Gençlerbirliği teknik direktörü Erkan Sözeri: Kurumsallaşma şart

Gençlerbirliği 1988’den beri 30 yıl aralıksız yer aldığı Süper Lig’den 2017-18 sezonunda 1. Lige düştü. Sezon sonunda görevden ayrılan teknik direktör Ümit Özat’ın yerine takımın eski futbolcularından, o yılların istikrar abidesi, futbolun beyefendisi Erkan Sözeri geldi. Sıcak bir Ankara gününde Necdet Özkazancı’yla birlikte Sayın Erkan Sözeri’yi Gençlerbirliği tesislerinde ziyaret ederek güzel bir futbol söyleşisi yaptık. Biz sorduk, o cevapladı…

Futbola Sitespor’da başladığınızı biliyoruz, futbolculuk yıllarından başlayarak kendinizi tanıtır mısınız?

Futbola 1984’te, 3. Ligdeki Sitespor’un altyapısında başladım. O dönemde alt yapıdan yetişen oyuncular amatör olarak ‘A’ takımda oynayabiliyorlardı. Takımdaki abilerim profesyoneldi, ben de amatör olarak takımda yer aldım. Ertesi sezon Hacettepe Camuzoğluspor’a geçerek profesyonel oldum. Sonrasında 2. Lig takımlarından Gaziantepspor’a transfer oldum. Gaziantepspor’da bir sezon da 1. Ligde oynadım. Sonrasında Trabzonspor’a transfer oldum, o sezon Türkiye Kupasını kazandık. Ertesi sezon Belçikalı Georges Leekens gereve geldi. Kadroda yer bulamayınca hocanın yanına çıktım ve ayrılmak istediğimi söyledim. Görüşme bir dakika sürdü; Leekens gitmek isteyeni tutmayacağını ve gidebileceğimi söyledi. Ben de kamptan ayrıldım. Şimdi düşündüğümde bunun büyük hata olduğunu anlıyorum ve genç oyuncularıma bu tür hataları yapmamalarını tembihliyorum.

Süper Lig ile karşılaştırdığınız zaman alt liglerde çalıştığınız takımlarda karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi?

Alt liglere indiğinizde maddi sorunlar dışında başka sorunlarla karşılaşıyorsunuz. Hatta parasızlık belki de sonlarda yer alır. Sanırım yönetici profili en önemli sorunlardan birisi. Ben alt liglerdeki kariyerimde birkaç takımdan yöneticiler yüzünden ayrıldım. Teknik direktörler futbol eğitimi almış insanlar ama bazı yöneticiler hiç eğitim almadıkları halde bu işi hocalardan daha iyi bildiklerini sanıyorlar. O zaman ben de şu soruyu soruyorum: “Futbolu benden daha iyi biliyorsanız beni neden hoca olarak takıma getirdiniz?” Bir örnek vereyim Muğlaspor’a gittiğimde dokuz maçta üç puanı vardı ve ligde sonuncuydu. Futbolcularda özgüven diye bir şey kalmamıştı. Kendileriyle bir toplantı yaptım. Futbolcular paralarını alamadıklarını anlatınca, iyi performans gösterirlerse paralarının ödenmesi için uğraşacağımı söyledim. Sonra iyi bir çalışmayla seri galibiyetler aldık. Devre arasında kamptayken futbolcular paralarını alamadıkları için antrenmana çıkmak istemediklerini söylediler. Ben de yanlarında olduğumu ifade ettim. Sonra birkaç yönetici kampa geldi ve elebaşı olarak nitelendirdikleri beş futbolcuyu kadro dışı bırakmamı istedi. Bir futbolcu dahi kadro dışı bırakılırsa görevden ayrılacağımı bildirdim. Kararlarında ısrar edince görevi bıraktım. Bence bir takımda beraber çalışıyorsak “ben” değil “biz” anlayışı geçerli olmalı. Teknik direktör her zaman futbolcular üzerindeki saygınlığını korumalı.

Alt ligleri bir yana bırakalım ama örneğin 1. Ligde birçok kulüp borç batağında… İddaa, televizyon gibi birçok yerden gelirleri olduğu halde bunun sebebi sizce nedir?

Kulüplerin şirket değil dernek statüsünde olmaları bu sorunun ana sebeplerinden birisi bence. 1. Lig’de gelirler Süper Lig’e göre çok az ve giderleri karşılamaktan uzak. Ayağını yorganına göre uzatmak gerekiyor. Ama maalesef böyle olmuyor. Örneğin transferi yapan yöneticiler sonraki kongrede seçilemeyince yük yeni yöneticilerin üzerinde kalıyor. Onların yaptığı borçlanmalar da yükü iyice artırıyor ve borç sarmalı içinden çıkılamaz hale geliyor. Hesapsızca yapılan harcamalardan dolayı kulüp mali sıkıntıya girerse yöneticiler doğrudan sorumlu tutulmalı. Kulüplerde kurumsallaşma ve şeffaflık olmalı.

Gençlerbirliği’ne gelecek olursak, yabancılardan Stéphane Sessègnon için ne düşünüyorsunuz?
Sessegnon çok nitelikli bir oyuncu. Kendisini bırakmak istemedik. Sözleşmesi iyileştirildi, takımda kaldı. Şu anda mutlu…

Basında takımın yaş ortalamasının yüksek olduğu yolunda eleştiriler var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bu eleştirilerin cevaplarını hep verdim, yine cevaplayayım. Örneğin Osmanlıspor maçında 10 kişiyle 1-0 galip oynarken 80. dakikada 18 yaşındaki Berat’I aldım. Selçuk’u da oynatacağız, Berat’ı da… Sadece gençlerle ya da sadece tecrübelilerle şampiyonluğa oynayamazsınız. Uyumlu ve iyi bir takım yaratmalıyız. Süper Lig’e çıkmak için çalışıyoruz. Bu yolda tecrübelilerle gençlerin uyum içinde olduğu ve kaynaştığı bir takım oluşturmak zorundayız.

Daha önce genç takımların antrenman ve maçlarını izlediğimizde gözümüze çarpan bir oyuncu vardı: Rahmetullah. Şimdi ‘A’ takımda.
Rahmetullah, Trabzonspor’daki Abdülkadir tarzında bir oyuncumuz. Kendisiyle devamlı konuşuyorum. Sırası gelecek ve oynayacak. İleride çok iyi bir futbolcu olacak.

► Bu noktada, genç futbolcuların sabırlı ve dengeli bir yaklaşımla geliştirilmeye çalışılması, “ben oldum artık” havasına girmeden deneyim kazanmalarını ve ayaklarının yere daha sağlam basmasını sağlayabilir mi?
Zaten genç futbolcular için en büyük tehlike burada… Oyuncuyu doğru zamanlarda oyuna alarak geliştirmek daha doğru geliyor bana. Örneğin açık farkla yenik durumdayken genç bir futbolcuyu “kurtarıcı” niyetine oyuna alırsanız kazanayım derken kaybedebilirsiniz. Kurtarıcılık konusunda fıkra tadında hoş bir anekdot anlatayım. Trabzonlu bir santrafor var: Şadi Çolak… O zaman Mardinspor’da oynayan Şadi bir maçta yedek kalmış ve takım 3-0 yenik durumda. Bitime beş dakika kala teknik direktör kenarda ısınan Şadi’yi oyuna alıyor ve “Hadi Şadi, göreyim seni!” diyerek sırtını sıvazlıyor. Şadi de hocasına dönüp diyor ki: “Hocam hayırdır, ne yapacağım, üçlük mü atacağım!”

Güzel anekdot. Futbolda 4-4-2, 4-3-3, 4-3-2-1 gibi teknik–taktik ağırlıklı konuların yanında bir de böyle nükteli hoş hikâyeler var. Onları da atlamamak lâzım…
Sistem tabii ki önemli ve maçın gidişatına, rakibin oyununa göre şekilleniyor. Futbolun realitesinde şu var: Oyuncu yardımlaşıyor mu, birlikte oynuyor mu, dar alanda oynamaya çalışıyor mu, bunlar önemli… Örneğin bir hakem hocamızın anlattığı hoş bir olay var. Bir Konyaspor-Ankaragücü maçının son dakikasında Ankaragüçlü futbolcunun attığı şut auta gidiyor ama hakem korner veriyor. Konyasporlu futbolcu hakeme koşarak, “Hocam vallahi, billahi top bana değmedi,” diye itiraz ediyor. Hoca, “Oğlum git, korneri verdim ben, kararımdan dönmem,” diyor. Korner atılıyor ve top havadayken hakem maçı bitiriyor. Bu sefer Ankaragüçlü futbolcular, “Hocam ne var, ne var?” diyerek hakeme koşuyorlar. Hoca da “Telafi var evladım, telafi var!” diyor.

19 Mayıs Stadı yıkılıyor? Yıkılmayıp da Eryaman Stadı bitene kadar devam etseydi iyi olmaz mıydı?
Planlamada sıkıntı var bence. Başkente üç tane butik stat ve bir de büyük stat yakışır. Bunun olmaması için bir sebep yok. Birilerinin taşın altına elini sokması lazım. Bunlar da vizyon gerektiriyor.

Ülkemizde ‘üç büyükler’in hegemonyası futbolun gelişmesine engel oluyor. Avrupa’da durum çok farklı. Her şehrin takımının statları dolduran taraftarları var. Bu da rekabeti beraberinde getiriyor. Asırlık Ankara takımları oynayacak stat bulamıyorlar, maç yapmak için Ankara dışına gitmek zorunda kalıyorlar. Bundan hiç söz eden yok.
Bence çok doğru ama şöyle bir gerçek var: Örneğin Aziz Yıldırım Fenerbahçe başkanıyken bir ara havuz sisteminden ayrılacağını söylemişti. Yanlış hatırlamıyorsam bir yıllık yayın anlaşmasının bedeli 650 milyon dolar civarında… Yayıncı kuruluş yetkilileri, Fenerbahçe’nin ayrılması halinde yayın için bu rakamları veremeyeceklerini ifade etmişlerdi. Dolayısıyla olay tamamen ticaridir.

Ülkenin birçok kentine çok güzel statlar yapıldı ama maçlarda çoğu boş kalıyor. Süper Lig’de 400 adet, 700 adet kombine bilet satan kulüpler var. Çünkü Süper Ligde ve 1. Ligde takımı olan birçok şehirde üç İstanbul takımının taraftarları çoğunlukta.
Futbolseverlerin, aileleriyle birlikte şehirlerinin takımlarının maçlarına gitmesini sağlamak için cazibeyi artırıcı çalışmalar yapılması gerekiyor. Ülkemizde biraz futboldan soğuma var. Bence futboldan soğumamalıyız. Ben şahsen çok seviyorum. Antrenmanlarda zaman zaman futbolcuların arasına karıştığım ve orta yaptığım oluyor. Sevdiğim işi yaptığım için kendimi şanslı sayıyorum. Ama taraftarı çoğaltmak için kaliteyi artırmak gerekiyor.

***

Altyapıda devrim şart

Avrupa’nın üst düzey liglerinde birçok ülkeden yabancı futbolcular oynuyor. Ülkemizde futbol çok sevilmesine rağmen neden dünyanın en iyi liglerine oyuncu gönderemiyoruz? Örneğin Gençlerbirliği’nden bir oyuncu Arsenal’e transfer olsa gururlanmaz mısınız?
Tabii… Mesela genç futbolcumuz Mert’in U 21 Milli Takımına seçilmesi bile beni gururlandırdı.

Cenk Tosun’un Everton’a transferinin yarattığı mutluluk anlatılamaz.
Bence işin özü şu: Hep altyapı altyapı diye konuşuyoruz ama aslında futbolumuzda altyapıdan başlayacak bir devrim gerekiyor. Bu nasıl olabilir? Geçmişinde bu konuda iyi çalışmalar yapmış deneyimli bir teknik adam ve birlikte çalışacağı nitelikli antrenörler…

Buna “altyapının kurumlaştırılması” diyebilir miyiz?
Evet. Örneğin görev yaptığım bir kulübün altyapısında bir çalışmayı izlemeye gitmiştim. Antrenörlerden birisi 10 yaşındaki bir çocuğa “Getir lan o topu!” diye bağırdı. Çocuk topu almaya giderken bir kez daha bağırdı: “Oğlum çabuk getirsene lan!” Altyapının başındaki hocaya dedim ki: “Bakın, siz sadece bir oyuncu yetiştirmiyorsunuz, topluma bir insan hazırlıyorsunuz. Şimdi bir hoca olarak o çocuğa öyle hitap ederseniz, o çocuktan sosyal olarak bir şey beklemeyin. Altyapıda böyle hocalar çalışmamalı. O çocuk, ileride futbolcu olur ya da olmaz, ama yarın büyüdüğünde belki garson, belki muhasebeci, belki de bir şirket yöneticisi olacak. Sizin o davranışınız da sonraki hayatını mutlaka etkileyecek.

Arkadaşınıza, rakibinize iyi davranacaksınız, saygı göstereceksiniz. Altyapıyı yüz gün konuşsak yetmez aslında.

Kısacası altyapıda bir devrim şart.

Ziya Adnan / Necdet Özkazancı
Eylül 2018

Premier Lig’in yenilerine bir bakış: Cardiff City…

Premier Lig’in yenilerine bir bakış: Cardiff City…

Uzaklardan…

Bir yaz daha geçti ömürden, şimdi aylardan ekim. “İyi ya, Ekim’dir işte, Kasım’a ne kalmıştır şurada, yani bir çay ocağının başında bir adam, şekerlere çocukluğunu sevdirir” der Edip Cansever dizelerinde, madem aylardan ekim onu da anmadan geçmeyelim. Şiirle başladık ama konumuz futbol elbet, Premier Lig’in iki yeni takımının hal ve gidişine bir bakış…

2017-2018 sezonunun sonunda Wolverhampton Wanderers’in arkasından ligi 2. sırada bitirerek Premier Lig’e yükseldi Cardiff City, 346 bin nüfuslu şehrin mavili takımı, nam-ı diğer ‘Mavi Kuşlar.’ Bilir misiniz Ada futbolunda Federasyon Kupasını İngiltere dışından kazanmış yegâne takımdır ve sevdalıları her fırsatta hatırlatır bu gerçeği. 2013-2014 sezonunda düşüp 4 sezon sonra döndüler bıraktıkları yere. Hocaları Neil Warnock Ekim 2016’dan beri takımın başında, ilk sezonunda ligi 12. sırada bitirirken, bir sezon sonra yükselme sevinci yaşadılar. Önümüzdeki günlerde 70. yaşını kutlayacak, hocalık kariyerinden önce hakemlik eğitimi almış futbol adamı. Bu sezon oynadıkları 7 maçta galibiyetleri yok, iki beraberlikle Huddersfield Town ile birlikte ligin dibinde yer alıyorlar.

Ekim ayının ilk cumartesi gününde Totenham Hotspurs deplasmanında sahaya çıkarken buradan koparacakları puan lige tutunma savaşında olumlu umut olacak. Ancak Tottenham karşısında pek şansları tutmuyor, son 7 maçta galip gelemezken beş maçtan yenilgiyle ayrıldılar. Bu maçtan puansız ayrılmaları durumunda köklü tarihlerinde 3. kez ilk sekiz maçta galip gelememiş olacaklar. Bu vesileyle Kuzey Londra takımının golcüsü, futbolun efendi kaptanı Harry Kane’e de selam çakmadan geçmeyelim. Premier Lig’de karşılaştığı 27 takıma da golü var 10 numaranın, Cardiff City ligde yeni olduğu için Kane’nin gol kaydettiği takımlara dahil değil. Galip gelmeleri durumunda 18 puana yükselecekler, Premier Lig tarihinde 8 maç sonrası topladıkları en yüksek puan.

4-4-1-1 dizilişindeki misafir takımın oyun planı orta sahayı savunmaya yakın oynatarak boş alan bırakmamak. Savunmanın ortasında oynayan 33 yaşındaki Sol Bamba 2012-2014 arasında bizim coğrafyada, Trabzonspor’da forma giymişti. İstekli başlıyor misafir takım maça, oyun kurucusu Eriksen’in yokluğu Tottenham adına önemli kayıp. 9. dakikada öne geçiyor Tottenham, korner sonrası karambole son vuran Dier. İki takım arasındaki kalite farkı bariz ilk bölümde. Golden sonra rakip sahaya yerleşiyor Tottenham, Cardiff City sahasından çıkmakta zorlanıyor. 23’te ender gelişen Cardiff ataklarının birinde beraberlik fırsatını kaçırıyor maviler, hücumcusu Hoilett çizgi üzerinde dokunamıyor. Kaçan fırsat cesaretlendiriyor misafir takımı, daha çok adamla çıkıyorlar, mücadeleleri takdire şayan, ama üst düzey oyuncu eksiklikleri bariz. Topa yüzde 30 oranında sahip oldukları, tek golle geride kapattıkları devrede rakip kaleyi bulan top sayısı üç.

İkinci devreye hızlı başlayan Tottenham ve Kane’nin kafa vuruşunu çizgiden çıkarıyor Cardiff savunması. 85 milyon sterlinlik değeriyle ligin en mütevazı takımı maviler, 58’de Ralls’ın kırmızı kartla oyun dışı kalmasıyla 10 kişi kalıyorlar. Gol umutları duran toplarda, 63’te duran top organizasyonunda Morrison’un kafa vuruşu direkten dönüyor. Eksik kalmalarına rağmen iyi direniyor Warnock’un öğrencileri ama futbol dediğin oyunda verim, üretkenlik şart. Topa sadece yüzde 24 oranında sahip oldukları maçı tek golle kaybederken ligin dibine demir atıyorlar. Bu onların arka arkaya aldıkları beşinci yenilgi, bu gidişle ligde tutunmaları zor olacak sanırım. Maçtan sonra hocaları Warnock kırmızı kartın ağır olduğunu, 10 kişi kalmalarının sonucu etkilediğini dile getiriyor.

Maçın adamı Cardiff City’nin kaptanı Sean Morrison, çalışkanlığı ve hırsıyla takım arkadaşlarına örnek olması takdire şayan. Geçen sezon takımın en iyisi seçilmişti, yaz döneminde Sheffield United 3 milyon sterlin teklif etmiş transferi için kulübüne. Hocalarının cevabı kayda değer: “O para Morisson’un bacaklarını almaya bile yetmez!” Formunu ve mücadele gücünü göstermeye devam ettiği takdirde taliplileri çoğalacaktır, izlemeye devam.

Ziya Adnan
10 Ekim 2018

Premier Lig seyir defteri: Gabonlu golcünün yükselişi…

Premier Lig seyir defteri: Gabonlu golcünün yükselişi…

Uzaklardan…

1989 senesinin Haziran ayında Fransa’nın batısında 50 bin nüfuslu Laval kasabasında dünyaya açmış gözlerini; bir zamanlar Gabon Milli Takımı’nın kaptanlığını yapmış olan 53 yaşındaki eski futbolcunun üç oğlundan biri. İki kardeşi de profesyonel futbolcu, babasının Milan’ın scoutlugunu yaptığı zamanlarda, 2007 senesinin başında takımın gençlerine katılmış. Yaz aylarında Malezya’da düzenlenen uluslararası gençler turnuvasında yedi maçta kaydettiği altı gol gelecek günlerin habercisi. O dönemde hocası eski Milanlı savunmacı Filippo Galli’den disiplin ve takım oyunu hakkında çok şey öğrendiğini dile getiriyor söyleşilerinde…

En önemli özelliği sürati, genç takımlarda top koşturduğu zamanlarda 30 metreyi 3,7 saniyede kat edermiş. 2009’da 100 metre rekorunu kırarken 30. metreye 3,78 saniyede erişen Usain Bolt’u yarışa davet etmesi özgüvenin göstergesi. 18 yaşına bastığı zamanlarda, 2008-09 sezonunda alt liglerde deneyim kazanması için Dijon’a, ertesi sezon Fransa 1. Lig takımlarından Lille’e kiralanmış. 2011 senesinde formasını giydiği Saint-Etienne’de yaşadığı gol krallığı, 2012-13 sezonunda İbrahimoviç’in arkasından golcüler listesinde 19 golle ikinci sırada yer alması parlak kariyerindeki veriler…

2013’ün yazında Newcastle United 10 milyon Sterlin’lik transfer teklifiyle kapısını çalmış Fransız kulübünün ama babasının nasihatini dinleyerek Almanya’nın yolunu tutmuş. Geçen yazıda anlatmıştım kalemim yettiğince Alman mucizesi Jurgen Klopp’un futbol felsefesini. O dönemde Borussia Dortmund’un teknik direktörlüğünü yapan, gençleri parlatmasıyla bilinen futbol adamının elinde oğlunun daha çabuk gelişeceğini düşünmüş futbol sevdalısı. Borussia Dortmund’da ilk lig maçında kaydettiği hat-trick sonrasında Klopp baş döndüren sürate sahip kanat oyuncusunu golcü forvete dönüştürmüş zamanla…

Bundesliga’da forma giyen ilk Gabonlu futbolcu, ilk sezonda 16 golü var. Bir sonraki 2014-15 sezonunda 46 maçta 25 gol Avrupa futbolunda adını duyurmaya başladığı zamanlar. 2015 senesinin güzünde dört günde forma giydiği iki maçta iki hat-trick yaptığını, 2015-16 sezonunda Lewandowski’nin ardından gol krallığında ikinci sırayı aldığını, 2016 senesinde dünyanın en iyi 10 futbolcusu arasında gösterildiğini hatırlatalım. Arsenal’e transferinden önce iki sezon birlikte çalıştığı hocası için söyledikleri önemli: “Babamdan sonra gelişimimde bana yol gösteren en önemli futbol adamı. Takımdaki ilk zamanlarımda bana siz genç oyuncular her şeyi hemen istiyorsunuz ama sabrı bilmiyorsunuz demişti, haklıymış, gelişimimi ona borçluyum…”.

***

Eylül ayının son cumartesi gününde, haftanın açılış maçında West Ham’a yenilen Manchester United’ın son 29 senenin en kötü başlangıcının tescillenmesinden sonra, Emirates Stadında Aubameyang, Watford karşısında. Bu sezon altı maçta iki gol kaydetti 14 numara, takımının bulduğu 12 golün 10’unda payı var. Premier Lig’de ilk kez geçen şubat ayında forma giyen Aubameyang’ın o günden beri 12 golü bulunuyor, sadece Salah o sürede 16 golle daha verimli. Arsenal, Watford karşısında sahaya çıktığı son 10 maçın sekizini kazandı ama 4. sıradaki rakip bu sezon zorlu, altı maçtan dördünde üç puanı kaptılar. İki takımın en son beraberliği şimdilerde tarih olmuş Highbury Stadında, 34 sene önce oynanan maç 1-1 tamamlanmış…

4-2-3-1 dizilişinde başlıyor ev sahibi, ileri uçun solunda Aubameyang, ortada Ramsey, Mesut Özil sağda, gol umutları Lacazette. İlk dakikalarda arka arkaya kornerler kullanıyor Watford, hava toplarında üretken Deeney gol umutları. Takımın önemli silahı orta sahanın dinamosu Doucoure yıldızı parlayanlarından. İlk dakikalarda üçüncü bölgede çok adamla yaptıkları pres Arsenal’in ritmini bozuyor. Savunmada az adamla yakalandıkları 15. dakikada Lacazette net pozisyondan yararlanamıyor. 20. dakikada yakın mesafeden topu Watford kalecisi Foster’a nişanlıyor 9 numara, Arsenal iki kez öne geçme fırsatını kullanamıyor. İlk 30 dakikada Watford yan toplarla gol arıyor rakip kalede, Arsenal savunmasının iki uzunu Holding ve Mustafi geçit vermiyor. Devrenin bitimine yakın sakatlanan Cech’in yerine Arsenal kalesinde Leno var. Aubameyang’ın topla fazla buluşmadığı, Arsenal’ın yüzde 63 oranında topa sahip olduğu ama pozisyon bulmakta zorlandığı devre golsüz kapanıyor.

İkinci devreye daha ofansif başlıyor Arsenal ama gole yaklaşan Watford, Deeney’nin vuruşunu Leno köşeden çıkarıyor. Sonrasında Aubameyang ortalıyor, müsait pozisyondan yararlanmıyor Lacazatte, çalışkan ama son vuruşlarda bir Giroud değil 9 numara! İlk dakikalardaki baskıyı atlattıktan sonra daha çok adamla hücumda misafir takım, Gray ve Deeney zorluyor rakip savunmayı. 71’de Gray’in yerine oyuna giren Success topla buluştuğu ilk pozisyondan yararlanamıyor, muhtemel maçın kırılma anı. 76’da Aubameyang’ın yerine Welbeck sahada. Atamayana atıyorlar 80’de, Bellerin sağdan kesiyor, Lacazette bu kez kaçırmıyor. Şoku atlatamadan ikinci golü görüyor kalesinde Watford, 83’te Iwobi-Lacazette paslaşmasını yakın mesafeden kaçırmayan Özil maçın adamı. Velhasıl 75 dakika zorlandığı, Gabonlu golcünün boş geçtiği maçı 2-0 kazanan Arsenal ligde 5. sıraya yükseliyor…

Ziya Adnan
6 Ekim 2018

Euro 2024: Yine kayboldun gözlerimin önünden…

Euro 2024: Yine kayboldun gözlerimin önünden…

Uzaklardan…

“Yine kayboldun gözlerimin önünden / Uyandım kan ter içinde kurduğum hayalden” der şair, hüsran şiirinde. Euro 2024’ün verileceği ülke açıklanınca yine düştük hüsranlara. Zaten adına futbol denilen güzel oyun bizim için hüsran çoğunlukla, kimi zaman kaybettiğimiz bir Avrupa maçından, kimi zaman ıskaladığımız bir Dünya Kupasından sonra…

Yine de ne kadar umutlanmıştık Euro 2024’e ev sahipliği yapacağız diye, ne kadar umutlanmıştık futbol eve geliyor diye, umutlanmıştık güzel günler göreceğiz çocuklar diye…

Ama olmadı, UEFA’nın Euro 2024 kararı Almanya oldu. Salim kafayla düşününce, bir tarafta dört dünya kupası, üç Avrupa şampiyonası kazanmış, en az 20 bin kapasiteli 46 stadı olan futbol ülkesi Almanya, diğer yanda başkentinde stadı olmayan, 1958’den beri sadece bir Dünya Kupası’na katılabilmiş güzel ve yalnız ülkem. Adının başına eğreti bir “Süper” sıfatı takılmış bizden başka kimsenin izlemediği Ligde başkentin bir, alt ligde iki takımı var ama üçünün de oynayacak stadı yok, maç günleri düşüyorlar yollara, malum bize her yer deplasman! “Hangi medeni futbol ülkesinde bir başkent takımı evinde oynaması gereken maçı 300 kilometre ötede oynar?” sorusu sanırım cevap arar bu vesileyle…

Bir de boş tribünler meselesi var atlamayalım. Yakın geçmişte ülkede oynanan genç takımlar şampiyonasını, boş kalan tribünleri hatırlarsınız. Maçlara giriş ücretsiz olduğu halde ilgi yok denecek kadar azdı. Futbolu üç takımdan ve renklerden ibaret bilmiş, o güzel oyunun özünü değil, magazinini seven, büyük puntolarla yazılan her şeyi gerçek sanan beter bir futbol düzeninin sonucu o manzara. O güzel oyunu formalara takılan yıldızlardan, köprülere asılan bayraklardan ibaret sanan, önündeki maçlara bakmaktan kaçırdıklarını göremeyen futbol nesilleri…

Oysa kimselerin futbolu sevdiği yok gerçekte. Sevseler yapayalnız bırakırlar mı doğup büyüdükleri şehirlerin takımlarını, futbolu sevseler boş kalır mı maç günleri tribünler? İnanmayan baksın borç batağında inin inim inleyen Anadolu kulüplerine, parasızlık, ilgisizlik, sahipsizlik, yalnızlık, kötü yönetim yüzünden tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş nicesine. Yakın geçmişte bir Kocaelispor maçında gözüme çarpmıştı, makûs kaderine terk edilmiş yeşil-siyahlı takımın çaresizliğini anlatan, tribünde bir başına oturan taraftarın elindeki pankart: “Türkiye’ye bakan Kocaeli bir Kocaelispor’a bakamadı…” Ülke futbolunun röntgenidir o pankart aslında, malum bir damla kan vücuttaki tüm hastalıkları anlatır…

Futbol yalanı ile örülmüş yurdun her köşesinde, Edirne’den Van’a… Gördükleri futbol rüyasının gerçek olduğunu sanan, büyükler masalına sapına kadar inanmış, ama her Avrupa macerasında silkelenerek yaka paça rüyadan uyandırılan nesiller bizimkisi… Sonra yeniden uyutulan… Futbol sandığı oyunu pek seven, ama işte kandırılmış, aldatılmış… Futbol sandığı şey aslında Türk’ün Türk’e masalı… Sonuç hep hüsran haliyle… Futbol ülkesi olmayan bir coğrafyaya dünyanın en büyük turnuvasının ev sahipliğini verirler mi, istersen sor kendine…

Sorunlar sadece bunlar değil elbet, insan hakları, basın özgürlüğü, yasaklar ve elbette ulaşım meselesi atlanmasın. Londra’dan Ankara’ya direk uçuşun yok ama Barcelona’ya, Manchester United’a sponsor olmuş hava yolların var! Bu ne yaman çelişki anne! Ülkenin dört bir yanında gıcır gıcır statlar ama gidecek yol yok, zeminler patates tarlası, tribünler boş, kulüpler borç batağında, üstüne Passolig çilesi. Koca sezonu üç beş kıytırık toz duman derbiye bağlanmış, “Vur de vuralım!” diye tezahüratın var ama futbol sevgin yok!

Yasaklar demişken, ülkede bira reklamı yasak oysa Avrupa’da bira futbolun mezesi. Biranın olmadığı futbol şöleni olur mu! Senin adamlara sunduğun, maçtan sonra kebapçıda ortaya karışık. Oysa futbol kültür meselesidir, sevda işidir, hayattır, hayatın içinde ne varsa futbolda vardır. Ülkede futbol kültürü ve sevda olmadıktan sonra her yana maç günleri boş kalan statlar yapsan ne fayda!

Bir daha asla çekilmeyecek güzellikte bir filmin en güzel abisiydi Tuncel Kurtiz, huzur içinde yatsın. Onun anlatım tarzıyla söylersek: “Mesele Avrupa’nın bizi sevmemesi değil yeğen, mesele bizim her geçen gün Avrupa’dan uzaklaşmamız…”

Velhasıl sonuca şaşırdık mı? Elbette hayır. Herhangi bir futbolsevere, “Allianz Arena’da mı maç izlemek istersin yoksa Osmanlı Stadında mı?” diye sorsan hangisini seçer sence?

Ziya Adnan
4 Ekim 2018

Gençlerbirliği teknik direktörü Erkan Sözeri ile söyleşi…

Gençlerbirliği teknik direktörü Erkan Sözeri: Kurumsallaşma şart

Uzaklardan…

Gençlerbirliği 1988’den beri 30 yıl aralıksız yer aldığı Süper Lig’den 2017-18 sezonunda 1. Lige düştü. Sezon sonunda görevden ayrılan teknik direktör Ümit Özat’ın yerine takımın eski futbolcularından, o yılların istikrar abidesi, futbolun beyefendisi Erkan Sözeri geldi. Sıcak bir Ankara gününde Necdet Özkazancı’yla birlikte Sayın Erkan Sözeri’yi Gençlerbirliği tesislerinde ziyaret ederek güzel bir futbol söyleşisi yaptık. Biz sorduk, o cevapladı…

Futbola Sitespor’da başladığınızı biliyoruz, futbolculuk yıllarından başlayarak kendinizi tanıtır mısınız?

Futbola 1984’te, 3. Ligdeki Sitespor’un altyapısında başladım. O dönemde alt yapıdan yetişen oyuncular amatör olarak ‘A’ takımda oynayabiliyorlardı. Takımdaki abilerim profesyoneldi, ben de amatör olarak takımda yer aldım. Ertesi sezon Hacettepe Camuzoğluspor’a geçerek profesyonel oldum. Sonrasında 2. Lig takımlarından Gaziantepspor’a transfer oldum. Gaziantepspor’da bir sezon da 1. Ligde oynadım. Sonrasında Trabzonspor’a transfer oldum, o sezon Türkiye Kupasını kazandık. Ertesi sezon Belçikalı Georges Leekens gereve geldi. Kadroda yer bulamayınca hocanın yanına çıktım ve ayrılmak istediğimi söyledim. Görüşme bir dakika sürdü; Leekens gitmek isteyeni tutmayacağını ve gidebileceğimi söyledi. Ben de kamptan ayrıldım. Şimdi düşündüğümde bunun büyük hata olduğunu anlıyorum ve genç oyuncularıma bu tür hataları yapmamalarını tembihliyorum.

Süper Lig ile karşılaştırdığınız zaman alt liglerde çalıştığınız takımlarda karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi?

Alt liglere indiğinizde maddi sorunlar dışında başka sorunlarla karşılaşıyorsunuz. Hatta parasızlık belki de sonlarda yer alır. Sanırım yönetici profili en önemli sorunlardan birisi. Ben alt liglerdeki kariyerimde birkaç takımdan yöneticiler yüzünden ayrıldım. Teknik direktörler futbol eğitimi almış insanlar ama bazı yöneticiler hiç eğitim almadıkları halde bu işi hocalardan daha iyi bildiklerini sanıyorlar. O zaman ben de şu soruyu soruyorum: “Futbolu benden daha iyi biliyorsanız beni neden hoca olarak takıma getirdiniz?” Bir örnek vereyim Muğlaspor’a gittiğimde dokuz maçta üç puanı vardı ve ligde sonuncuydu. Futbolcularda özgüven diye bir şey kalmamıştı. Kendileriyle bir toplantı yaptım. Futbolcular paralarını alamadıklarını anlatınca, iyi performans gösterirlerse paralarının ödenmesi için uğraşacağımı söyledim. Sonra iyi bir çalışmayla seri galibiyetler aldık. Devre arasında kamptayken futbolcular paralarını alamadıkları için antrenmana çıkmak istemediklerini söylediler. Ben de yanlarında olduğumu ifade ettim. Sonra birkaç yönetici kampa geldi ve elebaşı olarak nitelendirdikleri beş futbolcuyu kadro dışı bırakmamı istedi. Bir futbolcu dahi kadro dışı bırakılırsa görevden ayrılacağımı bildirdim. Kararlarında ısrar edince görevi bıraktım. Bence bir takımda beraber çalışıyorsak “ben” değil “biz” anlayışı geçerli olmalı. Teknik direktör her zaman futbolcular üzerindeki saygınlığını korumalı.

Alt ligleri bir yana bırakalım ama örneğin 1. Ligde birçok kulüp borç batağında… İddaa, televizyon gibi birçok yerden gelirleri olduğu halde bunun sebebi sizce nedir?

Kulüplerin şirket değil dernek statüsünde olmaları bu sorunun ana sebeplerinden birisi bence. 1. Lig’de gelirler Süper Lig’e göre çok az ve giderleri karşılamaktan uzak. Ayağını yorganına göre uzatmak gerekiyor. Ama maalesef böyle olmuyor. Örneğin transferi yapan yöneticiler sonraki kongrede seçilemeyince yük yeni yöneticilerin üzerinde kalıyor. Onların yaptığı borçlanmalar da yükü iyice artırıyor ve borç sarmalı içinden çıkılamaz hale geliyor. Hesapsızca yapılan harcamalardan dolayı kulüp mali sıkıntıya girerse yöneticiler doğrudan sorumlu tutulmalı. Kulüplerde kurumsallaşma ve şeffaflık olmalı.

Gençlerbirliği’ne gelecek olursak, yabancılardan Stéphane Sessègnon için ne düşünüyorsunuz?
Sessegnon çok nitelikli bir oyuncu. Kendisini bırakmak istemedik. Sözleşmesi iyileştirildi, takımda kaldı. Şu anda mutlu…

► Basında takımın yaş ortalamasının yüksek olduğu yolunda eleştiriler var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bu eleştirilerin cevaplarını hep verdim, yine cevaplayayım. Örneğin Osmanlıspor maçında 10 kişiyle 1-0 galip oynarken 80. dakikada 18 yaşındaki Berat’I aldım. Selçuk’u da oynatacağız, Berat’ı da… Sadece gençlerle ya da sadece tecrübelilerle şampiyonluğa oynayamazsınız. Uyumlu ve iyi bir takım yaratmalıyız. Süper Lig’e çıkmak için çalışıyoruz. Bu yolda tecrübelilerle gençlerin uyum içinde olduğu ve kaynaştığı bir takım oluşturmak zorundayız.

► Daha önce genç takımların antrenman ve maçlarını izlediğimizde gözümüze çarpan bir oyuncu vardı: Rahmetullah. Şimdi ‘A’ takımda.
Rahmetullah, Trabzonspor’daki Abdülkadir tarzında bir oyuncumuz. Kendisiyle devamlı konuşuyorum. Sırası gelecek ve oynayacak. İleride çok iyi bir futbolcu olacak.

Bu noktada, genç futbolcuların sabırlı ve dengeli bir yaklaşımla geliştirilmeye çalışılması, “ben oldum artık” havasına girmeden deneyim kazanmalarını ve ayaklarının yere daha sağlam basmasını sağlayabilir mi?

Zaten genç futbolcular için en büyük tehlike burada… Oyuncuyu doğru zamanlarda oyuna alarak geliştirmek daha doğru geliyor bana. Örneğin açık farkla yenik durumdayken genç bir futbolcuyu “kurtarıcı” niyetine oyuna alırsanız kazanayım derken kaybedebilirsiniz. Kurtarıcılık konusunda fıkra tadında hoş bir anekdot anlatayım. Trabzonlu bir santrafor var: Şadi Çolak… O zaman Mardinspor’da oynayan Şadi bir maçta yedek kalmış ve takım 3-0 yenik durumda. Bitime beş dakika kala teknik direktör kenarda ısınan Şadi’yi oyuna alıyor ve “Hadi Şadi, göreyim seni!” diyerek sırtını sıvazlıyor. Şadi de hocasına dönüp diyor ki: “Hocam hayırdır, ne yapacağım, üçlük mü atacağım!”

► Güzel anekdot. Futbolda 4-4-2, 4-3-3, 4-3-2-1 gibi teknik–taktik ağırlıklı konuların yanında bir de böyle nükteli hoş hikâyeler var. Onları da atlamamak lâzım… Sistem tabii ki önemli ve maçın gidişatına, rakibin oyununa göre şekilleniyor. Futbolun realitesinde şu var: Oyuncu yardımlaşıyor mu, birlikte oynuyor mu, dar alanda oynamaya çalışıyor mu, bunlar önemli… Örneğin bir hakem hocamızın anlattığı hoş bir olay var. Bir Konyaspor-Ankaragücü maçının son dakikasında Ankaragüçlü futbolcunun attığı şut auta gidiyor ama hakem korner veriyor. Konyasporlu futbolcu hakeme koşarak, “Hocam vallahi, billahi top bana değmedi,” diye itiraz ediyor. Hoca, “Oğlum git, korneri verdim ben, kararımdan dönmem,” diyor. Korner atılıyor ve top havadayken hakem maçı bitiriyor. Bu sefer Ankaragüçlü futbolcular, “Hocam ne var, ne var?” diyerek hakeme koşuyorlar. Hoca da “Telafi var evladım, telafi var!” diyor.

19 Mayıs Stadı yıkılıyor? Yıkılmayıp da Eryaman Stadı bitene kadar devam etseydi iyi olmaz mıydı?

Planlamada sıkıntı var bence. Başkente üç tane butik stat ve bir de büyük stat yakışır. Bunun olmaması için bir sebep yok. Birilerinin taşın altına elini sokması lazım. Bunlar da vizyon gerektiriyor.

Ülkemizde ‘üç büyükler’in hegemonyası futbolun gelişmesine engel oluyor. Avrupa’da durum çok farklı. Her şehrin takımının statları dolduran taraftarları var. Bu da rekabeti beraberinde getiriyor. Asırlık Ankara takımları oynayacak stat bulamıyorlar, maç yapmak için Ankara dışına gitmek zorunda kalıyorlar. Bundan hiç söz eden yok.

Bence çok doğru ama şöyle bir gerçek var: Örneğin Aziz Yıldırım Fenerbahçe başkanıyken bir ara havuz sisteminden ayrılacağını söylemişti. Yanlış hatırlamıyorsam bir yıllık yayın anlaşmasının bedeli 650 milyon dolar civarında… Yayıncı kuruluş yetkilileri, Fenerbahçe’nin ayrılması halinde yayın için bu rakamları veremeyeceklerini ifade etmişlerdi. Dolayısıyla olay tamamen ticaridir.

► Ülkenin birçok kentine çok güzel statlar yapıldı ama maçlarda çoğu boş kalıyor. Süper Lig’de 400 adet, 700 adet kombine bilet satan kulüpler var. Çünkü Süper Ligde ve 1. Ligde takımı olan birçok şehirde üç İstanbul takımının taraftarları çoğunlukta.
Futbolseverlerin, aileleriyle birlikte şehirlerinin takımlarının maçlarına gitmesini sağlamak için cazibeyi artırıcı çalışmalar yapılması gerekiyor. Ülkemizde biraz futboldan soğuma var. Bence futboldan soğumamalıyız. Ben şahsen çok seviyorum. Antrenmanlarda zaman zaman futbolcuların arasına karıştığım ve orta yaptığım oluyor. Sevdiğim işi yaptığım için kendimi şanslı sayıyorum. Ama taraftarı çoğaltmak için kaliteyi artırmak gerekiyor.

***

Altyapıda devrim şart

► Avrupa’nın üst düzey liglerinde birçok ülkeden yabancı futbolcular oynuyor. Ülkemizde futbol çok sevilmesine rağmen neden dünyanın en iyi liglerine oyuncu gönderemiyoruz? Örneğin Gençlerbirliği’nden bir oyuncu Arsenal’e transfer olsa gururlanmaz mısınız?
Tabii… Mesela genç futbolcumuz Mert’in U 21 Milli Takımına seçilmesi bile beni gururlandırdı.

Cenk Tosun’un Everton’a transferinin yarattığı mutluluk anlatılamaz.

Bence işin özü şu: Hep altyapı altyapı diye konuşuyoruz ama aslında futbolumuzda altyapıdan başlayacak bir devrim gerekiyor. Bu nasıl olabilir? Geçmişinde bu konuda iyi çalışmalar yapmış deneyimli bir teknik adam ve birlikte çalışacağı nitelikli antrenörler…

Buna “altyapının kurumlaştırılması” diyebilir miyiz?

Evet. Örneğin görev yaptığım bir kulübün altyapısında bir çalışmayı izlemeye gitmiştim. Antrenörlerden birisi 10 yaşındaki bir çocuğa “Getir lan o topu!” diye bağırdı. Çocuk topu almaya giderken bir kez daha bağırdı: “Oğlum çabuk getirsene lan!” Altyapının başındaki hocaya dedim ki: “Bakın, siz sadece bir oyuncu yetiştirmiyorsunuz, topluma bir insan hazırlıyorsunuz. Şimdi bir hoca olarak o çocuğa öyle hitap ederseniz, o çocuktan sosyal olarak bir şey beklemeyin. Altyapıda böyle hocalar çalışmamalı. O çocuk, ileride futbolcu olur ya da olmaz, ama yarın büyüdüğünde belki garson, belki muhasebeci, belki de bir şirket yöneticisi olacak. Sizin o davranışınız da sonraki hayatını mutlaka etkileyecek.

Arkadaşınıza, rakibinize iyi davranacaksınız, saygı göstereceksiniz. Altyapıyı yüz gün konuşsak yetmez aslında.

Kısacası altyapıda bir devrim şart.

Ziya Adnan
2 Ekim 2018

Jürgen Klopp: Alman mucizesi…

Jürgen Klopp: Alman mucizesi…

Uzaklardan…

En son şampiyonluğunu 1989-90 sezonunda yaşadı Liverpool FC, İngiltere’nin kuzeybatısında Mersey Nehri’nin kıyısına kurulmuş, eskinin önemli bir liman kentiyken tersanelerin kapanması, liman işçiliğinin tarihe karışması sonucu yoksulluk girdabına kapılmış 816 bin nüfuslu o tarihi şehrin, asla yalnız yürümeyenlerin takımı.

90’lı senelerin başında doğan sevdalıları adına ummak ve beklemekle geçti zamanlar, büyüklerinden dinlediler 70 ve 80’li senelerde esmiş kükremiş muhteşem takımın hikâyesini, Shankly efsanesini. Umutla beklediler o takımın yeniden görkemli günlerine dönmesini. Ama beklemekle geçti zamanlar. En son şampiyonluktan sonra 11 teknik direktör geldi geçti kulübün kapısından ama hiçbiri getiremedi hasret kaldıkları kupayı şehirlerine. Kimler gelip geçmedi ki! 1978-84 arasında takımın formasını giymiş, kaptanlığını yapmış, beş şampiyonluk yaşamış Grame Souness’i denediler 90’ların başında, sonra eski futbolcuları Roy Evans, efsaneleri Kenny Dalglish…

2004-10 arasında takımı çalıştıran Rafael Benitez futbolun en büyük 4 kupasını da kaldırmış yegâne teknik direktör ama o da çare olamadı hasrete. 2013-14 sezonunda Brendan Rodgers döneminde çok yaklaştılar, 101 gol kaydettikleri sezonda son iki maçta kaybettiler şampiyonluğu…

‘Sıradan biri…’

Sonra…2015 senesinin Ekim’inde 15 senelik profesyonel futbolculuk kariyerinin tamamını Mainz 05 takımında geçirmiş, futbola forvet olarak başlayıp sağ bek olarak devam etmiş, 2001-08 arasında takımın hocalığını yapmış Jurgen Klopp geldi takımın başına. 1995 senesinde Frankfurt Goethe Üniversitesi’nden mezun olmuş, Premier Lig tarihinde Felix Magath’tan sonra takım çalıştıran ikinci Alman teknik direktör. 1967 doğumlu futbol adamı Borussia Dortmund’da iki sezon şampiyonluk yaşadı, öncesinde 2004 senesinde Mainz 05’i tarihinde ilk kez Bundesliga’ya taşıdı.

Antrenmanlarının yorucu ama eğlenceli olduğunu söylüyor öğrencileri. Mainz’ın başındayken takımı 5 günlüğüne elektriği olmayan ıssız bir İsveç gölünün kıyısına götürmüş ve aç bırakmış. Dönüşte takımdaki beraberliğin ve arkadaşlığın çok güçlendiğini anlatıyor söyleşilerinde. Ülkesinde çok seviliyor, Opel onu oynatmış reklamlarında, araba satışları yüzde 35 artmış. Yürüyüş meraklısı, maçlardan sonra yürüyerek dönüyor evine, üniversitede final tezini yürüme üzerine yazmış. Mütevazılığı ve sıcakkanlılığı takdire şayan, Liverpool’da ilk basın toplantısında ‘kibir küpü’ Mourinho’nun kendine yakıştırdığı ‘Special One’ lakabına atıfta bulunarak kendisini ‘Ordinary One’ (sıradan biri) olarak tanımlıyordu. Futbolculuk günlerini şöyle anlatıyor: “Futbol zekâm Bundesliga, yeteneğim ise 5. Lig seviyesindeydi. Sonucu 2. Lig’deki kariyerim oldu!”

•••

“Yazın bittiği her yerde söylenir / söylenmeyen şeyler kalır geriye” der şair o enfes şiirinde. Bir yazın daha geride kaldığı zamanlarda Liverpool kendi evinde Southampton karşısında. Klopp’un 600. maçı ve hafta içinde Şampiyonlar Ligi’nde PSG’yi deviren öğrencileri bu sezon oynadıkları 6 maçı da kazandılar. Bu mükemmel başlangıcı en son 1961-62 sezonunda yaşamışlar. Evlerinde oynadıkları son 7 lig maçında kalelerinde gol görmediler, en son şubat ayında West Ham Anfield Stadı’nda gol attı ama onlar da farklı yenilgiden kurtulamadı. Liverpool geçen sezon iki maçta da yendi rakibini, golcüsü Mo Salah 3 gol buldu iki maçta. Southampton ise geçen sezon düşmekten son anda kurtuldu ilk altı içinde yer alan rakiplerini son 24 maçta yenemediler.

Üç bela Mane, Firmino ve Salah

Liverpool 4-3-3 dizilişinde başlıyor maça hücumda ligin üç belalısı Mane, Firmino ve Salah, arkalarında ilk kez ilk 11’de sahaya çıkan Shaqiri. Henüz 10. dakikada öne geçiyor ev sahibi Shaqiri çaprazdan vuruyor Sane Long’a çarpan topa Southampton savunmasında hamle yapan Hoedt kendi ağlarına gönderiyor. 21’de farkı ikiye çıkartıyor Liverpool; Arnold’un kullandığı kornere iyi yükselen Matip kafayla topu köşeye bırakıyor. Golden sonra farkı azaltmak için yükleniyor misafir takım ama Liverpool savunmasında Van Dijk ve Matip geçit vermiyor.

Maçın adamı Xherdan Shaqiri

50.965 taraftarın şahitliğinde antrenman maçı temposunda geçiyor ikinci devre, orta sahayı çabuk geçtikleri anlarda Salah ve Mane ile pozisyonlar buluyor Liverpool. Yenilgiyi kabul etmiş Southampton dakikalar geçtikçe daha çok gömülüyor sahasına, takımın maç boyunca kaleyi bulan tek vuruşu 91. dakikada, oyuna sonradan giren Austin’in vuruşu kaleci Alison’da kalıyor. Velhasıl 28 sene aradan sonra Liverpool ilk kez ligdeki ilk 7 maçını kayıpsız atlatıyor. Maçın adamı sadece 45 dakika forma giyen Xherdan Shaqiri…

İlk 7 maçta 14 gol atıp kalesinde sadece 2 gol gördü Liverpool. Bu formu devam ettirebilirlerse hasret kaldıkları şampiyonluk kupasına onca seneden sonra kavuşacaklardır muhtemel. Jurgen Klopp’a gelince, futbol felsefesini şöyle özetliyor: “Arsene Wenger topa sahip olmayı, takımının pas yapmasını severdi. Tıpkı bir orkestra gibi ama çoğu zaman çok sessiz bir orkestra. Oysa ben heavy metal severim, ne kadar gürültü olursa o kadar iyi!”
Ne diyelim, Alman mucizesini zevkle izlemeye devam…

Ziya Adnasn
25 Eylül 2018

Premier Lig seyir defteri: Watford FC; sarı siyah zamanlar…

Premier Lig seyir defteri: Watford FC; sarı siyah zamanlar…

Uzaklardan…

Sezonun ilk 4 maçını kayıpsız geçti Watford, Londra’nın 30 kilometre kuzeybatısında, Hertfordshire bölgesinde 90 bin nüfuslu küçük kasabanın sarı siyahı. En son 1988-89 sezonunda ilk 4 maçta 12 puan toplamışlar. Futbol aleminde ‘Hornets’ (eşek arıları) olarak nam salmış takımın yükselişine hafta sonunda evlerinde oynadıkları Manchester United maçı vesilesiyle naçizane bir bakış.

Köklü tarihlerinde Ada futbolunun en üst liginde ilk kez 1982’de boy gösterdiler. Ligde en iyi dereceleri 1983’te elde ettikleri ikincilik. En başarılı zamanları 1977-87 arasında, 7 sezonda 4 kez terfi edip ülke futbolunun en üst ligine yükseldiler. Premier Lig’in kurulduğu 1992-93 sezonundan beri iki kez düşüp, üç kez yükseldiler. 2015-16 sezonundan beri elitlerin arasında mücadele veriyorlar. 2017-18 sezonuna iyi başlayıp, sona doğru küme düşme tehlikesi yaşayarak ligi 14. sırada bitirdiler.

Transfer döneminde takımın göze batan sol kanat oyuncusu Brezilyalı Richarlison’u 35 milyon, geçmişte Galatasaray formasıyla izlediğimiz Ambrabat’ı 7,6 milyon sterlin karşılığında Al-Nassr takımına sattılar. Transferlerden gelen parayla Barça’dan sağ kanat oyuncusu Gerard Deulofeu, Bologna’nın sol beki Adam Masina ile birlikte 7 futbolcu transfer ettiler. 144,6 milyon sterlinlik kadro değeriyle ligin en mütevazı 3. takımı, 31 kişilik kadrosunun 24’ü İngiltere dışında dünyaya gelmiş.

Ocak ayından beri takımın hocalığını yapan Javi Gracia 1989’da başlayan futbolculuk kariyerinde 15 sene La Liga’da defansif orta saha oyuncusu olarak göze batarken Athletic Bilbao, Valladolid, Real Sociedad, Villarreal’de 400’ün üzerinde maça çıktı. Onun gelişiyle çıkışı yakaladı sarı siyahlılar, evlerinde topladıkları 23 puan o süreçte ligin en iyisi. Ayın teknik direktörü seçilmesi tesadüf değil anlayacağınız.

Ulusal maçlar nedeniyle verilen aradan sonra Watford kendi evinde istikrardan uzak Manchester United karşısında. Takımın maskotu ‘Eşek Arısı Harry’ sezon başında Crystal Palace’a karşı oynadıkları maçta rakip forvet Zaha’yı provoke ettiği gerekçesiyle çok eleştirilmişti, sonunda istifa etmek zorunda kaldı Watford sevdalısı. Özlenecektir şüphesiz. Mourinho’nun takımı evinden ırak oynadığı maçlarda sıkıntılı, son 4 maçın sadece birini kazanırken 2 yenilgi aldılar. Ancak Kırmızı Şeytanlar’a pek şansı tutmuyor ev sahibinin, son 15 maçın sadece birini kazanabildiler. Watford’un formda oyuncusu Jose Holebas 34 yaşında, Almanya’da dünyaya gelmiş Yunan asıllı oyuncu 2011-16 arasında Yunanistan Milli Takımı’nın formasını giydi. Bu sezon savunmanın solunda 4 maçta bir gol, 4 asistle oynuyor 25 numara. Watford 4-4-2 dizilişinde başlıyor maça, gol umutları Deeney ve Gray. Haziran ayında 30 yaşına bastı Troy Deeney, hava toplarında çok etkili 9 numara. Futbola başlamadan önce inşaatlarda işçilik yaparmış. 2012’de karıştığı kavga sonucunda 3 ay hapis yattığını, 2010’dan beri takımda forma giydiğini hatırlatalım.

4-3-3 dizilişindeki Manchester United henüz 2. dakikada golcüsü Lukaku ile tehlike yaratıyor ama dar açıdan etkili vuramıyor 9 numara. Oyunu geride kabul edip kaptıkları toplarda, bilhassa soldan Holebas ile pozisyon üretmeye çalışıyor Watford. İlk tehlikeli atağını 12. dakikada geliştiriyor, Hughes’un vuruşu De Gea’da kalıyor. 16. dakikada Deeney’nin yakın mesafeden vuruşunu mükemmel çıkartıyor İspanyol kaleci. İki takımın da orta sahayı çabuk geçtiği ilk 20 dakikada kalesini çok adamla savunup uzun toplarla çıkıyor ev sahibi. Ama 35. dakikada ceza sahasında Lukaku’yu boş bırakıyorlar, kaçırmıyor United’ın golcüsü. Golün şokunu atlatamadan kalesinde ikinci golü görüyor Watford, Fellaini’nin kafa pasına Smalling ceza sahası içinden sert vuruşla farkı ikiye çıkartıyor. Hücumda çoğalamayan sarı siyahlı takım, savunmada yaptığı iki hatayla geriye düşüyor. Topa yüzde 64 oranında sahip United rakip kaleyi 8 kez yokladığı devreyi önde kapatıyor.

İkinci devreye baskılı başlıyor Watford, duran toplar ve kanatlardan rakip ceza sahasına ortaladıkları uzun ortalar en önemli silahları. Ancak Smalling, Pogba, Fellaini ve Matic gibi 1.90’lık oyunculara sahip United savunmada zorlanmıyor ilk 60 dakikada. Ama baskıyı artırıyor Watford, 65. dakikada soldan getiriyor Doucoure, Gray’ın vuruşu farkı bire indiriyor. Son bölümde taraftarlarının ateşlemesiyle baskıyı artırıyorlar ama Holebas’ın ortaları bu maçta dağlara taşlara. Mourinho bir kez daha öne geçtiği maçta skoru koruma telaşıyla savunma ağırlıklı oynatıyor takımını. Yükleniyor ev sahibi, orta sahanın dinamosu Doucoure sahanın her yerinde. Uzatma dakikalarında gördüğü ikinci sarıyla oyun dışında kalıyor Matic. Velhasıl ilk yarıda kötü, ikinci yarıda müthiş oynadığı maçta ligde ilk yenilgisini alıyor küçük kasabanın sarı siyahı. Bu sezon evlerinde çok can yakacaklardır. Maçın adamı Doucoure’ya da selam çakalım bu vesileyle, yakın gelecekte taliplileri çoğalacaktır sanırım.

Ziya Adnan
18 Eylül 2018

Tarih olmuş futbol mabetleri…

Tarih olmuş futbol mabetleri…

Uzaklardan…

Yeni futbol sezonunda Ankara futbolseverinin sorunu şehir takımlarının oynayacak stat bulamamaları, bilen bilir konu Ankara olunca futbolda sorun bitmez. Yeni nesiller bilmez, bugün stadı olmayan Ankaragücü’nün eskiden kendine ait, adını taşıyan mabedi vardı. 80’li senelerin ortasında dönemin Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy’un talimatı ile stada bir gece ansızın greyderler girdi, yol yapım gerekçesiyle yıkıldı. Velhasıl ne çektiyse siyasilerden, Belediye Başkanlarından çekti sarı lacivertliler. Nicedir maçlarını 19 Mayıs Stadı’nda oynuyorlardı ama şimdilerde o mabet de yıkım aşamasında. Gelin milli maçlar nedeniyle verilen aradan yararlanıp çocukluk, gençlik yıllarımızın geçtiği o eski stat vesilesiyle tarih olmuş futbol mabetlerini hatırlayalım, anlatalım hazin hikâyelerini kalemimiz yettiğince…

Londra’nın kuzeyinde, Ada futbolunun en köklü kulüplerinden Arsenal’in simgesi, o meşhur kırmızı top ambleminin bir zamanlar çok uzaklardan göründüğü Highbury Stadı 2006 senesinin Mayıs’ında yıkıldığında, “çok eski bir dostu kaybetmiş gibiyim” demişti eski toprak Arsenal taraftarı. 38.500 kapasiteli futbol kokan o mabedi Eylül 1913’ten, 7 Mayıs 2006’ya kadar takıma ev sahipliği yapmış, ayakta maç izlemenin mümkün olduğu günlerde sevdalılarını ağırlamıştı. Bilir misiniz; 9 Mart 1935 tarihinde o statta oynanan Sunderland maçını 73.295 taraftar izlemiş; kulüp tarihinin rekoru. Sonra tıpkı insanlar gibi Highbury de yenik düştü zamana. Beş dakikalık yürüyüş mesafesinde pek gıcır Emirates Stadı’nın 2006 senesinde taraftara kapılarını açmasından kısa süre sonra yerle bir edildi sessiz sedasız. Lüks binalar, pahalı apartmanlar yükselirken o eski stadın üzerinde, inen her balyoz biraz daha götürdü yaşanmışlıklardan. Artık maç günleri dolup taşmıyor Highbury. Formalı çocuklar şarkılarını söyleyemiyorlar “North Bank” tribününde, “Clock End”i doldurmuyor deplasman takımı taraftarları. “One – Nil To The Arsenal” tezahüratı yankılanmıyor tribünlerde…

•••

Günümüzde League Two’da (3.Lig) mücadele ediyor Oxford United, o üniversite şehrinin 80’lerde ülkenin en üst liginde boy göstermiş sarı lacivertlileri. 1985–1986 sezonunun sonunda, 1. Lig’de kalmayı son maçta garantilemişler. İşte o takıma 2001 senesine kadar ev sahipliği yapmış 9.500 kapasiteli ‘Manor Ground da şimdilerde tarih olanlardan. 1876 senesinde inşa edilen stat 2001 senesinde yıkılmış ve kimilerine göre o mabedin yıkılması laneti olmuş kulübün. O statta oynadıkları son sezon köklü tarihlerinin en kötüsüymüş, sezon sonunda ancak 27 puan toplayarak 3. Lig’e düşmüşler. Şimdilerde özel bir hastane yer alıyor bir zamanlar futbolun hayat bulduğu yerde, takım maçlarını eski başkanları Firoz Kassam’ın adını taşıyan 12.500 kapasiteli yeni evinde oynuyor.

İngiltere’nin kuzeybatısında, Tees nehrinin kıyısına kurulmuş 138.400 nüfuslu Middlesbrough kasabasının takımına 1903-1995 seneleri arasında ev sahipliği yapmış “Ayresome Park”. 1966 Dünya Kupası zamanlarında üç maç bu statta oynanmış. O statta 30 Nisan 1995 tarihinde oynadıkları en son maçı 2-1 kazanarak iki sene aradan sonra yeniden Premier Lig’e dönmüş Middlesbrough. Stadın yerine yapılmış evlerden birinde yaşıyor kulüp dergisinin 52 yaşındaki editörü Robert Nichols. “Babamın elimden tutup maçlara götürdüğü zamanlarda stattan ayrılırken üzülürdüm, hep burada yaşamak isterdim,” diyor. Kaç futbol taraftarına nasip olur ki takımının tarih olmuş mabedinde yaşamak…

•••

56 bin kapasiteli “Victoria Ground” 1878 senesinde inşa edilmiş ve Stoke City 119 sene boyunca maçlarını bu statta oynamış. Yıkıma uğradığı 1997 senesinde Ada futbolunun en eski profesyonel stadı olarak nam salmış. 1997 senesinde kulüp 27.740 kapasiteli Britannia Stadınaa taşındığında yıkılmış. 72 yaşındaki taraftar Ian Dodd, efsane Stanley Matthews’ün bu statta oynadığı maçları hatırlıyor. Yıkımından 17 sene geçmiş olmasına rağmen tellerle çevrili araziye dokunulmamış, şimdilerde çöplük niyetine kullanılıyor. Eskiyi bilen takım taraftarlarını en çok üzen de bu zaten…

•••

İngiltere’nın güneybatısında 437 bin nüfuslu Bristol şehrinin takımı Bristol City günümüzde Premier Ligin iki altı “League One”da mücadele ediyor. Takım evinde oynadığı maçları yüz yılı aşkın süre Eastville Stadı’nda oynamış ve 1997 senesinde yıkılan stadın yerinde şimdilerde IKEA markası göze çarpıyor. Stadın hikâyesi ilginç, gaz dolum tesislerin hemen yanı başında yer almasından dolayı her daim gaz kokarmış bu eski stat. Takım taraftarlarının Ada futbolunda “The Gas” olarak bilinmeleri bu yüzden. Zamanla takıma gönül verenler bile benimsemiş bu lakabı, hatta 12 numaralı formayı gaz adama ithaf etmişler. Kulüp parasal sıkıntıya düşünce 1986 senesinde stadı terk etmek zorunda kalmışlar. Bir süre köpek yarışları için kullanılmış, sonrası malumunuz…

•••

Southampton… İngiltere’nin güneyinde, Londra’ya 120 kilometre uzaklıkta, Hampshire bölgesinde yer alan, 239.700 nüfuslu küçük, sakin sahil şehri. Şehrin takımının yüz yılı aşkın maçlarını oynadığı The Dell Stadı 2001 senesinde yıkıldı. Stadın yerine yapılan lüks apartmanlar, geçmiş zamanda takımın formasını giymiş önemli futbolcuların adlarını taşıyor…

•••

Madem eski futbol mabetlerinden dem vurduk, binalar, otoparklar ve AVM’lerle kafayı fena bozmuş o yorgun başkentin unutulmuş semtinde kaderine terk edilmiş o eski stadı da yâd etmeden geçmeyelim. Ankara futbolunun ilk resmi maçının oynandığı, geçtiğimiz sezonlarda mor-beyaz Hacettepe’ye ev sahipliği yapan, adını Türk siyasetinin simge isimlerinden birinden almış Cebeci İnönü Stadı… Efsaneye göre yatırın üzerine inşa edildiği için uğursuz sayılırmış. Henüz yıkılmadı ama bu beter düzende yakındır. Oysa hayatın siyah beyaz olduğu zamanlarda, maç günleri babalarının elini tutmuş çocuklar yürürdü yollarında. Mabetlerin AVM ya da IKEA olmasından kötü ne olabilir ki futbol kültüründe!

Ziya Adnan
11 Eylül 2018

Galler’in Mavisi…

Galler’in Mavisi…

Uzaklardan…

Geçen yazıda, Premier Lig’in çiçeği burnunda takımlarından, o küçük şehrin sarı siyahlılarının hal ve gidişine göz atmıştık. Geleni karşılamak âdettendir diyerek ligin diğer yenisini anlatalım bu yazıda, evlerinde oynadıkları Arsenal maçı vesilesiyle ‘Mavi Kuşlar’a bir bakış…

Cardiff…

Galler’in başkenti, 346 bin nüfusuyla Birleşik Krallığın en büyük 10. şehri. 19. yüzyılın başlarına kadar küçük bir kasaba konumundayken bölgedeki kömür madenleri sayesinde önemli bir liman kenti haline gelmiş, günümüzde dört büyük üniversiteye, 40.000’in üzerinde öğrenci nüfusuna, Londra’dan sonra en önemli medya merkezlerine sahip şirin yerleşim yeri. Bu sene 135. doğum gününü kutlayan Cardiff Üniversitesi’nin dünyanın en iyi 125 üniversitesi arasında gösterildiğini hatırlatalım…

O Galler şehrinin 1899 senesinde kurulmuş takımı Cardiff City, Ada futbolunda ‘The bluebirds’ (Mavi Kuşlar) olarak nam salmışlar. Köklü tarihlerinde futbolun en üst liginde kesintisiz olarak 1921-1929 seneleri arasında mücadele etmişler. Sonraki yıllarda sadece yedi sezonda boy göstermişler elitlerin arasında. İlginç bir anekdot, Liverpool efsanesini yaratan Bill Shankly, takımın başında olduğu dönemde ilk yenilgisini 1959 senesinde Cardiff City karşısında almış. 2013-2014 sezonunda düştükten sonra geçen sezon Championship’i 2. sırada bitirerek döndüler Premier Lig’e. 1908 senesinden beri kullandıkları mavi beyaz renkleri, 2012-2015 arasında kulübün o dönem başkanlığını yapan Vincent Tan adındaki Çinli işadamının Asya futbol pazarında yeni marka yaratma hayaliyle kırmızıya değiştirmesi, sonrasında yeniden mavi beyaza dönmeleri tarihe düşen notlar…

Şimdiki başkanları Mehmet Dalman 1958 doğumlu Kıbrıslı bir bankacı, 2014 senesinden beri kulübün başkanlığını yapıyor. Maçlarını oynadıkları Cardiff City Stadı 33.280 kapasiteli, geçen sezon evlerinde oynadıkları 23 maçta 20.164 taraftar ortalaması yakaladılar. Ezeli düşmanı ise geçen sezon ligden düşen diğer Galler temsilcisi Swansea City. Aralarında oynadıkları maçlarda gerilimin eksik olmadığını vurgulayalım. 1988’in eylülünde, Cardiff City deplasmanda Swansea’yi devirince, ev sahibinin kızgın taraftarları bir grup Cardiff City’li bahtsızı şehrin içinde uzun süre kovaladıktan sonra denize dökmüş. O olayı, “Yüzüp gittiler!” diye mizahi dille açıklıyor Swansealiler…

Kadro değeri olarak ligin en mütevazı takımı Cardiff City, 29 kişilik kadronun toplam değeri 94,25 milyon sterlin, Manchester United’ın Paul Pogba için Juventus’a ödediği transfer ücretine yakın. Kadronun en değerlisi 25 yaşındaki ofansif orta saha Bobby Reid, Bristol City’nin altyapısından yetişti.

Bu sezon oynadığı üç maçta golü bulamayan Gallerliler evinde değişim rüzgârlarının yaşandığı Arsenal karşısında. Gol yollarında çok etkili olamasalar da savunmaları sağlam, Liverpool’dan sonra kalesinde en az gol gören takım. Londra’nın kırmızılı takımı karşısında en son galibiyetlerini şimdilerde tarih olmuş Highbury Stadı’nda, 1961 senesinde almışlar. 2016 senesinden beri takımın teknik direktörlüğünü yapan Neil Warnock 69 yaşında ve 1980 senesinden beri hocalık yapıyor. Ada futbolunun renkli kişiliklerinden ve sözünü esirgemeyenlerinden. 2001 senesinde Sheffied United’ın başındayken hakem hatasıyla deplasmanda yenildikleri Southampton maçından sonra maçın hakemi David Ellary hakkındaki yorumu unutulmaz: “Bu teknoloji çağında pozisyona 30 metre uzaktaki kel kafalı birinin kararına güvenmek yerine yenilikleri kullanmak gerek!”

Arsenal karşısında 4-1-4-1 dizilişinde başlıyor maça Cardiff, gol umutları 24 yaşındaki Danimarkalı Zohore yedek kulübesinde, 1.92 boyunda 10 numara hava toplarında etkili. 2010 senesinde Drogba’nın tavsiyesiyle Chelsea’de antrenmanlara çıktığını, o dönem Avrupa futbolunun geleceği parlak yeteneklerinden biri olduğunu hatırlatalım.

Geçen sezonla birlikte evinden ırak son dokuz maçın sekizini kaybeden Arsenal 11. dakikada kullandığı kornerden Mustafi’nin kafa golüyle öne geçiyor. Golün öncesinde savunmadan çıkarken top kaybetmeyi alışkanlık haline getirmiş misafir takımın kalecisi Cech’in baskı karşında topu rakibe kaptırması ama Arter net fırsattan yararlanamaması muhtemel kırılma anı. Geriye düştüğü maçta kalite eksikliğine rağmen mücadeleyi bırakmıyor ev sahibi, sahanın her bölgesinde uyguladıkları baskı takdire şayan. Devrenin bitimine yakın çalışkan Camarasa’nın golüyle beraberliği yakalıyorlar. Arsenal’in bilhassa hava toplarındaki savunma zaafı bir maçta daha aşikâr.

İkinci devrenin ilk bölümünde misafir takımın pas trafiğini, sonrasında 60. dakikada Aubameyang’ın ceza sahası dışından köşeye giden golüyle öne geçişini izliyor tribünleri dolduran 32.316 futbolsever. Bu onun Avrupa’nın beş büyük liginde 150. golü. Ama teslim olmuyor mavili takım, bitime 20 dakika kala Morrison’un kafa pasını yine kafayla köşeye bırakıyor Zahore’nın yerine maça başlayan Ward. Baskı karşısında direnç gösteremeyen Arsenal’in bu savunma anlayışıyla ilk dörde girmesi zor, kalesinde çok pozisyon veriyor Emery’nin takımı. 70. dakikada çalışkan ama çaylak Guendouzi’nin yerine giren Torreira gidişatı değiştiriyor, 81. dakikada Cardiff savunmasında Bamba’nın boş bıraktığı Lacazette sert vuruşla Arsenal’e üç puanı getiriyor. Cardiff City’e gelince, topa yüzde 28 sahip olmalarına rağmen rakip kaleyi 14 kez yokladılar, etkili golcüleri olsa puan kapmaları işten değildi. Maç sonunda hocalarının da dile getirdiği gibi onların kaçırdığı fırsatları iyi takımlar kaçırmıyor.

Ziya Adnan
4 Eylül 2018

Wolverhampton Wanderers, gecenin siyahı, ışığın sarısı…

Wolverhampton Wanderers, gecenin siyahı, ışığın sarısı…

Uzaklardan…

Wolverhampton…

İngiltere’nin West Midlands bölgesinde 250 bin nüfuslu, kökleri Anglo-Sakson zamanlarına dayanan tarihi yerleşim yeri. 2000’li senelerin başında Brighton ile birlikte şehir statüsünü kazanmış, ülkede trafik ışıkları 1927 senesinde ilk kez bu şehirde kullanılmış, şimdilerde adını şehrinden alan bir üniversiteye ev sahipliği yapıyor. İşte o tarihi şehrin 1877 senesinde kurulmuş sarı siyahlı takımı Wolverhampton Wanderers, nam-ı diğer ‘Wolves’… 1888 senesinde kurulan futbol liglerinin kurucu kulüplerinden, 1932 senesinden 1965’e kadar ülke futbolunun en üst liginde mücadele etmiş. 1950’li senelerde Ada futbolunun en sağlam takımı, 60’lara kadar üç sezonda şampiyonluk yaşayıp, üç sezon ligi 2. sırada bitirmiş.

Renklerinin hikâyesi ilginç, şehrin mottosu ‘out of darkness cometh light’ (karanlıktan doğan ışık)’a ithafen sarı-siyah renkleri tercih etmişler, sarı ışığın, siyah ise karanlığın simgesi. Ezeli puan cetvelinde Manchester United, Liverpool ve Arsenal’den sonra 4. sıradalar. Her kulüp gibi maddi sıkıntılarla boğuştukları zamanlar da olmuş. 2007 senesinde, o zamanki başkanları kulübü 10 sterlin karşılığında Steve Morgan adında Liverpool sevdalısı bir işadamına satmış. Sözleşmedeki tek koşul işadamının kulübe 30 milyon sterlinlik bütçe ayırmasıymış. Madem onları yazdık, efsaneleri Steve Bull’a da selam çakmadan geçmeyelim. Ne golcüydü ama! 1986 senesinde 4. Lig’de çile çektikleri zamanlarda 65 bin sterlin karşılığında kadrolarına kattıkları forvet sonraki 13 senede kırılmadık rekor bırakmayacak, 306 golle kulüp tarihinin en büyük golcüsü olacaktı. 3. Lig’de mücadele ettikleri sezonda İngiltere Milli Takımı ile ilk maçına çıkmıştı, şimdilerde yorumculuk yapıyor…

1898 senesinden beri takıma ev sahipliği yapan Molineux Stadı 32.050 kapasiteli, Championship’i şampiyon olarak bitirdikleri 2017-2018 sezonunda 28.298 taraftar ortalaması yakaladılar. Bizimkilerin her daim dem vurduğu marka değeri de böyle yaratılıyor zaten. Köklü tarihlerinde dört sezonda Federasyon Kupası’nı kazandılar. 2011-2012 sezonunun sonunda 38 maçta sadece 5 galibiyet alarak küme düştüler. Yakın şehrin sevilmeyen takımı West Bromwich Albion’un küme düşme acısını yaşadığı sezonda bıraktıkları yere döndüler. Yeni sezonda Premier Lig’in en kalabalık kadrosuna sahipler, 34 kişilik kadronun değeri 178 milyon sterlin, yaş ortalaması 24,8.

2018-2019 sezonunun 3. maçında, geçen sezonun açık ara şampiyonu Manchester City, Wolverhampton Wanderers deplasmanında. Lig tarihinde 8 kez karşılaştığı rakibini sadece iki maçta yenebilmiş Wolves. Manchester City’e gelince, geçen sezonla birlikte son yedi deplasmandan üç puanla döndüler, o yolculuklarda buldukları gol sayısı 18… Gol demişken, Premier Lig tarihinin en büyük golcüsüne de selam çakmadan geçmeyelim. Geçen haziran ayında 30 yaşına bastı Arjantinli 10 numara. 2011 senesinin yazında 38 milyon sterlin karşılığında Atletico Madrid’den transfer olduğunda kulüp tarihinin en önemli golcülerinden olacağını kim bilebilirdi! 106 dakikada bir gol ortalamasıyla lig tarihinin en verimli golcüsü Agüero. ‘Kun’ lakabını çocukluğunda hayranı olduğu Japon çizgi film karakterinden almış, bu sezon iki maçta üç golü var…

3-4-1-2 dizilişinde ev sahibi, hücumda Jota, Bonatini, Jimenez. Takımın kilit oyuncusu Ruben Neves 1997 doğumlu, 17 yaşına bastığı zamanlarda Porto’da ilk maçına çıktı. 2017 senesinin yazında kulüp tarihinin en yüksek transfer bedeli 15,8 milyon sterlin karşılığında Wolves’a transfer oldu. Defansif orta saha oyuncusu olmasına rağmen hücumda da etkili, geçen sezon 42 maçta 6 golü var. Birçoğu ‘Yolunda AŞ’ (!) işlerine fazlasıyla bulaşmış kulüplerimiz yaşı kemale ermiş eskiler yerine onun gibi topçuları neden saflarına katamaz, muamma! İki takım da golü düşünerek istekli başlıyor maça, 21. dakikada Agüero’nun vuruşu direkten dönüyor. Sonrasında Wolves kalecisi Patricio, Sterling’in vuruşunu sağ üst köşeden çıkartıyor, haftanın muhtemel en önemli kurtarışı.

31.322 taraftarın önünde ikinci devreye hücumla başlıyor ev sahibi ve aradığı golü 57.dakikada Boly’nin kafa, el karışımı vuruşuyla buluyor. 69’da İlkay Gündoğan’ın kullandığı serbest vuruşa Laporte’un kafasıyla beraberliği yakalıyor Guardiola’nın takımı. İki takımın da galibiyeti kaçırdığı, Wolves’un yüzde 29 topla oynama oranına rağmen rakip kaleyi 11 kez yokladığı 90 dakika sonunda takımlar puanları paylaşıyor. Maçın adamı Wolves’un 31 yaşındaki Portekizli orta saha maestrosu Moutinho, enfes pasları, bitmek bilmeyen enerjisiyle göze batıyor. Hocası Nuno Espirito Santo kendilerinden daha güçlü bir takıma karşı aldıkları puanın sevindirici olduğunu, bilhassa evlerinde yenilmesi güç takım olduklarını vurguluyor. Oynadığı üç maçta henüz galibiyetle tanışamadı sarı siyahlılar ama dirençli oyun felsefesine, korkusuz oyunlarına şapka çıkartmak gerek. Sahanın her bölgesinde rakibe uyguladıkları amansız pres, rakibe boş alan bırakmamaları, orta sahada iki Portekizli Neves ve Moutinho’nun performansı takdire şayan. Lige renk getirdikleri kesin, sezon boyunca çok takımın canını yakacaklardır sanırım…

Ziya Adnan
28 Ağustos 2018