasın: “Dünyaya geldiğinde çok sevilirsin, bir de öldüğünde. İkisinin arasında ise idare edersin!” Japonya’da geçirdiği zamanlarda öğrendikleriyle ülkeyi şöyle tanımlar: “Avrupa’da kaybettiğimiz güzel şeylere hâlâ sahipler, hayatı güzel kılan şeyler.”

Adieu Le professeur, bir daha hiç çekilmeyecek bir filmin en afili jönü, hiç unutulmayacaksın…

Ziya Adnan
8 Mayıs 2018

Sunderland FC: Kara Kediler’in düşüşü…

Sunderland FC: Kara Kediler’in düşüşü

Uzaklardan…

Sunderland… İngiltere’nin kuzeydoğusunda, başkent Londra’ya 400 kilometre uzaklıkta Wear nehrinin kıyısına kurulmuş 175 bin nüfuslu tarihi bir şehir. 20. yüzyıla kadar adını kömür madenleriyle ve tuz yataklarıyla duyurmuş, İkinci Dünya Savaşı yıllarında tersane şehri olması nedeniyle Alman uçaklarının ilk hedefiymiş, savaş yıllarında şehrin yüzde 90’ı ciddi hasar görmüş. 20. yüzyılda otomotiv sanayinin hız kazandığı şehirde 2012 senesinden beri yılda 500 binden fazla araba üretiliyor, şimdilerde yöre ülkenin en büyük araba fabrikası olarak biliniyor.

İşte o tarihi şehrin, kökleri 1879 senesine kadar uzanan kırmızı beyazlı takımı Sunderland FC, nam-ı diğer ‘Black Cats’ (Kara Kediler) günümüzden 139 sene önce James Allan adında İskoç bir öğretmen tarafından kurulmuş ve kaptanlığını yaptığı takım 1890-1891 sezonunda liglere kabul edilmiş. 1950’li senelere kadar ülkenin en zengin ve başarılı takımı, o sürede altı şampiyonluk yaşarken altı sezonu da ikinci sırada tamamlamış. 1950’ler parasal sıkıntılarla boğuştukları, düşüşe geçtikleri zamanlar. Ülke futbolunun en üst liginde 68 sene mücadele ettikten sonra 1958 senesinde ilk kez küme düşmüşler. Altı sezon ayrı kaldıkları lige 1964’te dönmüşler ama uzun sürmemiş, 60’ların sonlarında yine düşmüşler ligden.

Nicedir Ada futbolunun asansör takımlarından, öyle ki 1995-2007 seneleri arasında yedi sezonda taraftarları ya çıkmalarına sevinmiş ya da düşmelerine üzülmüş. 2002-2003 sezonunda 17 maçlık yenilgi serisi sonucu sadece 19 puan toplayarak küme düştüler. 2004-2005 sezonunun sonunda Championship’i ilk sırada tamamlayarak bıraktıkları yere döndüler ama düşmelere alışmaya gör, uzun sürmedi mutlulukları, bir sezon sonra sadece 15 puanla düştüler elitlerin liginden. 2006 senesinde İrlandalı zenginlerin oluşturduğu, başkanlığını efsaneleri Niall Quinn’in yaptığı konsorsiyum tarafından satın alınınca sevinmişti sevdalıları. Teknik direktörlük görevine Manchester United’ın eski kaptanı Roy Keane getirilmiş, kulüp tarihinde yeni sayfa açılmıştı. Ama beklentiler boşa çıktı, 2008’de Keane takımdan ayrıldığında gidişini parti vererek kutlamış futbolcuları. Kısa süre sonra kulüp Amerikalı işadamı Ellis Short’a satıldı. 2009’un şubatında ‘The Irish Times’ gazetesine verdiği söyleşide, kulüp yönetimi ve başkanla yıldızının barışmadığını, kulüpte mutsuz zamanlar yaşadığını dile getiriyordu sert İrlandalı. Velhasıl 2002’den günümüze kadar 18 teknik direktör geldi geçti ama hiçbiri kalıcı olamadı takımda.

Düşmeler ve çıkmalarla geçen zamanlara rağmen takımlarından vazgeçmedi sevdalıları. Düştükleri 2016-2017 sezonunda 48.707 kapasiteli mabetleri ‘Stadium of Light’ stadında 41.287 taraftar ortalaması yakaladılar. 2007 senesinde Ada futbolunun en gürültücü takımları sıralamasında ilk sırayı almışlar, 129 desibel bir savaş uçağının çıkardığı sesten bile fazlaymış.

•••

Nisan ayının son cumasında gelecek sezon 3. Lig’de mücadele edecek olan Sunderland ligde 22 maçtır yenilgi yüzü görmemiş Fulham deplasmanında. Ev sahibi takım en son yenilgisini 2017’nin aralık ayında Sunderland karşısında almış, şansları pek yaver gitmiyor Kara Kediler’e karşı, aralarında oynadıkları son dört maçın üçünü kaybetmişler. Kaybetmesi halinde arka arkaya iki sezonda ligi en son sırada bitirerek istenmeyen bir rekora adını yazdıracak Sunderland, en son 80’li senelerde Wolverhampton Wanderers yaşamış aynı akıbeti.

Sunderland’ın 28 kişilik kadrosunun değeri 45 milyon sterlin değerinde, yaş ortalaması 26,1… En değerli oyuncuları 29 yaşındaki stoperleri Lamine Kone, 2016 senesinden beri takımda. Yeri gelmişken 2014 senesinde Manchester City’den 10 milyon sterlin karşılığında transfer ettikleri defansif orta saha oyuncusu Jack Rodwell’i de hatırlamadan geçmeyelim. Eylül ayından beri kadroya giremeyen 8 numara ocak ayında takımdan ayrılmak istemiş, kabul görmeyince terk-i diyar eylemiş. Hocaları Coleman oyuncusundan haber alamadığını söylüyor meseleyi soranlara. Topçudan yana yüzleri de gülmemiş işin doğrusu, eski kanat oyuncuları Adam Jonhson nicedir hapiste, 2014’te Swansea City’den 5 milyon sterlin bedelle transfer ettikleri forvet Danny Graham üç sezonda bir gol bulabilmiş, göndermişler haliyle. 2014’ün eylülünde İnter Milan’dan forvet Arjantinli Alverez’i kiralamışlar, kontratına da anlaşmanın kalıcı olacağı maddesini eklemişler. Sadece 13 maçta forma giyen forvet Sunderland kariyerinde bir gol kaydederken maliyeti 9 milyon sterlini bulmuş.

4-2-3-1 dizilişinde misafir takım küme düşmüş olmanın verdiği rahatlıkla hızlı başlıyor maça ve 27’de sağ kanat Asoro uzaklardan köşeyi buluyor. Kale arkasındaki yaklaşık iki bin Sunderland taraftarının sevinci görülmeye değer. Golden sonra gelecek sezon yer alacakları 3. Ligdeki rakiplere de göz dağı vermeyi ihmal etmiyorlar, sevda dediğin de böyle olmalı, oynadığın ligin ne önemi var! Fulham tutuk ilk yarıda, takımın maestrosu 10 numaralı Cairney alıştığımız görünümünden uzak, sol kanatta Sessegnon etkisiz. Ama karşılarında bu sezon kalesinde 78 gol görmüş takım var, atmadan olmaz! Devrenin bitimine yakın Piazon eşitliyor skoru, Sunderland yüzde 36 oranında topla oynadığı devreyi beraberlikle kapatıyor.

İkinci devreye baskılı başlıyor ev sahibi, öyle ki sahasından çıkmakta zorlanıyor misafir takım. Canla başla direniyorlar, savunmanın solundaki Wilson takımın göze batanlarından.75’te aradığı golü buluyor Fulham, Johansen’in kullandığı duran topu kafayla kaleye gönderen oyuncu takımın golcüsü Mitrovic. Velhasıl kötü başladığı maçı kazanırken maç fazlasıyla ikinciliğe yerleşiyor Fulham, o yaşanılası mahallenin siyah beyazı.

Gelecek sezon futbolun görünmez köşelerinde eskiye dönme adına mücadele verecek Kara Kediler. Futbol, endüstriyel futbolun zenginliğinde şampiyonluğa koşanlardan, hep parlak ışıklar altında boy gösterenlerden ibaret değil, Sunderland gibi paraşütsüz düşerken geçmişe ağıt yakanlar da var. Sadece renkleri değil, futbolu seviyorsanız onları da unutmayın derim. Malum oyununun içinde arş-ı alaya erdim sanırken tepetaklak olanlar, iş bilmez ellerde eski bir yıldız misali kayıp gidenler de var.

Ziya Adnan
1 Mayıs 2018