Ne mutlu, hükûmetin yok ama artık Podolski’n var!

Ne mutlu, hükûmetin yok ama artık Podolski’n var!

Uzaklardan…

Geçenlerde ülkenin çok satan bilindik gazetelerinin birinde yazıyordu, çay parasına dünya yıldızının ülke futboluna muhteşem transferi! Ülkede hükümet kurulamıyordu ama futbolcunun transferini manşetlerden duyurmuştu. Habere göre, sarı kırmızılı takım, Lukas Podolski için 6 milyon Euro’dan kapıyı açan Arsenal’i 2,5 milyon Euro bonservis bedeline ikna etmişti. Eh, bizim kulüplerin ikna kabiliyeti malumunuz, hele bir de karşınızdaki transfer işlerinden hiç anlamayan saf Arsene Wenger olunca!

Velhasıl bir transfer sezonunda daha ülke takımları geçmişten ders almamakta kararlı adımlarla borç batağına gömülürken, anlatalım kalemimiz yettiğince nicedir yakından izleme fırsatı bulduğumuz Podolski’nin hikâyesini…

4 Haziran 1985’de dünyaya gelmiş Polonya asıllı forvet. 2003 senesinde başladığı FC Köln macerasının devamında, 2006 senesinde 10 milyon Euro transfer bedeliyle Bayern Münih’e transfer oldu. Ancak işler umduğu gibi gitmeyecek, 2009 senesine kadar kaldığı takımda düzenli olarak forma şansı bulamayınca 2009 Temmuz’unda geldiği paraya yeniden FC Köln’ün yolunu tutacaktı. 2007-2008 sezonunda sadece iki maçta forma giyebilmiş. Köln’e döndüğü ilk sezon tam hayal kırıklığı. Büyük beklentilerle geldiği takımdaki ilk sezonunda sadece üç golü var. Bir sonraki sezonunda karnesi biraz daha iyi, 13 gol ve 7 asist. 2011-2012 sezonu takımdaki en iyi sezonu. O sezon 29 lig maçında 18 golü bulunuyor ama takımını küme düşmekten kurtaramamış.

2012 senesinin Ocak ayında Arsenal’e transferi gündeme geliyor ama gerçekleşmiyordu. O senenin yazında Arsenal’e geldiğinde 26 yaşındaydı ve kulüp futbolcu için Köln’e 11 milyon Sterlin ödemişti. Futbolcu dört sene boyunca top koşturacağı Arsenal’de senelik 7 milyon Euro kazanacaktı.  (İngiltere’de futbolcuların yüzde 50 vergi ödediğini hatırlatalım). Arsenal’in ligi 4. sırada bitirdiği 2012-2013 sezonunda 16 gol ve 11 asisti var…

2013-2014 sezonun başında Fenerbahçe karşısında oynanan Şampiyonlar Ligi ön eleme maçında sakatlandı ve 10 hafta sahalardan uzak kaldı. Takıma döndüğü zamanlarda takımın forvet hattındaki rekabet kızışmış; Yaya Sanogo, Olivier Giroud, Danny Welbeck, Theo Wallcott’un yanında daha az forma şansı bulmaya başlamıştı. Oyuna sonradan girdiği maçlarda kimi zaman iyi işler yapıyor, kimi zaman tembel görüntüsü yedek kalma nedenini açıklıyordu. Sol kanatta oynadığı zamanlarda etkisizdi, süratli ve agresif olmayışı, sert rakiplere karşı oyundan düşüşü karnesindeki olumsuz notlar. Naçizane görüşüm, dünya yıldızı dediğin, müthiş bir sol ayak ve zaman zaman ölümcül şutlardan çok daha fazlasına sahip olmalı. Liderlik özelliği olmalı mesela. Bir başına oyunu çevirebilmeli mesela. Yedek kulübesinin müdavimi olmaya başladığı zamanlarda, 2015 senesinin Ocak ayında İnter’e kiralandı ama burada da ilk 11’e girmekte zorlandı. O dönemde takımın teknik direktörü Mancini’nin, bazı maçlarda Alman futbolcu yerine Xherdan Shaqiri’ye forma vermiş olması kayda değer…

***

Ve şimdi  30 yaşındaki forvet oyuncusu Galatasaray’da. 3+1 yıllık imza sonunda ilk 3 yıl için 3’er milyon Euro garanti ücret ve maç başına da 20’şer bin Euro alacakmış. Arsenal’e ödenen 2,5 milyon Euro ve aracılarla ödenenlerle birlikte Galatasaray’a maliyeti 15 milyon Euro civarında. Bu senenin Mart ayında borcu 523 milyon TL olarak açıklanan, geçtiğimiz sezon Passolig garabeti yüzünden 24 bin taraftar ortalamasına oynamak zorunda kalan bir takım için hiç de yazıldığı kadar kârlı bir alışveriş olmadığı ortada. Aralarında Tarık Çamdal’ın da bulunduğu 12 oyuncudan daha ucuza mal edilmiş diye seviniyor bazıları, o transferlere ödenen rakamların uçukluğunu görmezden gelerek. Ama ne futbolda, ne yaşamda iki yanlış bir doğru yapmıyor. Üstelik 2011-2012 sezonunun başında, yine Arsenal’den 3,5 milyon Euro transfer bedeliyle transfer edilen, A2 takımında antrenmanlara çıktığı son sezonda bile ortalama 2,5 milyon Euro kazanan Emmanuel Eboue örneği önümüzde öylece dururken.

Arsenal dünya futbolunun 1,3 milyar Sterlinle en zengin beşinci kulübü. 2014 senesinde kulübün geliri 298,7 milyon Sterlin. Her maçta doldurduğu 60 bin kişilik Emirates Stadı’nda maç başına geliri 3,5 milyon Sterlin. Wenger’in felsefesi, 30 yaşına gelmiş hiçbir futbolcuya uzun sözleşme vermemek, maliyeti pahalı oyuncuları mümkün olduğunca çabuk sürede elden çıkarmak. Podolski de onlardan biri. Bizim kulüplerin aksine, miadını doldurmuşların yerine kendi yıldızlarını yaratmayı seviyor Fransız teknik direktör. Geçtiğimiz günlerde, Forbes dergisinin yayınladığı en zengin futbol kulüpleri sıralamasında Galatasaray’ın 5 basamak üzerindeki İnter bile futbolcuyu satın alma yerine kiralama opsiyonunu kullanıyorsa, bu alışverişte kazanan Galatasaray değil, Arsenal ve Podolski aslında. Neticede Arsenal’e transfer olduktan dört sene sonra, 30 yaşına bastığı zamanlarda, daha zayıf bir ligde, daha zayıf rakiplere karşı oynayarak İngiltere’de kazandığına yakın kazanacak. Üstelik üç sezonluk parası garanti. Ama mesele illa da Arsenal’den oyuncu almaksa, 2014 Dünya Kupası’nın yıldızlarından 23 yaşındaki Kosta Rika’lı Joel Campbell’i hatırlasaydınız keşke…

Galatasaray’a gelince… 2011 senesinde 11 milyon Euro’ya sattığı Arda bugün 40 milyon Euro ediyorsa, yapılması gereken ortada. Yeni Arda’lar çıkartabilmek, altyapına önem vermek, FC Porto olabilmek. 2004 senesinde, Mourinho önderliğinde Şampiyonlar Ligi’ni kazandıkları zamandan günümüze sattıkları futbolculardan 400 milyon Euro’dan fazla kazanmış Ejderhalar. Üstelik güçlerinden kaybetmeden. O dönemde 7 lig şampiyonlukları bulunuyor.

Velhasıl, nicedir futbolun Katar’dan önceki son durağı olmuş ülkem takımlarının savurgan transfer politikası Albert Einstein’ın cümlesini hatırlatıyor: “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.”

Ziya Adnan

6 Temmuz 2015