‘Dünya Derbisi’nin düşündürdükleri…

‘Dünya Derbisi’nin düşündürdükleri

Uzaklardan… 

Geçtiğimiz günlerde oynanan ve bizden başka hiçbir ülkede naklen yayınlanmayan “Dünya Derbisi”nin ardından yaşananlara bakıyorum. Derbi esnasında alnında kanla görüntülenen yardımcı antrenör, tribünden atılan ve kaşına isabet eden cisim ile yaralanan teknik direktör, sahaya atılan maddeler, sonrasında Ünal Aysal’ın sözleri, Ali Koç’un aynı nezakette(!) gecikmeyen cevabı… Bir derbi sonrasında daha atışmalar, tartışmalar, birbirinden temiz görünme çabaları…
Oysa yok birbirlerinden farkları. Neticede hepsi o bozuk sistemin ürünü. Ve o sistemden bir “Premier Lig” çıkmıyor ne yazık ki. Hele de tüm mesele üç takımı yüceltme amacına yönelikse… Alın işte, yaklaşan “Play-off” komedisi… Kuralları uygulamak yerine istifa etmeyi tercih etmiş bir federasyon başkanından geriye kalan, yayıncı kuruluşu mutlu etme adına bahar aylarında düzenlenecek yumurta kokulu köy festivali! Yerine gelenin durumu ise ondan daha hazin: Şikeye karıştığı iddia edilen bir takımın eski başkanı!
Alın size ülke futbolunun marka değeri; şaka gibi!
Oysa gönül isterdi ki, play-off ucubesi yerine Avrupa’nın görkemli futbol arenalarında boy göstersin ülke futbolunun büyük kulüpleri… Zaten “büyük” dediğin büyükler arasında boy gösteren değil miydi?
Gönül isterdi ki, ülke bayrağı Şampiyonlar Ligi’nde dalgalansın; UEFA Kupası’nda İngiliz, Alman, İspanyol, Portekiz takımlarının yanında bizden birileri de olsun. Ama gelin görün, varsa yoksa Türk’ün Türk’e masalı! Bizden başka kimsenin umursamadığı, maç sonunda futbol değil kişilerin ve olayların konuşulduğu, medya gazıyla patlayıncaya kadar şişirilmiş, yaralanana değil yara bandına takıldığımız başka bir derbi…
Ama şaşırmamak gerek, neticede izlediğimiz tüm sezonun iki maça bağlandığı, annemizin ligi!

***

Son tahlilde elde kalan, Ali Koç’un konuşması esnasında sıklıkla takıldığı, “Tribünlerde üç-beş kendini bilmezin yaptığı hareket kulübe mal edilemez!” cümlesi… Birilerinin Sayın Koç’a hatırlatması gerek, her takımın kendi stadının güvenliğinden sorumlu olduğunu ve meselenin “üç-beş kendini bilmez” sözü ile geçiştirilemeyeceğini.

Önümde, İngiltere’de House Of Commons tarafından düzenlenmiş ve Temmuz 2009’da yayınlanmış, Ada futbolunda maç günleri güvenlik önlemlerinin anlatıldığı “The Cost of Policing Football Matches”(Futbol maçlarının güvenlik maliyeti) başlıklı bir makale var. Özetle, futbol maçları ve büyük konserler gibi geniş katılımlı organizasyonlarda polis kadar organizasyonu düzenleyen kurumun da sorumluluğunun bulunduğu belirtilerek, o sorumluluğu yerine getirmeyenlere gerekli izinlerin verilmeyeceğinin altı çiziliyor. İngiltere’de oynanan futbol maçlarında her takımın kendi stat veya yakın çevresinde oluşacak olaylardan tümüyle sorumlu olduğu, 2007-2008 sezonunda Premier Lig’de oynanan maçlarda polis bütçesinden 3,2 milyon Sterlin ayrıldığı, ancak bunun büyük bölümünün kulüpler tarafından karşılandığı gerçeği de anlatılarak…
***
Arsenal örneği… 40.000 kombine biletli taraftara sahip olan Arsenal ve tribünler ile taraftarların tellerle ayrılmadığı Emirates Stadı… Maç günleri, polisin yanı sıra özel güvenlik güçlerince emniyeti sağlanan statta, “CCTV” (kapalı devre kamera sistemi) kullanılır ve güvenliği tehdit eden taraftarlar anında tespit edilerek stat dışına çıkartılır. Ayrıca Arsenal FC, bu taraftarlar hakkında uzun süreli ve gerekli durumlarda ömür boyu men cezası uygulamaktadır. Her 250 taraftar için bir “Steward” (özel güvenlik görevlisi), maçın kategorisine göre de değişik sayıda polis görev yapmaktadır. “Kategori A” maçları riski düşük maçlar olarak belirlenmiş olup, yüksek risk taşıyan “Kategori C” maçlarında daha fazla sayıda polis görev yapar. Manchester derbisi veya iki kuzey Londra takımı arasında oynanan Arsenal–Tottenham maçları yüksek riskli maç olarak kabul edilir. Bu maçlarda güvenlik önlemleri üst düzeydedir. Kulüpler, emniyet güçleri ile işbirliği yaparak olası olaylara karşı önlemlerini alırlar.
Kadınlar ve çocuklarla dolu tribünler… Ceza bunun neresinde?
Derbiden sonra gazetelerde yazılanlara bakıyorum: “Fenerbahçe’ye ceza yolda!”. Kim bilir kaçıncı kez! Oysa ceza dediğin caydırıcı olmalı. Ceza dediğin ses getirmeli. Cezalandırılan kulüp, gelecekte aynı cezayla karşılaşmamak için önlemler almalı; stadında yaşanması muhtemel olaylara karşı çözümler üretmeli. Ceza dediğin göstermelik değil, gerektiğinde radikal olmalı, can yakmalı! Aynı sezonda aynı eylem defalarca tekrar ediliyorsa, verilen ceza göstermelik olmaktan öteye geçmiyor ne yazık ki.
Kadınlar ve çocuklarla dolu tribünler… Onlara ikinci sınıf taraftar gözüyle bakanların icat ettiği ucube bir çözüm aslında. Çözüm bile denemez, düpedüz kadınlara ve çocuklara hakaret! Üstüne cinsel ayrımcılık! Bakın, falanca takım bu maçta cezalı, “kemik taraftarlar” stada alınmayacağı için, bugün sizler gelebilirsiniz! Bu mudur yani ülke futbolunun marka değeri?
Velhasıl, medya gazıyla patlama noktasına kadar şişirilmiş, toz duman derbi balonu için söylenmesi gereken en önemli cümle şu olmalıdır: “Her kulüp kendi stadındaki güvenlikten sorumludur ve bu yükümlülüğü yerine getiremeyen kulüpler puan silme cezası karşılaşacaktır!”
Bunu hayata geçiremediğiniz sürece daha nice toz duman derbiler yaşanacaktır ülke futbolunda. Haliyle sahada oynanan futbolun kalitesi değil yalnızca kişiler konuşulacaktır. Artık anlayın, dibe vurmuş ülke futbolunun marka değerini yükseltmek için radikal kararlar almak gerektiğini!
Ama bilirim, gücün ve paranın kayıtsız şartsız egemen, hukukun gücünün değil, gücün hukukunun her daim geçerli olduğu, kurallarını bile uygulamaktan aciz bir düzende her şey o “Dünya Derbisi” kadar yalandır…
Ziya Adnan
1 Nisan 2012
DunyaDerbisi