Socrates, “Bilge Brezilyalı”yı hatırlarken…

Socrates, “Bilge Brezilyalı”yı hatırlarken…

Uzaklardan…

1962 Dünya Kupasında suya “Bru!” diyecek kadar küçüktüm; geçenlerde 1. yaşını kutladığımız minik, afacan oğlum gibi, adı gibi engin olsun. Ondan dört yıl sonra düzenlenen 1966 Dünya Kupasından aklımda kalan ise Dünya Kupalarının tarihini anlatan futbol programlarında tekrar tekrar izlediğimiz, siyah beyaz zamanlarda İngiltere’nin Batı Almanya’yı 4-2 yendiği maç… O maçı anlatan, 2002 senesinde aramızdan ayrılmış BBC spikeri Kenneth Wolstenholme’nun, hakemin bitiş düdüğüne yakın dudaklarından dökülen, “Some people are on the pitch. They think it’s all over… It is now!” (Sahada taraftarlar var, maçın bittiğini düşünüyorlar ve şimdi bitti!) cümlesi futbolun klişeleşmişleri arasında yerini almıştır…
Sonra onca kupa geçti aradan. Onca kupa, onca şölen… 1974 Dünya Kupasında ‘Sarı Fare’ Cruyff ve arkadaşlarını, 1978’de Mario Kempes’i, 1982’de Paolo Rossi’yi, 1986’da “Tanrı’nın eli”ni hatırlarım. 1990 Dünya Kupasına penaltılar sonucu veda eden İngiltere’de Gascoigne’nin gözyaşları, 1994’de turnuvayı gol kralı olarak kapatan Romário’nun golleri, 2010’da Zidane’nın kafası Dünya Kupalarının unutulmazları arasındadır.

***

Hatırladığım Dünya Kupalarını sayarsak bu benim 12. şölenim. Ama bugüne kadar hiçbir kupa 1982 Dünya Kupası’nın yerini tutmadı. Carlos, Leandro, Serginho, Zico, Eder, Falcao, Juninho ve hiç unutulmayacak efsane Socrates, futbolun en güzel Brezilyalısı… 1.90’lik ince bedeni, kara sakalları, dağınık saçları, çatık kaşları, soğukkanlı duruşu ile bir futbolcudan çok bir filozofu andıran zarif bilge… Şiir gibi pasları, adam geçmedeki ustalığı, futbol zekâsı ile sahadaki varlığı hemen fark edilirdi. Topuk pası denilince aklıma ilk o gelir. Pele, çoğu futbolcunun ileriye doğru yaptığının daha iyisini geriye doğru yaptığını söylemiş. Eh, Pele söylemişse doğrudur.

Dünya Kupalarının tarihini iyi bilenler, o takımı “The greatest team that never win the world cup” (Dünya Kupasını kazanamamış en iyi takım olarak hatırlar…

İşte o takımın kaptanıydı Socrates, 19 Şubat 1954 tarihinde Brezilya’nın Belem do Para şehrinde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Yunan mitolojisine meraklı babası ona “Socrates” adını vermiş, diğer iki kardeşin de adları Sofocles ve Sostenes… Henüz 10 yaşında, ülkesinde yaşanan askeri darbenin tüm acılarına şahitlik etmiş; ilerleyen yıllarda ülkesinde yaşanan tüm sosyal adaletsizliklere karşı duran bir önder olarak nam salmıştı. Futbol oynadığı yıllarda tıp eğitimi görmüş; kariyeri sonrasında diplomalı bir doktor olarak sporcu sağlığıyla uğraşan bir klinik kurmuş; aynı zamanda fakir bir semt hastanesinde çalışmış; liderlik ve sosyal ilişkiler üzerine seminerler vermiş; gazetelerde makaleleri yayınlanmıştı. Ülkesinde “O Doutor” (doktor) olarak bilinmesi boşuna değil anlayacağınız. 1974 senesinde Botafogo’da başlayan kariyerinde Corinthians, Fiorentina, Flamengo, Santos takımlarında top koşturdu. Futbolu 1990 senesinde, 36 yaşında bıraksa da 2004 senesinde İngiltere’nin kuzey amatör liglerinde yer alan Garforth Town takımına antrenör-futbolcu olarak dönüş yaptı. Bir ay kaldığı takımda Tadcaster Albion’a karşı oynanan maçın son 12 dakikasında oynadığında 50 yaşındaydı. Öylesine futbol sevdalısına yakışacak cinsten…

Ölümünden kısa süre önce verdiği söyleşide, yaşamında onu en çok etkileyen, ona ilham veren üç insanın John Lennon, Che Guevara ve Fidel Castro olduğunu söylüyordu. Küba, hayalindeki Brezilya’ydı. “Keşke Küba’da dünyaya gelseydim!” demiş. Hayalinde yatan, herkesin aynı fırsatlara sahip olduğu, eşitliğin temel olduğu, zenginle, yoksul arasındaki farkın uçurum olmadığı ülke…

1982 Brezilya’sını formasını giydiği en özel takım olarak tanımlıyordu. 1986 Dünya Kupasının Brezilya takımı ona göre bir önceki turnuvaya göre daha zayıftı. 1982’nin takımını inşa etmek üç sene sürmüş, 1986’nın derme çatma takımı ise bir kaç haftada bir araya getirilmişti. Ancak hayat karşısındaki duruşu, politik görüşü, futboldan, kazanılan kupalardan, zaferlerden çok ama çok daha önemliydi. Dünya Kupasını hiç kaldıramamış olmasına üzülüp üzülmediğini soran bir gazeteciye şöyle cevap vermişti: “Unvanların ne ehemmiyeti var? Biz oynadığımız oyunla turnuvaya heyecan getirmiştik. Biz o turnuvanın en keyif veren takımıydık. Sorun bakalım insanlara, 1982 Dünya Kupasından neyi hatırlarlar? Ben söyleyeyim, İtalya’yı değil, Brezilya’yı!”
Kariyerinin ilerleyen zamanlarında kendisine sunulan, Pele gibi futbol elçisi olma önerisini elinin tersi ile itmiş. Endüstriyel futbolun, ıvır zıvırla uğraşan ticari kuklası olmak istemediğindendir muhtemel…

***

4 Aralık 2011 tarihinde, Sao Paul’daki Albert Einstein Hastanesi’nde geride altı çocuğunu ve arkasından ağlayan bir ulusu bırakarak aramızdan ayrıldığında 57 yaşındaydı Socrates. Yoksulluğun kader olduğu topraklarda düzenlenen ve hemen her gün büyük protestolara sahne olan 2014 Dünya Kupasını göremedi. Turnuvanın Brezilya’ya verildiği açıklandığında, durumdan hiç memnun olmamıştı. Kupanın ülkeye hiçbir şey kazandırmayacağını, maliyetin halkın cebinden çıkacağını, zenginlerin daha da zenginleşeceğini, yolsuzluğun ve hırsızlığın tavan yapacağını düşünüyordu. Ülkede Dünya Kupası düzenlemek, başta sağlık ve ulaşım olmak üzere kamu harcamalarının kısılması demekti. Bu yüzden Brezilya halkı daha fakirleşecek ve Kupa’nın halka hiçbir getirisi olmayacaktı.
Geçenlerde bir internet sitesinde rastladığım, ev sahibi takımın maçının başlamasına yakın stada akan sarı formalı taraftarların arasında, çöp yığınları içinde yiyecek arayan bir kadının fotoğrafı Socrates’in haklılığını anlatıyordu görmesini bilenlere. O yüzden kendi adıma, 2014 Dünya Kupasından geriye kalan sanırım o fotoğraf karesi olacak. Zira o güzel Brezilyalının söylediği gibi, “Maç dediğin 90 dakika sonunda biter, ama hayat devam eder!”

Ziya Adnan
23 Haziran 2014

Socrates