Federasyon Kupası, eskinin güzelliği…

Federasyon Kupası, eskinin güzelliği

Uzaklardan…

İlk kez günümüzden 147 sene önce, 1871 senesinde oynanmış dünyanın en eski kupası, futbol alemindeki adıyla “FA Cup”… O senenin mart ayında Güney Londra’nın Kennington bölgesinde, şimdilerde kriket için kullanılan Oval Stadı’nda ilk kez sahibini bulmuş. “Eski güzeldir” diyerek yarı finallerin oynandığı hafta sonu vesilesiyle hatırlayalım Ada futbolunun en nostaljik kupasını…

Tarih boyunca 43 takım kazanmış kupayı, 2017 senesinde 13. kez kazanan Arsenal ilk sırada. Kupayı müzesinde en uzun tutabilmiş takım ise şimdilerde futbolun görünmez köşelerinde, 4. Lig’de mücadele veren Portsmouth FC… İkinci Dünya Savaşı patlamadan kazanmış, futbola verilen aradan dolayı yedi sene müzesini süslemiş o değerli kupa. Sadece bir takım kupayı kazandığı 2013 senesinde küme düştü: Wigan Athletic, şimdilerde 3. Ligde zirvede 318 bin nüfuslu kasabanın mavi beyazı…

Zaman içinde ne golcüler görmüş o eski kupa, ama hiçbiri Didier Drogba’nın rekoruna yaklaşamamış, dört farklı finalde golü var Fildişili golcünün, zaten onun gibisi de bir ömürde ancak bir kere gelir. Küçük şehrin büyük takımını, yakın geçmişte Premier Lig şampiyonluğu yaşamış Leicester City’i de hatırlayalım yeri gelmişken, dört sezonda final oynayıp hepsinde sahadan mağlup ayrılmış mavi beyazlılar. 92 takım arasında 14’ü finale kadar gelip kazanmayı başaramamış…

Kupa olur da sponsoru olmaz mı; 2015 senesinden beri Emirates havayollarının adıyla anılıyor. Formatı hiç değişmemiş, tek maç üzerinden eleme usulü, 10. Lige kadar katılıma açık. 2017-2018 sezonunda 737 takımın boy gösterdiği kupada ilk altı turda amatör kulüpler birbirleriyle karşılaşırken, 6. turdan sonra hâlâ ayakta kalmayı başaranlar büyüklerle oynama fırsatı yakalıyordu. Velhasıl bir sezonda daha küçük büyük ayrımı gözetmeden, bizim vasat futbolumuzdaki gibi kurgulanmadan her takım aynı torbadan katıldı, sonunda Premier Lig’den dört takım ayakta kaldı.

Bu sezon yarı final maçlarının ilkinde, günlerden cumartesi… Tottenham Hotspur, Manchester United karşısında. Kupada son yedi yarı final maçını kaybeden Tottenham bu sefer şeytanın bacağını kırma peşinde. Ligde bu sezon Wembley Stadında karşılaştıkları maçta Eriksen’in 11. saniyedeki golüyle öne geçmişlerdi, bu kez 4-2-3-1 dizilişinde 10. dakikada golü buluyorlar, sağdan Eriksen kesiyor, uzak direkte Alli’ye dokunmak kalıyor. Golün hemen öncesinde United hücumunda Lukaku’nun müsait pozisyonda dışarıya vurduğu kafa maçın kırılma anı. İlk bölümde orta sahayı kontrol eden Tottenham rakip savunmanın solunu zorluyor, o kulvarda Pogba, Sanchez ve Young savunma yönü güçlü olmayan oyuncular. Stadı dolduran 84.667 taraftar Tottenham’dan ikinci golü beklerken United 25. dakikada Sanchez’in kafa golüyle beraberliği yakalıyor; savunmadan çıkarken topu Pogba’ya kaptıran Dembele pozisyonda hatalı. Hücumda etkili ama savunmada pozisyon veren görüntüde Mourinho’nun takımı golün getirdiği özgüvenle saldırıyor. Velhasıl iyi başladığı, topa yüzde 56 oranında sahip olduğu, rakip kaleyi beş kez yokladığı yarıda Tottenham ilk yarıyı beraberlikle kapatıyor…

İkinci yarıya daha ofansif başlıyor United, üçüncü bölgede Sanchez, Lukaku, Lingard üçlüsü. Savunmadan kaptığı topları orta sahada Pogba ile buluşturarak çabuk çıkıyor Mourinho’nun takımı ve 61’de öne geçiyor, Sanchez, Lingard, paslaşmasına son dokunan Herrera. Golden sonra Pochettino’nun kafasını ellerinin arasına gömmesi kayda değer, takımı elenirse bir sezon daha kupasız geçecek onun adına. Yüksek tempoyu, pres yapmayı bıraktığı anlarda sadece Eriksen’in uzaktan vuruşlarıyla gol arıyor Tottenham ama yetmiyor. Son bölümde kapanıyor Mourinho’nun takımı, boş alan bulamadığı maçta Tottenham’ın golcüsü Kane etkisiz. Velhasıl United kazanarak finale çıkıyor, Tottenham iseoynadığı sekizinci yarı finalden de eli boş ayrılıyor

• • •

O maçtan bir gün sonra, yarı finalin diğer maçında geçen sezonun kaybeden finalisti Southampton, Chelsea karşısında. Tarihlerinde yedi kupa finali oynamışlar, en son 1976 senesinde kazanmışlar. Yazı çağıran güneşin ısıttığı Wembley Stadında iki takım da 3-4-2-1 dizilişinde ama kadrolar arasındaki kalite farkı bariz. Southampton elden çıkardığı onca topçudan sonra ligde sondan ikinci sırada, muhtemel gelecek sezon Championship’te mücadele edecekler. Hücumda Shane Long, 31 yaşındaki İrlandalı 2014 senesinden beri takımda. Maçın başlama vuruşuyla birlikte oyunu rakip sahaya yıkıyor maviler, Southampton çok adamla savunmada. 29 yaşındaki stoperleri Yoshida, Japonya Milli Takımının kaptanlığına kadar yükselmiş. Bu sezon önce Stoke City’i, sonra Southampton’ı çalıştırdı Mark Hughes, iki takım da küme düşerse onun adına talihsiz bir istatistik! Takımının golü düşünmediği, Chelsea’nin de yüzde 62 topla oynama oranına rağmen pozisyon üretemediği devre golsüz kapanıyor…

73.416 taraftarın önünde ikinci devreye golle başlıyor Chelsea, Hazard’ın pasını iki savunma oyuncusunu geçerek gole çeviriyor Giroud. Bu gol Hughes’un takımını uyandırıyor. 55’te beraberliği kaçırıyor Southampton; Long, kaleci Caballero ile karşı karşıya kaldığı pozisyonu gole çeviremiyor. 73’te hava topunu elinden kaçırıyor Caballero, Austin’in vuruşuyla top çizgiyi geçiyor ama pozisyonda faul olduğuna hükmediyor hakem, muhtemel bu pozisyon maçın kırılma anı. 82’de oyuna iki dakika önce Giroud’un yerine giren Morata’nın kafa golüyle farkı ikiye çıkarıyor Conte’nin takımı. Chelsea üstün oynadığı maçın sonunda finalde yerini ayırtıyor. 19 Mayıs günü oynanacak Federasyon Kupası finali. Dünyanın gözü bu maçta olacak, kaçırmayın derim…

Ziya Adnan
26 Nisan 2018

An gelir, Wenger gider…

An gelir, Wenger gider…

Uzaklardan…

Arkadaşımın oğlu 14 yaşında, futbol delisi üstelik babası gibi Arsenal hastası. Takım sokakta top oynasa kaldırımdan alkış tutar o cinsten. Geçenlerde, Arsenal’in bu sezon yine hüsran yaşadığı bir maçtan sonra, “En güzel günlerini demek bizsiz yaşamış!” dedi, o günlere yetişememiş olmanın verdiği hayıflanmayla. Ve o maçtan kısa süre sonra 22 seneye 823 maç sığdırmış olarak sezon sonunda ayrılacağını açıklıyordu Arsenal tarihinin en başarılı hocası. Vedasında geç kalmış olsa da hatırlayalım iyi başlayıp kötü biten hikâyesini, en güzel günlerini bizsiz yaşamamış olmasının verdiği şükranla, futbol belleklerimizde yer etmiş en güzel anılarıyla yad edelim…

1996 senesinin yazıydı, işlerin iyi gitmediği Arsenal’de Bruce Rioch kovulmuş, yerine kimin geleceği tartışılırken, hatta Johan Cruyff’un adı anılırken, kulübün ikinci başkanı David Dein sürpriz bir kararla yeni hoca olarak onun adını açıklamıştı. Daha önce adı duyulmamış, üstelik futbolculuğuna dair fazla bilgi bulunmayan bir futbol adamının Arsenal’in başına getirilmesini ‘Arsene Who?’ (Arsene de kim?) başlığıyla duyuruyordu Londra’nın çok satan gazetesi ‘The Evening Standard.’ O yıllarda Ada futbolunda yabancı hocalara pek sıcak bakılmazdı, onun öncesinde sadece iki yabancı Osvaldo Ardiles ve Ruud Gullit İngiliz takımlarının başında sahaya çıkmıştı…

12 Ekim 1996’da Blackburn Rovers’ın Ewood Park Stadında başladı Arsenal serüveni ve kısa sürede farklılığını gözlemlemeye başladı Arsenal sevdalıları. İlk sezonunda takımı ligi 3. sırada tamamlarken 38 maçın 19’unu kazanmıştı. Bir sonraki sezonda Manchester United’ın önünde şampiyonluk kupasını kaldırırken futbol alemi yeni hocasını selamlıyordu. Futbolcusunun özel hayatından, diyetine, antrenman programına kadar tüm detaya önem veren bir teknik direktörün sorumluluğunda devrim başlamıştı. Highbury Stadının maç sonrası içkinin su gibi aktığı barı kapandı önce, takımın en sıkı alemcilerinin alkol kullanması yasaklanmıştı. Seneler sonra o yılların efsanesi, alemcinin kralı kaptan Tony Adams bitmekte olan kariyerinin onun sayesinde uzadığını anlatacaktı. O yılların efsanesi Martin Keown maçlardan önce çikolata yemelerinin yasaklandığını, kulüp doktorunun takımın parçası haline geldiğini, konuşmalarında sürekli vitamin C, demir ve B12’nin önemini vurguladığını hatırlıyor. Japonya’da geçirdiği senelerden öğrendikleri kayda değer: “Diyetleri kaynamış sebze, balık ve pirinçten ibaret, yağ ve şeker kullanmazlar. Ülkede yaşarken dikkatinizi çeken, kilolu insanların olmayışıdır.”

Devam ediyor Keown: “Disiplin konusunda katı olmasına rağmen çok sıcak kişiliğiyle kendini sevdirmişti, antrenmanlardan önce hepimizle sohbet ederdi. Öncesinde hiç şahit olmadığımız antrenman metotlarını onun zamanında gördük, her antrenman farklı olurdu, pas çalışması, takım halinde pres, topsuz koşu. Antrenmanları çok keyifli ama yorucu olurdu. Antrenmanlarda maket mankenler kullanır, sahayı bir sonraki maçta karşılaşacağımız takımın saha ölçülerine göre ayarlardı.”

İlk dokuz senede Arsenal sevdalılarına yaşattıkları takdire şayan. O dönemde takım Premier Lig’i hiçbir sezonda ikinciliğin altında bitirmezken şampiyonluk kupasını 3, Federasyon Kupasını 4 kez kaldırdı. Bu vesileyle onun yarattığı 2003-2004 sezonunda 49 maçta yenilgi yüzü görmemiş ‘Invincibles’ın (yenilmezler) çokları için Ada futbol tarihinin en iyisi olarak görüldüğünü hatırlatalım….
Düşüş…

Sonra… Sonra düşüş başladı, 41 yaşındaki Portekizli kibir küpü Jose Mourinho Haziran 2004’te Chelsea’nin teknik direktörlüğüne getirildiğinde kim bilebilirdi ki Arsenal sonraki sezonlarda şampiyonluğa hasret kalacaktı. 2005’te kazandığı Federasyon Kupasından sonra düşüş hızlanmıştı. Gençlere önem vermekten futbolun fark yaratan oyuncularla kazanıldığını ısrarla görmek istememesi muhtemel felsefesinin en zayıf halkasıydı. Eskiler, “Her delinin bir efkârı, her futbol adamının takıntıları vardır!” derler. Onun takıntısı da inadıydı, o yüzden gençleri kazanırken gençlerle kaybetti; kimi sezonlarda final maçında. 2006’da Paris’te oynanan Şampiyonlar Ligi finali, Chelsea ve Birmingham ile oynanan Lig Kupası finalleri aklıma gelenler. O finallerden birini kazansaydı belki hikâyesi farklı yazılacaktı ama olmadı…

Velhasıl her sezon elindeki yıldız futbolcuları birer ikişer kaybederken takımı Ada futbolunda ‘Feeder Club’ (yetiştirici kulüp) olarak anılmaya başlandı. Zaman zaman Premier Lig’in göze en hoş gelen futbolunu oynasa da ayrılanların yerlerinin doldurulamayışı sorunun temeli haline geldi. Takım her sezon biraz daha kan kaybederken, Liverpool’un efsane kaptanı Alan Hansen’ın 1995’te söylediği cümle hep Wenger’i hatırlattı: “You can not win anything with kids.” (Çocuklarla hiçbir şey kazanamazsınız)

2012 yazında, kulüp tarihinin en büyük golcüsünü en büyük düşmanına satması, elden çıkardıklarının yerine onlar kadar yetenekli olanlarını transfer edememesi, parayı inatla başarının önüne koymuş olması beklenen sonu hazırladı. Yakın geçmişte Southampton’dan Mane, Wanyama ve Virgil van Dijk’ı kadrosuna katmış olsa muhtemel bu sezon ligdeki konumu farklı olurdu. Sir Alex Ferguson Manchester United’ın başında olduğu sürede ikinciliği başarısızlık olarak kabul ederken, o hep ilk dördü hedefledi. Ama taraftar dediğin başarı, kupa ister, zafer avcılığı ister, hele de en pahalı bilete sahip takımın taraftarıysan. Hikâyenin başında tribünlerde sıklıkla görmeye alıştığımız ‘In Wenger we Trust’ (Wenger’e güveniyoruz) flaması, zaman içinde ‘In Wenger we rust’ (Wenger’le paslanıyoruz) söylemine bıraktı, ne hazin!

•••

Geçenlerde, eleştiri dozunun arttığı, en sıkı taraftarlarını bile bıktırdığı maçların birinden sonra basın toplantısında şöyle bir cümle döküldü dudaklarından, içinizde yer etsin: “Dünyaya geldiğinde çok sevilirsin, bir de öldüğünde. İkisinin arasında ise idare edersin!” Nicedir idare ediyordu, eskiyi bilenler yenilmez bir takım yaratmış futbol adamına saygıdan umutla bekledi; tıpkı en güzel filmlerini gençlik yıllarında çekmiş, sonra düşüşe geçmiş bir daha hiç çekilmeyecek bir filmin en afili jönünün dönüşünü bekler gibi. Ama en sabırlı müritleri bile sıkıldı sonunda beklemekten. Zaten yaşlanmıştı, mızmız bir ihtiyarı hatırlatıyordu arada, o jön artık dönmeyecekti, en güzel film bitmiş, salon boşalmıştı…
Yine de o günleri görmüş, Ada futbolunda yarattığı devrime şahitlik etmiş bir futbolsever olarak minnetlerimizi sunalım kendisine. Teknik direktörlerin bozuk para gibi harcandığı günümüz futbolunda bir daha kimseler onca sene aynı takımla anılmayacaktır, bir daha kimseler hiçbir takımda onun bıraktığı kadar derin izler bırakmayacaktır…
Genç yaşta geçirdiği kaza sonucu hayata veda etmiş İranlı şair Füruğ Ferruhzad’ın o enfes şiirinden esinlenerek, o günleri görmüşlere gitsin mısraları: “Wenger gider, sen uçuşu hatırla.”
Ve Highbury tribünlerinde başlayıp Emirates’te yankılanmış o tezahüratla uğurlayalım eskinin en bilge hocasını;
“There is only one Arsene Wenger…”

Ziya Adnan
24 Nisan 2018

Pochettino, Guardiola’ya karşı: Wembley kapışması…

Pochettino, Guardiola’ya karşı: Wembley kapışması…

Uzaklardan…

Sene 2009….

La Liga’da Barça fırtınası ligi kasıp kavurmaktadır. 2008 senesinde takımın başına gelen Pep Guardiola kadronun eskileri Ronaldinho, Deco, Samuel Eto’o ile yollarını ayırmış, yeni gelenlerle üç kupada birden hedefe koşmaktadır. Şubat ayına gelindiğinde takım ligde altı aydır yenilgi almamıştır ve bir sonraki maçta evinde Espanyol ile oynayacaktır. Madem andık onlara da selam çakalım, 1900 senesinin güzünde Barcelona Üniversitesi’nde eğitim gören Ángel Rodríguez Ruiz adında bir öğrenci tarafından kurulmuşlar. Köklü tarihlerinde İspanya Kupasını dört sezonda kazanırken 1988 ve 2007 senelerinde UEFA Kupasında final oynadılar. Takıma ev sahipliği yapan RCDE Stadı 40.500 kapasiteli ve tarihlerindeki 8. mabetleri. Bu yazının yazıldığı zamanlarda ligde 15. sıradalar…

2009 senesinin Şubatına dönersek, misafir takım ligde sonuncu sıradadır ve Nou Camp Stadında 27 senedir galip gelememiştir. Espanyol’un başında takımın eski oyuncusu Mauricio Pochettino vardır ve ocak ayında aldığı takımı kümede tutabilmenin planlarını yapmaktadır. Bilmeyenler için, 1972 senesinin Martında Arjantin’in Murphy kasabasında dünyaya gelmiş, çiftçi bir babanın oğlu. İlk profesyonel takımı 1988 senesinde Newell’s Old Boys, 2006 senesine kadar Espanyol, Paris Saint-Germain, Bordeaux takımlarında stoper olarak top koşturdu. Futbolculuk yıllarında, Arjantin efsanesi Marcelo Bielsa’nın öğrencisiymiş, disiplini ve çok çalışmayı ondan öğrenmiş. Newell Young Boys günlerinde Bielsea ondan rakip takımların maç analizlerini ister, Pochettino antrenmanlardan geri kalan zamanlarda rakipler üzerinde çalışırmış. O yılları yakından bilen Arjantinli gazeteci Martin Manzur, Pochettino’nun mükemmel bir savunma oyuncusu olduğunu anlatır ve devam eder: “Adam markajını ondan iyi kimse yapamazdı. Sert ve inatçı yapısıyla rakibi yıldırırdı.” Velhasıl, o tarihi günde Pochettino , Espanyol’a şans vermeyenleri fena yanıltır ve takımı sahadan 2-1 galip ayrılır. Arjantinli futbol adamı teknik direktörlük kariyerinde ilk kez karşılaştığı Guardiola’yı mağlup etmiştir…

O yıllarda takımlar Barça’ya karşı kendi kalelerine yakın dörderli iki set halinde katı savunma anlayışıyla sahaya çıkarken, o farklı bir sistemle rakibini alt etti. Takımı yüksek tempo ve çok adamla yaptığı presle Barça’nın oyunu geriden kurmasına izin vermezken orta sahada Marquez, Pique ve Toure’ye zaman ve alan bırakmadı. İlk yarıda Keita’nın oyundan atılması Espanyol’un işini kolaylaştırmıştı. O maçı yazan El Periodico gazetesi, o yıllarda Pochettino’nun diğer takımlara Barça karşısında nasıl oynamaları gerektiğini gösterdiğini anlatır. O tarihten sonra ikilinin takımları 12 kez karşılaştı, altısını Guardiola kazanırken Pochettino’nun takımı iki maçta sahadan galip ayrıldı…

•••

Baharın habercisi Londra akşamında Şampiyonlar Ligi’ne havlu atmış Manchester City Wembley Stadında Tottenham Hotspur karşısında. Guardiola’nın takımı geçen hafta komşusu karşısında aldığı yenilgiyle matematiksel olarak şampiyonluğu garantilememiş olsa da puan farkı yabana atılır cinsten değil. Pochettino’nun takımı bu maça kadar evinde oynadığı 15 maçta sadece bir yenilgi aldı, büyük olasılıkla gelecek sezonda Şampiyonlar Ligi’nde yer alacaklar. Bu maça kadar Wembley Stadında oynadığı 15 maçta 1.024.853 taraftarı ağırladılar, maç başına taraftar ortalaması 68.324… Bizim adının başına Süper eklenmiş ligimizde şampiyonluğa koşan Başakşehir’in taraftar ortalamasının 5.472 olması iki lig arasındaki farkın fotoğrafı!

Tottenham 4-2-3-1 dizilişinde başlıyor maça, ligde oynadıkları son altı maçı kazandılar. Golcüleri Kane’nin arkasındaki üçlü Heung-Min, Alli, Eriksen’in toplamda 29 golü var, lig sonuncusu West Brom’un gol sayısından daha fazla! Ama Manchester City de ligin en golcü takımı, son 25 maçın 21’inde en az iki gol buldular.4-3-3 sisteminde 32 maçta 90 gol. Agüero 21 gol, 6 asistle takımın golcüsü, onu 16 golle Sterling takip ediyor. Tottenham’a karşı şansları yaver gitmiyor, ligde oynadıkları son beş maçın birini kazanabilmişler. Tottenham’ın gol makinesi Kane’i de unutmayalım, Salah’ın 30 golü yakaladığı sezonda gol krallığı için yarışıyor ama işi zor gibi!. Henüz 3. dakikada gole yaklaşıyor City, Sterling’in sağdan ortasına Sane enfes vuruyor ama direği geçemiyor. İlk dakikalarda sağda Sterling, solda Sane ile rakip savunmanın arkasına kolay sarkıyor misafir takım ama 15’ten sonra oyununu dengeliyor ev sahibi. 21’de golü buluyor Guardiola’nın takımı, Kompany geriden savunmanın arkasına uzun oynuyor ve Jesus kaleci Lloris’la karşı karşı kaldığı pozisyonda kaçırmıyor. Bir dakika sonra Gündoğan’ın penaltısıyla farkı ikiye çıkarıyorlar, Tottenham savunması City’nin hızlı hücumcuları karşısında çaresiz! 42’de ilk tehlikeli atağında golü buluyor Tottenham, asist Kane, gol Eriksen. City topa yüzde 57 oranında sahip olduğu, rakip kaleyi dokuz kez yokladığı devreyi önde kapatıyor.

İkinci yarıya orta sahayı çok adamla parselleyerek başlıyor Tottenham, Dembele oyuna ağırlığını koymaya başlıyor. İlk dakikalarda çok top kaybı yapıyor deplasman takımı, Guardiola kenarda gidişattan hoşnutsuz. 63’te Sane’yi oyundan alıyor, yerine Otamendi sahada. 64’te Jesus müsait pozisyonda kaleyi bulamıyor, City adına kaçan bir fırsat daha. 70’te bu kez Sterling vurmakta geç kalınca kaçırıyor ama bir dakika sonra Lloris’den dönen topu ağlara gönderince fark yeniden ikiye çıkıyor. Savunmanın az adamla yakalandığı hemen her pozisyonda Sterling direk kaleye gidiyor, son vuruşları daha etkili olsa takımının farka gitmesi işten değil! Velhasıl Guardiola bir kez daha mağlup ediyor Pochettino’yu. Tottenham bitime dört kala Liverpool’un arkasından 4. sırada…

Ziya Adnan
17 Nisan 2018

Derbilerin en şahanesi: Merseyside derbisi…

Derbilerin en şahanesi: Merseyside derbisi

Uzaklardan…

Baharın habercisi nisan ayının ilk günlerinde tarihte ilk kez bir Türk futbolcunun forma giydiği ‘Merseyside Derbisi’ oynandı. Mersey, İngiltere’nin kuzeybatısında 112 kilometre boyunca uzanan ihtişamlı bir nehir, 500 bin nüfuslu Liverpool şehri nehrin kıyısına kurulmuş. Haliyle bölge nehrin adıyla biliniyor, derbi de bu adla anılıyor. Bu vesileyle o futbol şehrinin iki takımını hatırlayalım bu hafta, Liverpool derbisine naçizane bir bakış…

Ada futbolunun en uzun soluklu derbisi, 1962-1963 sezonundan günümüze kesintisiz gelmiş, futbol aleminde ‘friendly derbi’ (dostane derbi) olarak biliniyor, şehir kırmızı ve mavi olarak ikiye ayrılmış olsa da Liverpool ve Everton taraftarları çoğu kez yan yana izler takımlarını, aralarında oynanan maçlarda tribün ayrımı uygulanmaz. Derbilere meraklı olanlar bilir, en kanlı olanlarının temelinde mezhep ayrılıkları yatar; ülkenin kuzeyinde, Glasgow şehrinde oynanan dünya futbolunun en eski derbisi mesela: ‘Old Firm’ (Eski Müessese) adıyla nam salmış futbol aleminde; bir tarafta Britanya rejimini benimsemiş Protestanların takımı Glasgow Rangers, diğer yanda İngiltere’nin buyruğunda yaşamaya sıcak bakmayan Katolik İrlandalı göçmenlerin takımı Celtic. Aralarındaki mezhep ayrımı o kadar sert ki, Glasgow Rangers, uzun yıllar takımda Katolik futbolcu oynatmamış. 1989 senesinin yazında, kuruluşlarının 100. yıldönümünde ilk kez Maurice Johnston adındaki Katolik forvete nasip olmuş o tabuyu kırmak. Mezhep ayrılığının yanında sosyal farklılığı da gözlemlemek mümkün, Celtic yoksul göçmen mahallelerinin, varoşların takımı, Rangers ise orta ve üst sınıfın…

Oysa Merseyside derbisinin temelinde hiçbir belirgin coğrafi, siyasi, sosyal ve dini farklılık yok. Maç günü kırmızı ve mavi cümbüşüne dönüşen tribünlerde iki takımın sevdalıları şarkılar eşliğinde yan yana izlerler takımlarını. 1984 senesinde oynanan Süt Kupası finalinde, taraftarların neredeyse tüm maç boyunca birlikte söyledikleri, ‘Merseyside-Merseyside (Are You Watching Manchester?’ (İzliyor musun bizi Manchester?) tezahüratı bu derbinin farklılığını anlatır diğer derbilerdeki husumetlerden sıkılmışlara. Yine de 80’li senelerin ortalarında iki kulübün arasının Heysel faciası nedeniyle gerildiğini unutmayalım. Everton’a gönül verenler takımlarına uygulanan Avrupa yasağından Liverpool’u sorumlu tutmuştu. Ancak Hillsborough faciasından sonra yine kenetlendiler. İki köklü kulübün statları arasındaki mesafe 400 metre, Stanley Park’ın bir yanında Everton’un, diğer yanında Liverpool’un mabedi var. Yeri gelmişken, Ada futbolunun en çok zafer görmüş şehrinin Liverpool olduğunu, iki kulübün toplamda 27 kez şampiyonluk kupasını kaldırdığını hatırlatalım…

Dostane derbi dedik ama dostluk sadece tribünlerde, iş sahaya geldiği zaman ‘Blood and Thunder’ (Kan ve Şimşek) derbisi olarak da nam salmış. Premier Lig tarihinde 51 kez karşı karşıya gelmişler, 21 maçta kırmızı kart çıkmış. Everton sertlikte 14’e 7 önde. Liverpool, hücum futbolunu seven hocası Jurgen Klopp göreve geldikten sonra oynadığı ilk üç derbinin kazanan takımı. Everton en son 2012-2013 sezonunda ligi rakibinin üzerinde bitirdi, Anfield Stadı’nda en son 1999 senesinde kazandı.

Liverpool’dan dem vurup sezonun parlayanını yazmadan olmaz. Bu yazının yazıldığı saatlerde 29 golü, 9 asisti var golcünün. Roma’da forma giydiği zamanlarda İtalyan medyası ‘Mısırlı Messi’ lakabını uygun görmüş 11 numaraya. Hafta içinde Manchester City’e karşı döktürdüğü maçı tamamlayamadan sakatlığı nedeniyle soyunma odasının yolunu tutmuştu Salah. Bu maça da yedek kulübesinde başlıyor. Ev sahibi Everton komşusuna karşı oynadığı son 22 maçın sadece birini kazanabilmiş ama forma giydiği son dört maçta dört gol bulmuş Cenk Tosun formda, sanırım alıştı yeni takımına ve yaşantısına…

Everton 4-2-3-1, Liverpool 4-3-3 dizilişinde başlıyor maça. Kırmızılar, Manchester City’den sonra ligin en golcü ikinci takımı, 32 maçta 75 gol, maç başına gol ortalaması 2,3. Everton ise bulduğu gol sayısından (38) fazlasını kalesinde gördü, son beş maçta üç yenilgileri bulunuyor. Klopp, Şampiyonlar Ligi’nde Manchester City karşısında oynattığı beş futbolcusunu dinlendirmeyi tercih etmiş, golcüsü Salah kadroda yer almıyor, belli ki önceliği birkaç gün sonra oynanacak rövanş maçında. Everton’un savunma ağırlıklı oynadığı, golü fazla düşünmediği ilk yarının en net pozisyonu 17. dakikada yaşanıyor; Solanke’nin vuruşunu mükemmel çıkarıyor Everton kalecisi Pickford. Misafir takımın topa daha çok sahip olduğu, Cenk Tosun’un üçüncü bölgede çok yalnız kaldığı ilk yarı golsüz kapanıyor.

İkinci devre, ilkinin benzeri, 57’de oyundan alınan Rooney’nin hocasına tepkisi Everton’da yaşanan sıkıntıların özeti. Klopp, Mane ve Milner’ı oyundan alınca gidişat değişiyor ama ev sahibi son bölümde yakaladığı net iki fırsatı değerlendiremeyince puanlar kardeş payı. 2010 senesinden beri derbi kazanamayan Everton’da bekleyiş sürüyor. Cenk Tosun’a gelince, kazanma isteği, gol denemeleri, rakip stoperlere göz açtırmaması takdire şayan ama Everton gibi hücumda fazla destek bulamadığı bir takımda oynadığı için ileride top tutabilme becerisini geliştirmeli. Yine de dünyanın izlediği Merseyside derbisinde forma giymek her topçuya nasip olmaz, hele de bizim vasat ligimizden gelmişsen…

Ziya Adnan
9 Nisan 2018

‘Arslan’ın ininden ‘Kartal’ın yuvasına; Ada futbolunun belalı deplasmanları! – II

‘Arslan’ın ininden ‘Kartal’ın yuvasına; Ada futbolunun belalı deplasmanları! – II

Uzaklardan…

Geçen yazıda Ada futbolunun belalı deplasmanlarına, Championship’te play-offu kovalayan Millwall’un aslanın inini andıran The Den Stadında oynadığı maç vesilesiyle giriş yapmıştık. Bu yazıda, başka bir ateşi ve desibeli yüksek deplasman, Güney Londra’da Crystal Palace’ın futbol kokan mabedi Selhurst Park…

Championship’te Millwall’un evinde Nottingham Forest’i devirdiği maçın ertesinde Premier Lig’e tutunma mücadelesi veren Crystal Palace, ilk dördü kovalayan Liverpool karşısında. Bu sezon Selhurst Park Stadında 15 maçta 374.619 taraftar izlemiş maçlarını, maç başı ortalaması 24.975. Onlar da Millwall gibi küçük bir mahallenin takımı. Takıma 1924 senesinden beri ev sahipliği yapan stadın bulunduğu Selhurst 18 bin nüfuslu kendi halinde bir Güney Londra mahallesi. 1948 Yaz Olimpiyatlarıyla birlikte tarihinde ilk kez bir milli maça ev sahipliği yapmış. Tribünlerinden biri kulübün başkanlığını yapan ve 1981 senesinde 71 yaşında aramızdan ayrılmış olan Arthur Wait adında bir Palace sevdalısının adını taşıyor. Çocukluk yıllarında okuldan kaçıp tribünlerde maçlarını izlediği takımın zaman içinde başkanlığına kadar yükselmiş. Hikâyesi yakın geçmişte aramızdan ayrılmış Gençlerbirliği sevdalısı İlhan Cavcav’ı hatırlatıyor. Ülke futboluna onca sene hizmet ettikten sonra, tıpkı Arthur Wait gibi adının en azından 19 Mayıs’ın bir tribününe verilmesi gerekirdi sanırım ama yüz yılı aşan kulüplerin kendilerine ait statları olmayışı da meselenin öbür tarafı. Ne diyelim, ülke futbolunun neresi düzgün ki stat meselesi de sorunsuz olsun!

Selhurst Park’a dönersek, 2017 senesinde The Times gazetesi en belalı deplasmanlardan biri olarak göstermiş Palace yolculuğunu. The Telegraph’a göre maç günleri fanatik Palace taraftarlarının doldurduğu “Holmsdale End” tribünü maç atmosferi açısından tribünlerin en şahanesi. Maç boyunca hiç susmamaları, üstelik desibeli yükseltmek için davul bile kullanmaları futbolda folklor haline gelmiş. 25.456 kapasiteli stadın tribünleri sahaya çok yakın, haliyle rakip takım futbolcularını baskı altına almakta zorlanmıyorlar…

Ateşli taraftarına rağmen Ada futbolunun asansör takımlarından Palace. 90’lı senelerde altı sezonda üç kez küme düşmenin acısını yaşadılar. 28 kişilik kadronun değeri 195 milyon Sterlin, hücum hattındaki Zaha takımın en değerli oyuncusu, yaz dönemimde taliplileri sıraya girecektir sanırım. Bu sezon onun sakatlığı nedeniyle kadroda olmadığı 9 maçı kaybettiler, böylesine önemli 11 numara. Liverpool karşısında 4-4-2 dizilişinde ev sahibi, hücumda Zaha ve Benteke. Ligde rakibine karşı oynadığı son üç maçta puan bulamadılar. Onlar adına bu maçtaki en büyük tehlike Liverpool’un Mısırlı Messi’si Salah; bu sezon 28 gol, 9 asisti var gol canavarının…

İlk dakikalarda rakibi sahasına hapsediyor Liverpool, ama kaptığı toplarda Zaha’yı buluşturup çabuk çıkıyor Palace.12. dakikada Liverpool kalecisi Karius onu ceza sahasında indirince penaltı kazanıyor ev sahibi, Milivojevic kaçırmıyor. Tribünlerden yükselen gol sevincinin uğultusu görülmeye değer. Liverpool onca hücum gücüne rağmen hâlâ üst düzey bir kaleciye sahip olamamanın sıkıntısını fazlasıyla yaşıyor. Golden sonra iyi kapanıyor Palace, orta sahasını savunma dörtlüsüne yakın oynatıp Salah ve Mane gibi arkaya çabuk sarkan hücumculara boş alan bırakmıyor. Rakibin her hatalı pasını bir matadorun kızgın boğa karşısındaki ustalığını hatırlatan “Hey!” nidalarıyla karşılıyor tribünler, bu statta misafir takım evinden ırak olduğunu fazlasıyla hissediyor. 30. dakikadan sonra artıyor Liverpool’un baskısı, sağ kanatta Arnold, solda Robertson çizgiye indikleri pozisyonlarda Palace kalesinde tehlikeli. Salah bildiğimiz gibi, Palace savunmasının solunda Aanholt’un yakın markajına rağmen hemen her pozisyonda golü kokluyor. Devrenin bitimine yakın Mane’in kafasını çizgide çeliyor kaleci Hennessey. Liverpool topa yüzde 76 oranında sahip olduğu, 11 kez rakip kaleyi yokladığı yarıyı geride kapatıyor…

24.951 taraftarın önünde ikinci devreye rakip kaleyi ablukaya alarak başlıyor misafir takım. Beraberlik golünü bulmaları da uzun sürmüyor, Milner’in asistini yakın mesafeden kaçırmıyor Mane. 50 ile 55. dakika arasında iki net pozisyondan yararlanamıyor Benteke, çalışkanlığı bir yana, lige tutunmaya çalışan bir takım için fazlasıyla cömert 17 numara. Sanırım kaçan iki pozisyon maçın kırılma anları. Son 20 dakikada oyuna sonradan giren Lallana’nın sakatlanmasıyla 3-5-2’ye dönüyor Liverpool. Taraftarını da arkasına alarak baskıyı artıyor Palace, 79’da Salah müsait pozisyondan yararlanamıyor. Ama onun gibi golcüye fazla fırsat verilmez, 85’te Robertson’un pasında yakın mesafeden kaçırmıyor 11 numara. Velhasıl ateşli taraftarına rağmen yakaladığı pozisyonları gole çevirememenin sıkıntısıyla kümede kalma savaşında altından değerli üç puanı rakibe kaptırıyor Crystal Palace, savunma hataları onları düşme potasına biraz daha yaklaştırıyor. Liverpool’a gelince, savunması sezon boyunca alıştığımız hatalarını bu maçta da tekrarlıyor. Klopp’un önceliği kaleci ve stoper olmadığı sürece Mısırlı futbol tanrısına rağmen şampiyonluk Kafdağı’nın ardındaki Anka kuşu misali kadar uzak!

Ziya Adnan
8 Nisan 2018

“Arslan”ın ininden “Kartal”ın yuvasına, Ada futbolunun belalı deplasmanları! – 1

“Arslan”ın ininden “Kartal”ın yuvasına, Ada futbolunun belalı deplasmanları! – 1

Uzaklardan…

3. Ligden 2. Lige (Championship) terfi ettiği 2016-2017 sezonunda evinde oynadığı 23 maçta 214.814 futbolseveri ağırlamış Millwall, maç başına taraftar ortalaması 9.340. Uzaklarda, maç günleri boş stat manzaralarına alıştığımız ülkemiz futboluyla kıyaslanınca ortaya çıkan fotoğraf hazin. Bilmeyenler için, geçmiş zamanda tersaneleri ile nam salmış, Thames nehrinin kıyısına kurulmuş şimdilerde eski ile yeninin birbirine karıştığı 111 bin nüfuslu tarihi Bermondsey mahallesinin mavi beyazlı takımı, nam-ı diğer ‘Arslanlar’… Nüfusu neredeyse Ankara’nın Polatlı ilçesi kadar, 20.146 kapasiteli mabetleri ‘The Den’ 1992-1993 sezonunda ilk kez futbolsevere kapılarını açtı. Ada futbolunun en belalı deplasmanlarından… West Ham United FC ile amansız rekabetlerini anlatan Green Street Hooligans (2005) filmi görülmeye değer. Hayatın siyah beyaz olduğu zamanlarda bile hikâyesi hep benzer olmuş. 60’lı senelere kadar Ada’da tüm maçlar cumartesi günleri saat 15.00’te başlarmış, Millwall maçları hariç. Tersane işçileri cumartesi günleri yarım gün çalıştıkları için takımın maçlarına yetişebilsinler, takımlarından ayrı kalmasınlar diye biraz geç başlarmış onların maçları. O yıllarda 3. Ligde mücadele etmelerine rağmen ortalama 40 bin taraftar doldururmuş tribünlerini ve hiçbir maçta, hangi koşulda olursa olsun rakip takımı asla alkışlamazlarmış. Centilmenlikten nasiplerini almamışlar anlayacağınız. Tezahüratları o günlerden miras: “No One Likes Us, We Don’t Care” (Kimseler sevmez bizi, çok da umurumuzda!) 1988 senesine kadar ülkenin en üst liginde yer alamamış yegâne Londra takımı olarak kalmışlar. 2000’li senelerde boy gösterdikleri Premier Lig’de kalıcı olamazken şimdilerde Championship’te play-off’a kalma mücadelesi veriyorlar. Bu sezon evlerinde oynadıkları maçlarda 12.661 taraftar ortalaması yakaladılar.

Mart ayının son günlerinde, Millwall’un konuğu Nottingham Forest, ülkenin kuzeyinde, East Midlands bölgesinde, Leicester ve Derby şehirlerinin hemen yanı başında yer alan 300 bin nüfuslu Nottingham şehrinin takımı. 70’li senelerde yalnız Ada futbolunda değil Avrupa mabetlerinde de esmiş kükremişler ama zaman içinde düşüşe geçtiler. 2017-2018 sezonunda şampiyonluk yarışında olmamalarına rağmen mabetleri City Ground’da 24.926 taraftar ortalamasıyla oynuyorlar. Ligde şampiyonluğa oynayan iki takım Aston Villa (31.649) ve Wolverhampton Wanderers’ın (28.068) maç başına taraftar ortalamaları futbolun marka değerini anlatıyor görmesini bilenlere.

24 takımlı Championship’in kadro değeri olarak en mütevazı takımlarından biri Millwall… 29 kişilik kadrosunun toplam değeri 12,3 milyon sterlin, en değerli oyuncusu orta sahada görev yapan 24 yaşındaki George Saville. Kariyerine Chelsea’de başladı, forma şansı bulamayınca alt liglerde top koşturdu. Bu sezon 37 maçta 9 golü var. Evinde son 13 maçında yenilgisi olmayan ev sahibi 4-4-2 dizilişinde. Hücum hattında 23 yaşındaki 14 numaralı formasıyla Jed Wallace, 6 gol 10 asistle oynuyor. Maçın ilk dakikasında golü buluyor Millwall, Marshall’ın ortasına kafayı vuran Williams. Gol sonrasında tribünlerden yükselen gol sevincinin uğultusu tüm mahalleden duyulmuştur sanırım. Golden sonra baskı kuran kırmızılı Forest ama kaptığı toplarda çabuk çıkıyor Millwall, duran toplarda 9 numaralı Gregory en tehlikeli silahları. 2013-2014 sezonunda 3. Ligde 29 golle gol krallığı yaşayan 1.88’lik forvet oyuncusu 38’de golünü atıyor, asist emektar kaptanları Morison’dan. Forest’in topa daha çok sahip olduğu (yüzde 74) ama pozisyon üretemediği devre ev sahibinin iki farklı üstünlüğüyle kapanıyor.

16.004 taraftarın önünde farkı azaltmak için başlıyor devreye Forest ama 3. bölgede etkisizler. Göze batan oyuncuları forvet arkasında oynayan 15 numaralı Tomlin, 29 yaşında Leicester City’nin altyapısından yetişmiş. Sezonun en az gol yiyen takımlarından Millwall orta sahasını savunmaya yakın oynatarak rakibe boş alan bırakmıyor. Maçı ilk yarıda bulduğu gollerle kazanarak play-off potasına biraz daha yaklaşıyor hırçın taraftarıyla futbol filmlerine konu olmuş mahallenin takımı. Maç sonunda eski toprak bir Millwall taraftarıyla sohbet ediyorum. Gençlik yılları mahallede geçmiş, şimdilerde uzaklarda yaşıyormuş ama takımının her maçında tribünlerde yerini alıyormuş. The Den Stadı’ndan bahsederken ‘Holly land’ (kutsal topraklar) diyor. Yüzü gülüyor Millwall sevdalısının…

Bu vesileyle Millwall Teknik Direktörü Neil Harris’e de selam çakmadan geçmeyelim. 1977 doğumlu futbol adamı kariyerine 1996 senesinde Cambridge City’de başladı. 1998-2004 ve sonrasında 2007-2011 arasında Millwall’da forma giydi. 138 golle kulüp tarihinin en büyük golcüsü, haliyle taraftarın da sevgilisi. 2013-2015 arasında U21 takımını çalıştırdı. 2015’ten beri A takımın başında, Ada futbolunun yıldızı yükselen teknik direktörlerinden. Gelecekte adını daha sık duyacaksınız sanırım.

Ziya Adnan
3 Nisan 2018

Charlton Athletic FC: Sevdanın ligi olmaz!

Charlton Athletic FC: Sevdanın ligi olmaz!

Uzaklardan…

Charlton Athletic… Londra’nın güneydoğusunda 14.385 nüfuslu Charlton mahallesinin kırmızı beyazlı takımı, nam-ı diğer ‘Red Robins’ (Kızıl Saksağanlar). Milli maçlar nedeniyle verilen aradan yararlanıp, 3. Ligin sessizliğinde izlediğimiz o köklü takımı hatırlayalım bu hafta, endüstriyel futbolun zenginliğinde giderek büyüyenlerin yanında altlarda play-off’u zorlayan takımın hal ve gidişini anlatalım meraklısına…

Mahalle de takımı gibi kendi halinde, en bilindik yanı İngiltere tarihinde suikast sonucu hayatını kaybetmiş yegâne Başbakan Spencer Perceval’ın mezarının bölgede yer alan St Luke’s klisesinde olması. 1905 senesinin yazında mahallenin topa meraklı gençleri tarafından sağlık için spor amacıyla kurulmuş. 1920 senesinde profesyonelliğe geçiş yapmış ve 1921’de liglere kabul edilmiş. Sonrası genelde alt liglerde geçen, zaman zaman saman alevi misali parladıkları asansör takımların izlerini taşıyan zamanlar. 80’li senelerin ortalarından 90’lara kadar en üst ligde mücadele edip sonrasında düştüler. 2000-2007 arasında yeniden elitlerin karşısında izledi onları futbolseverler fakat yine tutunamadılar. Ama düşmekten de kötüsü var. 1985 senesinde evsiz kaldılar, kulübe 1919’dan beri ev sahipliği yapan The Valley Stadı çok eskiyince yerel belediye tarafından vetoya uğradı. Gel gör ki kulübün parası olmadığından futbol mabetlerini yenileyemediler. Yerel belediye de stadı güvenli görmediği için izin vermeyince maçlarını Crystal Palace’ın Selhurst Park Stadı’nda oynamak zorunda kaldılar. Bu gelişme futbol tarihinde bir ilki yarattı, 1990 belediye seçimlerine taraftarlarının kurduğu ‘The Valley’ partisiyle katıldılar. Manifestolarında tek hedef vardı, evlerine dönmek! Parti 15 bine yakın oy almasına rağmen seçimi kazanamadı ama daha önce görülmemiş bu hareketin getirdiği ses karşılık buldu ve kulüp 1992 senesinin aralık ayında yedi sene ayrı kaldığı yuvasına geri döndü.

Velhasıl hikâyesi biraz bizim Hacettepe’yi hatırlatıyor. Yaşı yetmeyenler için 1960’lı senelerde Türk futbolunun önemli takımlarındandı mor beyazlılar. 70’li senelerin başında İhsan Doğramacı’nın hastane projesinin neticesinde mahalle istimlâk edilip meskûnlar dağıtıldı. Geride bir mahallenin enkazı üzerine yükselmiş, adını mahalleden alan bir hastane kalmıştı. Zaman içinde yalnız mahallesini değil, mor-beyazını da yitirdi mahalle sakinleri. Onlar Charlton Athletic kadar şanslı çıkıp evlerine dönemediler. Şimdilerde 2. Lig Beyaz grupta play-off’a kalmak için mücadele veriyor Ankara’nın eski takımı, ne diyelim dönsünler artık…

Charlton Athletic’e dönersek, Premier Lig’de boy gösterdikleri zamanlarda en başarılı sezonları, 2003-2004, ligi 7. sırada bitirdiler. Ama takımın dinamosu Scott Parker’ı 10 milyon sterlin karşılığında Chelsea’ye satınca düşüşe geçtiler. Charlton’u yazıp da 1987-1998 arasında takımın formasını giymiş forvetleri Carl Leaburn’u atlamak olmaz. Çalışkanlığına diyecek olmasa da son vuruşlarda pek etkili değildi 8 numara. Bir dönem 89 maçta sadece dört gole ulaşınca taraftarların bastırdığı efsane tişörte malzeme olmuştu: “Carl Leaburn gol attığında oradaydım!” Ne diyelim, taraftar aleminde bahtsız forvetini mizah konusu yapmak da var…

Takım şimdilerde League One’da (3. Lig) mücadele ediyor. 25 kişilik kadronun değeri 8,5 milyon sterlin, yaş ortalaması 25,2. Geçen günlerde ayrılan Karl Robinson’un yerine yardımcısı Lee Bowyer takımın teknik direktörlüğüne getirildi. 41 yaşındaki eski orta saha oyuncusu profesyonel futbola 1994 senesinde takımda başladı, sonrasında Leeds United ve West Ham’da top koşturdu. 2011 senesinde Birmingham City ile Lig Kupasını kazandı. Kadronun en değerli oyuncusu orta sahada görev yapan 23 yaşındaki Jake Forster-Caskey. İngiltere Milli Takımının 21 yaş altı tüm gruplarında forma giydi. Takıma ev sahipliği yapan The Valley Stadı 27.211 kapasiteli. 2016-2017 sezonunda evlerinde oynadıkları 23 maçta 11.162 taraftar ortalaması yakaladılar. Uzaklarda, Anadolu takımlarının maçlarındaki boş tribün manzaralarını görünce ülke futbolunun neden geri kaldığı aşikâr! Daha önce de yazmıştık, maç günleri tribünlerini dolduramayan bir coğrafyanın futbolu ilerlemez ve sevdanın ligi olmaz, ah bir anlasalar…

Baharı çağıran o güzel Londra gününde Charlton Athletic’in konuğu play-off’u zorlayan 265 bin nüfuslu Plymouth şehrinin yeşilli takımı Argyle. Geçen sezon 4. Lig’den yükseldiler, onların da hedefi gelecek sezon Championship’de boy göstermek. 12 numaralı formayı sadece taraftarlar için ayırmışlar. 4-2-3-1 dizilişinde kırmızı formalı ev sahibi, henüz 3. dakikada 2 numaralı sol bekleri Page’in golüyle öne geçiyor. Orta sahanın sağında 22 yaşındaki Ganalı Fosu çabukluğu, oyun zekâsıyla takımın göze batanlarından. 17’de Zyro’nun kafa golüyle fark ikiye çıkıyor. Alt lig diye hor görmeyin, golün hazırlanışı futbol okullarında ders diye gösterilir. İki takımın da oyunu geriden kurduğu, geniş alanları kullandığı ilk yarı, fırsatları değerlendiren ev sahibinin üstünlüğüyle kapanıyor.

13.989 taraftarın önünde farkı azaltmak için başlıyor Plymouth Argyle ikinci yarıya ama 3. bölgede pozisyon yaratmakta zorlanıyor. Hücumda daha çabuk çoğalan, kaptığı toplarda direk kaleye gidebilen ev sahibi, Fosu’nun topla buluştuğu anlarda etkili. Misafir takımın maç boyunca rakip kaleyi bulan pozisyonun olmayışı, ev sahibinin yedi gol denemesi bu maçın özeti. Velhasıl bu galibiyetle 8. sıraya, play-off potasının hemen altına yerleşiyor Charlton Athletic. Tıpkı bizim Hacettepe gibi onların da şans melekleri yanlarında olsun…

Ziya Adnan
27 Mart 2018

Queens Park Rangers: Deli Mavi…

Queens Park Rangers: Deli Mavi…

Uzaklardan…

O yıllara yetişmiş olanlar hatırlar, Premier Lig’in kurulduğu 1992-1993 sezonunda ligi Liverpool’un üzerinde, 5. sırada bitirmişti Queens Park Rangers, kısaltılmış adıyla QPR, Batı Londra’nın Shepherd’s Bush mahallesinin mavi beyazlıları. Kökleri 1882 senesine kadar uzanıyor, bu sene 136. yaşını kutlayacak, dile kolay. Futbol aleminin şampiyonluk yarışlarına, elitlerin ligine odaklandığı zamanlarda, hiç değilse yaşına hürmeten şehirdaşın halini hatırını sormak âdettendir diyerek hatırlayalım günümüzde Championship’te eskiyi özleyen Londra takımını. Hafta sonunda oynadıkları Batı Londra derbisi vesilesiyle hal ve gidişlerine göz atalım…

70’li senelerin ortası kulübün en başarılı olduğu zamanlar, 1976 senesinde lig şampiyonluğunu Liverpool’un ardından bir puan farkla kaçırmışlar. Bu onların tarihteki en iyi dereceleri. 1981-1982 sezonunda Federasyon Kupasını finalde kaybettiler. Premier Lig’in ilk üç sezonunda üst sıralarda zirveyi zorlarken sonrasında düşüşe geçtiler ve toparlanamadılar. 1995-1996 sezonunun sonunda 2. Lige düştüler. Takımın o senelerdeki en önemli gol silahı, bir zamanlar Beşiktaş forması giymiş Les Ferdinand’ın altı milyon Sterlin karşılığında Newcastle United’a transfer olması kötü sonu hazırlayan etkenlerden. Kâbus bununla da bitmedi, 2000-2001 sezonunun sonunda oynadığı 46 maçta sadece 7 galibiyetle 3. Ligi boyladılar…

Çokları bilmez ama bir dönem Ada futbolunun en zengin kulübüydü QPR, 2007 senesinin aralık ayında o dönem dünyanın en zengin 10 adamı arasında gösterilen işadamı Lakshmi Mittal kulübün yüzde 20’sini satın alınca umutlanmıştı sevdalıları. Ama olmadı, ne beklenen transferler geldi ne de kupalar! O yıllarda kulübün zenginliğiyle ilgili yorumlara şöyle cevap vermiş kulübün hissedarlarından ‘Formula One’ ile adını duyurmuş işadamı Bernie Ecclestone: “Biz zengin bir kulüp değiliz, sadece zengin bir başkanımız var!”

15 sene ayrı kaldıkları Premier Lig’e 2011’de geri döndüler ama tutunamadılar. 2013-2014 sezonunda play-off maçları sonunda yeniden döndüler bıraktıkları yere ama ancak bir sezon dayanabildiler. Şimdilerde Championship’te niceleri gibi eskiye ağıt yakıyor Ada futbolunun eski kulübü, bu yazının yazıldığı saatlerde 24 takımlı Championship’te 15. sıradalar. Bakmayın kupasız geçen zamanlara, sevdalıları umutla bekliyor güzel günleri. Geçen sezon evlerinde oynadıkları maçlarda 14.616 taraftar ortalaması yakaladılar. Efsaneleri Stan Bowles şimdilerde 69 yaşında, taraftarlar grubunun başkanlığını yapıyor…

•••

Mart ayının ortalarında, bitmek bilmeyen kışın şehri dondurduğu zamanlarda QPR Batı Londra derbisinde komşusu Fulham karşısında. 28 kişilik kadronun değeri 33,5 milyon Sterlin. Slavisa Jokanovic’in Fulham’ı 2018 senesinde ligde en fazla puan toplayan takım, en çok atıp (29), kalelerinde en az golü (6) görmüşler. Takıma ocak transferinde Newcastle United’dan kiralık olarak katılan Aleksandar Mitrovic son maçların gol makinesi, 5 maçta 7 golü var 23 yaşındaki Sırp golcünün. 18 yaşına bastığı zamanlarda UEFA tarafından en iyi 19 yaş altı futbolcular arasında gösterildiğini hatırlatalım…

QPR 4-4-2 dizilişinde başlıyor maça, rakibe karşı oynadıkları son 13 maçın ancak ikisini kazanabildiler. Gol umutları Mattt Smith 1989 doğumlu, kariyerinde alt lig takımlarında forma giydi, 2014 senesinde Fulham’ın saflarına katıldı ama fazla forma şansı bulamadı. 2017 senesinin ocak ayında transfer olduğu QPR’da 45 maçta 11 golü var. Maçın ilk dakikalarından itibaren oyunu kontrol eden, tempoyu ayarlayan ev sahibi Fulham, orta sahanın solunda 17 yaşındaki Sessegnon ligin en değerlisi, yaşı nedeniyle 2018 Dünya Kupasında İngiltere Milli Takımında yer almayacaktır muhtemel. 34’te kaptan Cairney ile öne geçiyor Fulham, orta sahada kaptıkları hemen her topta pozisyon buluyorlar. Devrenin bitimine yakın Sessegnon’un lokum pasını gole çeviriyor Piazpon. O gol QPR’ı canlandırıyor, 45’te duran top organizasyonundan Luongo’nun volesiyle farkı bire indiriyorlar. Misafir takımın topa yüzde 28 oranında sahip olduğu, rakip kaleyi iki kez yokladığı devre Fulham’ın üstünlüğüyle kapanıyor…

İkinci devreye yine savunmada başlıyor QPR, orta sahada pres eksikliği, kaptırdıkları toplar en önemli zaafları. Ama 60’tan sonra canlanıyor misafir takım, orta sahada Luongo en göze batan oyuncuları. 25 yaşındaki Avustralyalı, profesyonel kariyerine 2011 senesinde Tottenham’da başladı. Son 15’te beraberlik için yükleniyorlar, aradıkları golü de 80’de buluyorlar. Fulham savunmasında Odoi’nin kaptırdığı topu gole çeviren Wszolek. Velhasıl, 23.347 taraftarın şahitliğinde takımlar puanları paylaşırken evinde puan kaybeden Fulham 3. sıradaki yerini koruyor. QPR ise bildiğiniz gibi orta sıraların müdavimi. Maç sonunda teknik direktörleri İan Holloway kadrosunun genç olduğunu, rakibe bazen fazla saygı gösterdiklerini, daha agresif olmaları gerektiğini vurguluyor…

Sahi, ne diyordu o köklü takımın şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş hikâyesini hatırlatan o güzel şarkıda: “Eski ve yırtık ve solgun ve durgun, ama duvarımda bak atamam, sevdalı resimleri…” Onlar da komşusu Fulham gibi dönsünler artık, şehirde batı sadece Chelsea’den ibaret olmasın…

Ziya Adnan
20 Mart 2018

Cenk Tosun söyleşisi…

Gollerini Premier Lig’de sürdüren Cenk Tosun, BirGün’e konuştu: Büyük bir ülkeyiz ve büyük bir potansiyelimiz var ama maalesef çok fazla açılamıyoruz. Benim gelişim inşallah bir kıvılcım olur

Son sezonlarda bizim takımlardan Premier Lig’e transfer olan yegane futbolcu, 1991 senesinin yazında Almanya’da açtı dünyaya gözlerini; küçük yaşlarda saflarına katıldığı Eintracht Frankfurt’la 17 yaşında profesyonel sözleşmeye imza atarken, sonrasında bizim coğrafyada Gaziantepspor’da adını duyurdu. 2014-2018 arasında forma giydiği Beşiktaş’ta parladı yıldızı, 2018’in Ocak ayında Everton’a transfer oldu. Everton deyip geçmeyin, Ada futbolunun en köklü takımlarından, tarihinde 9 defa şampiyonluk kupasını kaldırdı. 2016-2017 sezonunda evlerinde oynadıkları 19 lig maçında 39 bin 310 taraftar ortalaması yakaladılar. Velhasıl her futbolcuya nasip olmaz böyle bir takımda forma şansı bulabilmek, hele de Türkiye gibi Avrupa’nın ortalama bir liginde top koşturuyorsan… Ama o bunu başaranlardan; çalışkanlığı, mütevazı duruşu, efendiliğiyle örnek bir futbolcu, karşınızda Cenk Tosun…

»Bize biraz Beşiktaş öncesinden bahseder misin? Almanya günlerinden, Türk futboluna, Gaziantepspor’a gelişinden…

Ben futbola çok erken başladım, 3,5 yaşındayken oturduğumuz köyde oynardım. Yine erken ama 6 yaşında Eintracht Frankfurt’un miniklerine katıldım. Yaklaşık 12 sene kulübün altyapısında eğitim aldıktan sonra 17 yaşındayken kulüple profesyonel sözleşme imzaladım. O zamanlar takımın teknik direktörlüğünü Michael Skibbe yapıyordu ve takımda kendi milli takımlarında oynayan üç dört futbolcu vardı, o yüzden fazla forma şansı bulamadım. Onun öncesinde, iki, üç sene Tolunay Kafkas hoca beni Kayserispor’a transfer etmek istiyordu, olmadı. Sonra kendisi Gaziantepspor’a teknik direktör oldu, orada da beni transfer etmek için çok uğraştı. Benim de hocaya ve takıma çok içim ısındı. İyi ki gitmişim, doğru yolu seçtiğime inanıyorum, orada çok güzel 3,5 sene geçirdim. Kendimi geliştirip büyük takıma gitmek istedim, yoksa Eintracht Frankfurt’tan da üç büyüklere transfer olabilirdim ama ligi tanıyıp, kendimi fiziksel olarak geliştirdikten sonra daha büyük bir takıma transfer olmayı tercih etim…

»Everton’a transferin nasıl gerçekleşti, aklında bir gün Premier Lig’de oynama düşüncesi var mıydı?

Neredeyse tüm röportajlarımda en büyük hayalimin İngiltere’de, Premier Lig’de oynamak olduğunu dile getirdim. Çok severek izlediğim bir lig ve bence dünyanın en iyi ligi. Geldiğim kulübün Everton gibi köklü ve büyük bir kulüp olması benim için ayrıca mutluluk kaynağı. Futbol kültürü ve tarih olarak çok önemli bir kulüp. Ada futbolunda dokuz sezonda şampiyonluk kupasını kaldırmışlar, kupalar kazanmışlar. Benim için böyle bir takımın formasını giymek mutluluk ve gurur verici. Daha her şeyin başındayız ama inşallah ben de bu ligde kendimden söz ettirmek istiyorum.

»Klasik yerli futbolcu profilinden çok farklı bir görüntü sergiliyorsun. Bu seviyeye de tırnaklarınla kazıyarak geldin. Türkiye gibi kaotik bir futbol ortamında mental açıdan nasıl bu kadar güçlü kalabildin?

Türk futbolundan Premier Lig’e gelip de başarılı olabilen futbolcu sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor ne yazık ki. Emre Belözoğlu, Tuncay Şanlı, Tugay Kerimoğlu ilk anda sayabildiklerim. Türk futbolundan yurtdışına transfer olabilmek gerçekten çok kolay değil. Türk ligine çok değişik bakıyor Avrupa takımları, ben onu anladım. Şampiyonlar Ligi’nde oynadığım futbolla buraya geldiğimi söyleyebilirim. Ligde geçen sezon 20 gol kaydettim, bu sezon da iyi performans gösterdim ama Şampiyonlar Ligi’nde attığım goller konuşuldu. Avrupa’nın büyük liglerinde Türkiye’den giden çok futbolcunun forma giymesini, ülkemizi temsil etmesini gerçekten çok isterim. O kadar büyük bir ülkeyiz ve o kadar büyük bir potansiyel var ki ama maalesef çok fazla açılamıyoruz. Benim gelişim inşallah bir kıvılcım olur. Sizin de dediğiniz gibi beni ayakta tutan hayallerim ve İngiltere’de futbol oynama isteğim oldu.

»Premier Lig’deki ilk haftalarında fiziksel olarak zorlandığını söylemiştin, haftalar geçtikçe saha içinde çok daha rahat hareket eden bir Cenk var sahada; bu anlamda Premier Lig’i nasıl değerlendiriyorsun? Bizim Süper Ligle karşılaştıracak olursak ne gibi farklılık var?

Benim biraz da şanssızlığım, devam eden bir lige geldiğim için takım arkadaşlarım fizik olarak daha iyi durumdaydı. Ben 7-8 günlük devre arası tatili geçirdim, sonra geldim ve direkt ilk 11’de Tottenham ve West Bromwich Albion karşısında sahaya çıktım. Zorlanmadım desem yalan olur çünkü Premier Lig tempo ve güç konusunda inanın Türk futbolundan çok farklı. Her şeyden önce çok hızlı futbol oynanıyor. İlk maçımdan sonra babamla konuştuğumda kendisine de söylemiştim. Top taca, auta çıkmasa maç durmuyor, top iki kale arasında adeta mekik dokurken zevkli ama bir o kadar da fizik olarak yorucu oluyor. Burada hakemler çok gerekmedikçe maçı kesmiyorlar, sahada çatır çutur kemik sesleri geliyor, hakem oyunu devam ettiriyor, o da çok hoşuma gidiyor. Hakemler mecbur kalmadıkça maçı durdurmuyorlar, o yüzden de maçlar futbolseverlere keyif veriyor. Boşuna demiyorlar, izlemesi en keyifli lig Premier Lig diye.

»Benim Türk futboluna dair naçizane gözlemim, futbolseverin genelde üç takımın taraftarı olduğu, bunun da rekabeti öldürdüğü yönünde. Oysa İngiltere, Almanya gibi ülkelerde futbolsever doğup büyüdüğü şehrin takımına sevdalı, bizde de böyle olması gerekmez mi?

Katılıyorum. Ülkemiz taraftarları genelde dört takımı tutuyorlar. Almanya’da benim oynadığım Eintracht Frankfurt ligi genelde orta sıralarda bitiren bir takımdı. Ama her maçımıza 50.000 seyircimiz gelirdi. Burada, Everton kulübünde de böyle… Kombine biletler bitmiş durumda. Gelecek sezonlar için bile kombine alabilmek mümkün değil. Burada yaşayan insanlar ya Everton ya da Liverpool taraftarı. Bu da gerçekten benim çok hoşuma gidiyor. Ülkemizde de bir gün inşallah böyle olur.

»Everton hakkında ne düşünüyorsun? Biliyorsun Everton çok köklü ve benim de sevdiğim bir kulüp. Örneğin Wayne Rooney gibi bir efsane ile birlikte oynuyorsun. Takım arkadaşlarınla bağın, ilişkin, iletişimin nasıl?

Çok büyük ve köklü bir kulübe geldim. Uyum süreci çok zor olmadı. Arkadaşlarım beni çok sıcak karşıladılar ve hemen aralarına aldılar. Aileden biriymişim gibi davrandılar. Rooney gibi bir efsane ile aynı takımda oynamak gerçekten çok güzel ve gurur verici. Hem saha içinde ve hem de saha dışında kalitesini çok belli ediyor. Bana çok yardımcı oldu. Aynı zamanda eski forvetimiz ve yardımcı hocamız Ferguson da çok destek oluyor. O da forvet oyuncusu olduğu için forvetin halinden anlıyor. Bana her zaman inandı ve desteklemeye devam etti. “Sen devamlı çalış. Golleri attıkça arkası gelecek” diyor. Dediğim gibi uyum süreci çok zor olmadı. Sağ olsunlar, taraftarlarımız da beni çok seviyorlar. Beklentileri büyük. Ben de bu beklentilerini karşılamak için elimden geleni yapacağım.

Everton’da efsane olmak istiyorum

»Bu seviye Cenk Tosun için yeterli mi, yoksa dünya devlerinde oynamak gibi bir hedefin var mı?
Tabii var, daha önce de dediğim gibi ben kendime her zaman yeni bir hedef koydum. Everton kulübüyle dört buçuk sene sözleşme imzaladım, inşallah yıllarca takıma hizmet eder, kulübün efsaneleri arasına girerim ama benim de hedeflerim var, mümkün olursa buradan da daha büyük bir kulübe gitmek isterim.

»Gaziantepspor maddi sıkıntılarla boğuşuyor ve 2. Lig’e düştü. Bu konuda ne düşünüyorsun?

Evet, maalesef… Çok üzülüyorum. Beni Cenk Tosun yapan kulüp Gaziantepspor’dur. Çünkü benim için her şey orada başladı. O yüzden gerçekten çok üzülüyorum. Yazılı ve görsel medyadan okuyorum ve takip ediyorum. Birlikte oynadığım birkaç arkadaşım var. Zaten futbolcuların çoğu gitti. Altyapıdan çıkan çocuklarla oynuyorlar. Yani koskoca Gaziantepspor’un, Avrupa’da mücadele etmiş, Türkiye’yi o kadar gururlandırmış bir kulübün bu duruma düşmesi gerçekten çok üzücü. İnşallah yiğit ve varlıklı bir kişi Gaziantepspor’a sahip çıkar da yeniden güzel yerlere gelirler.

»Everton günlerin, Liverpool’da yaşam nasıl geçiyor, İstanbul’u özlüyor musun?

Şimdilik Manchester’da bir apartmanda yaşıyorum, İlkay Gündoğan ile aynı binada kalıyoruz. Geçen hafta o da bunu bir söyleşisinde bunu belirtmiş. Manchester’da hayat güzel, Almanya’daki yaşama çok benziyor. Almanya’da dünyaya geldiğim için uyum sağlamakta zorluk çekmedim. İlkay ile sık görüşüyoruz, çok iyi bir insan ve çok da iyi futbolcu…

***

Cenk maçı kazandırdı

CENK, Premier Lig’de gollerine devam ediyor. Yıldız oyuncu, takımının Stoke City’i 2-1 mağlup ettiği maçta galibiyetin mimarı oldu ve takımının iki golünü de kaydetti, ligdeki gol sayısını 4’e çıkarttı. Yoğun kar yağışı altında geçen mücadelede 30. dakikada Stoke City kırmızı kart gördü. Charlie Adam rakibine yaptığı sert hareket nedeniyle takımını 10 kişi bıraktı. İlk yarı 0-0 sona erdi. Dakikalar 69’u gösterdiğinde sahneye çıkan milli yıldızımız Cenk Tosun attığı golle Everton’ı 1-0 öne geçirdi. 77’de 10 kişilik Stoke City’de Moting golü attı ve durumu 1-1 yaptı. 84. dakikada bir kez daha sahneye çıkan maçın yıldızı Cenk Tosun, Walcott’un asistinde topu ağlara göndererek Everton’ı 2-1’lik galibiyete taşıdı. Bu sonuçla Everton puanını 40 yaparken, Stoke City ise 27 puanda kaldı.

Cenk Tosun’a ve Everton kulübüne bu güzel ve içten söyleşi için teşekkür ederiz.

Ziya Adnan
18 Mart 2018

Premier Lig seyir defteri: West Brom’dan West Ham’a; uçurumun kenarında…

Premier Lig seyir defteri: West Brom’dan West Ham’a; uçurumun kenarında…

Uzaklardan…

Avrupa’nın beş büyük ligine göz atıyorum, Bundesliga’da Bayern Münih 26 maç sonunda takipçisi Schalke’nin 20 puan önünde lider. Ligin sonuncusu FC Köln ile arasındaki puan farkı 49. İtalya Serie A’da lider Napoli üçüncü sıradaki Roma’ya 16 puan fark atmış. Fransa Ligue 1’de, PSG üçüncü sıradaki Marsilya’nın 18 puan önünde. Premier Lig’de bu sezon sadece bir yenilgisi olan Manchester City ile ikinci Manchester United arasındaki puan farkı 16. Görünen o ki paranın egemen olduğu, zenginlerin domine etiği günümüz futbolunda heyecan şampiyonluk yarışında değil, kümede kalma savaşında. Geçenlerde The Telegraph, 20 takımlı Premier ligin yarısının kümede kalma savaşında olduğunu, lig tarihinde daha önce böyle bir çekişme yaşanmadığını, mesela 2005-2006 ve 2007-2008 sezonunda mart ayında sonuncu takımla 10. arasındaki puan farkının 25’ten fazla olduğunu yazıyordu. Ne diyelim, değişen zamanların göstergesi. Velhasıl 18. sıradaki Crystal Palace ile 11. Brighton Hove Albion arasındaki puan farkının sadece 7 olduğu zamanlarda, lige tutunma savaşındakileri West Ham’ın evinde oynadığı Burnley maçı vesilesiyle hatırlayalım bu hafta…

Oynadığı 29 maçta sadece üç galibiyet alabildi, ligin dibine demir atmış West Bromwich Albion, o sakin kasabanın lacivert beyaz takımı. 1986 senesinden 2002’ye kadar ülke futbolunun en üst liginden uzak kalmışlardı, o sene döndüler ama 2010 senesine kadar üç kez düştüler ligden. 1999 senesinden sonra düşme korkusunu yaşamadıkları ilk sezon, ligi orta sıralarda bitirdikleri 2010-2011 sezonu. Efsaneleri Cyrille Regis’in aramızdan ayrıldığı 2018 senesinde büyük olasılıkla sezon sonunda Premier Lig’den düşen üç takımdan biri olacaklar. Kaderin cilvesi, onların uçurumun kenarında kötü akıbeti bekledikleri zamanlarda yakın şehrin sevilmeyen takımı Wolverhampton Wanderers nicedir uzak kaldığı lige çıkmak için gün sayıyor. Eh, futbolun içinde menfur komşunun gölgesinde kalmak da var…

West Brom’un 7 puan üzerindeki Stoke City uçuruma yakın olanlardan. 2006’dan 2013’e kadar iki kere takımın başına getirilmiş hocaları Tony Pullis’le güzel günler gördü kırmızı beyazlılar. Bilhassa evinde yenilmesi zor bir takımdı Stoke. 2013 senesinde Pullis’in yerine getirdikleri Mark Hughes ile çıkış yakalarken yeni hocanın ilk sezonunda ligi 9. sırada bitirmişlerdi. 1974-1975 sezonundan beri en iyi dereceleri… Yakın geçmişte kulüp tarihin en büyük iki transferi Shaqiri ve Imbula’yu saflarına katmışlar ama umduklarını bulamamışlardı. 2000 senesinden beri dokuz teknik direktörle çalışırken, bu sezon ligin kalesinde en fazla gol gören iki takımından biri. Maç başına yediği gol ortalaması 1,86 olan takımın düşme potasında olmasına şaşırmamak gerek…

Onlarla aynı puanda Crystal Palace, Güney Londra’nın ‘Kartallar’ı… Köklü tarihlerinde yedi sezonda en yüksekten düşerken altı sezonda dönmüşler bıraktıkları yere. Kadrolarındaki Zaha, Townsend, Benteke, Cabaye gibi yetenekli topçulara rağmen onların da sıkıntısı savunmada. Evlerinde en son oynadıkları ve iki farklı öne geçtikleri Manchester United maçını kaybetmeleri gidişatın özeti. Bu sezon en yetenekli oyuncuları Zaha’nın sakatlığı nedeniyle takımda olamadığı maçların dokuzunu kaybettiler. Onların da kaderi 25 yaşındaki Fildişili kanat oyuncusunun formuna endeksli.
Geçen sezonların sağlam takımı Southampton uçuruma yakın olanlardan. Onların da sıkıntısı elden çıkardıkları önemli topçuların yerini dolduramamış olmaları. Yakın geçmişte Liverpool’a sattıkları oyunculardan 166,5 milyon sterlin gelir elde ettiler. Geçenlerde Southampton FC taraftar sitelerinin birinde okumuştum, o paraya Liverpool’un Southampton kulübünü satın alabileceğini yazıyordu karamsar bir taraftar, sevdalı dediğin de karamsar olur zaten. İşin içinde futbol varsa zaman zaman mutsuz olman da kaçınılmaz. Bu yazının yazıldığı saatlerde Newcastle United deplasmanını da puansız kapattılar…

•••

Baharın habercisi mart cumartesisinde, efsaneleri Bobby Moore’un 25. ölüm yıldönümünde o eski mahallenin köklü takımı West Ham, Olimpiyat Stadında gelecek sezon Avrupa Kupalarına katılma şansını kovalayan Burnley karşısında. Evinde yenilmesi zor Burnley yollara düşünce sıkıntılı, kasım ayından beri deplasmanda maç kazanamadı. West Ham’a gelince, bordo mavili takımın gidişi hayra alamet değil, son altı maçtan sadece beş puan çıkarabildiler, 2016’dan beri ligde evlerinde arka arkaya galibiyet yüzü göremediler. Maç başlarken, 3-4-2-1 dizilişinde David Moyes’un öğrencileri, ilk 20 dakikada hücum üçlüsü Arnautovic, Lanzini ve Mario ile net fırsatlardan yararlanamıyorlar. Onların da sıkıntısı savunmada, Stoke City ile birlikte ligin en cömert savunması. Burnley’in geri dörtlüsünde Tarkowski ligin en sağlam savunmacılarından, 2011 senesinde Oldham Athletic’te başlayan kariyerinde sadece üç takımın formasını giydi. 2018 Dünya Kupasında İngiltere Milli Takımında izleme olasılığı yüksek 1.91’lik savunma oyuncusunu. İki takımın da topa eşit derecede sahip olduğu, ev sahibinin 6 kez rakip kaleyi yokladığı ilk yarı golsüz kapanıyor.

İkinci yarıda sıralamadaki yerinin rahatlığıyla daha ofansif Burnley, pivot santraforları Carrol’un yokluğunda üçüncü bölgede etkisiz kalıyor West Ham. 60’ta Yeni Zelandalı golcüsü Chris Wood’u oyuna alıyor Burnley’nin 46 yaşındaki hocası Sean Dyche. 66’da Barnes’ın enfes golüyle öne geçiyor deplasman takımı, bir dakika sonra Woods’un golüyle fark ikiye çıkıyor. Gidişattan bunalmış olmalı ki yönetimi protestoya başlıyor ev sahibi taraftarlar. Upton Park Stadının rakibi ürküten atmosferini özlüyorlar sanırım, maçın sonlarına doğru, “Artık West Ham değiliz!” tezahüratı bu gerçeği hatırlatıyor. 82’de Woods’la bir gol daha buluyor 56.904 taraftarın önünde Burnley, ilk hamlede topu elinden kaçıran kaleci Hart eski formundan çok uzakta. Bu sonuçla son üç maçta kalesinde 11 gol gören West Ham uçuruma biraz daha yaklaşıyor. Lige tutunmaları temennimiz ama bu savunmayla işleri zor…

Ziya Adnan
13 Mart 2018