Sahibinden satılık, takım otobüsü…

Sahibinden satılık, takım otobüsü…
Uzaklardan…

Milan…

İtalya’nın kuzeybatısında Lombardy bölgesinde yer alan, 5,2 milyon nüfusuyla ülkenin ikinci büyük şehri. Tarihinde Batı Roma İmparatorluğuna başkentlik yapmış, 15. yüzyıldan başlayarak ticaret
ve finans merkezi olarak ünlenmiş, 1861’de İtalyan birliğine katılmış, 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazi istilasına karşı duran direnişçilere kucak açmış, günümüzde modanın merkezi, İtalya’nın güzel şehri…

İşte o tarihi şehrin iki köklü takımından biri, mazisi 1899 senesine kadar uzanan AC Milan, nam-ı diğer “Il Diavolo” (Şeytanlar). Renkleri bizim Gençlerbirliği’ni hatırlatıyor, bu vesileyle güzel insanların takımı, Ankara’nın kırmızı-siyahına da selam çakmadan geçmeyelim…

Tıpkı ülkenin “yaşlı hanımefendisi” Juventus gibi onların da kuruluşlarında İngilizlerin harcı var. İngiltere’nin Nottingham kentinden Milano’ya gelip yerleşen Alfred Edwards ve Herbert Kilpin adlı iki İngiliz dantel üreticisi tarafından “Milan Cricket and Football Club” adıyla kurulmuş. Zaman içinde Britanyalı kurucularını onurlandırmak, köklerini hatırlamak adına ana dillerindeki Milona yerine, İngilizce okunuşuyla Milan’ı tercih etmişler. İlerleyen zamanlarda şehrin sevilmeyen diğer takımının kuruluşuna da vesile olmuşlar. 1908 yılında, yöneticilerin yabancı oyuncularla sözleşme imzalanması konusunda fikir ayrılığına düşmesi sonucu bölünmüşler, yabancı oyuncuların transferine onay verenler İnter Milan’ı kurmuşlar. Maçlarını oynadıkları 80 bin kapasiteli San Siro Stadı (Giuseppe Meazza olarak da bilinir) 1926 senesinin Eylülünden beri takıma ev sahipliği yapmakta…

1950-1951 sezonuna kadar elle tutulur bir başarıları yok, o seneye kadar müzeleri tamtakır. O sezon kulübün yükselişe geçtiği zamanlar. Gre-No-Li olarak nam salmış üç İsveçli, Gunnar Gren, Gunnar Nordahl ve Nils Liedholm önderliğinde 1951, 1955, 1957 ve 1959 yıllarında İtalya lig şampiyonluğunu (Scudetto) kazanmışlar. 60’lı yılların sonunda ve 70’li yıllarda Avrupa arenalarında esip kükremiş Şeytanlar. Müzelerini süsleyen 1967–1968, 1972–1973 ve 1973–1974 sezonlarında kazandıkları Kupa Galipleri Kupası o yılların hatırası…
1979 senesinde 10. şampiyonluğunu yaşayan takımın o zamanlardaki amblemi bir şeytan resmi, yanında 10 lig şampiyonluğu elde ettiklerinden dolayı verilen altın renkli bir yıldız. Ama uğurlu gelmemiş o kupa. 1980 senesinde şikeye karıştıkları gerekçesiyle tarihlerinde ilk kez Serie B’ye düşürülmüşler. 1980-1981 sezonunda Serie A’ya dönen kulüp ertesi sezon yeniden küme düşmüş. 1992-1994 arasında yaşadıkları üç Serie A şampiyonlukları mevcut. Tarihlerinde 18 kez Serie A’yı, 7 sezon da Şampiyonlar Ligini kazanmışlar. Avrupa futbolunun en çok taraftar çeken kulüplerinden. 2010-2011 sezonunda evinde oynadıkları maçlarda taraftar sayısı olarak en yüksek ortalamayı yakalayan 9. kulüp olmuşlar. Formasını giymiş kıymetliler arasında Ruud Gullit, Marco van Basten, Frank Rijkaard, Andriy Shevchenko, Filippo Inzaghi, Andrea Pirlo, George Weah bulunuyor…

***
Ve geçtiğimiz günlerde gazeteler ekonomik olarak zor günler geçiren kulübün, tasarruf amacıyla takım otobüsünü 150 bin Euro’ya sattığını, bakım ve diğer masraflarla bu satıştan yıllık 200 bin Euro kâr edeceğini yazıyordu. Borcun en büyük yoksulluk olduğunu hala idrak edememiş yöneticilerimiz transfer dönemlerinde har vurup harman savurmaya devam ederken, Avrupa devlerinin, bütçelerinde kısıtlamaya gitmesi düşündürmeli, hele de bizim toz duman futbolumuzda gelecek sezondan itibaren 14 yabancıya izin çıkmışken…

Geçmiş senelerde Şampiyonlar ligine ambargo koymuş Milan gibi devler bile günümüz futbolunun borç girdabında boğulmamak için önlemler alırken, sorulması gereken bizimkilerin borçlarını azaltma konusunda ne yaptığıdır. En azından kulüpler mezarlığına dönüşmüş futbolumuza daha fazla kurban vermeme adına. Malumunuz, geldiğimiz noktada ülke futbolunun dört büyük (!) kulübünün geliri 1 milyar TL, borcu 1 milyar Dolar, borç dediğin gırtlakta. Anadolu kulüpleri desen, birçoğu haris yöneticilerin ellerinde perişan olmuş, kapısına kilit vurulma noktasında, ne elde var ne avuçta. Çare olarak görülen yayıncı kuruluşun, geçtiğimiz Aralık ayında kulüplere olan borcunu ödeyemediğini, TFF’nin eksik olan 140 milyon TL’yi kendi kasasından karşılayarak kulüplere dağıttığını hatırlatalım.

Geldiğimiz noktada ülke futbolunun yazık fotoğrafı, hiç bitmeyen şike süreci, maç günleri dolmayan tribünler, futbolun kirliliği, rekabetsizlik, borç içinde yüzen kulüplerimiz ve üstüne bayat pastanın çileği: PasoLig garabeti! Bu verilerin ışığında bizim coğrafyada hiçbir kulübün geleceğinin parlak olmadığı ortada. Yeri gelmişken, her ne kadar bizim haramiler hafife alsa da, UEFA’nın giderek daha katı bir biçimde uygulayacağı “Financial Fair Play” meselesini de hatırlatalım. Velhasıl, Ülker gibi son 10 senede futbola en büyük yatırımı yapmış sponsorlar bile oyundan elini çekiyorsa geleceği bir düşünün derim.

En azından “Sahibinden satılık, takım otobüsü” ilanlarına sarılmama adına…

Ziya Adnan
8 Şubat 2015