Şimdiki Çocuklar Azizim…

Şimdiki Çocuklar Azizim…

Uzaklardan…

Şimdiki çocuklar azizim, ah şimdiki çocuklar! Her şeyleri var azizim: İnternetleri, cep telefonları, ipodları, bilgisayar oyunları, en afili teknoloji harikaları… Baksana futbolları bile farklı: Yayıncı kuruluşları, kombineleri, taraftar grupları, havalı yabancı futbolcuları, her sezon mutlaka yeni, gıcır gıcır formaları, takım ürünleri, televizyon kanalları… Oysa biz… Oysa biz azizim! Şimdi çok eskide kalmış siyah beyaz zamanlarda, adını sokağından alan, balkonunda sarmaşıkların olduğu, önü sokağa, arkası boş arsaya bakan o üç katlı mavi apartmanda neyimiz vardı ki, söyle neyimiz? Sen, ben, o, birkaç arkadaş… Biz bizeydik yani… Biz bize azizim…

Ne canlı maç yayını azizim, ne Şampiyonlar Ligi! Televizyon dediğin sadece tek kanal… TRT, İstiklal Marşı ile açılır yine öyle kapanırdı. Renkli izlemek için cama renkli kağıt yapıştırırdı bizimkiler. Topu topu Uzay Yolu, Kaçak, Bonanza, sanat müziği koroları, ha bir de Zafer Cilasun haberleri… Sabahları o kocaman radyoda “Arkası Yarın” başlardı. Hep yarını beklerdik merakla. Pazar günleri, merdaneli çamaşır makinesinin sesi kaplardı evi. Maçlar radyodan anlatılır, taş plaklarda Zeki Müren şarkıları çalardı. Sahi ne oldu o taş plaklara, gökyüzünde yalnız gezen yıldızlara, kara toprakta biten sevdalara azizim, söyle ne oldu?

Ne halı sahası azizim, ne halı sahası! Sokaklarda oynardı çocuklar. Koskoca bir oyun parkını andıran, henüz arabaların istilasına uğramamış, hırpani ama sevimli kedilerin, köpeklerin cirit attığı boş sokaklarda… Şairin mısralarındaki gibi, “Evler kedisiz yetim, sokaklar kedisiz üvey sayılırdı.” Havanın erkenden karardığı soğuk kış gecelerinde yanık odun kokusu kaplardı sokakları. Bozacılar, bekçiler, sütçüler… Biz o sokaklarda büyüdük, biz bize azizim! Hiç bitmezdi oyunlar, boş çerçeveler dolmamıştı daha. O mavi apartmanın arkasındaki arsada yapılırdı mahalle maçları. Lakaplar takardık birbirimize. En iyimiz mutlaka “Pele”, en kötümüz “kova” olurdu. Faniladan bozma, arkasına ayakkabı boyasıyla ad ve numara yazdığımız formalarımız. Forma numaraları sadece 11’e kadardı, kaleci mutlaka 1 numara… Topu olan mutlaka kadroda yerini alırdı. 10 numaranın karizması diye bir şey bilinmezdi, o da bizden biriydi işte…

Sonra topumuz olurdu; binbir güçlükle biriktirilmiş harçlıklarla mahalle bakkalından alınmış iki plastik top: Biri yırtılmış, diğeri içine geçirilmiş, rüzgârdan uçmasın diye… Hangi çocuk akıl etmişse! Taştan kaleler, adımlayarak ölçtüğümüz… Kimse kaleci olmak istemezdi. Kanayan dizlerimiz, sahi ne çok kanardı dizlerimiz. Hep yenerdik aşağı mahallenin takımını, hep yenerdik azizim! Yenilen takım yenen takıma istemeye istemeye gazoz ısmarlardı. Uludağ gazozu ve içine karper peynir konulmuş çeyrek ekmeğin tadı da ayrı olurdu, bilsen. Ah bir de maçın en güzel yerinde, tam da golün sevincini yaşayacakken annelerimiz evden çağırmasaydı azizim!

***

Adına futbol denilen o güzel oyuna o zamanlar sevdalanmıştık. Göztepe, Adana Demirspor, Feriköy, Beykoz, Altınordu, Vefa, PTT, Hacettepe, Şekerspor, Altay, Karagümrük… Söyle ne oldu o takımlara azizim, söyle ne oldu sarı siyahlı PTT’ye, “Çizgideki Gladyatör” Metin Oktay’a, Varol’a, kaleci Baskın’a, Elma Fikri’ye, Selçuk abiye, Amigo Sefa’ya…

Ne yayıncı kuruluşu, Digitürk’ü, Telegol’ü, belediye takımları, pazartesi maçları azizim! Futbol sadece hafta sonları oynanırdı. Maç günleri soluğu tribünlerde alırdı çocuklar. Dolar taşardı futbol mabetleri, hayat olurdu, bayram yeri misali. İşportacılar, köfteciler, sucular, simitçiler, tezgâh satıcıları… Köfteci Ferit dedin mi akan sular dururdu.

Sonra maçın başlamasına az kala babalarının elinden tutmuş çocuklar akardı statlara, sen ve ben gibi azizim. Hemen her maçta o stadın yolunu tutan, maç günlerini dört gözle bekleyen ve çoklukla babalarının izlerinden yürüyen sevdalı çocuklar, tribün çocukları… Sevdanın ligi olmazdı, hele de şehrini tribünden sevdiysen. Bizim takım yendiyse gözlerimizin içi gülerdi, yenildiyse yüzümüz düşerdi. “Ama üzülme, bir dahaki maçı mutlaka alacağız!” değil mi azizim?

Sonra maç bitip boşalınca tribünler, sessizliğe bürünürdü o eski stat, son müdavimler de ayrılırken yavaş yavaş. Işıklar bir bir sönerken el ayak çekilirdi, öylece kalırdı yapayalnız o futbol mabedi, bir dahaki maç gününe kadar. İçimiz burkulurdu. Ayrı kalınca özlerdik havasını, kokusunu. Dört gözle beklerdik bir sonraki maçı, gün sayardık. Sanırım o da özlerdi bizi, tribün çocuklarını. Sevda böyle bir şey olsa gerekti. Sahi azizim söyle ne oldu o şehrine sevdalı babalara, tribün çocuklarına, o eski statlara, o eski köklü takımlara?

***

İşte bir futbol sezonu daha başlıyor azizim: Ankaragücü’nün, Göztepe’nin, Adana Demirspor’un, Vefa’nın, PTT’nin, Beykoz’un, Feriköy’ün, Hacettepe’nin, Şekerspor’un olmadığı, onları bilenlerin bile artık onları hatırlamadığı, maç günleri statların değil kıraathanelerin dolacağı yepyeni bir futbol sezonu daha. Televizyon kanalları, oturma odalarında dev ekranlar, kıraathaneler, canlı maç yayınları, futbol programları, haftanın her günü maçlar, maçlar…

Şimdiki çocuklar azizim, ah şimdiki çocuklar! Her şeyleri var, internetleri, cep telefonları, ipodları, bilgisayar oyunları, en afili teknoloji harikaları… Baksana futbolları bile farklı, yayıncı kuruluşları, kombineleri, taraftar grupları, havalı futbolcuları, her sezon mutlaka yeni, gıcır gıcır formaları…

Oysa biz… Oysa biz azizim…

Ziya Adnan
12 Ağustos 2013

SimdikiCocuklar