Adalardan kaç yâr gelir Şampiyonlar Lig’ine!

Adalardan kaç yâr gelir Şampiyonlar Lig’ine!

Uzaklardan…

Bilir misiniz, Avrupa Kupaları ilk kez 1955-1956 sezonunda perdelerini açmış ama ilk sezonunda hiçbir İngiliz takımı kupada yer almamış. Yazılanlara göre Chelsea niyetlenmiş ilk kez Avrupa mabetlerinde boy göstermeye ama federasyondan izin çıkmamış. Avrupa Kupalarında yer alan ilk Ada temsilcisi Manchester United, aynı zamanda kupa kazanan ilk İngiliz takımı Kırmızı Şeytanlar. Kaderin cilvesi, 1957-1958 sezonunda Münih’te sekiz futbolcularını kaybettikleri uçak kazasından 10 sene sonra kaldırmışlar ilk kupalarını. Eh, futbolun içinde yas tutmak da var, en büyük sevinçleri yaşamak da!

Onların başarısını Tottenham Hotspur 1963’te tekrar etmiş, o dönemki adıyla Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nı kazanmış Kuzey Londra’nın köklü takımı. Yaşı yetenler hatırlayacaktır, ilerleyen zamanlarda Ada takımları Avrupa arenalarının müdavimleri olmuş, Heysel faciası nedeniyle yasaklandıkları 1985-1991 seneleri haricinde hemen her sezon esip kükremişlerdi kupalarda.

Henüz güz yağmurları düşmeye başlarken Avrupa’ya veda eden Türk’ün Türk’e masalı ‘üç büyükler’ (!) gibi değil onların hikâyesi; Liverpool 11, Manchester United 6, Chelsea 5 sezon kazandı Avrupa Kupalarını. 1977-1982 arasındaki 6 sezonda İngiliz takımları ambargo koymuştu Şampiyonlar Ligi’ne. Liverpool, Nottingham Forest ve Aston Villa o yılların unutulmazları…

2017-2018 sezonunda son 16’da beş takımla temsil edilecek İngiltere, muhtemel marka değerini en güzel anlatan fotoğraf. Gruplarda oynadıkları son maçlar vesilesiyle Chelsea ve Tottenham Hotspurs’un Avrupa macerasına naçizane bir bakış…

•••

Aralık ayının ilk günlerinde kazandığı takdirde grubu lider bitirecek olan Chelsea gruptan çıkma şansı mucizelere kalmış Atletico Madrid karşısında. Kırmızı beyazlılar La Liga’da 3. sırada ama Avrupa’da hüsranı yaşadılar bu sezon. Chelsea’yi yenmeleri, Roma’nın da puan kaybetmesi durumunda 2. olarak gruptan çıkacaklar. Futbolun içinde mucizeyi kovalamak da var! Yeri gelmişken, kırmızı beyaz formalarının hikâyesini de anlatalım. Rivayete göre kuruldukları ilk zamanlarda kulübün eski futbolcusu Juanito Elorduy, İngiltere’ye Blackburn Rovers’ın mavi beyaz formalarını almak için gitmiş ama yeterli sayıda forma bulamayınca eli boş dönmemek için Southampton FC’nin kırmızı beyaz formalarında karar kılmış. Formalarını Southampton, şortlarını Blackburn Rovers’ın renklerinden alan kulübün lakabı ‘Los Rojiblancos’ o zamanlardan miras. Bir başka rivayete göre, o yıllarda yatak minderleri ve çarşaf üretiminde kullanılan kırmızı beyaz çizgili bezleri, maliyeti azaltmak için takımın forması olarak kullanmışlar. Rakip taraftarların alaycı gözünde ‘Los Colchoneros’ (şilteciler) olarak bilinmeleri işte bu yüzden…

Küçük de olsa bir ihtimal daha var diyerek 4-4-2 düzeninde hücumda Torres ve Griezmann ikilisiyle başlıyor maça Atletico Madrid. 26 yaşındaki Fransız hücum oyuncusu 2009’da Real Sociedad’da başlayan kariyerinde çok yol kat etti, 2014’te 30 milyon avro’ya transfer olduğu Atletico’nun yıldızı şimdilerde. Maça dönersek, takımın ocak ayına kadar transfer yasağı olması nedeniyle Costa yer almıyor kadroda. Grubu lider bitirme adına aslarıyla başlıyor maça Conte; Hazard, Fabregas, Morata ilk 11’de. 3-5-2 dizilişindeki Chelsea ilk yarıda üç kez rakip kaleyi bulurken, topa daha çok sahip olan (yüzde 53) Atletico alan yaratmakta zorlanıyor. Griezmann takımının en iyisi bu yarıda…

İkinci yarının başında Torres’in kafa pasını yakın mesafeden kafayla ağlara gönderen Niguez umutlandırıyor kale arkasını dolduran İspanyol taraftarları. Ama Torres’i oyundan alınca 3. bölgede top tutmakta zorlanıyor misafir takım, Chelsea’nin beklenen golü sahanın en iyisi Hazard’ın Savic’e çarpıp köşeyi bulan şutuyla geliyor. Beraberlikle biten maçın sonunda Chelsea lider Roma’nın arkasından grubu 2. sırada tamamlarken son 16’da olası rakipler arasında Beşiktaş da var…

•••

O maçın ertesinde grubunda liderliği garantilemiş Tottenham, sadece iki beraberlik alabilmiş Apoel Nicosia karşısında. Her ne kadar Avrupa Kupalarında başarısı olmasa da kökleri derin, günümüzden 91 sene önce, Kasım 1925’te 40 arkadaş tarafından sağlık için spor amacıyla kurulmuş sarı lacivertliler, 270 bin nüfuslu Lefkoşe şehrinin takımı. En önemli başarıları 2011-2012 sezonunda, 16 takım arasına kalıp Olympic Lyon’u eleyerek çeyrek finale kalmış olmaları. Tarihlerinde Şampiyonlar Liginde evlerinden ırakta maç kazanmışlıkları yok, üstelik hiçbir Kıbrıs takımı Ada takımları karşısında galibiyet elde edememiş.

Takımın toplam değeri 19,4 milyon avro, en değerli oyuncuları 30 yaşındaki stoper Jesus Rueda. Maça 4-2-3-1 düzeninde başlıyor misafir takım, Tottenham aslarını dinlendirmiş bu maçta. İlk 15 dakikada sahasından çıkmakta zorlanıyor Apoel.

Galeano’nun tanımı gibi, Tottenham kalecisi Vorm oyunu hep uzaktan izlerken üç direğin arasında yapayalnız. 20’de Aurier’in sağdan ortaladığı topu dönerek kaleye gönderen Llorente öne geçiriyor Tottenham’ı. 37’de farkı ikiye çıkarıyor Son, antrenman havasında geçen maçın ilk yarısını ev sahibi iki farkla önde kapatıyor.

İkinci yarıda bir gol için yükleniyor Apoel, 50’de Vouros’un vuruşu kale arkası tribününden yükselen ahlar arasında dışarı çıkıyor. Ama bırakmıyorlar maçı, her topu kovalayıp, canla başla direniyorlar. Sol kanatta oynayan Aloneftis en göze batan topçuları. 80’de genç oyuncusu N’Koudou’nun savunmaya çarpıp ağlara giden golüyle üçü buluyor Tottenham. Kıbrıs takımı rakip kaleyi bulamadığı 90 dakikanın sonunda 40 bin taraftarın önünde Avrupa’ya havlu atıyor…

Velhasıl bu sezon son 16’da beş İngiliz takımı izleyecek futbolsever. Apoel’e gelince, 14 takımlı Kıbrıs liginde gelecek maçta AEL’le oynayacaklar. Wembley’de boy gösterdikten sonra güneşli mahalleye, kendi aralarındaki yalnız oyuna dönüş anlayacağınız. Başlarını dik tutsunlar, niceleri var ki Wembley’de bir maç için bile olsa sahaya çıkmak için neler vermezler!

Ziya Adnan
12 Aralık 2017

Huddersfield Town: Bekledim de gelmedin!

Huddersfield Town: Bekledim de gelmedin!

Uzaklardan…

Geçen sezonun sonunda Premier Lig’e yükselmişti Huddersfield Town; İngiltere’nin kuzeyinde, West Yorkshire bölgesinde Leeds ve Manchester şehirleri arasında yer alan, başkent Londra’ya 310 kilometre uzaklıkta 163 bin nüfusa sahip tarihi kasabanın mavi beyazı. Hayatın siyah beyaz olduğu zamanlarda Ada futbolunun korkulan takımlarındanmış nam-ı diğer “Terriers” (Av köpekleri). 1920’li senelerde arka arkaya üç sezon şampiyon olan ilk İngiliz takımı olarak tarihe geçmişler. Onca sene alt liglerde geçirdikleri zamanlardan sonra geçtiğimiz sezonun sonunda tarihlerinde ilk kez Premier Lig’de boy gösterme fırsatı yakaladılar. Efsaneleri Herbert Chapman’ın ölüm yıldönümüne yaklaştığımız zamanlarda ligin kadro olarak en mütevazı takımının hal ve gidişine, ligde 1972 senesinden beri ilk kez karşılaştıkları Arsenal maçı vesilesiyle naçizane bir bakış…

55 seneden sonra o soğuk kasım akşamında iki takım Emirates Stadında ilk kez karşı karşıya, tıpkı o eski şarkıdaki gibi bekledim de gelmedin! Keşke bizim futbolumuzda da eskinin nam salmış takımları ülke futbolunun en üst ligine dönebilse. Ankaragücü, Vefa, Altay, Şekerspor, Beykoz, Ankara Demirspor, PTT. Ah PTT, çocukluk yıllarımın sarı siyahı!

Maça dönersek, ev sahibi takım bir maça daha Lacazatte, Sanchez, Özil üçlüsüyle başlıyor. Manchester City karşısında çıktıkları ve öne geçip kaybettikleri maçın ilk 11’inde altı değişiklik yapmış Huddersfield’in hocası Wagner. 5-4-1 düzeninde misafir takım, belli ki öncelik savunma. Kadro olarak ligin en mütevazı takımı, ama yabana atılmasın, bu maça kadar oynadıkları 14 maçın dördünü kazanmışlar, hedef geçen sezon çıktıkları lige tutunma. Gol umutları Steve Mounie 23 yaşında, Montpellier’in alt yapısından yetişmiş…

Maç başlıyor ve henüz 3. dakikada golü buluyor Arsenal. Xhaka, Ramsey ve son vuruşu yapan Lacazette’nin pas trafiği ders olarak gösterilir futbol okullarında. İlk tehlikeli atağını 21. dakikada geliştiriyor misafir takım ama Mounie’ye fırsat vermiyor Cech. Hücumda çoğalamıyor Huddersfield, umutları duran toplarda. 34’te Lacazette’nin vuruşunu çizgiden çıkarıyor savunma. İlk yarıda rakip kaleyi bulan tek topu var misafir takımın…

İkinci yarının başında sakatlanan Lacazette’in yerine Giroud’yu sahaya sürüyor Wenger. 51. dakikada Quaner’ın ceza sahasından vuruşunu müthiş çıkarıyor Cech. Huddersfield Town hücumda daha etkili devrenin başında. Arsenal’de sürekli yer değiştiren, alan yaratan ve 3. bölgede enfes paslar dağıtan Özil takımın en iyisi bu maçta. Bir de bu formunu düzenli olarak yakalasa! 60. dakikada kaleciyi de geçtiği pozisyonda topu direğe nişanlıyor Giroud, kendisi de inanamıyor kaçan fırsata.

Rakibin savunmada az adamla yakalandığı anlarda Sanchez ve Özil ile pozisyonlar yaratıyor Arsenal ve beklediği golü Özil’in asistiyle Giroud’nun ayağından 66’da buluyor. O golden hemen sonra Alexıs Sanchez farkı üçe çıkarıyor. Özil’in yaratıcılığında Arsenal gole doymuyor. 70’te bu kez Özil’in golünü izliyor Emirates Stadını dolduran 59.285 taraftar. Hızlı pas trafiğini yakaladığı anlarda çizgi halindeki savunmayı rahat geçiyor Wenger’ın son haftalarda yükselişe geçmiş takımı. Ve 85. dakikada Giroud yakın mesafeden yaptığı vuruşla takımının 5. golünü atıyor. Arsenal, yüzde 70 topa sahip olma oranıyla oynadığı ve rakibini gole boğduğu maçın sonunda ligde 4. sıraya yükselirken, Wenger yaptığı basın toplantısında Huddersfield Town’un 70. dakikadan sonra oyundan koptuğunu, bunun da işlerini kolaylaştırdığını dile getiriyor…

Huddersfield Town’a gelince… “Beklemek gövde gösterisi zamanın” der o güzel şiirinde Cemal Süreya. En azından onca seneden sonra futbolun en görkemli sahnesinde boy gösterme fırsatı yakaladı “Terriers” (Av köpekleri). Onca sene bekledikten sonra ligin başat takımları karşısında yer almaları bile takdire şayan. Bu sezon evlerinde oynadıkları maçları kazanmaya devam ederlerse lige tutunmaları mümkün, gönül ister ki paranın egemen olduğu günümüz futbolunda kalıcı olsunlar, tutunsunlar Premier Lig’e…

Yeri gelmişken efsaneleri Herbert Chapman’i da anmadan geçmeyelim, malum gelecek ay ölüm yıldönümü. 1921’de kulübün teknik direktörlüğüne getirilmiş, modern futbolun temel taşlarını kulübe yerleştirirken, stadın ışıklandırılmasından, fizyoterapinin önemine kadar futbolla ilgili her konuda kulübünü ileri taşımış. Hikâyesini anlatan yazılarda, Ada futbolunda forma numaralarının onun fikri olduğu anlatılır. Transferleri ve takım seçimini başkanların ve yöneticilerin yaptığı zamanlarda bu sorumluluğu alan ilk futbol adamı olduğunu hatırlatalım. Huddersfield Town’dan sonra 1925–1934 arasında Arsenal’i çalıştırmış. Ocak 1934’te 55 yaşında aramızdan ayrılmış futbol sevdalısı. Günümüzde her iki takımın stadında heykeli selamlar ziyaretçilerini…

Herbert Chapman o kasım akşamında yukarlardan bir yerlerden izlemişse vakti zamanında çalıştırdığı iki takımın maçını, Mesut Özil’in gösterisini alkışlamıştır muhtemel. Geçtiğimiz günlerde 29 yaşına bastı 11 numara. İki asist ve golle maçın en iyisiydi. Özil, Sanchez ve Lacazette ile başladığı son beş maçın dördünü kazandı Arsenal. İlk dörde girme mücadelesinde rakip Tottenham’ın düşüşe geçtiği zamanlarda onların yükselişi manidar. Gelecek sezon Emirates’te “Av köpekleri”ni izler miyiz bilinmez ama madem Huddersfield Town’la başladık yazıya yine onlarla bitirelim, şairin dizeleri onlara gitsin:

Günler gitgide kısalıyor,
yağmurlar başlamak üzere,
kapım ardına kadar açık bekledi seni
Niye böyle geç kaldın?

Ziya Adnan
8 Aralık 2017

Herrera’dan Mourinho’ya, kimseler benzemez sana!

Herrera’dan Mourinho’ya, kimseler benzemez sana!

Uzaklardan…

Takvim yaprakları 9 Kasım 1997’yi gösterirken, 87 yaşında İtalya’nın Venice şehrinde hayata gözlerini yumdu Helenio Herrera, ocak ayında UEFA’nın yayınladığı tarihin en iyi teknik direktörleri sıralamasında ilk 10’a girmiş karizmatik Arjantinli. 1944’ten 1981’e kadar uzanan ışıltılı kariyerinde La Liga’da, Barça ve Atletico Madrid’in başında dört şampiyonluk yaşamış. En parlak zamanları 1960’lı senelerde İnter’de, İtalyan takımında üç sezonda şampiyonluk kupasını kaldırmış. Yaşı yetenler Herrera’nın İnter’ini tarihin en iyisi olarak tanımlar. Takımların genelde 4-4-2 dizilişini tercih ettiği zamanlarda, İnter’de 5-3-2 sistemini ilk kez uygulayan hoca olarak biliniyor. Takımın rakipten daha çok topa sahip olmasının önemi olmadığına, aksine top arkasında oyuncu olmadığı zaman daha uzun mesafeyi daha çabuk kat ettiğinden rakipte olmasının avantaj olduğuna inanırmış. Kanat beklerini süratli oyunculardan seçer, rakibin oyun içinde savunmada az adamla yakalandığı anlarda oyuna genişlik kazandırarak rakibi gafil avlarmış. Oyunu daima geriden kurar, adam markajına inanır, çalıştırdığı takımlar sertlikleriyle öne çıkarmış. Zaman zaman katı savunma anlayışı nedeniyle eleştirilse de en az pasla rakip kaleye dikine gidebilen taktik anlayışı zaman içinde nice futbol adamına ilham olmuş. Kontratak futbolunun dâhisi, anlayacağınız… Jose Mourinho İnter’in başında ilk antrenmanına çıktığında İspanya’nın AS gazetesinden bir gazeteci o yıllarda kulüpte sportif direktör olarak görev yapan eski savunma oyuncusu Sandra Mazzola’ya takımın yeni hocası hakkında fikrini sormuş. “Oyun felsefesi Herrera’yı hatırlatıyor” demiş eski savunmacı ve devam etmiş: “Bayıldım, takım bu hocayla çok başarılı olacaktır.”

Zaman içinde, bir gün önceden ertesi gün oynayacakları maçları doğru tahmin ettiğinden İtalya futbol yazarları arasında ‘Il Mago’ (büyücü) olarak anılmaya başlanmış. Futbol bilgisi ve taktik anlayışıyla zamanın hocalarının çok üzerinde olduğu, ancak kibri ve önemli maçlardan önce rakiple girdiği psikolojik savaşlar nedeniyle eleştirildiği de yazılır. Düşününce, Herrera’nın hikâyesi, kendisine ‘Special One’ (özel biri) lakabı takmış, savunmaya her daim hücumdan çok önem veren, bilhassa dişli deplasmanlarda takım otobüsünü kalesinin önüne park edip çok adamla savunma yapan, rakibi en zayıf olduğu anda kontradan avlamayı seven Mouinho’ya benziyor değil mi? Tevekkeli değil, günümüzün Herrera’sı olarak bilinir futbol aleminde Portekizli çalıştırıcı, tıpkı Herrera gibi taktik dâhisi ama çokları adına sevimsiz ve itici… (Kendi adıma hiç kupa kazanamayacak olsa da Jurgen Klopp’u takımımın başında görmeyi tercih ederim.)

Herrera’ya gelince, kazandığı onca kupaya rağmen İnter’in onun döneminde hüsranları yaşadığı zamanlar da olmuş. 1964 ve 1965 senelerinde kazanılan Avrupa kupalarından sonra 1967 senesinin günümüzdeki adıyla Şampiyonlar Ligi finalinde Celtic karşısında bozguna uğramışlar. Maçın başlarında kazandıkları penaltıyla öne geçmelerine rağmen 2-1 kaybetmişler o tarihi maçı ve ertesi günün gazeteleri “‘utbolun sertlik ve katı savunma anlayışı karşısında zaferi’ olarak duyurmuş İskoçların zaferini…

•••

Sevimsiz ve sıkıntılı geçen senenin son ayında, Emirates Stadında Mourinho’nun United’ı Wenger’in son haftalarda yükselişe geçmiş takımı karşısında. Hafta içinde Watford deplasmanında 3-5-2 dizilişinde Ashley Young’un iki enfes golüyle öne geçtikleri maçı 4-2 kazanmışlar, sol kanat oyuncusu maçın adamı seçilmişti. 2011-2012 sezonundan beri ilk kez bir maçta iki gol kaydetti Young. 2003 senesinde Watford’da başlayan profesyonel kariyerinde 2011’den beri Kırmızı Şeytanlar’ın formasını giyiyor. Yaşı aldatmasın, bu sezon takımda ilk 11’de müthiş maçlar çıkarıyor 18 numara. O maçta takımının son golünü atan Lingard 24 yaşında, 7 yaşında Unıted’ın miniklerine katılmış, 2012-2015 arasında Championship takımlarına kiralanmış. O da bu sezon yıldızı parlayanlardan…

Arsenal evinde rakibine karşı oynadığı son beş maçta iki kez galip gelmiş, bir yenilgisi var. Wenger’in Mourinho’ya karşı pek şansı tutmuyor, 18 maçta karşı karşıya gelmişler, Wenger sadece iki maçı kazanırken Mourinho sekiz maçtan galip ayrılmış.

İki takım da kalabalık orta sahayla başlıyor maça ve henüz 2. dakikada golü buluyor misafir takım, Pogba’nın pasına ceza sahasının köşesinden sert vuruyor Valencia, golü Koscielny’nin hatalı pası getiriyor. 11’de bu kez Mustafi hatayı yapan, Lukaku kaptığı topla Martial’i kaçırıyor, onun savunma arkasına attığı enfes pası Lingard karşı karşıya kaçırmıyor. Misafir takım kaptığı toplarda kolay sarkıyor Arsenal savunmasının arkasına, Wenger’in iki stoperi hamlede ağır kalıyor. Arsenal, Cante kalitesinde defansif bir orta sahaya sahip olamamanın, kırılgan savunmanın faturasını ödüyor. Gollerin şokunu atlattıktan sonra hücumda etkili olmaya başlıyor Topçular, 35’de Xhaka müsait pozisyonda dışarı vuruyor. Arsenal’in topa daha çok sahip olduğu (Yüzde 62), mutlak pozisyonlardan yararlanamadığı, United’da De Gea’nın parladığı ilk yarı misafir takımın üstünlüğüyle kapanıyor.

59.547 taraftarın önünde bu kez Arsenal golle başlıyor ikinci devreye, savunma arkasına koşu yapan Ramsey topu Lacazette’nin önüne bırakıyor, kaçırmıyor 9 numara. Gol hem taraftarı hem takımı ateşliyor, United’ın savunmada kalması cesaretlendiriyor Arsenal’i, yüklendikçe gole yaklaşıyorlar. 56’da sezonun en nefes kesen kurtarışlarından birini yapıyor De Gea, Lacazette bile inanamıyor kaçana. Gelecek golü beklerken Arsenal tribünleri, 60’ta çabuk çıkıyor United, Lukaku’yu tutamıyor Koscielny, onun kestiği topa son dokunan Lingard, şimdi durum 1-3. Son 15 dakikada Pogba’nın kırmızı kartıyla 10 kişi kalıyorlar, haliyle ‘Çanakkale geçilmez!’ Velhasıl 14 kurtarış yapan De Gea maçın adamı seçilirken United kazanıyor. Günümüzde dünyanın en iyi kalecileri arasında 27 yaşındaki kaleci, şüphesiz ligin en iyisi. Sahi ne demiştik, çok adamla savunma yapan, rakibi en zayıf olduğu anda kontradan avlamayı seven Mouinho, ne kadar da Herrera’yı hatırlatıyor değil mi!

Ziya Adnan
5 Aralık 2017

Slaven Bilic: Olmasaydı sonumuz böyle…

Slaven Bilic: Olmasaydı sonumuz böyle…

Uzaklardan…

“Olmasaydı sonumuz böyle” der o enfes şarkısında Ahmet Kaya, 2000 senesinde yurdundan uzaklarda geçirdiği kalp krizi sonucu 43 yaşında aramızdan ayrılmış olan büyük usta. Yaşasaydı geçen günlerde 60. yaşını kutlayacaktı, yaşasaydı daha söyleyecek nice şarkıları olacaktı. Velhasıl “vakit tamam seni terk ediyorum” demiş olsa da aradan geçen onca zamana rağmen unutulmadı şarkıları, hep içimizi ısıttı, geride az insana nasip olacak en güzel hatıraları bıraktı. Her ne kadar konumuz futbol olsa da birkaç satırda yad edelim hatırasını, “unutulmadın iki gözüm” diyerek başlayalım yazıya ve dönelim futbola….

Ahmet Kaya’nın 17. ölüm yıldönümü zamanlarında futbolun güzel yüzü ayrılmak zorunda kaldı takımından, tıpkı şarkıdaki gibi biri duvarları yıktı, camları kırdı, fırtına gelip aramıza serildi. Artık Slaven Bilic’in başında olmadığı West Ham United’ın beş gün arayla oynadığı son iki lig maçına yeni teknik direktörleri vesilesiyle naçizane bir bakış…

Bilic’in yerine sezon sonuna kadar getirilen David Moyes 55 yaşında, profesyonel futbolculuğunu alt liglerde geçirdikten sonra teknik direktörlük döneminde en başarılı zamanları 2002-2011 arasında Everton’da. 2004-2005 sezonunda Premier Lig’i 4. sırada bitirirken, 2009’da Federasyon Kupası finaline kaldı takımı. Sonrasında, 2013-2017 arasında pek parlak geçmedi Manchester United, Real Sociedad, Sunderland maceraları. Yakın geçmişte küme düşmenin acısını yaşamış bir futbol adamını takımın başına getirmenin riskini zaman gösterecektir, hele de maçlarını takımın ruhunu yansıtmayan Olimpiyat Stadında oynamak zorundaysan. Bilic’in gönderildiği günlerde The Times gazetesi Hırvat hocanın taktik olarak zayıf kaldığını, takıma sistem oturtamadığını yazıyordu. Haksızlık etmeyelim, şimdilerde tarih olmuş Upton Park Stadında oynadıkları zamanlarda, 2015-2016 sezonunda ligi 7. sırada bitirmişti takımı. Premier Lig tarihlerinde en fazla puan toplayıp, en çok gol attıkları sezondu. Ama 2017-2018 sezonuna iyi başlayamadılar; 11 maçta 9 puan, küme düştükleri 2010-2011 sezonunu hatırlatıyor. Velhasıl alışamadıkları mabetleri uğur getirmedi takıma ve elbette hocalarına…

Soğuk ama aydınlık bir Londra gününde Moyes’un ilk maçında West Ham, Watford deplasmanında. Premier Lig’deki 500. maçı İskoç futbol adamının, Real Sociedad ve Sunderland’ın başında çıktığı 85 maçtan 20’sinde sahadan üç puanla ayrılmış. 4-2-3-1 dizilişinde West Ham, gol umutları sakatlıktan mustarip Andy Caroll. West Ham’a karşı evinde oynadığı son 13 maçtan sadece birini kazanabilmiş ev sahibi, üstelik ligde oynadığı son üç maçı da kaybetti. Uzun oynamayı seven iki takımın mücadelesinde Watford 11. dakikada Zeegelaar’in soldan ortaladığı topa Hughes’ün köşeye giden vuruşuyla öne geçiyor. West Ham savunmasının sağında oynayan Zabaleta ağır kalıyor pozisyonda, üstelik karşısında Richarlison gibi süratli Brezilyalı. İlk 30 dakikada ev sahibinde orta sahada oynayan Doucoure sahanın en iyisi. Hücumda çoğalamıyor misafir takım, yegâne strateji Caroll’a uzun toplar ama dört savunma oyuncusunun arasında çok yalnız 9 numara. İlk yarının bitimine az kala Watford kalecisi Gomez’in arka arkaya iki kurtarışını izliyor stadı dolduran futbolsever, Arnautovic de inanamıyor gol olmayan pozisyona. İlk yarıyı topa yüzde 55 oranında sahip olan Watford önde kapatıyor…

İkinci yarıya istekli başlıyor West Ham, 51’de Kouyate penaltı noktasından dışarıya vuruyor. Sonra Watford’un dalga dalga gelen atakları başlıyor, 60’ta Mariappa’nın yakın mesafeden kafasını mükemmel çıkarıyor Hart, ama o kara dağ dayanmıyor, 64’te farkı ikiye çıkartıyor Richarlison. Golden sonra West Ham tribünlerinden yükselen “We are f***ing shit” (Boktan oynuyoruz) tezahüratı hoşnutsuzluğun fotoğrafı. Ne diyelim, futbolun içinde takımına saydırmak da var! Velhasıl Moyes’le çıktığı ilk maçı da kaybediyor West Ham United, Kaya’nın şarkısındaki gibi: “Söyle söyle yar bize ne oldu / Yine gönlüm derbeder oldu.”

•••

O maçın ertesinde, küme düşme potasına demir atmış takım Olimpiyat Stadında Leicester City karşısında. Şehir efsanesi midir bilinmez ama hafta içinde West Ham taraftarları ülkenin acil arama hattı 999’u arayıp takımın gidişatını şikâyet ediyormuş, artık bıçak kemiğe ne kadar dayandıysa! Misafir takımın West Ham’a karşı oynadığı son altı maçta sahadan yenik ayrılmadığını hatırlatalım. 4-3-3 dizilişinde başlıyor ‘Çekiçler’, kaptan Noble yedek kulübesinde. Misafir takımın iki hücumcusu Mahrez ve Gray ligin izlemesi keyif verenleri. İlk dakikalarda rakibe top göstermiyor ev sahibi ama 7. dakikada Albrighton ile golü bulan Leicester City. Son altı maçta bir golü ve dört asisti var kanat oyuncusunun. Bir maçta daha çabuk hücumcular karşısında ağır kalıyor West Ham savunması. Oyun kurucuları Lanzini’nin formsuzluğu aşikâr. Maçın başında mağlup duruma düşmesine rağmen mücadeleyi bırakmıyor ve ilk yarının bitimine saniyeler kala kullandığı kornerde Kouyate’nin kafasıyla beraberliği yakalıyor West Ham. İlk yarıda topla oynama oranı yüzde 53 ama pozisyon üretmekte zorlanıyor…

56.897 taraftarın şahitliğinde ikinci yarıya da presle başlıyor West Ham, tribünlerde o güzel futbol şarkısı “Fortune is always hiding” (şans daima saklanır). Mavili Leicester tutuk bu yarıda, orta saha hakimiyetini rakibe bırakıyor. Sevilla’dan transferi İborra takımın göze batanı ama biraz daha dikine oynamayı becerebilse! Misafir takım, kadro olarak rakibine göre daha güçlü ama top kayıpları fazla. Altı dakika uzayan maç karşılıklı gollerle kardeş payı biterken etkili bir 10 numara yokluğunda 3. bölgede etkisiz West Ham evinde bir maçta daha puan kaybediyor. Madem Bilic’e şimdilik veda ettiğimiz yazıya Ahmet Kaya’yla başladık, yine onunla bitirelim, Bilic’e gitsin mısraları…

Artık yenilmiş ordular kadar eziktik, sahipsizdik.
Geçip gittik, parka ve yürek paramparça…

Ziya Adnan
28 Kasım 2017

Yazara mail:ziyaadnan@yahoo.com

Slaven Bilic ile West Ham – West Brom maçından sonra… Aralık 2015

Arsenal-Tottenham Hotspur: Derbilerin en divanesi…

Arsenal-Tottenham Hotspur: Derbilerin en divanesi…

Uzaklardan…

Bilir misiniz, futbolun en ateşli derbilerindendir El Ahly-FC Zamalek derbisi. İki Kahire takımının karşılaşması yalnız Mısır’da değil, Afrika’da ilgiyle izlenir. 1907’de Mısır’ın ilk takımı olarak kurulmuş El Ahly, kurucusu Mitchell Ince adında bir İngiliz. Onlardan önce ülkede futbol İngiliz ve Fransızların tekelinde oynanıyormuş. Kulübün adı Arapçada ‘ulusal’ anlamına geliyor. Afrika’nın en popüler kulübü olmasının yanı sıra günlük hayattaki etkileri de kayda değer. Taraftarları, 2011’de Tahrir Meydanı’ndaki protesto gösterilerine kitle halinde katılıp, Mübarek’in devrilmesinde önemli rol oynadılar. Rakip FC Zamalek onlardan 4 sene sonra kurulmuş, ilk başkanları Belçikalı bir futbol sevdalısı. Al Ahly, Arap takımı olarak nam salmış, Zamalek, Kahire’nin zenginlerine ev sahipliği yapan Giza’nın takımı. Beş kez Afrika Şampiyonlar Kupası’nı kazandılar; 2003’te FIFA’nın yayımladığı en başarılı takımlar listesine giren ilk Afrika takımı unvanını alma başarısı gösterdiler. İki kulüp arasında oynanan, geçmişi 90 seneye dayanan derbiler çok kanlı maçlara sahne olmuş. Yakın geçmişte ‘World Soccer Magazine’ tarafından futbolun en belalı 8. derbisi olarak gösterildi ama kaderin cilvesi, 2011’den beri taraftarların statlara alınmadığı Mısır’da futbol sadece televizyon ekranlarından izlenebiliyor.

Madem belalı derbilerden açtık konuyu, hafta sonunda oynanan Kuzey Londra derbisini yazalım bu hafta, her ne kadar Kahire derbisi kadar kanlı olmasa da anlatalım iki kulüp arasındaki husumeti kalemimiz ve bilgimiz yettiğince.

Dünya futbolunun en önemli derbilerinden Arsenal-Tottenham rekabetinin başlangıcı 19 Kasım 1887 gününe dayanır. O zamanlar maçlarını Güney Londra’nın Plumbstead semtinde ‘Royal Arsenal’ adıyla oynayan kırmızı-beyazlı takımın rakibiyle oynadığı ilk maç ışıklandırma sorunu nedeniyle yarım kalmış; iki takım arasında 4 Aralık 1909’da oynanan ilk lig maçını Arsenal 2-0 kazanmış. Kuzey Londra’nın iki kulübü olarak bilinseler de aslında Güney Londra’da kurulmuş Arsenal. O yüzden Tottenham taraftarları onları Kuzey Londra takımı olarak görmez. 90’lı yılların ortalarına kadar aralarındaki çekişmede ibre bir o yana bir bu yana kaysa da 90’lı yılların ortalarında değişti iki takımın makus kaderi. 1994-1995 sezonunda Tottenham ligi 7. sırada bitirirken, Arsenal ancak 12. olabildi. Sonra Arsene Wenger’in gelişiyle değişti her şey. 1996’dan 2017’ye kadar ligi rakibinin üzerinde bitiremedi Tottenham, ummak ve beklemekle geçti zamanlar. Wenger Arsenal’deyken 16 teknik direktör geldi geçti Tottenham’ın kapısından. Üstelik o dönemde kaptanını da rakibe kaptırdı. 1992’den 2001’e kadar Tottenham’da forma giyen Sol Campbell, sonrasında Arsenal’in saflarına katılacak ve sevilmeyen rakipte iki sezonda şampiyonluk kupası kaldıracaktı. Çoğu Tottenham taraftarının sıtkı sıyrılmışken Arsenal’in gölgesinde geçen zamanlardan, Arjantinli bir futbol adamı değiştirdi gidişatı. Kim bilebilirdi ki Southampton’da yakaladığı başarıdan sonra 2014’te getirdikleri Mauricio Pochettino yıkacaktı hegemonyayı! Kim bilebilirdi ki Tottenham Şampiyonlar Ligi’nde boy gösterirken, Arsenal, UEFA Avrupa Ligi’nin nispeten mütevazı takımlarıyla yetinmek zorunda kalacaktı.

•••

Senenin son Kuzey Londra derbisinde, Arsenal Emirates Stadı’nda Tottenham karşısında. 3. sıradaki Tottenham rakibinin 4 puan önünde. Bu sezon oynadığı 11 maçtan 4’ünü kaybetti ev sahibi, Wenger’in en sıkı müritleri bile hoşnutsuz bu durumdan, hele de ezeli düşman, takımlarına yukarıdan bakınca! Manchester United efsanesi Roy Keane’e Tottenham’ın Arsenal’den daha iyi olup olmadığını sormuşlar maçtan önce, “Sadece Tottenham değil, başka takımlar da Arsenal’den iyi!” diyerek özetlemiş konuyu. Ne diyelim, kaptan söylüyorsa doğrudur, zaten puan cetveli de yalan söylemez.

Yine de Arsenal’in evinde oynadığı son 10 lig maçını kazandığını, Emirates Stadı’nda Tottenham’a karşı oynadığı son 6 maçta kaybetmediğini hatırlatalım. Misafir takım bu sezon evinden ırak sahaya çıktığı 6 maçın 5’ini kazandı ama ilk 5 içindeki takımlara karşı deplasman karneleri iyi değil, son 16 zor deplasmandan ancak birini kazanabilmişler. Arsenal 3-4-2-1 dizilişinde, Tottenham ise artık çok alıştığımız üçlü savunma ve beşli orta sahayla yer alıyor sahada. Ev sahibi 3. bölgede presle başlıyor maça, Sanchez, Özil, Lacazette rakip savunmaya nefes aldırmıyor. 5. dakikada Lacazette’in vuruşu üstten dışarıda. 15. dakikadan sonra oyunu kontrol eden takım Arsenal, 18. dakikada Bellerin’in sıfırdan kestiği topa çizgide dokunamıyor Lacazatte. Hafta içinde Danimarka formasıyla İrlanda karşısında hat-trick yapan Tottenham’ın oyun kurucusu Eriksen etkisiz bu dakikalarda. 39’da hak ettiği golü buluyor Arsenal, duran topta Özil’in ortasına kafayı vuran Mustafi takımını öne geçiriyor. 42’de Sanchez’le farkı ikiye çıkarıyor Arsenal, o dakikaya kadar sahada basmadık yer bırakmayan Şilili, Lacazette’in enfes pasını kaçırmıyor. İki takımın da topa eşit derecede sahip olduğu ilk yarının sonunda Wenger’in yüzü gülüyor.

Soğuk Londra cumartesisinde, 59.530 taraftarın önünde Kane’in sarı kart görmesiyle hareketleniyor ikinci yarı. Pochettino’nun sakatlıktan yeni çıkan Kane’nin yerine maça Son’la başlamaması şaşırtıcı. Pozisyon üretmekte zorlanan Tottenham’da Dembele’nin yerine Winks giriyor 61. dakikada. Şaşırtan bir hamle de son 15 dakikada forvetini oyundan alıp defansif orta saha Coquelin’i oyuna alan Wenger’den geliyor, anlaması zor değişiklik. 74’te Kane ve Alli, yerlerini Son ve Llorente’ye bırakıyor. Pochettino’ya gelince, sanırım kendisi de pişman olmuştur ilk 11 tercihinden, malum risk her zaman meyve vermez. 82’de Dier’in kafa vuruşunu mükemmel çıkarıyor Cech, sonra 85’te son uygun pozisyonda kaleyi bulamıyor. Velhasıl 90 dakikanın sonunda Tottenham üçüncü yenilgisini alırken rakibiyle puan farkını bire indiriyor Arsenal.

Yeri gelmişken, daha önce de yazdığım bir hikâyeyle bitirelim yazıyı. İngilizcede büyük hüsranları anlatmak için kullanılan ‘sick as a parrot’ (papağan kadar hasta) deyiminin kökeni 1919’a dayanır. Arsenal’in, Tottenham’ın yerine 1. ligde mücadele etmeye hak kazandığı gün Tottenham’ın maskotu papağan ölür. 1908’de çıktıkları Güney Amerika turu sonrası kulübe takım kaptanı tarafından hediye edilen şirin papağan, 11 sene mutlu mesut yaşadıktan sonra o kara günde hakkın rahmetine kavuşmuştur. Tottenham taraftarları, hem takımlarının o sezon 1. ligde oynayamayacak olması, hem de kulüple özdeşleşmiş papağanın ölümü karşısında yıkılmıştır. Batıl inançları güçlü olanlar bu kara hadiseyi futbola bağlarlar ve deyim günümüze kadar gelir. Ne diyelim, futbolun içinde kanlı Kahire derbileri olduğu gibi, Kuzey Londra’nın papağanla anılan en divane derbisi de var.

Ziya Adnan
21 Kasım 2017

İngiltere-Almanya: Futbolun ötesinde rekabet…

İngiltere-Almanya: Futbolun ötesinde rekabet…

Uzaklardan…

Gary Lineker futbol literatürüne geçmiş çok bilindik cümlesinde şöyle der: “Futbol basit oyundur. 22 adam 90 dakika boyunca topun peşinde koşar ve sonunda daima Almanya kazanır!” Muhtemel siyah beyazlı takımın tarihteki başarısını anlatan en güzel cümle. İngiltere, Dünya Kupasını sadece bir kez, 1966’da kaldırırken, Almanya 4 kez kazandı. Almanya, Güney Amerika’da Dünya Kupası kaldırmış yegâne Avrupalı. Hüzünlü, soğuk bir kasım ayının ortalarına yaklaştığımız zamanlarda FIFA sıralamasının ilk sırasındalar. Görünüşe göre, yaz zamanlarında Rusya’da düzenlenecek 2018 Dünya Kupasını izlerken, bir turnuvada daha yine kazanacaklar mı diye merakla bekleyeceğiz. Ne sürpriz olacak kazanmaları ne de kupaların adeti bozulacak. Öteki tarafta, bir turnuvada daha sabırla bekleyecek Adalılar futbolun eve gelmesini. ‘Football is coming home’, İngiltere’de düzenlenen 96 Avrupa Şampiyonasında milli takımları için yazılan şarkılarıydı ama yine olmamıştı. Bu yazının yazıldığı saatlerde onlar da 12. sıradalar. Gelin, adına futbol denilen güzel oyuna sevdalandığımız zamanlardan bu yana kupalara ambargo koymuş ‘Panzerler’in Wembley Stadı’nda yaptığı hazırlık maçı vesilesiyle İngiltere-Almanya rekabetine naçizane bir bakış atalım bu hafta, anlatalım futbolun ötesindeki rekabeti.

Futbolun farklı kurallarla oynandığı zamanlarda, ilk kez Kasım 1899’da karşılaşmış iki takım; İngiltere’nin Almanya ve Avusturya’ya düzenlediği tur süresinde dört kez karşılaşmışlar ve Adalılar o maçlarda fark atmış rakiplerine. Mayıs 1930’da bu kez Berlin’de karşı karşıya gelmişler, maç beraberlikle bitmiş. Takvim yaprakları 4 Aralık 1935’i gösterirken, Tottenham’ın şimdilerde tarih olmuş White Hart Lane Stadı’nda bir kez daha paylaşmışlar kozlarını. Hitler’in 1933’te iktidara geldiği, Nazilerin yükselişte olduğu zamanlarmış. ‘The Observer’ gazetesi, bu maçın Naziler tarafından siyasi bir güç gösterisine dönüştürüleceği endişesini dile getirmiş o günlerde. Taraftarlar için ayrılmış trenlerle 8 bine yakın Alman Londra’ya akın etmiş bu maçtan önce ama İngiltere’nin 3-0 kazandığı maç dostane havada geçmiş, Almanlar geldikleri gibi sessiz sedasız dönmüşler evlerine.

İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden önce, tribünlerde yer alan 110 bin taraftarın önünde bu kez Berlin Olimpiyat Stadı sahne olmuş çekişmeye. Maç öncesinde İngiltere Dış İşleri Bakanlığı, milli takım futbolcularını seremonide ev sahibi takımla birlikte Hitler selamı vermeleri konusunda tembihlemiş. Maç sonunda İngiltere 6-3’lük galibiyetle eve dönerken, ‘Strikers for Hitler’ (Hitler’in golcüleri) kitabında o yılları anlatan Alman yazar Ulrich Linder, o maçta İngiltere’ye karşı kaybetmenin önemi olmadığını, Adalıların o dönemde zaten her takımı kolaylıkla yendiklerini, asıl önemli meselenin İngiliz topçulara Hitler selamı verdirmek, bu vesileyle Hitler rejiminin gücünü dünyaya göstermek olduğunu anlatır. Zira Hitler için kendi propagandası basit bir futbol maçından çok daha önemlidir. Futbolun içinde Hitler selamı da vermek varmış anlayacağınız.

İki takım arasındaki en unutulmaz maç 1966 Dünya Kupası zamanlarında. Son dakikalara 2-1 mağlup giren Almanya 89. dakikada Weber’in golüyle maçı uzatmalara götürür. Uzatmaların 11. dakikasında Hurst’un vuruşu üst direğe çarpıp kale çizgisine düşer. Maçın orta hakemi İsviçreli Gottfried Dienst pozisyondan emin olamadığı için yancı Rus Tofik Bakhramov’a danışır. Ortak bir dilde konuşamadıkları için el hareketleriyle anlaşan ikili, pozisyonun gol olduğuna karar verir ve İngiltere 3-2 öne geçer. Maçın bitmesine saniyeler kala Hurst İngiltere’nin dördüncü golünü kaydederken maçı anlatan BBC spikeri Kenneth Wolstenholme’un haykırdığı şu cümle futbol tarihini yazan kitaplarda yerini alacaktır: “And here comes Hurst. He’s got… some people are on the pitch, they think it’s all over. It is now! It’s four!” (Sahada taraftarlar var, maçın bittiğini sanıyorlar. Maç şimdi bitti, şimdi dört oldu!)

O maçtan iki sene sonra, 1968’de Almanya’da bir dostluk maçında kozlarını paylaşırlar. 38 sene sonra Almanya ilk kez rakibi karşısında tek golle kazanır maçı. O maçın golünün kahramanının adı ilerleyen zamanlara damgasını vuracaktır: Franz Beckenbauer… Beckenbauer 1970’te Meksika’da düzenlenen Dünya Kupasında İngiltere’ye bir gol daha atacak, takımı 2-0 geriden gelip maçı 3-2 kazanacaktır. O maç rollerin değişiminin başlangıcı olur, Almanya yükselişe geçerken Adalılar geçmişi arayacaktır. 1990 Dünya Kupası’nı finalde Arjantin’i yenen Almanya kazanırken, yarı finalde İngilizleri penaltılar sonucu elemiştir. 2010 Dünya Kupası’nda Almanya İngiltere’yi 4-1’lik skorla geçecek, rakibini evine gönderecektir. Bu skor İngiltere’nin dünya kupalarında aldığı en ağır yenilgidir. Dünya kupalarında 7 kez karşılaşmış iki takım, Almanya 4 maçı kazanırken İngiltere 2 maçtan gelip ayrılmış.

Londra’da, soğuk bir kasım akşamında, Wembley Stadında son 41 senenin en genç ve deneyimsiz kadrosuyla bir kez daha deniyorlar şanslarını Adalılar. Ev sahibi 5-3-2, misafir takım 3-4-3 dizilişinde. Adalıların gol umudu 20 yaşındaki Tammy Abraham, Chelsea’den kiralık gittiği Swansea City’nin formasını giyiyor bu sezon, sadece 13 Premier Lig maçında sahada yer almış. İki takım da savunma arkasına attıkları toplarla gol bulmaya çalışıyor ilk yarıda. 14. dakikada Özil’in Sane’ye pası enfes ama hareketlenmekte geç kalıyor Manchester City’nin golcüsü. 20’de mükemmel vuruyor ceza sahasının dışından, direkten dönen topta şans melekleri Adalıların yanında. 23’te önce kaleci Pickford, Werner’in yerden köşeye giden topunu mükemmel çeliyor, dönen topu kaleye yolluyor Sane ama Jones çizgiden çıkartıyor. Devrenin bitimine yakın bu kez İngiltere kaçırıyor, Abraham’ın dönerek vurduğu top savunmaya çarpıp dışarı çıkıyor. İngiltere’nin topa yüzde 51 oranında sahip olduğu ama misafir takımın gole daha yakın göründüğü ilk yarı golsüz kapanıyor.

İkinci yarının başında Wembley’i dolduran 81.382 taraftar Vardy’nin yakın mesafeden kafa vuruşunu kaleci Ter Stegen’in refleksle çıkarışını izliyor. Kalecilerin gecesi! 67’de Draxler’ın yerine Emre Can takımda. Mesut Özil ve İlkay Gündoğan’la birlikte ana dili Türkçe olan üçüncü topçu sahada. Almanya’yı seçmemiş olsalardı Dünya Kupasına gidebilirler miydi, muamma! Geçmişte Almanya’da Türk kökenli oyuncu avına çıktığı zamanlarda şöyle buyurmuştu Metin Tekin: “Almanya’daki altyapı ve yetiştirme temeli o kadar mükemmel ki her iki ülkeye de rahat rahat yeter.” Ama fotoğraf ortada, en iyiler nicedir Almanya formasını tercih ediyor.

İngiltere’nin son dakikalarda gole daha yakın göründüğü ama atak oynayan iki takımın da golü bulamadığı maç kardeş payıyla sonuçlanıyor. Bilir misiniz bizim futbol fakiri coğrafyada iki kez şansını denemişti Almanya teknik direktörü Joachim Löw. 1999’da Fenerbahçe’den kovulduktan sonra 17 teknik direktörle çalıştı sarı lacivertliler. Aziz Yıldırım 96’dan beri başkanlık koltuğunda ve arayış halen devam ediyor.

Ziya Adnan
14 Kasım 2017

Mane’den Kane’e: Premier Lig’in fark yaratanları…

Mane’den Kane’e: Premier Lig’in fark yaratanları…

Uzaklardan…

Geçenlerde okumuştum Arsenal’in 32 yaşındaki orta saha ustasının hazin hikâyesini. 2016 senesinin Ekim ayında ayak bileğinden geçirdiği sakatlıktan sonra bir sene içinde sekiz ameliyat geçirmiş İspanyol futbolcu. Doktorlar, enfeksiyon nedeniyle aşil tendonunun sekiz santim kısaldığını, kangren riski bulunduğunu, ayağını kaybedebileceğini söylemişler. “Yeşil sahaları bir kenara bırak, evinin arka bahçesinde çocuğunla top oynayabilirsen kendini şanslı say!” dediklerini anımsıyor. Kolundan aldıkları deriyle ayak bileğine suni tendon yaptıklarını, ağır antibiyotik tedavisi sonucu durumunun iyiye gittiğini, yeni yılda yeşil sahalara dönmeyi umduğunu anlatıyor…

Geçirdiği sakatlık olmasa, geçmiş sezonlara bakarak muhtemel Premier Lig’in fark yaratanlarından biri olurdu Santi Cazorla, orta sahanın maestrosu. Eksiliğini hissedenlerin başında Wenger geliyordur sanırım, Malaga’dan geldiği ilk sezonda 13 asistle sezonu kapatmış oyuncusunu aramıştır kötü giden zamanlarda. Bahtsız Cazorla vesilesiyle hatırlayalım bu sezon ligin fark yaratanlarını, Mane’den Kane’e, Eriksen’den Sane’ye yıldızı parlayanları anlatalım kalemimiz yettiğince…

Slaven Bilic’in yüzünün gülmediği zamanlarda, Kasım ayının ilk günlerinde Olimpiyat Stadında West Ham karşısında sahaya çıktı Liverpool. 4-3-3 dizilişindeki takımın solunda oynayan hücumcu Senegalli sakatlığı nedeniyle bir ay uzak kaldığı takımına geri dönmüştü, hem de ne dönüş! 21. dakikada Lanzini’nin kullandığı West Ham kornerinde kaptığı topla tüm sahayı geçerek rakip kaleye kadar gidip Salah’ın önüne bıraktığı lokum gibi pas mest etmiştir Liverpool taraftarlarını. 2016 senesinin yazında geldiği kırmızlı takım onun sahada yer aldığı maçların yüzde 63’ünü kazanmış, yokluğunda kazanma oranları yüzde 42’ye düşüyor. Oynadığı maçlarda takımın gol ortalaması 2,3’e çıkarken, yokluğunda 0,8’e kadar geriliyor. 10 Nisan 1992’de Senegal’de dünyaya gelmiş Sadio Mane. İlk profesyonel takımı Metz. 2014 senesinin Eylülünde 11,8 milyon Sterlin karşılığında Southampton’a transfer oluyor, 67 maçta kaydettiği 21 golden sonra 2016 yazında 34 milyon Sterlin bonservis bedeliyle Liverpool’un yolunu tutuyordu. 2016-2017 sezonunu 13 gol 5 asistle tamamlarken takımı ilk dörde girerek Şampiyonlar Ligine kalıyordu…

Mane’den söz açtık madem takım arkadaşı Mısırlıyı da yazmadan geçmeyelim. Liverpool’un West Ham’ı dört golle geçtiği maçta attığı iki golle maçın adamı seçildi Mohamed Salah, son beş maçta altı gol kaydetmiş 11 numara. 2014 senesinde Chelsea’de geçirdiği mutsuz zamanlardan sonra geçtiğimiz yaz aylarında 42 milyon Sterlin bedelle Liverpool’a transfer olmuştu. Ligdeki ilk 11 maçında 7 gol 2 asist, Şampiyonlar Liginde 4 gol 1 asisti var 25 yaşındaki kanat oyuncusunun. West Ham maçındaki ilk golünde attığı depar, sürati, enerjisi, takımının son golündeki bitiriciliği takdire şayan. Liverpool efsanesi Gerrard bu sezon takımın en iyisi olduğunu dile getiriyor. Yeri gelmişken Bilic’in ilk yarıya tek forvetle çıkarak hata yaptığını, savunma zaafları bariz rakibe 3. bölgede pres yapamayarak oyunun kontrolünü verdiğini hatırlatalım. İlk yarıda iki farkla geriye düşen West Ham 4-5-1 düzeninde ne pres yapabildi ne de kalesini savunabildi. Siz bu yazıyı okurken artık Bilic West Ham’ın başında olmayacak. Ne diyelim, futbolda herkesin hata yapma payı varken teknik direktörlerin hedef tahtasında olması da bu güzel oyunun gerçeği. Yine de onsuz Olimpiyat Stadı biraz eksik kalacak…

Fark yaratanlardan dem vurup, Tottenham’ın gol makinesini yazmadan olmaz elbet. Bu sezon ligde 8 golü var Harry Kane’nin, efendiliğiyle öne çıkan müthiş forvet. Dört takımda kiralık geçen zamanlardan sonra 2014-2015 sezonunun başından beri Tottenham formasıyla 100’ün üzerinde gol attı 10 numara. 2106-2017 sezonunda 29 golle ligin gol kralı oldu ve arka arkaya iki sezon “Altın Ayakkabı” ödülünü kazanarak tarihe geçti. Bu sezon sekiz Premier Lig takımından daha fazla golü tek başına kaydetti, haliyle dünya devleri arasında taliplileri çok. Tottenham 200 milyon Sterlin olarak belirlemiş bonservis bedelini 24 yaşındaki golcüsünün. Onun olduğu maçta Tottenham’ın mutlaka golü var, yazın bir kenara…

Christian Eriksen 1992 doğumlu, Londra macerası öncesinde Ajax’ta üç sezon şampiyonluk yaşamış. 2010 senesinde Güney Afrika’da düzenlenen Dünya Kupasının en genç futbolcusu olması, son üç sezondur Danimarka’da yılın oyuncusu seçilmesi kariyerinde geldiği noktayı anlatıyor. Tottenham formasıyla 145 maçta 34 golü, 40 asisti var 23 numaranın. Takım arkadaşı Vertonghen, Danimarkalının günümüzde futbolun en iyi oyun kurucularından biri olduğunu vurguluyor söyleşilerinde…

Leroy Sane 21 yaşında, Essen, Almanya doğumlu. Ada futboluna 2016 senesinin yazında Manchester City formasıyla ayak bastı. O yaştaki bir golcü için 37 milyon Sterlin abartılı görünse de bu sezon 12 maçta 6 gol beş asisti var kanat oyuncusunun. Hocası Guardiola, oyuncusunun takıma çok erken yaşta katıldığını, kısa sürede hünerlerini geliştirdiğini, formayı hak ettiğini vurguluyor. Ne diyelim, üstadın vardır bildiği…

1991 doğumlu kevin De Bruyne, 2010-2011 senesinde Belçika’da Genk takımıyla şampiyonluk yaşamış. 2012–2014 arasında Chelsea’de düzenli forma şansı bulamayınca Werder Bremen’e kiralanmış. 2015 senesinin Ağustosunda Wolfsburg’dan Manchester City’e 75 milyon Euro karşılığında transfer olurken, Ada futbolunun o dönemki en pahalı ikinci transferi olarak tarihe geçti. Bu sezon 2 gol, 6 asistle Manchester City’i uçuranlardan. Tüm kupalarda 52 gol atmış Guardialo’nun öğrencileri. Böyle giderlerse ligde kırılmadık rekor bırakmazlar, keyif veren futbol izlemek isteyenler maçlarını kaçırmasın…

Ziya Adnan
11 Kasım 2017

Emirates’te eskinin yıldızı: Kızıl Yıldız…

Emirates’te eskinin yıldızı: Kızıl Yıldız…

Uzaklardan…

Günümüzden 72 sene önce, Mart 1945’te kurulmuş Red Star Belgrade, bizdeki adıyla Kızıl Yıldız. Futbol aleminde Crvena Zvezda adıyla biliniyorlar, Şampiyonlar Ligini kazanan eski Yugoslavya’nın tek takımı. Köklü tarihlerinde liglerinde 27 şampiyonluk yaşamışlar. Kuruluş hikâyeleri ilginç: 1945’te, İkinci Dünya Savaşı’nın tüm şiddetiyle hüküm sürdüğü zamanlarda faşizme karşı kurulan ‘Antifascist Youth League’ üyeleri tarafından kurulmuşlar. Kısa süre sonra Yugoslavya Ligine kabul edilen kırmızı beyazlı takımın ilk şampiyonluğu 1951’de. Sonrası kulübün yeşil sahalarda parladığı zamanlar… 1951-92 arasında ilk kez kazandıkları Yugoslavya 1. Ligini ilerleyen zamanlarda 19 kez şampiyon olarak bitirmişler. Halen Sırbistan’ın en popüler takımı, 2008’de ülkede yapılan bir ankete göre futbolseverlerin neredeyse yarısı takıma sevdalıymış. (Zafer avcılığı sadece bizim coğrafyaya ait değil anlayacağınız!)

1992’de kurulmuş Sırbistan Ligi, adının başına ‘Süper’ eklenmiş ama futbol kalitesi olarak vasat Süper Ligimize fena benziyor. Şöyle ki, onların ligi 16 takımlı, 1992-93 sezonundan beri şampiyonluk kupasını ya Kızıl Yıldız kazanmış ya da Partizan. Tek istisna, şampiyonluk kupasını 1997-98 sezonunda Obilic’in kaldırması. O sezonda ligi Kızıl Yıldız ikinci, Partizan üçüncü sırada bitirmiş; ne diyelim, küme düşecek değiller ya!

2006’da ‘Süper Liga’ adını alan ligde bu sezona kadar 28 takım boy gösterdi, o süreçte Partizan’ın sekiz, Kızıl Yıldız’ın üç şampiyonluğu bulunuyor. Birinin şampiyonluk yarışını ilk sırada bitirdiği sezonda genelde diğeri ikinci sırayı aldı. Anlayacağınız, kurulduğu tarihten günümüze bizde üç takımın oligarşisi hüküm sürerken, onların liginde de iki esas oğlan tahtı kimselere bırakmıyor. Bu vesileyle, dördüncü büyük olarak lanse edilen Trabzonspor’un en son şampiyon olduğu sene doğan çocukların 30’lu yaşların ortasına demir attıklarını şairin dizeleriyle hatırlatalım: “Yaş otuz beş yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün…”

İki takım rekabeti olur da dünya derbisi olmaz mı, olur elbet! Onların derbisi de dünya futbolunun en ateşli beş derbisinden biri. Partizan ordunun, Kızıl Yıldız komünist partisinin kulübü; aralarındaki maçlarda kavga, küfür, ırkçılık, şiddet ne ararsan bolca var. 2009’da Daily Mail gazetesi iki takım arasındaki maçları en büyük dördüncü derbi olarak göstermiş. Bir seferinde, Marakana Stadı’nda oynanan maçı 108 bin taraftar izlemiş. Kızıl Yıldız taraftarları futbol aleminde orijini Osmanlıcadan gelen ‘Delije’ (Kahramanlar) kelimesiyle biliniyor. 90’lı senelerin başında bir dönem Yugoslav gizli servisinde çalışmış ‘Arkan’ lakaplı Zeljko Raznatoviç’ın tribün liderliğini yaptığını, o dönemde taraftarların etnik temizlik operasyonlarına girdiğini anlatır Tanıl Bora, ‘Belalı ve hazin derbi’ yazısında.

Eh biri deli olunca diğeri de akıllı olmaz elbet, Partizan sevdalılarıysa kendilerine ‘Grobari’ (mezar kazıcıları) adını uygun görmüş, 1970’ten beri böyle biliniyorlar. İnanması güç ama iki kulübün Autokomanda bölgesinde bulunan mabetleri arasındaki mesafe ancak bir kilometre kadar. 2016-17 sezonunu Partizan şampiyon olarak kapatırken ezeli rakibine altı puan fark attı.

Kızıl Yıldız’ın efsanesi Dejan Savicevic 51 yaşında, 1988-1992 arasında takımın formasını giymiş, üç şampiyonluk yaşamış. 1992’de transfer olduğu AC Milan’da 1998’e kadar forma giyerken üç şampiyonluk görmüş, 1993-94 sezonunda Şampiyonlar Ligini kazanmış. Şimdilerde ülkesinin futbol federasyonu başkanı.

•••

Kasım ayının ilk günlerinde, UEFA Avrupa Ligi maçında Arsenal’in Emirates Stadındaki konuğu Kızıl Yıldız. Gruptaki ilk maçını Belgrad’da kazanan Arsenal’in rakibine karşı tarihte ilk galibiyeti. Daha önce 1978-79 sezonunda UEFA Kupası maçında karşı karşıya gelmişler, ilk maçı tek golle kazanan Kızıl Yıldız, Highbury’de 1-1’lik sonuçla Londra takımını elemiş. Misafir takım grupta 4 puanla üçüncü sırada, Avrupa arenalarında 1991’den beri deplasmanda arka arkaya iki maç kazanamamışlar. Takım hırçınlığıyla biliniyor, bu sezon kupada oynadıkları üç maçta dokuz sarı, bir kırmızı kart gördüler. 29 kişilik kadronun değeri 19,3 milyon sterlin, Ada takımının değeri yanında devede kulak misali. 4-2-3-1 dizilişindeki misafir takımın geri dörtlüsünde oynayan futbolcularının sırt numaralarının toplamı 283… 90 numaralı savunmacı mı olur diyenlere inat! Arsenal’de Wilshere, Walcott ve Giroud; Özil, Lacazette ve Sanchez’in yerine sahada. 10. dakikada Giroud’un yakın mesafeden vuruşunu ayaklarıyla önlüyor kaleci Borjan. Kaptığı topları dikine çabuk kullanarak golcüleri Boakye’yi pozisyon hazırlamak istiyorlar ama üçlü savunma arasında çok yalnız 14 numara. Top rakipteyken takım halinde savunuyor kalesini Kızıl Yıldız. Arsenal ise arabanın cam sileceği misali, hep yana, hep yana! 36’da gole yaklaşıyor misafir takım, Savic’in kafa vuruşunu kornere çeliyor Macey. Kızıl Yıldız’ın topa yüzde 36 oranında sahip olduğu ilk yarı golsüz kapanıyor.

İkinci yarıya Giroud’un üstten dışarıya giden vuruşuyla başlıyor Wenger’in talebeleri. 52’de rakibin en iyisi Kanga’nın vuruşu Macey’de kalıyor. Gabon Milli Takımının da formasını giyiyor 27 yaşındaki ofansif orta saha. 63. dakikada Wılshıre’ın vuruşunu çizgide çıkarıyor La Tallec, 70’te teknik direktörü Milojevic tarafından oyundan alınıyor Kanga, oyundan çıkarken yüz ifadesi hoşnutsuzluğun fotoğrafı. Golsüz biten maçın sonunda Kızıl Yıldız H grubunda Arsenal’in ardından 5 puanla ikinci sırada. Hocaları Milojevic iyi hazırlandıklarını, ilk maçta yaptıkları hataları tekrar etmediklerini, gol fırsatları yakaladıklarını ama atamadıklarını anlatıyor. Grupta iki maçları kaldı, eski günlerinden uzakta olsalar da gruptan çıkmaları mümkün. Şans melekleri yanlarında olsun, en azından eski günlerin hatırına…

Ziya Adnan
7 Kasım 2017

Seveni de çok, sevmeyeni de: Cristiano Ronaldo…

Seveni de çok, sevmeyeni de: Cristiano Ronaldo…

Uzaklardan...

Günümüz futbolunun en önemli iki futbolcusundan biri… Her futbolcunun rüyasını süsleyecek kariyerinde 24 kupa kazandı, futbolun en görkemli kupası Şampiyonlar Ligi Kupasını dört kez kaldırdı. Kariyerinde 600’ün üzerinde golü var. Bu sezon Şampiyonlar Liginde, Wembley Stadında, Tottenham Hotspur karşısında sahaya çıkan efsanenin o maç vesilesiyle müthiş hikâyesine naçizane bir bakış…

Küçük yaşlardaki lakabı “cry baby” (ağlak bebe) imiş. Onu anlatmaya devam ediyor annesi Dolores Aveiro: “Okuldan geldiği zaman ödevlerini yapmasını söylerdim ama o bir fırsatını bulup sıvışır, geç saatlere kadar arkadaşlarıyla top oynardı. Maçta gol atamazsa ağlar, gol kaçıran arkadaşlarına bağırırdı. Arkadaşları onu ‘little bee’ (küçük arı) diye çağırırlardı, çünkü sahada kimse onu yakalayamazdı!”

5 Şubat 1985 Funchal, Madeira doğumlu. İkisi kız, dört kardeşin en küçüğü. Adı, babasının ABD eski başkanı aktör Ronald Reagan’a hayranlığından miras. Babası, ilk takımı Andorinha’nın malzemecisiymiş. “Henüz 11 yaşındayken bile inanılmaz bir futbolcuydu” diyor Paulo Cardoso, Sporting Lisbon’da ki ilk antrenörü. “Topu aldığı zaman üç, dört oyuncuyu sanki orada değillermiş gibi geçerdi. Maçtan sonra arkadaşları onun etrafına toplanırdı, onun çok özel bir yetenek olduğunu anlamışlardı.”

15 yaşında kalp rahatsızlığı nedeniyle operasyon geçirmiş. 17 yaşında Sporting Lisbon’un A takımına yükselirken, bir sezonda 16-18 yaş gruplarının her seviyesinde forma giyip ilk on birde sahaya çıkan ilk futbolcu olmayı başarmış. Antrenmanlara ayak bileklerine bağladığı ağırlıklarla çıkarken, bu yöntemin ağırlıklar olmadığı zaman süratini daha da artıracağına inandığını anlatıyor eski hocaları. Liverpool’un, “öğretmen” lakaplı eski teknik direktörü Gerard Houllier, onun yeteneğini ilk fark edenlerden. Haliyle onu İngilizlerin efsane takımına transfer etmek istemiş ama Liverpool yöneticileri yaşının küçük olduğunu, gelişmesi gerektiğini düşünerek bu transferden vazgeçmiş. Hatanın böylesi!

O yıllarda onu izleyenler arasında Jose Mourinho da var. Onu yeşil sahalarda ilk gördüğünde yardımcısına, “Marco Van Basten’in oğlunu izliyoruz!” diyor; “Mükemmel tekniği var, aynı o müthiş Hollandalı gibi.” 2003 senesinin yazında, Lizbon’da, Alvalade Stadında, Sporting’in Manchester United’ı 3-1 yendiği hazırlık maçında kesişiyor yolları Sir Alex Ferguson ile. O maçta, mükemmel oynuyor, kendisini izleyen Manchester United teknik heyetini hayran bırakıyor. Maçtan sonra Manchester United’lı futbolcular baskı yapıyor Alex Ferguson’a, bu transfere ön ayak olması adına. Ferguson şunları söylüyor: “At half-time I knew I had to sign this boy. He was sensational.” (İlk yarının sonunda bu genci saflarıma katmam gerektiğini biliyordum. Mükemmel oynamıştı.)

Ve United’in altın çocuğu David Beckham’ın Real Madrid’e transfer olmasının ertesinde Sir Alex, onu 12,24 milyon Sterlin karşılığında transfer ediyor. Kırmızı Şeytanların formasını giyen ilk Portekizli. Kulüpteki ilk gününde, kendisine kaç numaralı formayı giymek istediği sorulduğunda, “Eski takımımda giydiğim 28 numarayı,” diye cevap veriyor genç futbolcu. “Hayır!“ diyor hocası, “Bu takımın 7 numaralı formasını giymiş nice futbol yıldızları geldi geçti Old Trafford’dan: Bryan Robson, Eric Cantona, David Beckham… Sen de onlardan biri olacaksın, o yüzden senin forman 7 numaradır!”

•••

2003-2009 arasında formasını giydiği United verileri kayda değer: 196 maçta 84 gol. Kazandığı kupalar üç Premier Lig şampiyonluğu, İngiltere Federasyon Kupası ve 2007-2008 sezonunda Şampiyonlar Ligi… 2009 senesinin Haziran ayında 80 Milyon Sterlin karşılığında Real Madrid’e transfer olurken, altı senelik sözleşmeye imza atıyor. Gerisi malumunuz; bir futbolcudan çok bir insanüstü bir mahluku andıran fiziği, Jöleli saçları, keskin bakışları, tay misali deparları ve belleklere kazılmış frikik pozu. Kim bilir, belki frikik anında bacaklarını iki yana açarak toptan uzaklaşırken keskin bakışlarla kaleyi gözüne kestirme hareketi, mesafe tanımaksızın vurduğu, kale ile birlikte bencillik sınırını aşan şutları, çalım anında ayaklarını topun üzerinden sağa sola geçirerek yaptığı o abartılı futbol dansı onu bazılarına göre sevimsiz kılan. “Messi yüzünde tebessüm ile oynuyor, bu ise kendine fazla güvenen kiralık katili andırıyor” demişti futbol bilgesi.

Kimilerine göre insanüstü, kimilerine göre “sürat horozu”, çoklarına göre kibirli. United’da oynadığı zamanlarda “Show pony” (sirk tayı) demişti usta solaçık Ryan Giggs, eski takım arkadaşını ondan iyi kim bilebilir ki! 2009’dan beri formasını giydiği Real Madrid’de oynadığı maç sayısından fazla golü (270 maç 286 gol) var. İki sezonda La Liga şampiyonluğu yaşadı ve üç sezonda da Şampiyonlar Ligi Kupasını kaldırdı…

Kasım ayının ilk gününde Ronaldo’lu Real Madrid Wembley Stadında, Cüneyt Çakır’ın yönettiği Şampiyonlar Ligi maçında Tottenham karşısında. 4-3-3 dizilişinde misafir takım, hücumda Ronaldo, Benzema, İsco. 23 kişilik kadronun değeri 663,4 milyon Sterlin. Serbest oynayan Ronaldo henüz 3. dakikada Isco’nun önüne bırakıyor ama vuruş etkisiz. Çabuk çıktığı anlarda kanatta Trippier ve Eriksen’le tehlikeli geliyor Tottenham, İspanyol takımı ilk 15 dakikada etkisiz. Maçın başından beri daha istekli ve yaratıcı olan ev sahibi 26’da hak ettiği golü buluyor. Trippier, ofsayt kokan pozisyonda sağdan sıfıra inip ceza sahasına kesiyor topu, Dele Alli yakın mesafeden kaçırmıyor. 32’de kendini hatırlatıyor Ronaldo, sağdan vuruşunu Lloris kornere çeliyor. 34’te bu kez penaltı noktası üzerinden kalecinin üstüne vuruyor, kendisi de inanamıyor kaçan pozisyona. İlk yarıda Tottenham’ın kaleyi bulan şut sayısı 5, topla oynama oranı yüzde 62.

90 bin taraftarın önünde Kane ve Eriksen’in tehlikeli atağıyla başlıyor ikinci yarı. Son lig maçını kaybeden Real Madrid bu maçı da kaybetmemek amacıyla yüklenmeye başlıyor ama yine golü bulan Tottenham. 56’da Dele Alli farkı ikiye çıkartıyor; Ronaldo’nun ekranlara düşen yüz ifadesi gidişatın özeti. 61’de Ramos’un yakın mesafeden gol vuruşu Ronaldo’dan dönüyor, iki dakika sonra üçüncü golü buluyor Tottenham. Kane’nin lokum gibi pasını Eriksen kaçırmıyor. Takımından umudu kesmiş olacak ki golü tek başına bulmaya çalışıyor Ronaldo ve aradığını 80’de buluyor. Marcelo’nun ortasına kalabalık arasından son vuran 7 numara ve şimdi durum 3-1. Real Madrid’in hüsrana uğradığı Wembley akşamında eve yenik dönüyor “küçük arı”…

Ziya Adnan
4 Kasım 2017

De Boer’den Koeman’a; sıradaki gelsin!

De Boer’den Koeman’a; sıradaki gelsin!

Uzaklardan…

Sezonun dörtte birinin bile tamamlanmadığı dokuzuncu hafta sonunda 20 takımlı Premier Lig’de kovulan teknik direktör sayısı üç. Bu sayı La Liga’da dört, Bundesliga’da üç, Serie A’da iki, bizim “Kurşunlu Süper Lig”de altı. Velhasıl, Galleano’nun o enfes kitabında tanımladığı gibi, gösteri makinesi her şeyi öğütüyor. Tüketim toplumunun tüm ürünleri gibi teknik direktörler de kullanılıp atılabiliyorlar. Son fire Everton teknik direktörü Koeman’ın kovulduğu güz zamanlarında Premier Lig teknik direktörlerinin fallarına naçizane bir bakış…

Haziran ayının sonlarında Hollandalı Frank De Boer ile üç senelik sözleşme imzaladığında yeni sezona umutla bakıyordu Güney Londra’nın “Kartallar” namıyla anılan takımı Crystal Palace. Ama gol sevinci yaşayamadıkları, puansız kapatılan dördüncü maçtan sonra yolları ayırdılar.Bu, lLig tarihinin rekoru; sadece 450 dakika takımın başında sahada yer alabildi 47 yaşındaki futbol adamı. 2007 senesinde Ajax’ın genç takımında başlayan teknik direktörlük kariyerinde beş takım çalıştırmış. 2000 senesinden beri kulüpte kovulan 24. teknik direktör…

2015-2016 sezonunda Ranieri’nin yardımcısıyken şampiyonluk görmüş, onun ayrılığından sonra yerine getirilmiş Craig Shakespeare, ekim ayının ortalarında aynı kaderi paylaşırken takımı Leicester City 18. sıradaydı. Futbolculuk kariyerinde formasını giydiği West Brom maçında alınan beraberlikten sonra kovuldu; ironinin böylesi… Bilir misiniz, son beş sezonda 7 teknik direktör siyah beyazlı takımla yaptıkları maçlardan sonra gemileri yakmışlar.

Ve Ronald Koeman… Geçtiğimiz sezon takımı ligi 7. sırada bitirdiğinde yeni sezon hedefinde şampiyonlar ligine katılma fırsatını yakalamak vardı. Everton yönetimine de haksızlık etmeyelim; geçen sezonu gol kralı Lukaku’nun Manchester United’a satılmasından sonra kesenin ağzını açıp 150 milyon Sterlinlik bütçe sunmuşlardı güvendikleri hocalarına. Ama transfer ettikleri onca topçuya rağmen Belçikalının boşluğunu dolduramadılar. Ligin en az gol atan takımları arasında olmaları sorunun özeti. Koeman’ın futbolculuğunu hatırlayanlar bilirler, döneminin ustalarındandı; kulübü ve milli takımında aynı sezonda kupa kaldırmayı başarmış beş Avrupalıdan biri. Barça tarihinin en fazla gol kaydetmiş savunma oyuncusu (90 gol) ki bu rekor günümüzde hala kırılamadı. 1997 senesinde futbolu bıraktıktan sonra Hollanda Milli Takımı ve Barça olmak üzere 11 takım çalıştırdı. Everton macerası kötü bitse de taliplileri olacaktır şüphesiz. Üzgünmüş zamansız gelen ayrılık sonrasında, ne diyelim ayrılık da sevdaya dahil…

Bir de topun ağzında olanlar var, ilk sırada bizim futbolu fakiri coğrafyayı kişiliğiyle ısıtmış Slaven Bilic, futbolun güzel yüzü. Eski bir Türk filminde rol alsa, en babacan rolü o kapardı şüphesiz. İki buçuk senedir West Ham’ın başında ama bu sezon sıkıntı büyük. Carabao Kupasında Tottenham’ı geriden gelip elemeleri yeni bir umut onun adına, futbol melekleri yanında olsun.

Bir diğeri Jurgen Klopp, Liverpool’un eksantrik ama sevimli hocası. 1964 senesinden beri hiçbir Liverpool takımı bu sezonki kadar çok başlama vuruşu yapmamış, maç başına yedikleri gol ortalaması 1,77 ve savunmaları Mersin İdmanyurdu’ndan hallice. Ama Alman hocanın hakkını da verelim, dört gol yedikleri Tottenham deplasmanında sahaya çıkan beş savunmacısı kendi transferleri değil, Brendan Rodgers’ın mirası…

Chelsea yıllarında Mourinho, Grant ve Scolari’nin yardımcılığını yapmış Paul Clement ocak ayından beri Swansea City’i çalıştırıyor ama onun da durumu pek iç açıcı değil. Ekim ayının son lig maçında Arsenal deplasmanında sahaya çıkan takım iki galibiyetle 15. sırada. Bournemouth’la birlikte ligin ez az golü olan iki takımından biri. Takımın başında ilk kez evinde Arsenal karşısında sahaya çıkmış, o maçı 4-0 yenilgiyle kapatmıştı 45 yaşındaki hoca. Rakibe karşı oynadığı son dört maçın üçünü kaybettiler.

Maçın ilk yarısında 4-4-2 dizilişinyle sahada misafir takım, kalesinde eski Arsenalli Fabianski. Arsenal üçüncü bölgede presle, Swansea City kalabalık orta sahayla başlıyor maça. Kaptıkları toplarda hızlı çıkmaya çalışıyorlar ama Abraham ve Ayew pozisyon bulamıyor ilk 15 dakikada. 1997 doğumlu 1.90’lık forvet Tammy Abraham Chelsea’den kiralık, çok haraketli ama hücumda çok yalnız. Emirates’i dolduran 59.473 taraftarın Arsenal’den gol beklediği dakikalarda Swansea City öne geçiyor. 21. dakikada savunma arkasına atılan topa hareketlenen Clucas, Chec’in altından topu ağlara gönderiyor. O dakikaya kadar topla oynama oranları sadece yüzde 21. Rakibin iki üretken oyuncusu Sanchez ve Özil’e boş alan bırakmıyor ilk yarıda Swansea savunması, ev sahibi pozisyon üretmekte zorlanıyor.

Tempoyu artırdığı, vitesi yükselttiği ikinci yarıya golle başlıyor Arsenal, yaz döneminde bedelsiz takıma katılmış Kolasinac’ın sol ayağından çıkan füzeyle beraberliği yakalıyorlar. Golden sonra dalga dalga geliyor Wenger’in takımı, eskilerin deyimiyle bu kara dağ dayanmıyor ve 57’de Ramsey’le öne geçiyorlar. Öne geçtiği maçta cesur olamamanın faturasını ödüyor Clement’in öğrencileri, biraz da hücumu düşünseler! Galatasaray’da harikalar yaratan Gomiz’i arıyorlardır sanırım. Swansea City kapandıkça saldırıyor Özil, Sanchez, Lacazette ve orta sahadan desteğe gelen Ramsey’le Arsenal. Velhasıl 90 dakika boyunca rakip kaleyi ancak iki kez bulabilen Swansea City maçtan yenik ayrılırken Clement’in sıkıntısı devam ediyor…

Sırası ne zaman gelir bilinmez ama istenmedik ayrılıklar direktörlüğün fıtratında. Bilir misiniz, günümüzün aranılan hocası Rafa Benitez 1993’te başlayan kariyerinde Liverpool, Inter, Chelsea ve Real Madrid’den kovuldu. Şimdilerde Newcastle United’ı çalıştırıyor, orta sıralardaki takımın bu sezon karnesi fena değil, bahis şirketleri yakın gelecekte tard edilmesine 1’e 40 veriyor. Olasılık düşük olsa da yabana atmayın, sahi ne demişti Galeano: “Gösteri makinesi zaman içinde her şeyi öğütür.”

Ziya Adnan
30 Ekim 2017