Thatcher’dan Erdoğan’a, Futbol Penceresi – 1…

Thatcher’dan Erdoğan’a, Futbol Penceresi – 1…

Uzaklardan…

Uzaklardan bakıyorum ülkeme…

Tüm olup bitene, o toz bulutuna, o itiş kakışa, o gürültünün arasında bazen bir televizyon kanalındaki habere, bazen de bir gazete manşetine takılıyorum. Ülkenin daha iyi şeylere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum…Yine öyle oldu işte: Geçenlerde Enis Berberoğlu’nun bir yazısı yayımlandı Hürriyet gazetesinde. Yazıda Başbakan Erdoğan’ın şike konusunda Platini’ye, Thatcher örneğini verdiği anlatılıyor; “Margaret Thatcher holiganlar yüzünden beş yıl süreyle Avrupa’ya gitmedi de ne oldu?” İngilizler kendi aralarında gayet güzel devam ettiler. Döndükleri sene de şampiyon oldular!” cümlesi göze batıyordu. Üstelik Futbol Federasyonu’nun çiçeği burnunda başkanı da o cümlelere katıldığını söylüyordu…

Başbakan’ın futbol konusunda kaç danışmanı vardır, yorumu danışmanlarından edindiği bilgiler ışığında mı yapmıştır bilemem ama öncelikle bilmeyenler için konuyu aydınlatalım.

Öncelikle, İngiliz takımları şike yüzünden Avrupa kupalarından men edilmediler. 29 Mayıs 1985 tarihinde, Belçika’nın Heysel Stadı’nda Liverpool-Juventus arasında oynanan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde çıkan olaylar sonucunda 39 Juventus taraftarının hayatını kaybetmesi ve 900’e yakın taraftarın yaralanması sonucu Avrupa kupalarından önce süresiz men edildiler; ama sonra ceza beş seneye indirildi. Liverpool kulübü ise fazladan bir sene daha Avrupa kupalarına katılamadı.

Ayrıca İngiliz yetkililer cezanın verilmesi için sekiz ay UEFA’yı beklemediler; Federasyon başkanları istifa etmedi; yayıncı kuruluşu mutlu etme adına “play-off” diye bir ucubeye sarılmadılar. 31 Mayıs 1985 tarihinde, yani o kara günden iki gün sonra Başbakan Margaret Thatcher, İngiliz Futbol Federasyonu yöneticileri ile yaptığı görüşme sonrasında ülke takımlarının Avrupa kupalarından çekilmesi konusunda görüş bildirdi ve gereken yapıldı.

O dönemin başbakanı “Demir Lady” Margaret Thatcher’ın “Önce holiganizmi kendi içimizden temizlememiz gerekiyor. Eğer bunda başarılı olursak gelecekte bir gün belki yeniden yurtdışına gidebiliriz…” cümlesi Ada futbolunda gerçekleşen temizlik operasyonunun başlangıcı olarak kabul edilir.

***

Ancak o temizlik bizim Başbakan’ın dile getirdiği gibi çok kolay olmadı. Bu süreçte hiç de öyle söylendiği gibi kendi aralarında gayet güzel devam etmediler. 80’li yılların ortalarına kadar Avrupa arenalarını kasıp kavuran İngiliz takımları, o futbolun karanlık gününden sonra uzun bir suskunluk dönemi yaşadı. Maç günleri tribünler dolmazken, o süre zarfında 20 İngiliz takımı Avrupa’nın üç kupasına katılma hakkından mahrum kaldı.

O takımların içinde kimler yoktu ki: 1985-86 sezonu şampiyonu Everton, 1986-87 şampiyonu Liverpool, 1989-90 şampiyonu Arsenal, Federasyon Kupasını kazanan Manchester United, Wimbledon, Coventry City, Tottenham ve o yıllarda, ülkenin en üst liginde dönem dönem zirveyi zorlayan Nottingham Forest, Southampton,

Chelsea, Norwich City, West Ham, Sheffield Wednesday, Derby County, hatta küme düştüğü sezon Lig Kupası’nı kazanan Oxford United…

Kaldı ki verilen beş senelik cezanın süresi dolduğunda, 1990-91 sezonunda UEFA verilen cezayı sadece kısmi olarak kaldırdı ve ancak o sezon Federasyon Kupasını kazanan Manchester United ve o dönemki adıyla İngiltere 1. Ligini ikinci sırada bitiren Aston Villa’nın UEFA Kupası ve Kupa Galipleri Kupasına katılmasına izin verdi. İngiliz takımları 1985 öncesinde 8 takımla katıldıkları Avrupa kupalarında oynama haklarını tam olarak elde edebilmek için 1995-1996 sezonuna kadar beklemek zorunda kaldılar…

1990-1994 arasında UEFA Kupasına katılma hakkını kazanan 8 İngiliz takımı ülke futboluna verilen ceza nedeniye katılamadı. 1990-91 sezonunda Tottenham Hotspur, Arsenal, Chelsea; 1991-92 sezonunda Crystal Palace, Sheffield Wednesday; 1992-93 sezonunda Arsenal, Manchester City; 1993-94 sezonunda Blackburn Rovers, Queens Park Rangers; 1994-95 sezonunda Leeds United UEFA Kupasına katılma fırsatından mahrum kaldılar.

***

1989 senesinde bir kez daha sarsıldı Ada futbolu…

İngilizler, tarihe “Hillsborough Faciası” olarak geçen Liverpool–Nottingham Forest maçında yaşananlardan sonra futbolda topyekûn değişime gitti. Hazırlanan “Taylor Raporu” doğrultusunda öncelikle ülkenin tüm profesyonel statları koltuklu hale getirilirken, holiganizm illetini temizleme adına ciddi cezalar getirdiler. Sonrasında, 1992 senesinde Premier Lig’in kurulmasıyla Avrupa’nın futbol yıldızları birer ikişer boy göstermeye başladı Ada takımlarında.

Yeniden dolarken tribunler, yükselişe geçti ülke futbolu. O dönemde ciddi sıkıntılar yaşayan kulüpler yeniden ayağa kalktı; üstelik temizlenmiş, yaşananlardan ders almış, en azından holiganizm illetinden arınmış olarak…

Evet, sıkıntılı zamanlar geçirdiler; evet, maddi anlamda ciddi kayıplara uğradılar ama bizim Başbakan’ın inandığı gibi ne futbol bitti, ne de ülkedeki futbol sevdası…

***

20 takımın Avrupa kupalarından men edildiği, kulüplerin maddi kayba uğradığı dönemde bile Başbakan Erdoğan’ın, “8 takım birden ligden düşerse ne olur, futbol biter!” cümlesi gibi bir cümle dökülmedi ağızlardan…

Ne UEFA’ya şirin görünmeye çalıştılar, ne “hakkımız yeniliyor” diyerek mızmızlandılar, ne de kendi koydukları kuralları inkâr edip değiştirmeye çalıştılar. Büyük-küçük ayrımı gözetmeden, olup biteni hasıraltı etmeye çalışmadan, UEFA’ya savaş açmadan, CAS’a, play-off komedisine başvurmadan cezalarını paşa paşa çekip, bedelini faiziyle birlikte ödediler.

Ve o karanlık dönemin ardından ülke futbolunda yeni bir sayfa açtılar, kaybettiklerini fazlasıya kazandılar…

Günümüzde Premier Lig’in değeri 3,4 milyar Euro’ya yaklaşıyorsa, bunu ülke futbolunun dibe vurduğu “holiganizm yılları”nda aldıkları radikal kararlara, ülke futbolunda gerçekleştirdikleri reformlara borçlular. Kaldı ki bugün Premier Lig’de bizdeki gibi bir şike skandalı patlak verse, İngiltere Futbol Federasyonu kurallar

neyse uygular ve hiçbir takımın gözünün yaşına bakmaz. Zira bizim aklımız fikrimiz parada, yayıncı kuruluşun mutlu olmasında, velhasıl her türlü şark kurnazlığında iken, onlar için önemli olan kurallar ve liglerinin marka değeridir.

Alın işte, bizim ligimizin üç İstanbullusu 1 milyar Euro’ya yakın borçla hiçbir yaptırım ile karşılaşmadan, üstelik devletin vergi affından yararlanıp her şey güllük gülistanlıkmış gibi devam edip giderken, uzaklarda İskoç devi Glasgow Rangers’ın yaşadıklarına bakın. Sahi, bizdeki üç takımdan birinin devlete olan vergi borcu yüzünden puanının silineceğini hayal edebiliyor musunuz?

O yüzden biz “Darağacında bile falanca takım” diye haykırırken, onlar darağacına giden yolda bile takımları değil her koşulda futbollarını korurlar… O yüzden onlar için her zaman önemli olan futbolun marka değeri, bizim için sadece bir temenniden ibarettir…

Meselenin özü, İngilizler o yıllarda başlarına bela olmuş “holiganizm”i temizleme adına kararlı adımlar atarken, biz şikenin su yüzüne çıktığı süreçte ısrarla pisliği halının altına süpürüp saklamaya çalıştık…

Ama o kadar pisliği saklayacak halı henüz dokunmamıştı. Haliyle saklamak da mümkün olmadı ve her şeyi elimize yüzümüze bulaştırdık…

O yüzden naçizane görüşüm, dışarıya karşı değilse bile en azından kendimize dürüst olalım…

Not: Gelecek hafta, Ada futbolu ile mukayese…

Ziya Adnan
15 Nisan 2012
Heysel