Boş tribün manzaralarına bakarken…

Boş tribün manzaralarına bakarken…

Uzaklardan…

Her gün yeni yeni vahşetlerin yaşandığı, giderek bir korku ülkesi haline dönüşen, kadına şiddetin olanca dehşetiyle devam ettiği ülke, İngiliz yönetmen Danny Boyle’in 2002 senesi yapımı “28 Days Later” (28 gün sonra) adındaki müthiş filmini hatırlatıyor. İzlememiş olanlar için kısa bilgi: Filmde, ölümcül virüsten etkilenenlerin kısa süre içinde insani özelliklerini yitirip, öldürmeye şartlanmış saldırgan yaratıklara dönüşmesi anlatılır. Virüs yayıldıkça insanlık adına tehdit daha ürkütücü boyutlara ulaşır. Yirmi yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın Tarsus’tan Mersin’deki evine gitmek için bindiği minibüsün şoförü tarafndan vahşice katledilmesi, sanırım ancak o filmde anlatılan insanlıktan çıkmışlıkla açıklanabilir. Görünen o ki ülkede şiddet ve cinayet eğilimi patlama noktasında…

O vahşetin yaşandığı günlerde, ülke futbolunu yöneten adam konuşuyor televizyon ekranlarında, dinliyorum. “Passolig sayesinde, istemediğimiz taraftarlar artık statlara gelmiyor” diyor. Artık istemedikleri taraftarlar kimlerse! O konuşmadan kısa süre önce oynanan maçta, şampiyonluğa oynayan Galatasaray’ı Eskişehirspor deplasmanında sadece 19 taraftarın desteklediğini yazıyor gazeteler. Ülkenin her köşesinde maç günleri artık çok aşina boş tribün görüntüleri düşüyor ekranlara ama kimin umurunda! Futbolu yönetenler için tribünlerin dolu olması önemli değil nasılsa, malum amaç taraftarı fişlemek ve müşterileştirmek olunca…

Demirören’in Passolig’i ölümüne savunduğu, ülke futbolunun dibe vurduğu zamanlarda, İngiltere’de oynanan maçlardaki taraftar sayılarına göz atıyorum. Arsenal’ın Leicester City’i 2-1 yendiği maçta 60.032, lider Chelsea’nin Everton’u tek golle geçtiği maçta 41.592, o küçük, şirin şehrin takımı Southampton’un golsüz kapattığı maçta 31.241, ligin alt sıralarındaki West Bromwich’in Swansea karşısında iki golle galip geldiği maçta 23.516 taraftar…

Alt liglerde de benzer bir durum söz konusu… Championship’te, eskiyi özleyen Nottingham Forest’in Wigan Athletic’i 2-0 yendiği maçta 19.619, lig lideri Middlesbrough’nun maçında 18.903, Leeds United’ın kendi evinde Brentford’a kaybettiği maçta 23.164 taraftar…

Premier Lig’in iki altı League One’da, Bristol City’nin Port Vale’i devirdiği maçta 10.890, Sheffied United’ın sahasında 17.162 taraftar… Yeri gelmişken, İngiltere ve Alman alt lig takımlarından Nottingham Forest ve 1910 Hamburg’un seyirci sayısının, bir zamanlar UEFA Kupasını kaldırmış Galatasaray’ı geride bıraktığını hatırlatalım. Geçtiğimiz sezon Nottingham Forest ortalama 19 bin 947, 1910 Hamburg ise 17 bin 415 seyirciye oynamış…

***
Bu verilere bakınca, dünyanın en değerli futbol ligi olarak kabul edilen İngiltere Premier Ligi’nin, yeni yapılacak yayın anlaşmalarından sağlayacağı rakamlara şaşırmamak gerek. Halen ligin televizyon yayın haklarını elinde bulunduran Sky ve BT kanalları, 6 ay sonra masaya oturacakları Premier Lig yönetimine 2013-2016 dönemi için 3 milyar 700 milyon Euro, 20016-2019 yılları arasındaki yeni dönem için 5 milyar Euro vermeyi taahhüt ediyor. Ligin gelirleri yükseldikçe kalitesi de artıyor haliyle, takımların kasaları dolarken rekabette aynı ölçüde kızışıyor. 2013-2014 sezonunda ligi son sırada bitiren Cardiff City’nin, yayın havuzundan 76 milyon Euro para aldığını, bu rakamın, halen yılda 37 milyon Euro kazanan Bayern Münih’in gelirinden iki kat fazla olması kayda değer…

Gelelim adının başına ‘Süper” sıfatı eklenmiş ama futbol kalitesi olarak sınıfta kalmış, taraftarı ve kökleri olmayan belediye takımları ile bezenmiş, makarna markasını göğüs reklamı yapmış kurgulanmış ülke futboluna. Kurgulanmış diyorum, malum tüm planlar varsa yoksa üç İstanbullu’nun aralarındaki yarışı kızıştırma adına. Yoksa Ziraat Kupası’nın çeyrek final eşleşmelerinde bile seri başı uygulaması nasıl açıklanır ki? Eh, tüm mesele finalde iki İstanbulluyu karşı karşıya getirmek olunca… Geçenlerde sitcom tadındaki futbol programlarından birinde eski hakem, “Anadolu takımlarını katlediyorlar” demişti ama eklemeyi unuttuğu şey figüranların bu muameleyi hak ettikleriydi. Malum, hep birlikte izledik şike sürecinde nasıl el pençe divan durduklarını, “velinimetimiz” söylemlerini…

Süper Lig maçlarının yayıncı kuruluşu 2010 yılında yapılan ihaleyi 4 yıl için 321 milyon dolara kazanmış, 2014 yılında bu ihale 2 yıl uzatılmıştı. O zaman bu futbolun bu paraları etmediğini, bu balonun kısa sürede patlayacağını yazmıştık; maç günleri tribünleri dolmayan bir ülkenin futbolunun ilerleyemeyeceğini de… Hikâyenin devamında, yayıncı kuruluş 2014 senesinin Aralık ayında ödenmesi gereken 85 milyon lirayı ödeyemezken; TFF, kapısına dayanan kulüplere ödemek yapmak zorunda kaldı…
Velhasıl, boş tribün manzaralarının futbolu yönetenleri pek rahatsız etmediği ortada. İyi de, kimselerin izlemeye değer bulmadığı bir ürüne hangi aklı başında sponsor para yatırmak ister ki, bir de bunu açıklasalar…

Ziya Adnan
16 Şubat 2015