Yitik düzende hiçleşen bir yetenek…

Yitik düzende hiçleşen bir yetenek…

Uzaklardan…

Yeşil sahalarda adını duyurmaya başladığında henüz çocuk yaşlardaydı. Yaşıtları, dönemin futbol yıldızlarının çıkartmalarını toplarken, o, yeşil sahalarda o yıldızlarla top peşinde koşuyor; tribünleri dolduran binlercesinin önünde, kendini yaşıtlarının hayallerini süsleyen parlak bir rüyada buluyordu. Futbolla, çocukluğun birbirine karıştığı bir hayatta, henüz 13 yaşında Zeytinburnuspor altyapısından bonservis bedeli karşılığında Galatasaray’a transfer oluyor; kısa sürede alt yapı hocalarının dikkatini çekiyordu. 1996–1997 sezonunda, eskilerin tabiriyle “bıyıkları henüz terlememişken”, kendini Galatasaray (A) takımında buldu. O dönem Türk futbolunun parlayan yıldızı olan sarı-kırmızılı takımda düzenli olarak forma giyme şansı yakalarken, Gheorghe Hagi adında bir futbol dâhisinin kanatları altında yeşerdi. Onun yaşında kaç futbolcuya nasip olurdu ki Hagi gibi bir futbol ilahının “understudy”si olmak?

Üstelik hükümet gibi bir teknik direktörün himayesinde…

Sonra giderek büyüdü o yetenekli çocuk. Bir maçtan sonra kendisine uzatılan mikrofona, “Ünal amca sert girdi!” tadında bir cümle kurunca, aslında o kadar da büyümemiş diye düşündük. Henüz 17 yaşında takımının antrenmanlarına trenle giderken, 18’ine bastığında gıcır bir araba sahibiydi, her ne kadar ehliyeti olmasa da! Arabasıyla karıştığı bir kaza sonucu ölüme sebebiyet vermesi uzun süre tartışılmıştı basınımızda.

2001 senesine kadar formasını giydiği Galatasaray’da, dört lig ve bir UEFA Kupası şampiyonluğu yaşadı. Adını Avrupa arenalarında duyurmanın zamanı geldiğinde uçup gitti yuvadan; Ünal amcasını, ustasıyla geçirdiği günleri, hükümet gibi teknik direktörünü ve buruk Galatasaray taraftarlarını geride bırakarak. O sene İtalyan devi İnter’e 10 milyon Euro karşılığında transfer olurken, İtalyan gazetelerinde “Boğaz’ın Maradonası” başlıkları vardı…

2002–2003 sezonunda İtalyan takımı taraftarları arasında yapılan ankette sezonun en iyi futbolcusu seçiliyor; İtalyan takımı o sezon Şampiyonlar Liginde yarı finale kadar yükseliyordu. Ancak 2004–2005 sezonunda işler beklendiği gibi gitmiyor; sezon boyunca ancak 19 maçta görev alıyordu.

2005 senesinin Temmuz ayında, İnter tarafından satış listesine konulduğunda henüz 25 yaşındaydı. O dönemde, şimdi tarih olmuş Highbury stadında bir Şampiyonlar Ligi maçında Arsenal’a karşı izlemiştim onu; Ada basınından geçer not almıştı. O sene İngiltere Premier Ligine, Newcastle United takımıyla transfer oluyor; ancak yaşadığı sakatlıklar nedeniyle burada da iz bırakmayı başarmıyordu. Yine de sevmişti onu ateşli Newcastle United taraftarları… Ezeli rakip Sunderland’a karşı attığı o müthiş frikik golü uzun süre unutulmadı.

Antipatik tavırları yüzünden Ada’da sıkıntılı günler geçiren futbolcu, üç kez “ırkçılık” suçlamasıyla gazete manşetlerine düşüyor; 15 Kasım 2005’de Türkiye-İsviçre milli maç sonrası çıkan olaylar nedeniyle altı maç ceza alıyor; 12 Eylül 2007’de Türkiye-Macaristan maçı sonrasında kendisini eleştiren basına “kol işareti” yaparak bir kez daha manşetlere taşınıyordu.

***

Ada futbolunda, Newcastle United takımında geçirdiği üç sezonda, ancak 66 maçta forma giyebildikten sonra 2008 senesinde ülkesine, Galatasaray taraftarlarının protestolarına rağmen, kendi tanımıyla “taraftarı olduğu” takıma, Fenerbahçe’ye döndü. İlk sezonunda hayal kırıklığı yaratan Emre, bir sezon sonra 2009–2010 sezonunda takımını sırtlıyor; Fenerbahçe o sezonu 2. sırada bitiriyordu.

***

Ancak saha içindeki yeteneği kadar saha dışındaki antipatik, asabi tavırları yüzünden futbol dışı tartışmaların başrolünü oynuyor; kimi zaman kendi takım taraftarlarının bile tepkisini çekiyordu. Kimi zaman bir gazeteciyi sabaha kadar dövmekle tehdit ediyor; kimi zaman maç esnasında kendisine sert giren rakip futbolcuya, memleketin en maço dizisi Kurtlar Vadisi’ni hatırlatan “boğaz kesme” işaretini yapıyor, kim zaman sahada hakemin eline vuracak kadar kontrolünü kaybediyordu. Eski takım arkadaşını bile ölümle tehdit ettiğini yazmıştı gazeteler.

Alex kadar olmak varken, bir hiç olmaktı onunkisi. Onca yetenek, onca hırs, onca potansiyel, ama onca tükeniş! Oysa herşey çok farklı olabilirdi. Belki de Fenerbahçe formasını değil de, bir Anadolu takımının formasını giymiş olsa, belki de bu kadar göz önünde olmasa her şey farklı olurdu: Ahlaklı, zeki, çevik demiyorum, ama en yetenekli futbolcuların bile sonunda karakterleriyle hatırlandıklarını anlamış olsaydı. Belki de alt yapılarda futbol eğitimi ile birlikte, “hayat dersi” almış olsaydı. “Kendini imha” düğmesine sıklıkla basmamış olsaydı…

Sadece Emre’de değildi elbette hata. Taraftarıyla, basınıyla, yöneticisiyle, başkanıyla, yorumcusuyla topyekün biz de anlamış olsaydık, hatanın gencecik yıldızlarımızı “Emre”leştiren’, efendiliğin değil kabadayılığın, suskunluğun değil küfrün itibar gördüğü, sesi en çok çıkanın haklı sayıldığı bu yitik düzende olduğunu…

***

Şimdi 30 yaşında Emre Belözoğlu… Sürekli sakatlıklarla boğuşan bir futbolcu için kariyerin sonbaharı… Futbolun tabiatı gereği bir zaman sonra veda edecek yeşil sahalara. Ondan önce futbolda parlamış niceleri gibi manşetlerden düşecek. Sanırım gelecekte ondan hatırlanacak olan Romalı Cassius’tan alıntıyla:

“Hata, sevgili Brutus, yıldızlarımızda değil. Hata bizde!”

Ziya Adnan

2 Ocak 2011

EmreBelezoglu