‘Alem’in kralları

Uzaklardan…

Futbolculukları kadar alkole düşkünlükleriyle tanınan ve acaba kendilerine baksalardı ne olurdu dedirten yıldızların hikâyesi…

'Alem'in kralları

Çok zaman önce yine bu köşede kuzeyin yeşil ülkesinin efsane futbolcusunun hikâyesini yazmıştım. “Eğer bana üç kişiyi çalımlayıp 30 metreden Liverpool’a nefis bir gol atıp tribünleri ayağa kaldırmak mı, dünya güzeliyle beraber olmak mı diye sorsanız karar vermesi çok zor olurdu. Şanslı biri olarak her ikisini de yaptım. Ama birini 50 bin kişinin gözleri önünde!” demiş efsane George Best, Ada futbolunun gelmiş geçmiş en büyük âlemcisi, yeşil sahaların Beatle’ı. Madem konusu açıldı, futbol âleminde tiryakilikleriyle nam salmışları anlatalım bu yazıda, Yine Best’in tanımıyla alkol hariç, hayatındaki her şeyi çalımlamışları yâd edelim…

80’li yıllara yetişmiş Arsenal taraftarlarının gözdesidir Tony Adams, 10 Ekim 1966 doğumlu 1,90’lık stoper. 1980 senesinde Arsenal’in genç takımında başlayan ve 22 seneye uzanan futbol kariyerinde dört şampiyonluk kupası kaldırırken, üç sezonda Federasyon Kupasını, bir kez de UEFA Kupa galipleri Kupasını kazandı. 668 maçta forma giydi, 48 gol kaydetti. Futbolunun yanı sıra, o yıllarda çalkantılı yaşantısı yüzünden manşetlerden hiç düşmezdi. 1990 Mayıs’ında alkollü olarak karıştığı bir trafik kazası sonucu hapse mahkûm edildi. Dört aylık cezasının yarısını tamamladıktan sonra 1991 Şubat’ında serbest kaldı, alkol bağımlığı nedeniyle uzun süre tedavi gördü ama alkol illetinden kurtulamadı. “Addicted” (Bağımlı) adını verdiği, alkol ile savaşını anlattığı 1998 senesinin Mayıs ayında ilk kez yayımlanan biyografisi, o sene en fazla satan kitaplar arasında yerini aldı…

Ancak hatırlatmadan geçmeyelim, o yıllarda alkol Britanya futbolunun vazgeçilmeziydi, taraftarı da içmeyi severdi, futbolcusu da! Hatta statların içinde, topçuların maçtan sonra stres atmaları için “Players Lounge”ları bulunurdu ve maç sonrası alkol almaları normal karşılanırdı. Madem futbol işçi sınıfının oyunuydu, o oyununun içinde işçi sınıfının sevdiği, içki dâhil her şey olmalıydı. O yıllarda Arsenal, “Britanya futbolunun en büyük barı” olarak bilinirdi. Ve o barın değişilmezlerinden biriydi Adams, tıpkı takım arkadaşı Paul Merson ve Kenny Sansom gibi…

Adams’ın imdadına 1996 Kasım’ında teknik direktörlük görevine getirilen Arsene Wenger yetişti. Meseleyi bilenler, Fransız futbol adamının ilk icraatının Highbury Stadının içindeki barı kaldırmak olduğunu anlatır. Adams, Wenger’in uyguladığı katı kurallar ve alkol yasağı sayesinde futbola döndü, 1997-98 ve 2001-02 sezonlarında kaptan olarak sahaya çıktığı takımda iki şampiyonluk yaşadı…

GASCOIGNE’İN ÇARESİZLİĞİ

Adams kadar şanslı değildi Paul Gascoigne, en azından onun da elinden tutacak, kaldıracak bir Wenger olmadı hayatında. 17 Mayıs 1967 Dunston’da dünyaya gelmişti, yoksul bir ailenin dört çocuğundan biriydi. 1980 senesinde Newcastle alt yapısında başlayan futbol serüveni, 1985 senesinde A takıma yükselerek hız kazandı. 1992 senesine kadar süren Tottenham kariyerinde, 92 maçta 19 gol attı. 1992 sezonunun başında, 5,5 milyon sterlin karşılığında İtalya’nın Lazio kulübüne transfer oldu. Futbol sahalarındaki şöhreti ivme kazandıkça alkol bağımlılığı da o ölçüde arttı. Çocukluğundan beri severdi alkolü ve ne yazık ki tutkusunu hiç yenemedi. 1998 senesinde Southampton’da girdiği alkol koması sonucu hastaneye kaldırılmış, Everton formasını giydiği dönemde teknik direktörü Walter Smith’in ısrarı sonucu Amerika’da alkol tedavisi görmüştü. Çok iyi futbolcuydu, komikti, yardımseverdi. Hayatı hiç ciddiye almadı. Hep güldü, hep güldürdü. Ama o komikliğin altında yatan yalnızlık, kimsesizlik ve alkol bağımlılığı kaderi oldu. Tıpkı idolü George Best gibi, hep yarım kalmış bir hikâyeyi hatırlattı…

‘GREAVES GÜNDE 20 ŞİŞE BİRA İÇERDİ’

Ondan çok zaman önce dünyaya gelmiş Jimmy Greaves de futboluyla birlikte alkol ile anılanlardandı. 1957 senesinde Chelsea’de başlayan futbol kariyerinde A.C. Milan, Tottenham ve West Ham United’da top koşturdu. 2004 senesinde yayımlanan biyografisinde (Greavsie: The Autobiography) 17 yaşında evlendiğini, 19 yaşında milli takıma yükseldiğini, 26 yaşında dört çocuk babası olduğunu, 30 yaşında futboldan koptuğunu, futbol oynadığı zamanlarda çoğu gün 20 şişe bira içtiğini anlatır. Yatağının başucunda her daim bir şişe votka bulundururmuş, sinirlerini yatıştırma adına…

2003 Ağustos’unda The Guardian ‘a verdiği söyleşisinde 1977 senesinin beş ayını alkol bağımlığı yüzünden akıl hastanesinde geçirdiğini, 1978 Şubat’ında alkolü bıraktığını ve o günden sonra hiç içmediğini anlatır. Çoğu profesyonel futbolcu için en büyük trajedi futbolu bıraktıktan sonra yaşanır diyor o enfes kitabında ve devam ediyor: “Bilirsiniz, artık koşamayacak hale gelen atları vururlar. Benim zamanımda top koşturmuş topçuların bazıları da kendilerini o atlara benzetir. Hayatlarında futboldan başka bir şey yoktur ve keşke sonum o atlar gibi olsa diye düşünürler. Geriye tutunabilecekleri tek şey, alkol kalmıştır…”
Son sözü şimdilerin âlemcisi Mario Balotelli’ye bırakalım: “Basın, sigara ve alkolün performansımı düşürdüğünü söylüyor… Attığım her golden sonra onların şerefine içiyorum.”

Ziya Adnan

11 Nisan 2020

Clough ve Taylor’ın hikâyesi: Ayrıldığımız gün

Uzaklardan…

Ada futbolunun efsane teknik direktörü Brian Clough, kendisini muhteşem biçimde tamamlayan yardımcısı Peter Taylor’la birçok başarıya imza attı. İkili zaman zaman anlaşamasa da Clough, Taylor için, “O olmadan ben hiçbir şey başaramazdım” demişti

Clough ve Taylor’ın hikâyesi: Ayrıldığımız gün

“Ayrıldığımız gün seni bu yaşamda güldürecek çok fazla şey kalmayacaktır demiştin. Haklıydın…”
Brian Clough

Mezar taşlarına dökülen en acı gözyaşları, söylenmemiş sözler ya da tutulmamış vaatler içindir” demiş dünya edebiyat klasiklerinden, o enfes kitabında köleliği anlatan “Tom Amca’nın Kulübesi”nin yazarı Harriet Beecher… Ada futbol tarihinin muhtemel en renkli teknik direktörü, Nottingham Forest efsanesinin yaratıcısı Brian Clough’ın başarısındaki en büyük payın sahibi, bir zamanlar can dostum dediği yardımcısının hikâyesini ve sonrasında gelen ayrılığı, kırgınlıkları anlatalım. Mezar başında dökülen en acı gözyaşlarının nedenini bilmeyenlere…

‘O BİR DAHİ’

2 Temmuz 1928 tarihinde Nottingham’da dünyaya gelmiş kaleci, ilk profesyonel takımı Nottingham Forest ama ‘A’ takıma kadar yükselemeden komşu şehrin takımı Coventry City’nin yolunu tutmuş. 1950-55 arasında gök mavili takımın kalesini korumuş. Sonrasında gelen Middlesbrough kariyeri 1961 senesine kadar devam etmiş ve futbolu 1965 senesinde Burton Albion’da bırakmış… 1962 senesinde o yıllarda Ada futbolunun güney liginde mücadele eden Burton Albion’da başladığı teknik direktörlük macerasında Brian Clough’la kesişmiş yolları. Yardımcısı olarak görev yaptığı ilk takım Hartlepool. Parasızlıktan yok olma aşamasına gelmiş kulübün kaderini değiştirmişler birlikte, takımı 4. ligin orta sıralarına kadar taşımışlar…Sonraları yazdığı biyografisinde Clough, o yıllarda takımı çalıştırıp, motive edenin kendisi olduğunu, yardımcısının takıma katkı sağlayacak topçuları bulup çıkarmasıyla bilindiğini anlatır: “O olmadan ben hiçbir şey başaramazdım. Ben vitrindim, o ise camın arkasındaki müthiş malzemenin yaratıcısı.” Clough’ın sözlerini şu cümleyle teyit etmiş yardımcısı: “Ben yetenekli olanları bulup çıkarır, takıma transfer ederdim. O da eline gelmiş topçuları işleyip, yeteneklerini sergileme fırsatı sunardı. Clough’ın insan yönetimi ve motivasyon konusunda bir dahi olduğunu söylemeliyim…”

1967 senesinin Mayıs ayında, ikili Hartlepool’dan ayrılarak Derby County’nin başına geçerken, onların sıfırdan inşa ettiği Hartlepool ise bir sezon sonra bir üst kümeye terfi edecekti. Derby County o yıllarda hemen her sezon kümede kalma savaşındaydı. İkilinin, o sezon 2. ligi 18. sırada bitiren takımdaki ilk icraatları futbolcuların neredeyse tamamına yol vermek olmuş. Eskilerden sadece dört futbolcuyu takımda tutmuşlar. Takıma yeni katılanlar arasında Roy McFarland, John O’Hare, John McGovern, Alan Hinton, Les Green gibi o yılların futbolsevere aşina isimleri varmış…

DERBY’LE ŞAMPİYONLUĞA

clough-ve-taylor-in-hikayesi-ayrildigimiz-gun-713430-1.

Sert mizacı ve disiplinden taviz vermeyişi ile namlı Clough, kulüpteki diğer çalışanların da işlerine son vermiş. Bunların arasında kulüp sekreteri, futbol şubesi sorumlusu, altyapı hocaları ve hatta Derby County’nin yenildiği bir maç sonrası duruma gülerken yakaladığı iki kulüp çalışanı da varmış. 1967-1968 sezonunun sonunda Derby County ligi 18. sırada tamamladı. Sonraki sezon, kadrosunu o zamanların ‘sert futbolcusu’ Dave Mackay ve Willie Carlin ile güçlendiren Derby, 2. ligi Şampiyon olarak tamamladı. Taraftarlar, küme düşme potasında aldıkları takımı şampiyon yapan iki hocayı yürekten alkışlıyordu…

1970-71 sezonunun sonunda, Derby County İngiltere 1. liginde 4. sırada yer aldı. Ancak mali bilançosundaki açık yüzünden, zamanın parasıyla 10.000 Sterlin cezaya çarptırılan kulüp, o sezon Avrupa kupalarına katılamadı. Derby, 1971–72 sezonunda Liverpool ve Leeds United ile amansız bir şampiyonluk yarışına girmişti. Sezonun son maçında, Liverpool’u 1-0 yenen Derby maç fazlası ile iki rakibinin de önüne geçti. Yardımcı hoca takımı Majorca’ya tatile götürmüş; o tatil esnasında, rakiplerinin puan kaybetmesiyle ligi tarihlerinde ilk kez şampiyon olarak bitirdiklerini öğrenmişlerdi. Ailesi ile birlikte Scilya’da tatil yapmakta olan Clough, takımın şampiyonluğunu takımından uzaklarda öğrendi.

DEVLER LİGİ’NDE YARI FİNALE

Bir sonraki sezon Derby County günümüzdeki adıyla Şampiyonlar Liginde yarı finale kadar yükselecek, ancak ikili, yönetimle düştükleri anlaşmazlık sonucu 1973 senesinin Ekim ayında takımdan ayrılacaktı. Taraftarlar uzun süre bu ayrılığı kabullenmedi. Takımı ayağa kaldıran iki hocanın da gidişi uzun süren protestoların başlangıcı olmuştu…

Sonraki durakları Brighton & Hove Albion’da aynı başarıyı yakalayamayan ikili fikir ayrılığına düşmüş, sezon sonunda Clough takımdan ayrılarak Leeds United’ın başına geçmişti. 44 gün süren Leeds United macerası daha sonraları kitaplara, filmlere konu olacaktı. David Peace’ın o enfes kitabı “Damned United” (Lanetli Takım) sadece İngiltere’de 500 binin üzerinde sattı. 2012 senesinde Kıvanç Koçak’ın çevirisiyle Sel Yayınları’ndan çıkan kitap, yayınlanmış en iyi futbol kitapları arasında gösterilir, okumayanlara şiddetle tavsiye…

ARALARI AÇILDI

1976 senesinde yolları bu kez Nottingham Forest’te kesişmiş. 1976–1977 sezonunda şampiyonluk yaşayan, iki kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasını kazanan takımın yıldızının, yardımcı hocanın ısrarı sonucu takıma 270 bin Sterlin karşılığında katılmış, Ada futbol tarihinin en iyi kalecileri arasında gösterilen Peter Shilton olduğunu hatırlatalım…

Sonraları iki futbol adamının arası açıldı. Kimilerine göre Clough’ın ondan çok fazla kazanıyor olması, kimilerine göre diğerinin gölgede kalması, medyanın Clough’ı hep ön planda göstermesi bu ayrılığın temel nedenleriydi…

Yardımcı 1982 senesinin Mayıs’ında emekliye ayrıldı. O dönemde John Roberts adındaki futbolcunun Forest’ten Derby’e transfer olması ve transferi gerçekleştiren yardımcının Clough’ı devre dışı bırakması aralarındaki husumeti derinleştirdi. O transferden sonra Clough’ın uzun zaman birlikte çalıştığı futbol adamı hakkında, “Yolda arabası bozulsa yardım etmek bir yana, ezer geçerim!” dediği rivayet edilir.

‘HİÇBİR ŞEY YAPAMAZDIM’

1990 senesinin Ekim ayında, tatil için gittiği Majorca adasında, 62 yaşında aramızdan ayrıldı Peter Taylor. Bir zamanlar can dostu olarak gördüğü, “O olmadan ben hiçbir şey başaramazdım” dediği yardımcısının ölüm haberini telefonda alan Clough’ın konuşamadığı ve hıçkıra hıçkıra ağladığı, içki şişelerine sarıldığı anlatılır. 2004 senesinde yayımlanan ve Peter Taylor’a ithaf ettiği biyografisinde ona şu satırlarla seslenmiş: “Ayrıldığımız gün seni bu yaşamda güldürecek çok fazla şey kalmayacaktır demiştin. Haklıydın…”

2010 senesinden beri Derby County’nin Pride Park Stadı’nın girişinde, bir efsaneyi birlikte yaratmış ve sonra yolları ayrılmış ama birbirini hiç unutmamış iki futbol adamının anıt heykeli selamlar o futbol mabedinin ziyaretçilerini. Nottingham Forest’in City Stadı’nın bir tribünü, takıma en güzel zamanlarını yaşatmış ikilinin adını taşır…

Peter Taylor’un mezarı Nottingham yakınlarındaki Widmerpool kasabasının St Peter’s Kilisesi’nin bahçesinde bulunmaktadır…

Ziya Adnan

9 Nisan 2020

Yedek kulübesinin tarihi: Niall Quinn’in rekoru

Uzaklardan…

Oyuncu değiştirme konusunda rekorun sahibi Arsenal’in unutulmaz forveti Quinn’dir. 1983’ten 1990’a kadar Kuzey Londra takımının formasını giyen Quinn’in kariyerine yakından göz atalım

Yedek kulübesinin tarihi: Niall Quinn’in rekoru

Bilir misiniz, futbolda ilk yedek futbolcu uygulaması 1954 Dünya Kupası öncesi oynanan grup maçlarında başladı ve oyuna sonradan giren ilk yedek futbolcu 11 Ekim 1953 tarihinde Almanya’nın Saarland karşısında mücadele ettiği maçın kadrosunda yer alan Horst Eckel olmuştu…

Ada futbolunda ise 1965-66 sezonundan itibaren takımlar yedek futbolcu uygulamasına geçti. O sezon sadece sahada sakatlık geçiren futbolcunun yerine yedek futbolcunun yer almasına izin verildi. Bir sonraki 1967-68 sezonunda ise takımlar, sahada sakatlık olmadan bir futbolcu değiştirme hakkına sahip olurken, 1987-88 sezonunda bu sayı ikiye çıkmıştı. Premier Lig’in kurulduğu 1992 senesinde yedek kulübesinin kaderi de değişti. 1992-93 sezonunda biri kaleci olmak üzere üç futbolcunun yedek olarak sahaya çıkabileceği, ancak maç içinde sadece ikisinin değiştirilebileceği kuralı getirildi. 1994-95 sezonunda kural biraz daha esnek hale getirilirken, kaleci de dahil olmak üzere takımların üç futbolcu değiştirmesine izin verildi. 1995-96 sezonunda ise oynadığı mevkie bakılmaksızın takımlara 3 futbolcu değiştirme hakkı tanındı. 1996-97 sezonunda takımlar sahaya beş yedek futbolcuyla çıkıp maç içinde üç değişiklik hakkına sahip oluyor, 2008-09 sezonunda bu sayı yediye çıkıyordu.

LEEDS’İN TAKTİĞİ

1965 senesinde “Yedek Kulübesi” kavramına alışılmaya başlandığı zamanlarda Leeds United yeni bir taktik uygulamaya başlamıştı. Eğer son bölüme yenik girmişlerse mutlaka defanstan bir futbolcu, önde oldukları maçta ise ileri uçtan bir futbolcu sakatlanır, yerine giren futbolcuyla skoru koruma ya da gol atma adına ya ileri ucu ya da savunmayı güçlendirirlerdi. İşin ilginç tarafı, o maçın sonunda sakatlanan futbolcunun bir dahaki maçta sahada yerini almasıydı. İlerleyen zamanlara durumun farkına varan İngiltere Futbol Federasyonu 1967 senesinde orijinal kuralı değiştirdi ve takımlar sahada sakatlık olmasına gerek kalmadan futbolcu değiştirme hakkını kazandılar. Ada futbolunda oyuna sonradan giren ilk futbolcu Charlton Athletic takımında forma giyen Keith Peacock’du ve takvimler 21 Ağustos 1965’i gösterirken sakatlanan kalecinin yerine oyuna girmişti.

QUİNN’İN HİKÂYESİ

Ama oyuncu değişirime konusundaki başka bir rekorun sahibi de Arsenal’in unutulmaz forveti Niall Quinn’dir. 21 Kaşım 1987 tarihinde Southampton karşısında oynanan maçta sakatlanan Perry Groves’un yerine oyuna girdiğinde maçın 11. dakikası oynanıyordu. Ancak çok kötü gününde olan Quinn’e Arsenal taraftarı ve teknik direktör 77. dakikaya kadar sabredebildi. O dakikada Quinn’in yerine Nigel Winterburn alınırken, oyuna sonradan giren bir futbolcu ilk kez sakatlık olmadan değiştiriliyordu…

TEKNİK DİREKTÖRLÜK DE YAPTI

Konu Niall Quinn’den açılmışken, 6 Ekim 1966 doğumlu 1.93’lük santrafora selam çakmadan geçmeyelim. 1983’ten 1990’a kadar Kuzey Londra takımının formasını giyen Quinn, takımdaki son üç sezonunda ancak 20 maçta forma giyebildi ve 5 gol attı. Arsenal’in şampiyon olduğu 1988-89 sezonunda sadece üç maçta forma giyme şansı bulabildiği için şampiyonluk madalyasından mahrum kalıyordu. Arsenal macerasından sonra, 1990 senesinin Mart ayında 900 bin sterlin bedelle Manchester City’ye transfer olan forvet ilk sezonunda 22 gol atıyor, takımda 6 sezonda 245 maçta forma giyiyordu. 1996 senesinin Ağustos ayında 1,3 milyon bedelle Sunderland’e transfer olurken sakatlığı nedeniyle ilk altı ay takımda yerini alamıyor, 2002’ye kadar 203 maçta 61 gol kaydediyordu. 17 senelik profesyonel futbolculuk kariyerinde 475 maça çıkan ve 171 gol kaydeden oyuncu futbolu bıraktıktan sonra ülkesi İrlanda’nın ulusal takımında teknik direktörlük yaptı.

UNUTULMAZ ANISI

Bu unutulmaz futbolcuyla ilgili bir anıyla bitirelim yazıyı. Sene 1992, Manchester City sezon hazırlığı için İtalya’nın Penola şehrindedir. Burada takım arkadaşı Steve McMahon’la tartışan Quinn’in gömleği ve pantolonu yırtılır. Ama bu onun eğlenmesine mâni olamayacaktır. Gömleğini çıkaran futbolcu kot pantolondan dönüşme şortuyla dans pistinde hünerlerini gösterirken, bir grup City taraftarının kendisini yakından izlediğinin farkında bile değildir. İlerleyen zamanlarda o geceye şahit olan taraftarların yarattığı tezahürat tribünlerde sıklıkla duyulacak ve futbolcunun peşini bırakmayacaktır:

Niall Quinn’s disco pants are the best,

They go up from his arse to his chest,

They are better than Adam and the Ants,

Niall Quinn’s disco pants!

Niall Quinn’in paçalı disko donu en iyisi;

Kıçından göğsüne kadar çıkıyor,

Adam and the Ants grubundan bile daha iyi,

Niall Quinn’in paçalı disko donu!

Ziya Adnan

8 Nisan 2020


Socrates: Bilge Brezilyalıyı hatırlarken

Uzaklardan…

Dünya Kupası’nı kazanamamış en iyi takım olarak tanımlanan 1982 Brezilyasının kaptanıydı Socrates… Ancak hayat karşısındaki duruşu, politik görüşü; futboldan, kazanılan kupalardan, zaferlerden çok ama çok daha önemliydi

Socrates: Bilge Brezilyalıyı hatırlarken

1962 Dünya Kupasında suya “Bru!” diyecek kadar küçüktüm… Ondan dört yıl sonra düzenlenen 1966 Dünya Kupası’ndan aklımda kalan ise Dünya Kupalarının tarihini anlatan futbol programlarında tekrar tekrar izlediğimiz, siyah beyaz zamanlarda İngiltere’nin Batı Almanya’yı 4-2 yendiği maç… O maçı anlatan, 2002 senesinde aramızdan ayrılmış BBC spikeri Kenneth Wolstenholme’nun, hakemin bitiş düdüğüne yakın dudaklarından dökülen, “Some people are on the pitch. They think it’s all over… It is now!” (Sahada taraftarlar var, maçın bittiğini düşünüyorlar ve şimdi bitti!) cümlesi futbolun klişeleşmişleri arasında yerini almıştır…

Sonra onca kupa geçti aradan. Onca kupa, onca şölen… 1974 Dünya Kupasında ‘Sarı Fare’ Cruyff ve arkadaşlarını, 1978’de Mario Kempes’i, 1982’de Paolo Rossi’yi, 1986’da “Tanrı’nın eli”ni hatırlarım. 1990 Dünya Kupasına penaltılar sonucu veda eden İngiltere’de Gascoigne’nin gözyaşları, 1994’de turnuvayı gol kralı olarak kapatan Romário’nun golleri, 2010’da Zidane’nın kafası Dünya Kupalarının unutulmazları arasındadır.

SAHADAKİ FİLOZOF

Ama bugüne kadar hiçbir kupa benim için 1982 Dünya Kupası’nın yerini tutmadı. Carlos, Leandro, Serginho, Zico, Eder, Falcao, Juninho ve hiç unutulmayacak efsane Socrates, futbolun en güzel Brezilyalısı… 1.90’lık ince bedeni, kara sakalları, dağınık saçları, çatık kaşları, soğukkanlı duruşu ile bir futbolcudan çok bir filozofu andıran zarif bilgeliği… Şiir gibi pasları, adam geçmedeki ustalığı, futbol zekâsı ile sahadaki varlığı hemen fark edilirdi. Topuk pası denilince aklıma ilk o gelir. Pele, çoğu futbolcunun ileriye doğru yaptığının daha iyisini geriye doğru yaptığını söylemiş. Eh, Pele söylemişse doğrudur.

Dünya Kupalarının tarihini iyi bilenler, o takımı “The greatest team that never win the world cup” (Dünya Kupasını kazanamamış en iyi takım olarak hatırlar…

socrates-bilge-brezilyaliyi-hatirlarken-711501-1.

İşte o takımın kaptanıydı Socrates, 19 Şubat 1954 tarihinde Brezilya’nın Belem do Para şehrinde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Yunan mitolojisine meraklı babası ona “Socrates” adını vermiş, diğer iki kardeşin de adları Sofocles ve Sostenes… Henüz 10 yaşında, ülkesinde yaşanan askeri darbenin tüm acılarına şahitlik etmiş; ilerleyen yıllarda ülkesinde yaşanan tüm sosyal adaletsizliklere karşı duran bir önder olarak nam salmıştı. Futbol oynadığı yıllarda tıp eğitimi görmüş; kariyeri sonrasında diplomalı bir doktor olarak sporcu sağlığıyla uğraşan bir klinik kurmuş; aynı zamanda fakir bir semt hastanesinde çalışmış; liderlik ve sosyal ilişkiler üzerine seminerler vermiş; gazetelerde makaleleri yayınlanmıştı. Ülkesinde “O Doutor” (doktor) olarak bilinmesi boşuna değil anlayacağınız. 1974 senesinde Botafogo’da başlayan kariyerinde Corinthians, Fiorentina, Flamengo, Santos takımlarında top koşturdu. Futbolu 1990 senesinde, 36 yaşında bıraksa da 2004 senesinde İngiltere’nin kuzey amatör liglerinde yer alan Garforth Town takımına antrenör-futbolcu olarak dönüş yaptı. Bir ay kaldığı takımda Tadcaster Albion’a karşı oynanan maçın son 12 dakikasında oynadığında 50 yaşındaydı. Öylesine futbol sevdalısına yakışacak cinsten…

Ölümünden kısa süre önce verdiği söyleşide, yaşamında onu en çok etkileyen, ona ilham veren üç insanın John Lennon, Che Guevara ve Fidel Castro olduğunu söylüyordu. Küba, hayalindeki Brezilya’ydı. “Keşke Küba’da dünyaya gelseydim!” demiş. Hayalinde yatan, herkesin aynı fırsatlara sahip olduğu, eşitliğin temel olduğu, zenginle, yoksul arasındaki farkın uçurum olmadığı ülke…

FUTBOL ELÇİSİ OLMAYI REDDETTİ

1982 Brezilya’sını formasını giydiği en özel takım olarak tanımlıyordu. 1986 Dünya Kupasının Brezilya takımı ona göre bir önceki turnuvaya göre daha zayıftı. 1982’nin takımını inşa etmek üç sene sürmüş, 1986’nın derme çatma takımı ise bir kaç haftada bir araya getirilmişti. Ancak hayat karşısındaki duruşu, politik görüşü, futboldan, kazanılan kupalardan, zaferlerden çok ama çok daha önemliydi. Dünya Kupasını hiç kaldıramamış olmasına üzülüp üzülmediğini soran bir gazeteciye şöyle cevap vermişti: “Unvanların ne ehemmiyeti var? Biz oynadığımız oyunla turnuvaya heyecan getirmiştik. Biz o turnuvanın en keyif veren takımıydık. Sorun bakalım insanlara, 1982 Dünya Kupasından neyi hatırlarlar? Ben söyleyeyim, İtalya’yı değil, Brezilya’yı!”

Kariyerinin ilerleyen zamanlarında kendisine sunulan, Pele gibi futbol elçisi olma önerisini elinin tersi ile itmiş. Endüstriyel futbolun, ıvır zıvırla uğraşan ticari kuklası olmak istemediğindendir muhtemel…

57 YAŞINDA YAŞAMINI YİTİRDİ

4 Aralık 2011 tarihinde, Sao Paul’daki Albert Einstein Hastanesi’nde geride altı çocuğunu ve arkasından ağlayan bir ulusu bırakarak aramızdan ayrıldığında 57 yaşındaydı Socrates. Yoksulluğun kader olduğu topraklarda düzenlenen ve hemen her gün büyük protestolara sahne olan 2014 Dünya Kupasını göremedi. Turnuvanın Brezilya’ya verildiği açıklandığında, durumdan hiç memnun olmamıştı. Kupanın ülkeye hiçbir şey kazandırmayacağını, maliyetin halkın cebinden çıkacağını, zenginlerin daha da zenginleşeceğini, yolsuzluğun ve hırsızlığın tavan yapacağını düşünüyordu. Ülkede Dünya Kupası düzenlemek, başta sağlık ve ulaşım olmak üzere kamu harcamalarının kısılması demekti. Bu yüzden Brezilya halkı daha fakirleşecek ve Kupa’nın halka hiçbir getirisi olmayacaktı.

Geçenlerde bir internet sitesinde rastladığım, çöp yığınları içinde yiyecek arayan bir kadının fotoğrafı Socrates’in haklılığını anlatıyordu görmesini bilenlere.Zira o güzel Brezilyalının söylediği gibi, “Maç dediğin 90 dakika sonunda biter, ama hayat devam eder…”

23 Haziran 2014’te yayımlanan bu yazı revize edilerek tekrar yayımlanmıştır

Ziya Adnan

6 Nisan 2020

Bay Arsenal: Kaptanların en şahanesi

Uzaklardan…

Arsenal tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı kaptanı olan Tony Adams, 22 yıl boyunca formasını giydiği Topçular’ın en büyük efsanelerinden

18

Bay Arsenal: Kaptanların en şahanesi

“Bütün kupaları, madalyaları kazandık. Çünkü bizde Adams ve Bould var…”

Takvim yaprakları 5 Kasım 1983’ü gösterirken, eski adıyla İngiltere 1. Ligi’nde Sunderland karşısında ilk kez sahaya çıkan 17 yaşındaki 1.91’lik savunma oyuncusunun Arsenal tarihinin gelmiş geçmiş en önemli 3. futbolcusu olacağını o yıllarda kimseler tahmin edemezdi sanırım. Son sezonlarda kaya gibi stoper yokluğu nedeniyle sürekli eleştirilen Arsenal’in en çok eksikliğini çektiği, takımı geriden yönetecek hırslı bir kaptana ihtiyacı olduğu zamanlarda hatırlayalım bir zamanlar Highbury tribünlerinde adına şarkılar söylenen, 22 sene Topçular’ın formasını giymiş “Bay Arsenal” lakaplı futbolcuyu, bilmeyenlere anlatalım hikâyesini…

14 SEZON KAPTANLIK YAPTI

Doğu Londra’nın işçi mahallesi olarak bilinen Romford semtinde, 10 Ekim 1966 tarihinde açmış dünyaya gözlerini. Çocukluk yıllarında okul takımlarında top koşturduktan sonra, 1980 senesinde henüz 14 yaşında Arsenal’in altyapısına kabul edilmiş ve 17 yaşında profesyonel sözleşmeye imza atmış. 1985-86 sezonunda ilk 11’de yer almaya başlarken, Lee Dixon, Nigel Winterburn ve Steve Bould’dan kurulu savunma Ada futbolunda nam salacak, kısa sürede Highbury tribünlerinde adlarına şarkılar söylenecekti. Kuzey Londra takımı, 1987 Littlewoods Kupasını Wembley’de oynanan final maçında Liverpool’u 2-1 yenerek müzesine götürüyor, o zaferden kısa süre sonra 1 Ocak 1988 tarihinde henüz 21 yaşında takımın kaptanlığına getiriliyordu. O tarihten sonra, 14 sezon takımın başında sahaya çıkacak, Arsenal tarihinin unutulmazları arasında yerini alacaktı…

İskoç George Graham önderliğinde ligin zirvesini zorlayan Arsenal, 1988-89 sezonunun son maçında Liverpool’u Anfield Stadında son saniyelerde Michael Thomas’ın ayağından bulduğu golle 2-0 yenerek 18 sene aradan sonra şampiyonluk kupasını kaldırıyordu. “Gol yememe” üzerine kurulu futbol felsefesi ile sahaya çıkan takım, her ne kadar hücum futbolu adına pek varlık göstermese de bilhassa duran toplardan golü buluyor, genelde maçlarını 1-0 kazanıyordu. O yıllardaki Arsenal maçlarında, deplasman tribünlerinde duyulan “Boring Boring Arsenal” (Sıkıcı sıkıcı Arsenal), abartısız o takımın futbol felsefesini anlatır. Buna karşılık “kazanan her zaman haklıdır” tezini doğrularcasına, taraftarları arasında pek yaygın “one-nil to the Arsenal” (1-0 Arsenal) tezahüratı günümüze kadar gelmiştir. O yıllarda George Graham “savunmadaki dev” olarak tanımlamış futbolcusunu…

‘EŞEK’ LAKABI TAKILDI

Kaptanlığa yükseldiği zamanlarda, Old Trafford Stadında oynanan ve 1-1 biten maçı da hatırlayalım yeri gelmişken. Biri kendi kalesine, maçın iki golünü de atmış, ertesi gün “Daily Mail” gazetesi futbolcunun maç fotoğrafına kocaman eşek kulakları monte ederek yayınlamıştır. Rakip taraftarlara ilham olur o fotoğraf, sıklıkla “Donkey” tezahüratlarına hedef olur ilerleyen zamanlarda. Ama aldırmaz bizimki, hatta şampiyonluk kupasını kaldırırken ellerini kulaklarına götürüp eşek taklidi bile yapar…

ALKOL BAĞIMLISI

1990 Dünya Kupasında İngiltere Milli Takımına seçilmeyen savunma oyuncusu, 1990 senesinin Mayıs’ında alkollü olarak karıştığı bir trafik kazası sonucu hapse mahkûm edildi. Dört aylık cezasının yarısını tamamladıktan sonra 1991’in Şubat’ında serbest kaldı, alkol bağımlığı nedeniyle uzun süre tedavi gördü ama alkol illetinden kurtulamadı. “Addicted” (Bağımlı) adını verdiği ve alkol ile savaşını anlattığı 1998’in Mayıs’ında ilk kez yayımlanan biyografisi, o sene en fazla satan kitaplar arasında yerini aldı. Mahkûmiyetin bitiminde sahalara dönerken, Arsenal o sezon ligde sadece bir yenilgi alarak üç sezonda 2. kez şampiyonluk kupasını kaldırıyor, ancak alkol sorunu yüzünden sıklıkla manşetlere taşınıyordu. 1993-94 sezonunda alkollü olarak sahaya çıktığı bir lig maçından sonra merdivenlerden düştü ve kafasına 29 dikiş atıldı. Özel hayatındaki çalkantılara rağmen sahada müthiş maçlar çıkarıyor, onun kaptanlığında Arsenal 1994 senesinde Parma’yı 1-0 yenerek Avrupa Kupa Galipleri Kupasını kaldırıyordu.

İMDADINA WENGER YETİŞTİ

1996’da alkol bağımlığını yenemediğini açıklayan futbolcunun yardımına o senenin Kasım ayında teknik direktörlük görevine getirilen Arsene Wenger yetişti. Wenger öncesinde İngilizlerin pek alışık olmadığı (futbolcuların maç sonrası alkol alması normal karşılanırdı) sıkı diyet programı ve alkol yasağı sonucunda belki sonuna yaklaştığı futbol kariyerinde yeni sayfa açacak, 1997-98 ve 2001-02 sezonlarında kaptan olarak sahaya çıktığı takımda iki şampiyonluk daha yaşayacaktı. 1998 senesinde lig ve kupayı kazanan takımın kaptanı ve başarının baş mimarlarındandı…

Arsenal’in unutulmaz 6 numarası, 22 seneye uzanan futbol kariyerinde dört şampiyonluk kupası kaldırırken, üç sezonda Federasyon Kupasını, bir kez de Avrupa Kupa Galipleri Kupasını kazandı. 668 maçta forma giydi, 48 gol kaydetti. 2002’de futbola veda ettiğini açıklayan, kulübüne olan bağlılığı nedeniyle “Mr Arsenal” olarak bilinen futbolcunun o senenin mayıs ayında Celtic’e karşı oynadığı jübile maçında, defansta uzun seneler birlikte forma giydiği Lee Dixon, Nigel Winterburn ve Steve Bould vardı. Ve o gün Arsenal taraftarları, o unutulmaz savunmanın son kez birlikte oynadığı maçta bir kez daha günümüze kadar gelmiş şarkılarını söyledi:

“We’ve got all the silverware, we’ve got all the gold Cause we’ve got Adams and we’ve got Bould…” (Bütün kupaları, madalyaları kazandık. Çünkü bizde Adams ve Bould var…)

Futbolu bıraktıktan sonra Brunei Üniversitesinde spor bilimi eğitimi alırken, 2003-04 sezonunda Wycombe Wanderers’ın teknik direktörlüğüne getirildi. Sezonun sonunda takımın 2. lige düşmesi üzerine görevi bıraktı. 2005 senesinde Hollanda’nın Feyenoord rezerve takımını çalıştırdı, 2006-07 sezonunda Harry Redknapp’in yardımcısı olarak Portsmouth’ta görev aldı. 2008–09 sezonunda Portsmouth’ta başarısızlıkla sonuçlanan teknik direktörlük macerası sonrası bir süre şansını Azerbaycan’ın Gabala F.C takımında denedi ama 2010-11 sezonun sonunda ayrıldı.

HEYKELİ DİKİLDİ

Kendi tecrübelerine dayanarak, alkol ve uyuşturucu bağımlığı nedeniyle sorunlar yaşayan sporculara yardım elini uzatmak için kurduğu Sporting Chance Clinic’in direktörleri arasında Alex Rae, Elton John, zor zamanlarını paylaştığı kader arkadaşı Paul Merson bulunmaktadır. Jübilesinden elde ettiği yarım milyon sterlini kurmuş olduğu vakfa bağışlamıştır. Günümüzde Emirates Stadı’nın girişinde heykeli bulunan, Arsenal tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı kaptanının adı Tony Adams’tır ve tribünlerde hâlâ adına şarkılar söylenir.

Ziya Adnan

4 Nisan 2020

Parmaklıklar ardında: Dara düşmüş topçular

Uzaklardan…

Ronaldinho, Ian Wright, Fevzi Tuncay ve diğerleri… Zamanının büyük futbol yıldızlarının ortak bir noktası var: Hapis. Gelin bu hikâyelere yakından göz atalım

Parmaklıklar ardında: Dara düşmüş topçular

Bir zamanlar futbolda dünyanın en iyisi olarak gösterilen Ronaldinho şu sıralar Paraguay’a sahte pasapotla girmeye çalıştığı için hapiste. Kariyeri Brezilyalı yıldız gibi iniş çıkışlarla dolu birçok oyuncu var. Onlara biraz daha yakından göz atalım…

FEVZİ’NİN HIKÂYESİ

Nafaka borcunu ödeyemediği için cezaevine giren, sonrasında arkadaşlarının topladığı yardımlar sayesinde özgürlüğüne kavuşan eski kaleci Fevzi Tuncay ile başlayalım. Ondan aklımda kalan, çok genç yaşta kalesini koruduğu Beşiktaş’ta hatalı yediği bir gol sonrası kafasını direklere vurmasıydı. 20002001 sezonuydu sanırım. O sezon kalesinde gördüğü hatalı goller siyah beyazlı takımdaki serüveninin sonu oldu, 2002 senesinde Gaziantepspor’a satıldı…

Oysa her kalecinin kaderinde vardı kötü günleri. Futbol kariyerinde iki kez “Dünyanın en iyi kalecisi” seçilmiş, Manchester United’da bir sezonda üç kupa kazanmış, Danimarka Milli Takımında Avrupa Şampiyonluğu yaşamış dev kaleci (Peter Schmeichel) söylemişti: “Yenilen her gol kaleciyi moralman yıkar. Ayağa kalkmak için zaman gerekir: Kimine birkaç saniye, kimine birkaç dakika, kimine birkaç maç… Ben hep en kısa zamanda ayağa kalkmaya çalıştım.”

Keşke Fevzi’nin de elinden tutan olsaydı, toparlanması, ayağa kalkması için. Ama olmadı, hataya tolerans tanımayan ülke futbolunda kariyerinin sonrası malumunuz. Futbolun görünmez köşelerinde, alt liglerde geçen, eskiye ağıt yakılan zamanlar…

WRIGHT DA HAPSE GİRMİŞTİ

22 yaşına kadar Ada futbolunun amatör kümelerinde boy göstermiş golcünün kaderi 1985 senesinde Crystal Palace’a imza atmasıyla değişmişti. 1991 senesinde, o dönemin rekor bedeli 2,5 milyon sterlin karşılığında Arsenal’e transfer olduğunda artık o ülkenin tanıdığı futbol yıldızıydı. Oysa o parlak kariyerin öncesinde, vergilerini ödemediği ve sigortasız kullandığı iki arabası nedeniyle Chelmsford Hapishanesi’nde iki hafta geçirmişti Ian Wright, Arsenal kulüp tarihinin müthiş golcüsü. Hapishane günlerinin hayata bakışını bütünüyle değiştirdiğini, başarılı olabilmek için futbola tutunduğunu yazıyordu çok sonraları yayımlanan biyografisinde…

14 Ağustos 1969 doğumlu Danimarkalı futbolcu Almanya’da geçirdiği parlak sezonlardan sonra 2002 senesinde Ada futboluna, Bolton Wanderers takımıyla transfer oldu. 2002 Dünya Kupası zamanlarında, Kopenhag’da Danimarka Milli Takımının zaferini kutlarken karıştığı bir kavgada bulunduğu kafenin sahibini kafa atarak yaraladı, çıkarıldığı mahkemede dört ay hapis cezası aldı. 2003 senesinin Nisanından Temmuzuna kadar hapiste kalan Stig Tofting’in sözleşmesi kulübü tarafından o süre zarfında donduruldu.

Sheffield Wednesday tarihinin en önemli futbolcularındandı Peter Swan. 1953-1964 arasında stoper olarak oynadığı takımda başarılı maçlar çıkarmış, Ingiltere Milli Takımına kadar yükselmişti. 1962 senesinin Aralık ayında, iki takım arkadaşıyla birlikte takımının Ipswich Town deplasmanında kaybedeceği üzerine bahis oynamış ve kazanmıştı. 2006 senesinde “The Times” gazetesine verdiği söyleşide, “O gün Ipswich Town’un maçı hak ederek kazandığını, ama maç içinde takımının önde olması halinde ne yapacağını bilemediğini söylemişti”. Penaltı da yaptırabilirdim, topu kendi kaleme de gönderebilirdim, kim bilir!” 1964 senesinde ülkenin bulvar gazetelerinden ‘The People’ın ortaya çıkardığı bahis skandalı sonrasında futboldan sekiz sene men cezası aldı, o süre içinde dört ay hapis yattı. Işin hazin tarafı, o dönemde top oynuyor olsaydı 1966 senesinde Dünya Kupasını kazanan Ingiltere Milli Takımının kadrosunda yer almasına kesin gözüyle bakılıyordu. Takımın teknik direktörü, bahis skandalının ortaya çıkmasından önce futbolcuyu listenin başına yazmış ama olayın patlak vermesi üzerine kadrodan çıkarmıştı.

West Bromwich Albion’un golcüsü 2003 senesinin Kasım ayında arabasıyla kaza yapmış, bir kişinin öldüğü kaza sonucu olay yerinden kaçmıştı. Ertesi gün polise teslim olan futbolcu çıkarıldığı mahkeme tarafindan altı sene hapse mahkum edildi. 2007 senesin Ağustos ayında, cezasının yarısını tamamlayıp tahliye olduğunda 30 yaşına basmıştı. 2007 senesinde Oldham Athletic takımıyla haftada 1800 Sterlin kazanacağı sözleşmeyi imzaladı ama bu para onun kariyerinin parlak günlerinde kazandığı paranın yüzde 10’u bile değildi. 2007-2009 arasında formasını giydiği Bolton’da 55 maçta 25 gol attı Lee Hughes…

BARTON 77 GÜN HAPİSTE YATTI

Ada futbolunda çok seveni olmayan gaddar orta saha oyuncusu Joey Barton, Manchester City’nin alt yapısından yetişti, A takımla ilk maçına 2002 senesinde çıktı. 2007 senesine kadar devam eden City serüveninde 39 maçta sarı kart gördü, üç maçta da kırmızı kartla oyun dışı kaldı. Geçen sezon başında Arsenal’e transeri gündeme gelse de o transfer gerçekleşmedi ve QPR’ın yolunu tuttu. Liverpool’da karıştığı bir kavga nedeniyle 20 Mayıs 2008 tarihinde 6 ay hapse mahkum oldu, cezasının 77 gününü tamamladıktan sonra tahliye edildi. Şimdilerde Championship’te QPR ile yeniden Premier Lig’e dönmenin planlarını yapıyor olağan şüpheli… 7 Temmuz 1954 Galler doğumlu Mickey Thomas 1978–1981 seneleri arasında Manchester United takımında parladı. Sonrasında, Everton, Brighton, Stoke City ve Chelsea takımlarında forma giydi. 1993 senesinde, Wrexham’da forma giydiği zamanlarda sahte para basmaktan 18 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezasını çektikten sonra profesyonel futbol oynamadı. Günümüzde Manchester’da yerel bir radyo kanalında program yapan bir zamanların yıldız futbolcusu o günleri şöyle anlatıyor:

“O zamanlarda Roy Keane haftada 50.000 sterlin yapıyordu. Polis, benim para basma makinemi bulana kadar ben de o kadar yapıyordum!”

ALKOLÜN BİTİRDİĞİ BİR KARİYER

10 Ekim 1966 Londra doğumlu Tony Adams 1983 senesinde Arsenal genç takımından ‘A’ takıma yükseldi. 2002 senesine kadar takımda forma giydi, dört sezonda Ingıltere Lig Şampiyonluğu yaşadı. Üç kez Federasyon Kupasını, bir kez de UEFA Kupa Galipleri Kupasını kaldırdı. Kariyeri boyunca, alkol yüzünden başı dertten kurtulmadı. 1990 senesinde, alkollü araba kullanırken karıştığı kaza nedeniyle dört ay hapis cezasına çarptırıldı. 1998 senesin Mayıs ayında hayatını anlattığı “Addicted” (Bağımlı) adlı kitabı en çok satan kitaplar listesine girdi. Arsenal futbol tarihinin en sevilen futbolcuları listesinde üçüncü sırayı alan Adams, günümüzde teknik direktörlük yapmaktadır. Ayrıca, eski takım arkadaşı Paul Merson ile birlikte kurduğu “Alkolizmle Savaş” vakfında görev alıyor. Vakfın direktörleri arasında Elton John ve Alex Rae gibi ünlü isimler de vardır.

NOT: 1 Aralık 2013 tarihinde yayımlanan bu yazı revize edilip tekrar yayımlanmıştır.

Ziya Adnan

1 Nisan 2020

Rusya’nın Pele’si

Uzaklardan…

Futbol hakkında kitapları ve araştırmalarıyla tanınan İngiliz gazeteci Jonathan Wilson’ın “Rusya’nın yetiştirdiği en büyük futbolcu” dediği Eduard Streltsov namı diğer Beyaz Pele’nin hikâyesi

14

Rusya’nın Pele’si

Futbol oynadığı yıllarda “Rusya’nın Pele’si” derlermiş onun için. Tanınmış İngiliz gazeteci Jonathan Wilson, “Rusya’nın yetiştirdiği en büyük futbolcu”, Rus yazar Aleksandr Nilin, “Harikalar diyarından gelen çocuk” cümlesiyle tanımlamış, 1967 ve 68 senelerinde Rusya’da “yılın futbolcusu” seçilmiş, yeni futbol nesillerinin tanımadığı, hikâyesini futbolu anlatan kitaplardan okuyabilecekleri siyah-beyaz yılların futbol yıldızını… Koronavirüs korkusuyla evlere kapandığımız zamanlarda hatırlayalım günümüz futbolunda sıkça kullanılan topuk pasının mucidini, anlatalım 1958 Dünya Kupası’nın yıldızlarından olacakken henüz 20 yaşında parmaklıklar arkasına düşmüş futbol ustasının hikâyesini…

BABASININI SAVAŞTA KAYBETTİ

Takvim yaprakları 21 Temmuz 1937’yi gösterirken, Moskova’nın doğusunda yer alan Perva banliyösünde dünyaya gelmiş, asker bir babayla, engelli bir annenin oğlu. 2. Dünya Savaşının sona erdiği zamanlarda babasının eve dönmesini beklemiş ama dönmemiş baba, Moskova yerine Kiev’de bir başına yaşamayı tercih etmiş. Annesi Sofi, Moskova’da “Fraser Cutting Instruments” adındaki fabrikada metal işçisi olarak çalışarak zor şartlarda bir başına büyütmüş oğlunu. Futbola merak saldığı zamanlarda fabrikanın miniklerinde top koşturmaya başlamış. Henüz 13 yaşındayken fabrika takımının en genci, aynı zamanda en göze batan topçusuymuş. 1953 senesinde, şehrin önemli takımı Torpedo Moskova’nın gençleri karşısında oynanan dostluk maçında Torpedo’nun antrenörü Vasily Provornov’un dikkatini çekmiş. Güçlü fiziği, müthiş futbol zekâsı, sürati, yaratıcılığıyla izleyenleri büyüleyen genci Torpedo’nun saflarına katılması için ikna etmiş Provornov, o da fabrika takımından ayrılıp yeni takımının yolunu tutmuş…

Bu vesileyle kökleri 1924 senesine kadar uzanan siyah beyazlı takımı da yâd etmeden geçmeyelim. 60 ve 70’li senelerde yaşadıkları üç şampiyonlukları var. 1992-93 sezonunda UEFA Kupası’nda Manchester United’ı elediklerinde Rus futbolunun önde gelen kulüplerindenmiş. Komünizm döneminde bir otomobil fabrikasının takımıyken, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra düşüşe geçmişler. 1992 senesinde kazandıkları Rusya Kupası’ndan sonra gözle görülen başarıları yok…

YILDIZ OYUNCU

Futbolcuya dönersek, 1955’te 18 golle ligi gol kralı olarak bitirdiğinde aynı zamanda Sovyet Milli Takımı’nın yıldızıymış. 1957 senesinde “Avrupa’nın en iyi futbolcusu” listesinde 7. sırayı alırken, 1958 Dünya Kupası’nın yıldızlarından olacağına kesin gözüyle bakılıyormuş…

Ama bir günde değişivermiş bütün hayatı. 25 Mayıs 1958’de milli takımın Tarasovka’daki kampından ayrılıp Moskova’da Uzakdoğu’dan dönen asker arkadaşının verdiği partiye katılmış. Alkolü, hızlı yaşamayı seven futbolcunun kaderini o partide tanıştığı 20 yaşındaki Marina Lebedeva değiştirmiş. Alkolün etkisiyle genç kadınla yakınlaşan futbolcu geceyi onunla geçirirken, ertesi sabah kadının tecavüz suçlamasıyla kendini bir anda cezaevine buluvermiş. Olaya anında el koyan KGB tarafından sorguya alınmış ve tecavüz suçunu itiraf ettiği takdirde 1958 Dünya Kupası’na katılabileceği vaadine inanmış ve suçu kabullenmiş…

Sonrasında iki sanıkla birlikte yargılanmış ve işkenceleri ile nam salmış Kuzey Sibirya’daki Gulag hapishanesinde 12 seneye mahkûm edilmiş, futboldan ömür boyu yasaklanmış. O dönemde, SSCB tarafından suçlu ilan edilen Rus Pele’nin suçsuzluğu için yaklaşık 100 bin işçi omuz omuza protesto yürüyüşü yaptığı, hapishanede kaldığı sürede takımı Torpedo Moskova’nın kurulduğu ZIL Otomobil Fabrikası işçilerinin serbest bırakılması için defalarca greve gidişi, bir iftiraya kurban gittiğine inananların hükümete yazdığı binlerce protesto mektupları onun hikâyesinden geriye kalanlar…

BÜYÜKLERİ REDDETTİ

rusya-nin-pele-si-707904-1.

Çoklarına göre başına gelenlerin nedeni, beş Moskova kulübünün en küçüğü Torpedo Moskova’ya olan ölümüne sevdası. Henüz ilk sezonunda Moskova’nın o küçük takımını şampiyonluğa taşımış futbolcu KGB’nin takımı Dinamo Moskova, ordunun takımı CSKA Moskova’nın tekliflerini defalarca reddetmiş ve Torpedo’da kalacağını, takımla nice zaferler yaşayacağını dile getirmiş. Buna sinirlenen ve Torpedo’nun kendi takımlarının önüne geçmesini istemeyen KGB’nin bu kumpası düzenlediği iddia edilir…

Bir başka iddiaya göre ise futbolcunun Bakan Yekaterina Furtseva’nın kızıyla ilişkisi vardır. 1957 senesinde Kremlin’de düzenlenen, önemli devlet adamlarının da yer aldığı bir resepsiyonda Furtseva’nın kızı Svetlana’nın ilanı-aşk edip, evlenme isteğine hayır cevabı vermiş. Kızı reddetmesi yetmezmiş gibi sonrasında, “O maymunla asla evlenmem, o kadınla evleneceğime asılmayı isterim” gibi ayrımcı sözleri Bakan’ı fena kızdırmış…

5 YIL HAPİSTE KALDI

12 senelik hapis cezasının 5. senesinde, 4 Şubat 1963 tarihinde Brezhnev’in de devreye girmesiyle serbest kalmış, futbola ve sevdalısı olduğu takımına dönüş yapmış. Demir parmaklıklar arkasında geçen zor yıllar ondan en güzel zamanlarını, büyüleyen yeteneklerini çalmış olsa da, o orta sahada takımını sırtlamış ve 1965 senesinde Torpedo’yu şampiyonluğa taşımış. O sezon oynadığı 26 maçta 12 golü var. 1967 ve 1968 yıllarında Sovyetler Birliği’nde yılın futbolcusu seçilirken, yeniden milli takımdaki yerini almış ama sabıkalıların yurtdışına çıkma yasağı olduğundan Dünya Kupası ya da Avrupa Şampiyonalarında forma giyememiş…

Futbolu bıraktıktan sonra bir süre Torpedo’nun genç takımlarını, sonrasında ‘A’ takımını çalıştırmış. Eduard Streltsov, nam-ı diğer “Rus Pele” 22 Temmuz 1990 tarihinde, 53 yaşında gırtlak kanserine yenik düşerek aramızdan ayrıldı. Ölümünün 7. yıl dönümünde genç bir kadının mezarına çiçek bıraktığı, o kadının o akşam tecavüze uğradığını söyleyen Marina Lebedeva olduğu rivayet edilir. 1996 senesinde Torpedo Moskova’nın “Torpedo Stadı”, ‘Eduard Streltsov Stadı’ adını almış. Şimdilerde o futbol mabedinin girişinde efsane futbolcunun heykeli selamlar ziyaretçilerini…

Ziya Adnan

30 Mart 2020

Belki şehre bir Brezilyalı gelir…

Uzaklardan…

Roberto Firmino Liverpool’un bu sezonki başarısında en önemli pay sahiplerinden biri. Brezilyalı forvetin hikâyesi ise ilginç anektodlarla dolu. Firmino’nun kariyerine ve yükselişine yakından göz atalım

Belki şehre bir Brezilyalı gelir

“Önce yapman gerekenle başla, sonra mümkün olanı yap, sonra göreceksin ki yapılamaz deneni başarmışsın.”

En son şampiyonluğunu 1990’da yaşadı Liverpool FC, 70’li ve 80’li seneleri domine etmiş, yalnız Ada’da değil Avrupa arenalarında esmiş kükremiş, o sene köklü tarihinde 18. kez şampiyonluk kupasını kaldırmış futbol şehrinin kırmızılı takımı. İnanması güç ama o seneden sonra hasret kaldılar şampiyonluğa, geçen sürede yedi farklı takım şampiyonluk yaşarken onlar adına ummak ve beklemekle geçti zamanlar. Ve aradan geçen onca zamandan sonra, en yakın rakiplerine 25 puan fark attıkları sezonda şampiyonluğa çok yaklaşmışken hâlâ uzaklar kupaya, malum Corona virüsü nedeniyle ertelendi ligler, ne zaman başlar bilinmez!

Gelin korona illeti yüzünden futbolsuz kaldığımız, hayatın durduğu zamanlarda anlatalım ülkenin yoksul şehrinden Anfield’e uzanan, yüzündeki o sevimli gülümsemeyle iz bırakmış Brezilyalı golcülerinin hikâyesini, malum onun gelişiyle değişti takımın makus kaderi…

Takvim yaprakları 2 Ekim 1991’i gösterirken Brezilya’nın kuzeydoğusunda, 997 bin nüfuslu sahil şehri Maceio’nun varoşlarında dünyaya gelmiş. Babası Jose sokak satıcısıymış, maç günleri şehrin 20 bin kapasiteli Estadio Rei Pele Stadı’nda su satarak ailesini geçindirmeye çalışırmış. Kirli bir göl ve yoksulluğun kader olduğu Selecao mahallesinin viran evleri arasına sıkışmış bir gecekonduda geçmiş çocukluğu. Suç oranının çok yüksek olduğu, çocukların çok küçük yaşlarda uyuşturucu çeteleriyle tanıştığı bölgede annesi kol kanat germiş çocuğa, gözünden hiç ayırmamış. Çoğu yaşıtları gibi meraklıymış futbola, evin arka bahçesinde hırsızları uzak tutmak için örülen yüksek duvardan atlar, mahallenin sokaklarında top peşinde koştururmuş, o yılların efsaneleri Ronaldinho Gaucho ve Ronaldo kahramanları… 7 yaşında başladığı Escola Estadual ilkokulunun girişindeki yazı muhtemel gelişimini en iyi anlatan: “Önce yapman gerekenle başla, sonra mümkün olanı yap, sonra göreceksin ki yapılamaz deneni başarmışsın.” Çocukları suç dünyasından uzak tutmak için kurduğu futbol takımının başındaymış hocası Ari Santiago. Bir yaz sonu okulların açıldığı zamanlarda, okulda üç çocuğun o yaz çete cinayetlerinde hayatlarını kaybettiğini öğrenmiş üzüntüyle. Çocukları suçtan uzak tutmanın en etkili yolunun futbol, takımın en iyisinin o küçük çocuk olduğunu anlatıyor o yıllara dair söyleşilerinde.

‘SESSİZ BİR ÇOCUKTU…’

14 yaşına bastığı zamanlarda bölgenin köklü takımlarından Clube de Regatas’ın seçmelerine katılmış. Hocası Guilherme Farias daha ilk antrenmanda fark etmiş elindeki cevheri: “Sessiz bir çocuktu ama futbol topuna hükmediyor, sürati ve bitireceğiyle kendisinden yaşça büyüklerin arasında göze batıyordu.” İlk zamanlarda defansif orta saha olduğunu, takım arkadaşları arasında ilerleyen zamanlarda Real Sociedad’da yıldızı parlayacak Willian Jose’nin de olduğunu hatırlatalım. O yılları anlatan arkadaşları, öğretmenleri “humilde” (alçakgönüllü) olarak tanımlıyor çocuğu. Azmi, futbol oynama isteği takdire şayan, Sao Paulo’da düzenlenen genç takımlar turnuvasına katılabilmek için otobüsle 120 saatlik yolculuk yapmış o yıllarda. Hocası, “Elimden çok yetenekli çocuklar geçti ama hiçbiri onun kadar istekli ve özverili değildi,” diyor söyleşilerinde. 16 yaşına bastığı zamanlarda hocasının da yardımıyla Sao Paulo’ya transferi gündeme gelmiş, iki hafta takımla antrenmanlara çıkmış ama sözleşme önermemiş kulüp yönetimi. Hayal kırıklığıyla evine döndüğünü ama o hüsranın içindeki futbol ateşini daha da harladığını anımsıyor…

EN İYİ GENÇ OYUNCU

2008 senesinde Figueirense’nin 17 yaş grubu seçmelerine katılmış, normalde genç adaylara tanınan iki haftalık deneme sürecini onun için gerekli görmemişler, daha ilk maçında kaydettiği iki enfes röveşata golü sonrasında takımda yerini almış. 17 yaş grubundaki hocası Hemerson Maria, çocuktaki bitiricilik yeteneğini ilk fark edenlerden, haliyle rakip kaleye daha yakın oynatmaya başlamış. 2009 senesinde Figueirense’nin ‘A’ takımına yaklaştığı zamanlarda Marsilya’nın seçmelerine davet edilmiş ama İspanya üzerinden uçuşu sırasında ülkeye kaçak yollardan girmeye çalıştığı gerekçesiyle ülkesine göndermişler. Bir ay sonra Marsilya ile antrenmanlara çıkıp göz doldurmuş ama bu kez de kulüp yönetimi 1 milyon Euro’luk bonservis bedelini ödemeye yanaşmayınca transfer suya düşmüş. Marsilya kulübün o dönem asbaşkanlığını yapan Jean-Philippe Durand 2018 senesinde yaptığı bir söyleşide, hata yaptıklarını dile getiriyor tüm içtenliğiyle. 18 yaşına bastığı günlerde, 16 numaralı siyah beyaz formasıyla Figueirense’de ilk maçına çıkmış. O sezon takımının Serie A’ya yükselmesine büyük katkı sağladığını, sezonun sonunda ligin en iyi genç futbolcusu seçildiğini hatırlatalım…

2010 senesine girildiğinde Avrupa devlerinin radarına girmişti. Arsenal ve PSV Eindhoven’den önce harekete geçen Hoffenheim o senenin aralık ayında 4 milyon Euro karşılığında renklerine bağladı Brezilyalıyı. Biraz zaman almış Almanya’ya alışması, malum yeni kültür, aşına olmadığın diyarlar. 2011-15 arasında takımla çıktığı 140 maçta 38 golü var. 2015 Haziran’ında Brezilya Milli Takımıyla Copa America’da boy gösterdiği zamanlarda 29 milyon sterlin bedelle Ada futbolunun devlerinden Liverpool’a transfer oluşu tarihe düşen notlardan. Hoffenheim futbol direktörü Alexander Rosen 2018 senesinde World Soccer dergisine verdiği röportajda, “Kulüp olarak iyi para kazanmış olmanın mutluluğu ama çok iyi bir futbolcuyu kaybetmenin üzüntüsüyle yolcu etmiştik” diyor.20 yaşındaki futbolcu koronavirüs günlerini anlattı, tavsiyelerde bulunduHaberin devamı

PREMIER LİG TARİHİNE GEÇTİ

Liverpool’daki verileri takdire şayan, 2019 Ağustos’unda Premier Lig’de 50 golü bulan ilk Brezilyalı olarak tarihe geçerken, aralık ayında oynanan kulüplerarası dünya kupasında Flamengo karşısında tek golle galip gelen takımın golü ondan gelmişti. Tevekkeli değil, takımın makinesi olarak tanımlıyor oyuncusunu hocası Jurgen Klopp ve devam ediyor: “Burada, bizimle günümüz futbolunun yıldızları arasında olmaktan keyif alıyor, biz de onun hünerlerini izlemekten.”
Bilirim, futbolun adaleti yok derler ama temennimiz takımının nicedir hasret kaldığı şampiyonluk kupasını kaldırması sadece zamana kalsın, malum taraftarı olmasanız bile Liverpool’a hürmet, 70’li senelere yetişmiş olanlar için gönül borcudur. O enfes şarkıdan alıntıyla, o futbol şehrinin her daim gülümseyen golcüsüne gitsin sözleri: “Belki şehre bir Brezilyalı gelir, ıklim değişir, Akdeniz olur, gülümse”.

Son sözü doğup büyüdüğü, futbol hünerlerini geliştirdiği şehrin plajlarında satıcılıkla hayatını idame ettiren Sergio Araujo’ya bırakalım: “Roberto günümüzde dünya futbolunun en iyi Brezilyalısı. Her daim mütevazı olduğu için kendisi dile getirmez ama ben onun yerine söyleyeyim. Neymar hiçbir zaman Firmino kadar yetenekli ve azimli olmadı, onun yedeği bile olamaz.”

Ziya Adnan

26 Mart 2020

Bayern’in unutulmazı: Willem Hesselink

Uzaklardan…

70’lerde Franz Beckenbauer, Gerd Müller, Paul Breitner, Sepp Maier, 80’lerde Karl-Heinz Rummenigge, 90’larda Lothar Matthaus, 2000’lerde Oliver Kahn… Hepsinden önce Bayern’in bir kahramanı daha vardı, gelin hep beraber onun hikâyesine göz atalım

Bayern’in unutulmazı: Willem Hesselink

Danny Boyle’ın enfes filmi 28 Days Later’ın (28 Gün Sonra) gerçek olduğu günlerde Londra… Sokaklar boşalmış, okullar, işyerleri kapatılmış, raflar boşaltılmış, stoklar yağmalanmış, insanlar evlerine kapanmış, malum hiçbir virüs korku kadar çabuk yayılmaz. Korona illeti nedeniyle ligler ertelenince mabetlerden uzak kalmış olsak da futboldan uzak kalmayalım, hatırlayalım şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş Alman efsanesinin hikâyesini…

FOTOĞRAFÇININ KURDUĞU KULÜP

Günümüzden 120 sene önce, 1900 senesinin Şubat’ında Franz John adında bir fotoğrafçı tarafından 11 sporcuyu bir araya getirerek kurulmuş Alman futbolunun devi Bayern Münih. Bundesliga’da ilk kez 1965 senesinde yer almışlar. Köklü tarihlerinde 29 şampiyonlukları var. 2018-19 sezonunda, dünya futbol devleri sıralamasında 3. sıradalar. 4 binin üzerinde taraftar derneğine ve 300 binin üzerinde üyeye sahipler. Zaman içinde takımın formasını giymiş nice yıldızları adını duyurmuş futbol âlemine, 70’lerde Franz Beckenbauer, Gerd Müller, Paul Breitner, Sepp Maier, 80’lerde Karl-Heinz Rummenigge, 90’larda Lothar Matthaus, 2000’lerde Oliver Kahn…

Gelin biraz daha eskiye gidelim, Bundesliga’yı bir sezonda daha domine ettikleri zamanlarda, Bavyeralıların takımında futbolcu, teknik direktörlük ve başkanlık yapmış, kulübün ilk uluslararası yıldızını yâd edelim. 8 Şubat 1878’de, Hollanda’nın günümüzde 150 bin nüfusa sahip Arnhem şehrinde dünyaya gelmiş. Spora merak saldığı zamanlarda, henüz 14 yaşında, birkaç arkadaşı ile birlikte Vitesse Arnhem takımını kurmuşlar. Fransızca’da sürat anlamına gelen ‘Vitesse’ ile şehrin adını birleştirme fikri ondan çıkmış. Takım ilk zamanlarında krikette faaliyet gösterirken, sonraları futbol ilk sırayı almış ve o da takımın yıldızıymış. Futbolun farklı kurallarla oynandığı, yere sağlam basanın kazandığı zamanlarda oyuncular mevki konusunda sıkıntı yaşarlarmış, mesela kimse kalede, ya da sol açıkta oynamak istemezmiş. Sol açıkta geliştirmiş hünerlerini bizimki, zamanla sol ayağından çıkan şutların öldürücülüğü nam salmış yeşil sahalarda. Yalnız futbolda değil, farklı branşlarda da adını duyurmuş, atletizmde uzun atlama rekorunu kırmış o yıllarda, 1910 senesine kadar ona ait rekoru kırılamamış. 1500 metre yarışında onu geçen olmazmış, sayısız Hollanda şampiyonluğu kazanmış.

Sporla uğraşırken eğitimini de aksatmamış, kimyaya meraklıymış çocukluk yıllarında. 1902 senesinde, 24 yaşında Münih’te bulunan Ludwig Maximilians Üniversitesinin kimya bölümüne kaydolmuş. Bayern Münih ile tanışması o zamanlara denk gelir. Daha yeni kurulmuş Bayern’e geldikten sonra, kısa zamanda takımın yıldızı olmuş, öyle ki 1903 senesine gelindiğinde genç takımlarda antrenörlük yapıyor, takıma yeni katılacaklar konusunda ona danışıyorlarmış…

BECKENBAUER DE AYNI YOLLARDAN GEÇTİ

1903 senesinde kulübün kurucusu ve ilk başkanı Franz John, Münih’den ayrılarak doğup büyüdüğü Pankow’da fotoğraf stüdyosu açmaya karar verince, yöneticiler yeni başkan arayışına girmişler. Çok sürmemiş aradıkları başkanı bulmaları. Sporcu geçmişi, takıma olan sevgisi, karizması, liderlik vasıfları ile öne çıkıyormuş zaten. Kısa sürede kafasından hiç çıkarmadığı mavi yün şapkasıyla ülke futbolunun sevilen, sözü dinlenen figürlerinden biri haline gelmiş. Kulüp tarihinde futbolculuk, teknik direktörlük ve başkanlık yapan ilk ismin o olduğunu, ondan çok sonra Franz Beckenbauer’ın da aynı yollardan geçtiğini hatırlatalım…

Başkanlık yaptığı dönemde, takım arka arkaya üç sezon bölgesel şampiyonluk kupasını kaldırmış ama daha önemlisi parasal anlamda güçlenme, kalıcı olabilme adına yerel kulüp Münchner Sport Club ile birleşmişler. Bayern’in günümüzdeki kırmızılı forması o günlerden bugüne gelmiştir…

BAŞKANKEN DE FUTBOL OYNUYORDU

Başkan olması futbolculuk kariyerine engel olmamış elbet, zaten o zamanların başkanları şimdinin başkanlarına benzemez, kulüp idaresi ile birlikte zaman zaman takımda yerini alırmış. (Günümüzdeki kulüp başkanlarının takımlarıyla birlikte sahaya çıktığını düşünsenize!)

HOLLANDA’NIN İLK GOLÜNÜ O KAYDETTİ

1905 senesinin Mayıs ayında, ülkesi Hollanda Milli Takımı’nın kendi topraklarında oynadığı ilk milli maçta takımda yerini alırken ilk gol onun ayağından gelmiş. Rotterdam’da Belçika’ya karşı oynanan ve Hollanda’nın 4-0 kazandığı maçı 30 bin taraftar izlemiş.

1 Aralık 1973 tarihinde, 95 yaşında aramızdan ayrıldı Willem Hesselink, nam-ı diğer “Gülle”. Namının hikâyesini de anlatalım. Vitesse’de top koşturduğu zamanlarda kazanmış “Gülle” lakabını, topa o kadar sert vururmuş ki, vurduğu topu kurtarmaya çalışan birkaç kalecinin bileği kırılmış. Futbol tabiriyle, “sağı öldürür, solu süründürür!” dedikleri cinsten. Vitesse kulübünün tarihini yazan kitapların anlattığına göre, rakip takımda oynayan bahtsız İngiliz kaleci onun şutuna göğsünü siper edince hakkın rahmetine kavuşmuş, belki şehir efsanesi, belki gerçek!

Yeni futbol nesillerinin Robert Lewandowski’nin hikâyeleri ile büyüdüğü zamanlardan çok önce yaşamış, siyah-beyaz yılların önemli yıldızlarındanmış Willem Hesselink. Şimdilerde sarı siyah Vitesse Arnhem kulübünün web sitesinde anlatılıyor hikâyesi…

Ziya Adnan

23 Mart 2020

El Indio; Kızılderili’nin hikâyesi…

Uzaklardan…

“Tek yıldız kalmayacak gecede, gece kalmayacak, ben ölürken dayanılmaz evren de tüm varlığıyla ölecek benimle, sileceğim piramitleri, madalyaları, kıtaları ve yüzleri, sileceğim geçmişin birikimini, toz edeceğim tarihi, tozu toz, son günbatımını seyrediyorum şimdi, son kuşu dinliyorum…”Jorge Luis Borges

1994 Şubat’ında 32 yaşında aramızdan ayrılmış Amerikalı komedyen Bill Hicks, “İnsanlık ayakkabıları olan bir virüstür” der, Corona illetinin Avrupa’yı esir aldığı günlerde unutmayalım sözlerini. Corona günlerinde futbolsuz kalsak da gelin çok eskilere uzanalım, o güzel oyunun karın tokluğuna oynandığı siyah beyaz zamanların, yine bir mart ayında aramızdan ayrılmış kahramanını yâd edelim, anlatalım hazin hikâyesini…

1800’li senelerin sonlarına doğru, Uruguay’ın başkenti Montevideo’da dünyaya gelmiş. Çocukluk yılları günümüzde 35 bin nüfusa sahip, Yi nehrinin kıyısına kurulmuş Durazno’da geçmiş. Meraklıymış topa hemen her çocuk gibi, lakabı ‘El Indio’ (Kızılderili). İnsanların hayatlarını tarım ve hayvancılıkla kazandığı zamanlarda tarlalarda top peşinde koşarmış. Formasını giydiği ilk takım 1910’da, mahalli liglerde mücadele eden Colon, sonrasında 1911’de Libertad takımına, bir sene sonra da şehrin en bilinen takımı, kuruluşu Mayıs 1899’a uzanan Nacional’a geçiş yapmış. İlk maçına 12 Mart 1911’de, Dublin Club’a karşı çıkarken defansın sağında görev yapıyormuş. “Günümüzde oynuyor olsa, 5 numaralı formasıyla o mevkinin değişilmezi olurdu” diyor futbolcu için Xosé Enriquez, Nacional takımını anlattığı kitabında. Ve ekliyor: “Genç yaşına rağmen soğukkanlı, deneyimli futbolcuydu, güçlü fiziğe, müthiş hava hâkimiyetine sahipti.” Diğer bir yazar Luis Scapinachis, “Kalenin önünde, anekdotlar ve spor öyküleri” adını verdiği kitabında şöyle anlatıyor futbolcuyu: “Müthiş bir savunmacıydı, mücadeleden yılmayan, azimli, aynı zamanda teknik becerisi yüksek, topu iyi kullanabilen takım oyuncusu.”

İlk zamanlarında savunmanın sağında görev yaparken, ilerleyen yillarda orta sahaya geçmiş, takımın kaptanlığına kadar yükselmiş. 1911-18 arasında beyazlı takımla 200’ün üzerinde maçta sahaya çıkarken 19 kupa kazanmış. Onun zamanında 4 lig şampiyonluğu kazanan Nacional, tarihinin en parlak dönemini yaşamış. Kariyerinin en güzel günlerinde adına yazılan tezahüratlar yankılanırmış tribünlerde, hep sevilmiş, hep alkışlanmış. Ünü zamanla ülke çapında yayılmış, yıldızı her geçen gün biraz daha parlıyormuş. Kısa süre sonra Uruguay Milli Takımına seçilmiş. 1916’da düzenlenen ilk ‘Copa America’ turnuvasında kupayı kazanan Uruguay’ın en iyi futbolcusu olarak gösterilmiş. O yıllarda, Uruguay’da doğan erkek bebeklerin yarısından fazlasına onun isminin verildiğini anlatır Oğuz Alp Tan, ‘Bavulumda Efsaneler’de, futbolcuyu anlattığı yazısında…

•••

Ama futbol bu, hayat gibi, çıkarken inmek de var kaderde. 1918’de Alfredo Zibechi adında genç yetenek kapıvermiş formasını. 30 Ekim 1895 doğumlu Zibechi, onun kariyerinin inişe geçtiği zamanlarda, gençliğinin getirdiği avantajları kullanıyor, bir zamanlar onun sergiledigi hünerleri, üstelik onun kadar maharetle sergiliyormuş yeşil sahalarda. 40’lı yaşlara merdiven dayamaya başladığı zamanlarda, performansı hayli düşüp ünü kaybolurken taraftarların da tepkisini çekmeye başlamış. Maçlarda top ne zaman ayağına gelse ıslıklar yükselirmiş tribünlerde. Yaşı kemale ermiş futbolcular için söylenenlerden ilk nasibini alanlardan: “Artık bırakma zamanı geldi, en güzel günleri geride kaldı, onu kaplumbağlar bile geçer.”

Günümüz tabiriyle bu itibarsızlaştırma döneminin sonunda, yöneticiler onu takımdan kesip, yol vermişler. Dışlanmayı, hor görülmeyi ve belki en acısı alkışların günün birinde bitmiş olmasını kabullenememiş kızılderili. Bir zamanlar kendisini alkışlayan tribünlerin ıslıkları ağır gelmiş, alkole vurmuş, teselliyi içki şişelerinde arar olmuş. Ve takvim yaprakları 4 Mart 1918’ü gösterirken kendi elleriyle son vermiş, parlak başlayan ama acı sonlanan hikâyesine. Gece yarısını az geçe, kulüpte kimselerin kalmadığı ıssız zamanlarda, takımının sahasında, santra çizgisinde tek kurşunluk silahını doğrultmuş kalbine. Kimseler duymamış silah sesini. Cansız bedenini, ertesi sabah gün ışırken Central Park Stadyumunun görevlisi bulmuş. Bir zamanlar ülkenin taptığı büyük futbolcunun bir elinde silahı, diğer elinde ise kulüpte o dönem görev yapan Dr. Jose Maria Delgado’ya yazdığı kanlı bir mektup varmış:

“Bu veda sizin için ne kadar zor olduysa, benim için de o kadar zor oldu. Ailem, sevgilim, her şeyim Nacional bundan sonra sizlere emanet.”

İntihar haberini alan taraftarlar kulübe akın ederken, binlerce Nacional taraftarının sırtladığı tabutu gözyaşları içinde Bolivar Tile mezarlığında, kendisinden 13 sene önce çiçek hastalığı nedeniyle vefat eden, kulübün iki efsanesi Bolivar ve Carlos Cespedes kardeşlerin yanı başına defnedilmiş. Takımına ölesiye sevdalı Abdon Porte’nin ismi, günümüzde Nacional’in 27 bin kapasiteli Gran Parque Central Stadının kale arkası tribününe verilmiştir…

***

Yakında yaz gelecek, bir transfer sezonunda daha dudak uçuklatan sözleşmelere imza atacak futbolcular, o güzel oyunun dibine kadar paraya bulandığı bir transfer sezonu daha geçecek ömürden… Okurken o uçuk transfer haberlerini, o güzel oyunun karın tokluğuna oynandığı zamanlarda takıma giremediği için kendi elleriyle hayatına son veren Abdon Porte’yi hatırlayın. Bir selam yollayın ruhuna..

.Ziya Adnan

10 Mart 2020