Yeni sezonda eski hüsranlar…

Yeni sezonda eski hüsranlar…

Uzaklardan…

Siz bakmayın Robin Van Persie’nin, bizim coğrafyanın gerçek futbol ülkesi olduğuna inandığını söylemesine. Hiç beklemediği bir anda çok değerli bir hediye alan, başına talih kuşu konmuş küçük çocuğun heyecanına verin. Malum, koskoca sezonda seyirci ortalaması 7.809 olan, maç günleri ülkenin dört bir yanında tribünlerini doldurmayı başaramayan bir coğrafya asla futbol ülkesi olamaz. Hele de ülkenin milli takımı Dünya Kupası elemelerine Faroe Adaları’yla birlikte dördüncü torbadan katılıyorsa! O yüzden, bunca zaman futbola dair size öğretileni sıfırlamaya buradan başlayın, futbol ülkesi olmadığımıza inanın önce…

Sonra “üç büyükler” meselesi var sırada, futbola dair en büyük Türk yalanı. Kafayı bir şehrin üç takımıyla fena bozmuş, rekabetsizlikle lanetli beter bir düzende hep aynı beter hikâye… Maç günleri yurdun dört bir yanında boş tribün manzaraları ve bu durumu hiç dert etmeyen hedefsiz Anadolu kulüplerinin yöneticileri. Para yayıncı kuruluştan geliyor nasılsa! Hiçbir ülke televizyonunun yayınlamaya değer görmediği, bizden başka kimsenin ilgilenmediği toz duman İstanbul derbileri… Parasızlıktan, ilgisizlikten, sahipsizlikten sürüm sürüm sürünen asırlık kulüpler, onlara inat halkın paraları ile desteklenen, taraftarı ve kökleri olmayan belediye takımları… Bütün mesele formaya 4. yıldız, köprülere asılan bayraklar! Velhasıl ligimizin kalitesi ortada… Yakın geçmişte yurt dışına ihraç ettiğimiz futbolcu sayısı sadece iki…

Ülkenin en zengin, en güçlü takımlarından Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarında 2002 senesinden beri 6 kez elendi, kimi zaman Avrupa futbolunun pek vasat takımları karşısında. Geçenlerde elendiği Shaktar Donesk’in teknik direktörü Lucescu’nun takımda görev yaptığı 11 sezonda, 8 teknik direktörle çalışmış sarı lacivertliler, istikrar diyenlere hatırlatma…

Sadece Fenerbahçe değil Avrupa arenalarının sıklıkla hüsran yaşayanı. Nicedir pastanın çileğini arayan Galatasaray geçen sezon oynadığı Şampiyonlar Ligi maçlarında sadece bir puan toplayıp, kalesinde 19 gol gördüğü grubu sonuncu bitirdi. Tek teselli onca senede kazanılan bir UEFA Kupası. Oysa o kupayı Sevilla 2006 senesinden beri dört kez kazandı…

Ülkenin 4. büyüğü Trabzonspor’un Avrupa Ligi elemelerinde havlu attığı Rabotnicki’nin senelik bütçesi 350 bin, futbolcuların ortalama aylık maaşı 2000 Euro! Trabzonspor’un bir maçta futbolcularına ödediği, adamların neredeyse sezonluk bütçesi, o gariban takımın karşısında havlu atan bizim büyüğün özeti bu aslında…

Yeri gelmişken yaşı yetmeyenlere hatırlatalım, geçen sezonun başında 18 futbolcu transfer eden Karadeniz kulübü 80’li yılların ortalarına kadar esip kükrerken, kadrosunda tek yabancısı bile yoktu. Gücünü kendi şehrinin çocuklarından, alt yapısından alan takımdı eskinin Trabzonspor’u. Şimdi o da hayal oldu. Velhasıl her transfer döneminde harcadıkları onca paraya rağmen bizim büyüklerin (!) durumu ortada. Ülke futbolunun üç lokomotif takımının toplam borcu 1 milyon Dolar’ın üzerinde ama ne gam! Yabancı kısıtlamasının kalktığı sezonda har vurup harman savurdukları onca paraya rağmen değişen bir şey yok şark cephesinde…

***

Naçizane hatırlatma, gerçek futbol coğrafyalarında, her takım kendi taraftarı için büyüktür. Ada futbolunda, Championship’te geçen sezon küme düşmekten kıl payı kurtulan Brighton Howe Albion’un, evinde, Falmer Stadı’nda oynadığı maçlardaki taraftar ortalaması 25.645, bizde şampiyon Galatasaray’ın yakalayabildiği taraftar ortalaması 24 bin. Eğer bir gün Türk futbolu ilerleme kaydedecekse, bunun yolu Anadolu şehirlerinin dolu tribünlerinden ve rekabetten geçecektir, yazın bir kenara.

Bir de altyapı meselesi var düşündükçe insanı kederlere boğan. Adının başına “altyapı” eklenmiş ama yapıdan başka her şeye benzeyen, futbolumuzun ücra köşelerinde, göstermelik futbol okullarında hikâyeleri hep yarım kalacak gençlerin toplamı bizde altyapı dedikleri… Kovulan teknik direktöre 8 milyon Euro tazminat ödenirrken, altyapı hocasının 1500 TL maaş aldığı, neresinden tutsan elinde kalan garip bir düzen. Daha önce de yazmıştım, ülke takımlarının ilk on birinde alt yapıdan iki, 18 kişilik kadrosunda alt yapıdan dört futbolcu olması gerektiğini. Türk futbolunu ileriye taşıyacak olanlar, uğruna çuval dolusu paralar saçılan, son kullanım tarihine yaklaşmışlar değil, Arda, Muhammet, Salih Uçan’lardır zira. Sahip olduğun potansiyeli, üzerinde görmezden gelerek oturduğun madeni işleyebilmektir çözüm. 5 milyon nüfuslu Norveç’in 16 yaşından daha küçük olan futbolcularının sayısı, 75 milyon nüfuslu Türkiye’nin genel futbolcu sayısından daha fazlaysa sorunu başka yerde arama…

Ülkenin spor medyasının perişanlığını da atlamayalım… Dünyanın hangi medeni futbol ülkesinde bir Pazar akşamı televizyonda, futbol topunu ve yeşil sahayı görmediğiniz halde sadece üç takımın tartışıldığı, beş saate yakın süren futbol programı yapılır, bilen varsa…

Çözüm mü?

Çözüm ortada… İnandığınız tüm masalları, futbola dair ezberlerinizi, marka değeri palavrasını unutup hikâyenin en başına dönmek, her şeye yeniden başlamak, rüyadan uyanmaktır çözüm. Türk futbolu aşama kaydedecekse her şeyi sıfırlayıp, yeni aktörlerle hikâyeye yeniden başlamak, kendi liginde rekabeti yaratmak gerekir…

Ziya Adnan

15 Ağustos 2015