31 Ocak 1981’de Dersim’de dünyaya gelen Selçuk Şahin ilk profesyonel sözleşmesini 1999 senesinde Hatayspor’la imzaladıktan sonra 2001’de İstanbulspor’a, 2003 yılında Fenerbahçe’ye transfer oldu. Sarı-lacivertli takımda 12 sene top koşturdu. Şahin’le yeni sezonun başladığı zamanlarda Ankara’da, geçen sezonun ortasından beri formasını giydiği Gençlerbirliği’nin İlhan Cavcav tesislerinde bir araya geldik, biz sorduk o yanıtladı.
Genellikle söyleşilere baştan başlanır ama biz bu sefer değişiklik yapıp sondan, yani Ankara’dan, Gençlerbirliği’nden başlayalım. Ankara’da ve Gençlerbirliği’nde hava nasıl? İstanbul’la kıyasladığında ortamı nasıl buluyorsun?
İstanbul’dan sonra Ankara yaşanacak ve futbol oynanacak en güzel şehirlerden birisi. Biliyorsunuz ben Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra İsviçre’ye gittim. Orası çok sakindi. Sakin bir yerden Ankara’ya gelince hayatımız hareketlendi ve bu da iyi oldu. Çok fazla zorluk çekmedim açıkçası. Her şey iyi gidiyor. Eşimle birlikte Ankara’da mutluyuz. Sonuçların da iyi gitmesi, kulüpte bir aile havasının yakalanmış olması bizi mutlu ediyor.
İstanbul’u özlüyor musun?
Ben Mersin’de büyüdüm, çocukluğum orada geçti. Çok sevdiğim denizi biraz özlüyorum ama Ankara’yı seviyorum.
Gençlerbirliği’ni, örneğin tesis olarak Fenerbahçe ile kıyasladığında sence ne gibi farklar ya da benzerlikler var?
Gençlerbirliği Türkiye’nin en iyi tesislerinden birine sahip. İşleyiş olarak çok güzel, sahalar ve imkânlar yeterli. Futbolcuların iyi çalışabilmesi ve rahat edebilmesi için her şey düşünülmüş. Herkes tek kişilik odalarda kalıyor. Gençlerbirliği tesisleri, açıkçası ligin üstünde… Avrupa’ya da (İsviçre’ye) gittik geldik, orada bu tarz tesisleşme göremedim.
Gençlerbirliği’nden önce İsviçre’ye gitmiştin. İsviçre macerası nasıl başladı? Oradaki hayatını anlatır mısın?
İsviçre hiç aklımda yoktu. Her şey ani gelişti. Fenerbahçe’den ayrıldığımda hangi takıma gideceğimi düşünüyordum. Ülkemizde yabancı kısıtlaması hafifletilince Türk oyuncular biraz geri planda kaldı ve oyuncunun değerinin altında rakamlar teklif edilmeye başlandı. Bu sebeple kulüplerle anlaşmak mümkün olmadı. Bu arada takım arkadaşım Egemen İsviçre’ye gitmişti. Aynı takımdan bana da teklif geldi. Egemen’in de orada olması beni biraz cesaretlendirdi. Diğer taraftan bu ikinci lig kulübünü bir Türk şirketinin bir proje olarak görüp satın alması ve Avrupa futbolunda başarılı bir kulüp olmayı hedeflemeleri, orada futbolcu olarak Dos Santos ve Nobre gibi arkadaşlarımızın, teknik adam olarak Fuat Çapa’nın bulunması da kararımda etkili oldu. Avrupa deneyiminin bana bir şeyler katacağını düşündüm. Başkanımız Sayın Mehmet Nazif Günal bizimle çok ilgilendi, orada yabancılık çekmememiz için her türlü yardımı yaptı. Ancak kendi adıma konuşursam İsviçre ikinci ligini çok zayıf buldum ve bana hitap etmediğini düşündüm. Açıkçası çok keyif almadım. Ligimize göre çok daha amatör bir lig…
Sonrasında Gençlerbirliği’ndeki futbol hayatın başladı…
Evet. Devre arasında Gençlerbirliği’nden teklif geldi. Başkanımıza bu teklifi değerlendirmek istediğimi söyledim. O da anlayışla karşıladı ve yardımcı oldu. Bu şekilde Türkiye’ye döndüm. İyi ki dönmüşüm diyorum. Geldiğimizde Gençlerbirliği çok zor durumdaydı. Ama arkadaşlarımızla takımı kısa sürede toparladık. Açıkçası Gençlerbirliği’nde oynamaktan büyük keyif aldım.
Bu arada Alexander Hleb ile aynı takımda oynamak da ayrı bir keyif olsa gerek…
Takıma Hleb ile birlikte geldik ve elimizden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştık. Hleb zaten Arsenal ve Barcelona gibi takımlarda oynamış çok iyi bir oyuncu. Ama oyunculuğunun dışında çok sıcak ve arkadaş canlısı bir insan. Biz takım arkadaşları olarak onu çok sevdik.
Şimdi biraz Fenerbahçe’den söz edelim. Fenerbahçe’de çok uzun bir zaman futbol oynadın. Senden daha uzun süre oynayan oldu mu?
Ben on iki sezon oynadım. Kaleci Volkan benden daha uzun süre kaldı. Bizden önce de örneğin Müjdat gibi takımda uzun süre oynayan futbolcular vardı.
Fenerbahçe’de oynadığın dönemde zaman zaman taraftarlar arasında ve sosyal medyada ağır eleştirilere uğradığın da oldu. Böyle anlarda neler hissediyordun?
Açıkçası çok umurumda olmadı. Eline klavyeyi alan bir şeyler yazabiliyor. Hakkımda o kadar şey yazdıktan sonra sokakta beni gördüğünde, “Abi bir resim çektirelim mi?” diyen insanlara da saygı duymam. Ama futbolu bilen insanların eleştirilerini her zaman ciddiye alırım ve yararlanmaya çalışırım. Kötü oynadığım maçlar mutlaka olmuştur, ancak futbolcunun emeğine de saygı duymak lazım. Fenerbahçe’de oynadığım yıllarda kulüpten kaç tane hoca geldi geçti. Hepsi de beni yeterli gördükleri için sürekli olarak takımda yer buldum.
Fenerbahçe ile devam edersek gerek taraftar, gerek mali imkânlar ve gerekse tesis bakımından Türkiye ortalamasının çok üzerinde olmasına rağmen Avrapa’da arzuladığı başarıyı bir türlü yakalayamadığını görüyoruz.
Evet, çok başarılı olduğumuzu söyleyemem ama çok başarılı maçlar çıkardığımız zamanlar da oldu. Örneğin Zico döneminde Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale kadar çıktık. Aykut Hoca döneminde Avrupa Liginde yarı final oynadık ve finalin kapısından döndük. Tabii şunu da unutmamak lazım, Avrupa’da bu işler o kadar kolay değil. Bazı takımlar en vasat oyunculara bile 20-30 milyon Euro gibi transfer ücretleri verirken, burada 10 milyon Euroya alınan futbolculara süper yıldız muamelesi yapılıyor.
Süper Ligimizi Avrupa’nın üst düzey ligleriyle karşılaştıracak olursak ne düşünüyorsun.
Oyun kalitesi olarak çok üst düzey değiliz. Ama mücadele olarak iyi olduğumuzu düşünüyorum. İngiltere, İspanya, Almanya milyar dolarlarla ölçülen ligler. Yeni statlarla birlikte statlarımız güzelleşse de bizim onlarla baş etmemiz mimkün değil ama yine de Avrupa’nın birçok liginden daha iyiyiz.
Konu yeni statlardan açılmışken naçizane görüşüm sadece yeni statlar yapmak değil maç günleri o statları doldurmanın önemli olduğu yönünde… Mesela Gençlerbirliği bu sezon sadece 980 kombine bilet satabilmiş. Bir başkent takımı için çok yetersiz… Bugün İngiltere, Almanya, İspanya gibi ülkelerde alt liglerde mücadele eden kulüplerin bile on binlerce kombine bilet satabildiklerini görüyoruz. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Biz o futbol kültürünü ne zaman yakalayabiliriz bilmiyorum ama ülkemizde bazı şeylerin futbolun önüne geçtiği kesin. Mesela Passolig’in negatif etkisi olduğunu düşünüyorum. Bizim ülke taraftarları böyle şeyleri fazla sevmiyor. İnanın biz futbolcular da boş tribünler önünde oynamaktan zevk almıyoruz. Ben de isterim başkent takımı Gençlerbirliği’nin tribünlerinin dolu olmasını…
Bunu takımdaki yıldız oyuncu varlığına ya da yokluğuna bağlayabilir miyiz? Örneğin Eto’o Gençlerbirliği’nde olsa taraftar sayısında artış olur muydu?
Mutlaka olur. Futbolseverler üst düzey oyuncuları izlemek için statlara gelirler. Ama sadece yıldız oyuncu ile tribünler dolmaz. Başka şeylerin de değişmesi lazım. Mesela Almanya ya da İngiltere’de üçüncü lig maçı izliyorsunuz, statlar tamamen dolu, insan izlerkan inanamıyor.
Çünkü şehir milliyetçiliği ağır basıyor değil mi? Örneğin sen yanlış hatırlamıyorsam Dersim doğumlusun. Dersim’de doğup büyüyen ortalama bir futbolsever İstanbul takımlarından birinin taraftarı oluyor. “Neden Dersimspor değil?” diye sorulduğunda, “Çünkü o ikinci ligde, üçüncü ligde” diye cevap veriyor.
Kesinlikle haklısınız. Ülke futbolunda şehir milliyetçiliğinin gelişmesi gerek.
Deneyimli bir futbolcu olarak genç futbolculara neler söylemek istersin, tavsiyelerin neler olabilir
Örnek almaya çalıştıkları modeller olsun. Ben de genç bir oyuncuyken örnek aldığım ağabeylerim vardı. Onlar gibi olmak isterdim. Gençlerbirliği’ndeki genç arkadaşlarıma birikimlerimi aktarmaya çalışıyorum. Onların o isteklerini görmek beni çok mutlu ediyor.
Yanılmıyorsam sen 1999 yılında ilk profesyonel sözleşmeni imzaladın. O zamanlar senin örnek aldığın futbolcu kimdi?
Tugay (Kerimoğlu) ağabeyi çok beğenirdim. Çocukluğumuz Fenerbahçe ile geçtiği için zamanlardan aklımda kalanlardan birisi de Kemalettin ağabeydir.
Fenerbahçe’de oynarken sende en çok iz bırakan oyuncu kimdir?
Hiç şüphesiz Alex… Çok farklı bir oyuncuydu. Saha dışında çok sessiz ve sakin bir insandı. Kaptan olarak gerekli zamanlarda gereken şeyleri hiç çekinmeden dile getirirdi. Çok iyi bir kaptandı. Gözlüğünü takıp kitabını okurken, o bize futbolun profesörü gibi gelirdi.
Türkiye’yeki gelmiş geçmiş en iyi yabancılardan biriydi değil mi?
Genellikle Hagi ile kıyaslanır ama bana sorarsanız en iyisi Alex…
Peki, birlikte çalıştığın en iyi teknik direktör kim diye sorsam?
Çok özel teknik direktörlerle çalıştım. Hepsinin bendeki yeri ayrıdır. Milli takımdan Fatih Terim, Şenol Güneş, Raşit Çetiner… Fenerbahçe’de Aykut Kocaman, Zico ve adını sayamadıklarım. Zaten anlaşamadığım hoca hiç olmadı. Beni hepsi severdi. Sen görevini yaptıktan sonra kimse sana bir şey diyemez.
Daha ne kadar futbol oynayabileceğini düşünüyorsun?
Aslında futbolu bırakmayı düşündüğüm yaşlardayım. Ama kendimi iyi hissdiyorum. İşin maddi yönünden bağımsız olarak sahada oynarken büyük keyif alıyorum. Eşimin de bu konuda teşvik ve katkısı büyük. Kendimi iyi hissettiğim, keyif aldığım, fizik olarak oynayabileceğimi düşündüğüm sürece devam etmek istiyorum.
Ziya Adnan – Necdet Özkazancı
30 Ağustos 2016