Romantik Bir Futbol Hikâyesi: AFC Wimbledon…

Romantik Bir Futbol Hikâyesi: AFC Wimbledon…

Uzaklardan…

Yakın geçmişte yazmıştım, Ada futbolunda 80’li ve 90’lı yıllarda ses getirmiş ama pek sevilmemiş, bilhassa büyük takımlara karşı aldığı başarılı sonuçlarla futbolseveri şaşırtmış o mimli takımın hikâyesini, nam-ı diğer “Deliler Çetesi”ni…

Uzun seneler futbolun görünmez köşesinde, amatör kümelerde mücadele ettikten sonra, 1977 senesinde profesyonel liglere adım atmış, dört sezonda dört küme atlayarak ülkenin en üst liginde mücadele etmiş, ilerleyen zamanlarda rakiplerinin korkulu rüyası haline gelmiş o takımın adı “Wimbledon FC” idi.

1988 senesinde oynanan Federasyon Kupası finalinde, dönemin en iyi takımı Liverpool’u 1–0 yenerek kupayı müzesine götüren takım, zamanla maddi sorunlar, ilgisizlik, köklerinin derin olmayışı, ama en önemlisi takımda iz bırakmış futbolcularını birer ikişer kaybetmiş olması nedeniye giderek geriledi ve 14 Mayıs 2000’de, o unutulmaz kupa zaferinin 12. yıldönümünde Premier Lige veda etti.

Küme düşmesine rağmen dönemin bilinen teknik direktörü Terry Burton ile yollarını ayırmayan sarı-lacivertliler, 2000–2001 ve 2001–2002 sezonlarında Play-Off maçlarına katılma şansını son haftalarda kaybetti. 2001 sezonunun sonunda Burton’un görevine son veren kulüp yönetimi, o senenin Ağustos ayında tarihi bir kararla Wimbledon FC’yi, Londra’nın dışına, Milton Keynes kasabasına taşıma kararı aldı ve gerekli izinler için federasyona başvurdu. 28 Mayıs 2002’de, İngiltere Futbol Federasyonu, bu değişime izin verdi. Ancak taraftarların büyük bölümü Wimbledon semtinden asla ayrılmayacaklarını, kulübün köklerinin bu semtte olduğunu, tarihe ihanet etmeyeceklerini açıklayarak, kendi kulüplerini kurma kararı aldı.

Kısa sürede Milton Keynes’e taşınan kulüp “MK Dons” adını alırken, bu oluşuma katılmayan taraftarlar, AFC Wimbledon’ı kurdular. Oluşumun başında, 1967 doğumlu muhasebe uzmanı ve çocukluğundan beri takıma gönül vermiş Kris Stewart vardı.

***

Ancak yeni bir takım kurmak o kadar da kolay değildi. Kadroda yer alacak futbolcuları bulmak için, 2002 senesinin Haziran ayında Wimbledon semtinin parkında üç günlük seçmeler gerçekleştiren AFC Wimbledon, ilk hazırlık maçını 4.657 taraftar önünde oynarken, Sutton United karşısında sahadan dört farklı yenilgi ile ayrıldı. Geleneklerini amatör kümelerde sürdürmeye kararlı olan takım, Wimbledon’un renklerinden vazgeçmemişti. O takıma gönül verenler, bir zamanlar Premier Lig’de izledikleri sarı-lacivertlileri, bundan sonra amatör kümelerde izleyecek olmalarına rağmen hallerinden memnun görünüyorlardı.

Sarı-lacivertliler, alt amatör kümelerdeki ilk sezonunda, ilk teknik direktörleri Terry Eames önderliğinde son 11 maçını kazanarak ligi üçüncü sırada bitirdi. Bir üst kümeye terfi etme şansını kaybetmişti ama o sezon ortalama 3.000 taraftara oynamış olması kayda değerdi. İşin ilginç yanı, eski kulüp Wimbledon FC o sezon Premier Lig’in bir alt liginde mücadele etmesine rağmen, AFC Wimbledon’un ortalama taraftar sayısını yakalayamadı.

***

2003-2004 sezonuna fırtına gibi giren AFC Wimbledon, ligde oynadığı ilk 21 maçını kazanarak dikkatleri üzerine çekti. Sezonun ilk beraberliğini 10 Ocak 2004 tarihinde alırken, bir önceki sezonun sonunda yakaladığı galibiyet serisini 32 maça çıkarmıştı.

O sezon Combined Counties Ligi’ni şampiyon olarak bitiren AFC Wimbledon, bir üst amatör küme olan Isthmian League First Division’da oynamaya hak kazandı. Sonraki sezona Dave Anderson’un teknik direktörlüğünde başlarken, çok başarılı maçlar çıkararak sezonu açık ara şampiyon olarak bitirdi ve Amatör Premier kümede oynamaya hak kazandı. O dönemde oynadığı 78 lig maçını yenilgisiz olarak kapatan takım, ilk kez ülkenin önemli kupası olan Federasyon Kupası ön elemelerine katıldı ve üçüncü tura kadar yükseldi.

2007–2008 sezonunda Conference South Ligi’ne terfi eden sarı-lacivertliler, bir sonraki sezonu şampiyon olarak bitirirken, geride bıraktığı yedi sezonda dört kez ilk iki takım arasına girmeyi başarmıştı.

***

Bu yazının yazıldığı saatlerde, Ada futbolunun en üst amatör ligi olan 24 takımlı Blue Square Premier’de lider Crawley’nin ardından ikinci sırada yer alan AFC Wimbledon, oynadığı 28 maçta 55 puan topladı. Maçlarını 5.000 seyirci kapasiteli Kingsmeadow Stadı’nda oynayan takım profesyonel futbol liglerine adım adım yaklaşıyor.

Geçtiğimiz günlerde, tesadüfen bir maçlarını izleme fırsatı bulduğum sarı-lacivertli takımı izlerken, uzaklarda bir türlü huzuru bulamayan sarı-lacivert sevdamı düşündüm. Ah Ankaragücü! Nicedir, bölünmüş tribün gruplarıyla, yönetimlerle olan atışmalarıyla, rant kavgalarıyla özünü, ruhunu, kimliğini kaybetmiş Başkent’in sarı-lacivertli takımı bir zamanlar “Kupa Beyi” olarak anılırdı. Şimdilerde ise ne beylik kaldı, ne kupa! Oysa her şey çok farklı olabilirdi, bunca pespayeliğin içinde gırtlağımıza kadar batmamış olsaydık…

Çok mu zordu, takımlarının geçmişine sahip çıkma, özünü yitirmeme adına AFC Wimbledon taraftarlarının yaptığını futbolumuzda hayata geçirmek? Çok mu zordu, bunca rezilliğe sırtını çevirip, Türk futbolunda bir ilki gerçekleştirerek yeni bir kulüp kurmak ve amatör kümelerin en altından başlamak? Çok mu zordu, mesela “Ankara Taraftarlargücü” adı altında toplanmak? Her şeye yeniden başlamak, temiz bir sayfa açmak, güzel olmaz mıydı?

İnanıyorum ki böylesi onurlu bir duruşa, Ankaragücü adını duymaktan haz almayanlar bile yarın kendi kulüplerinin başına böyle bir felaketin gelmesinden korkanlara öncülük etme adına alkış tutardı. O dik duruş için en azından… Haris ve sevilmeyen bir Belediye Başkanı’na el açmadıkları için en azından… Başkan’ın adamı değil, takımın sevdalısı olduklarını haykırdıkları için en azından… Kimselere minnet etmedikleri, o takımı karşılıksız sevdikleri için en azından…

•••

Kupadan elendiği günün ertesinde, koyu Ankaragüçlü bir arkadaşın yazdığı satırları okudum paylaşım sitelerinin birinde. 9 yaşındaki oğlu, “Baba şimdi biz kupada yok muyuz artık?” diye soruyordu. Cevap verememişti arkadaşım, üzüntüsünü gizleyerek.

Son dönemlerde harcanan onca paraya rağmen beklenen başarı bir türlü gelmiyordu Ankaragücü’nde. Bunca kaybolmuşluğun içinde başarı beklemek de hayalden öteye geçemezdi zaten. Ummak ve beklemekle geçen bir ömürde alışmıştık her türlü pespayeliğe. O yüzden, saygı duydum, amatör kümelerde başı dik, onuru ile aslanlar gibi mücadele eden AFC Wimbledon takımının özünden ve ruhundan asla taviz vermeyişine…

Keşke benim sarı-lacivertli takımım da o romantik futbol hikâyesinin kahramanı, AFC Wimbledon kadar olabilseydi!

İşte o zaman, takımımı 19 Mayıs Stadı’nın dış sahalarında bile coşkuyla izler; avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlardım!

Ziya Adnan

6 Şubat 2011
AFCWimbledon