Kahramanıma ve başka bir Ankara’ya dair…

Kahramanıma ve başka bir Ankara’ya dair…

Uzaklardan…

1960 senesinin Şubat’ında Ankara’nın şimdilerde unutulmuş bir semtinde dünyaya geldim, çok soğuk bir günmüş, günlerden cuma, hep öyle anlatır annem. Adını sokağından alan, balkonunda sarmaşıkların olduğu, önü sokağa, arkası boş arsaya bakan o üç katlı mavi apartmanda geçti çocukluğum ve hâlâ durur o apartman. Şimdi düşününce anlıyorum ki arabalarla henüz tanışmamış, hırpani ama sevimli kedilerin, köpeklerin cirit attığı, çocuk seslerinin her daim yankılandığı o sokak koskoca bir oyun parkıymış. Futbola o sokakta sevdalandım, hem de ilk görüşte. O mavi apartmanın arkasındaki arsada başladı futbol hikâyem, mahalle maçları o hikâyenin girişi. Lakaplarımız olurdu; en iyimiz mutlaka “Pele”, en kötümüz “kova”. Formalarımız olurdu faniladan bozma, arkasına ayakkabı boyasıyla ad ve numara yazdığımız…

Sonra topumuz; bin bir güçlükle biriktirilmiş harçlıklarla mahalle bakkalından alınmış iki plastik top: Biri yırtılmış, diğeri içine geçirilmiş, rüzgârdan uçmasın diye… Taştan kaleler, adımlayarak ölçtüğümüz… Kimse kaleci olmak istemezdi. Kanayan dizlerimiz, sahi ne çok kanardı dizlerimiz. Hep yenerdik aşağı mahallenin takımını, hep yenerdik! Yenilen takım yenen takıma istemeye istemeye gazoz ısmarlardı. Uludağ gazozu ve içine karper peynir konulmuş çeyrek ekmeğin tadı da ayrı olurdu, bilsen! Taş plaklarda Zeki Müren’in sesinin yankılandığı yıllardı…

PTT benim ilk takımım, sarı-siyah PTT. Sanırım 1967 ya da 1968 senesiydi. Elimden tutup o eski statta ilk maçıma götürürken, “Bugün onu izleyeceksin!” demişti. Sormamıştım kim olduğunu ama çocuk aklımla bilmiştim diğerlerinden farklı olduğunu, zaten futbolu en iyi kahramanım bilirdi! Nereden bilebilirdim, aradan geçen onca seneden sonra, 2012 senesinin baharında “Çizgideki Gladyatör” ile yedi tepeli şehirde, Kadıköy’de çok sevdiği Nazım Kültür Merkezi’nde bir araya gelip söyleşi yapacağımızı, o günlere döneceğimizi. Gözleri dolmuştu anlatırken, ayrılırken “Ankara’ya selam söyle,” demişti. O söyleşiden kısa süre sonra, 24 Ağustos 2012 günü, 64 yaşında, Samatya Devlet Hastanesi’nde aramızdan ayrıldı Metin Kurt, hatırası hep benimle…

***

Efsane 7 numara, PTT’den Galatasaray’a transfer olduğunda üzülmüştü kahramanım. Onun gidişiyle mi eridi gitti, yoksa zamana mı yenik düştü PTT bilemem ama tıpkı Vefa’nın, Feriköy’ün, Karagümrük’ün, Şekerspor’un, Ankara Demirspor’un, Güneşspor’un eridiği gibi onlar da çekildiler yeşil sahalardan. Şimdiki futbol nesilleri bilmez, “Bir P, İki T, İşte PTT!” diye söylenen o eski tezahüratı ama gerçekten sıkı takımdı sarı siyahlılar. Ankara takımlarına sevdalıydı kahramanım, hafta sonu o eski statta oynanan maçları hiç kaçırmaz, mutlaka beni de götürürdü. Maç günleri bir şehri tribünden sevenler doldururdu o stadı. Hayatın siyah beyaz olduğu naif zamanlardı. O zamanlarda sevdalandım Ankara’nın sarı lacivertine…

Sonra iyi mi ettik bilmem ama büyüdük işte. Üniversiteydi, eğitimdi derken ayrı düştüm ailemden, şehrimden, takımımdan. İlk zamanlarda çok özlerdim o mabedin havasını, kokusunu, şimdiki gibi televizyon ekranlarıyla evlerimize de girmezdi takımlar, koyu olurdu özlem, burnunun direği sızlardı. Şairin dediği gibi, uzak dediğin önce içinde birikiyor insanın, sonrası yalnızca yol… Sadece Ankara’da olduğum zamanlarda giderdim maçlarına, mutlaka benimle gelirdi. Çocukluğumu anlatırdı hep, çok meraklıymışım futbola, bir de Teksas, Tommiks’e. Ankara’yı severmişim, bir de Erdek’i. “Maç çıkışında köfteciye gidelim mi?” diye sorardı…

Sonra alıştım uzaklara. Futbolun doğup büyüdüğü topraklarda olunca insan alışıyor haliyle, yine bulmuştum şehrin takımını. Ama ilk sevdasını hiç unutmazmış ya insan, ben de unutmadım, hâlâ asılı durur o eski poster evin duvarında. Ben uzaklardayken bensiz giderdi maçlara Ankara’da, ne zaman konuşsak anlatırdı takımın hal ve gidişini. 1981’de kupayı kazandığımızda bayram vardı şehrimde ve sanırım bir daha o bayramı hiç yaşamadı…

***

Sonra yaşlandı, gidemez oldu maçlara. Ankara’da olduğum bir zamandı yine, güneşli bir yaz günüydü, futbol sezonu henüz açılmıştı. Denizi yoktur Ankara’nın ama güneşi bir başka ısıtır insanın içini. “Seni maça götüreyim,” dedim ama gelemedi işte…

2005 senesinin Aralık ayında ayrıldı aramızdan, 13 sene geçmiş. Zaten zaman dediğin nedir ki, geçer! Bizimle olsaydı mutlaka bana yaptığı gibi Deniz’e de aşılardı futbol sevgisini, mutlaka elinden tutup onu da maça götürdü. Topunu, sarı lacivert formasını alırdı mutlaka, anlatırdı takımları, futbolcuları, çıkışta köftecide alırlardı soluğu. Şimdilerde o eski stat yıkıldı ama o yine bulurdu gidecek bir stat. Ama o Deniz’i, minik afacanı hiç tanımadı…

Geçenlerde nereden bulmuşsa evde fotoğrafını buldu ufaklık, siyah beyaz yıllarda güneşli bir Ankara günü… Şimdiki Ankara gibi değil ama başka bir şehir, başka zamanların insanları, bir daha hiç olmayacak zamanların… Başka bir Ankara fotoğrafta… O, her zamanki gibi yüzünde o çapkın tebessüm, en sevdiği film Casablanca’nın en afili jönü sanki…

Deniz uzun uzun baktı fotoğrafa, “Dedem neden gelmiyor, neden benimle oynamıyor?” diye sordu. Çocuk işte, nasıl anlatırsın ki ölümü, nasıl anlatılır ki gidenlerin boşluğu…

Velhasıl alışamadık yokluğuna, gidişinden sonra her şey yarım kaldı…

Huzur içinde yat baba…

Ziya Adnan
16 Aralık 2018

Premier Lig seyir defteri: Arsenal’in dönüşü…

Premier Lig seyir defteri: Arsenal’in dönüşü…

Uzaklardan…

2017-18 sezonunu 6. sırada bitirmişti Arsenal, 38 maçta aldığı 13 mağlubiyet, kalesinde gördüğü 51 gol hatırlanmak istenmeyecek sezondan arta kalanlar. O sezon son sırada küme düşen West Bromwich Albion’un yediği gol sayısının Arsenal’den sadece beş fazla olması çöküşün hikâyesi. 2018 senesinin Nisan ayına gelindiğinde deplasmanlarda puan alamamışlardı.

Haliyle 21 seneden sonra görevi bırakmak zorunda kaldı Wenger, gidişiyle bir dönem kapandı. Kimleri için bir Kuzey Londra efsanesi, kimileri için iyi başlayıp kötü biten bir hikâye… Kendi adıma, saha kenarında uzun paltosu, kısık gözleriyle takımını izleyen, basın toplantılarında ince esprileriyle gülümseten profesörün yeri bende hep baki, uzun yaşasın…

Bu vesileyle, cumartesi günü kendi evinde, lige tutunmaya çalışan Huddersfield Town karşısında sahaya çıkan Arsenal’e ve devrim yaratmış hocasına bakalım bu yazıda, kıyaslayalım iki hocanın futbol felsefesini…

Wenger’in yerine gelen Emery ile sezona iki yenilgiyle başlayan Arsenal zaman içinde toparlanıp 20 maçlık yenilmezlik serisini yakaladı. 2017-18 sezonunda maç başına koşu ortalaması 112 kilometre olan takım, bu sezon daha çok koşup daha çok mücadele ediyor, takım olarak koşu ortalaması 115 kilometreyi buluyordu. Aralık ayının başına kadar 1375,7 kilometreyle ligin en fazla koşan takımı. Emery’nin elindeki birkaç futbolcu dışında kadronun Wenger’in mirası olduğunu, geçen hafta sonunda Tottenham karşısında esip kükreyen 13 topçusundan 10’unun Wenger’in transferi olduğunu hatırlatalım. İki hocanın futbol felsefesi çok farklı, birinin muhafazakârlığı, diğerinin yeniliğe açık olması öne çıkan özellikleri. Wenger döneminin karakteristik özelliklerinden biriydi, zorunlu kalmadıkça maça başlayan 11’ini 70. dakikaya kadar değiştirmezdi profesör, mutlaka vardı bir bildiği. Emery ise değişiklik için beklemeyi sevmeyenlerden. Tottenham maçında mağlup kapattıkları ilk devrenin sonunda Ramsey ve Lacazette’i oyuna alıyor, sonradan girenler gidişatı değiştiriyordu. Şimdilerde o görkemli statta yükselen tezahürat anlatıyor yükselişi: “Arsenal is back! (Arsenal geri döndü!)”

Arsenal – Huddersfield maçına gelince… Arsenal son 10 maçın 8’ini kazandı, misafir takım bu zor deplasmandan en son 1954 yılında üç puanla dönmüş. Düşme potasının bir puan üzerinde mavi beyazlı takım, nam-ı diğer ‘Terriers’ (av köpekleri), son 10 deplasmandan sadece bir galibiyet çıkardı. 3-5-2 dizilişinde sahaya çıkan Arsenal’de Özil bir maçta daha kadroda yer almıyor; hücumda Lacazette, Aubameyang ikilisi. Beklendiği gibi orta sahayı kalabalık tutarak başlıyor Huddersfield, ilk 15 dakikada iki takım da pozisyon yaratmakta zorlanıyor, orta sahanın sağında Bellerin, ortada Torreira Arsenal’ın önemli silahları. 28’de ilk tehlikeli atağında Aubameyang altı pastan topu dışarı atıyor. Oyun kurucusundan yoksun Arsenal orta saha ile forvet arasındaki bağlantıyı kuramıyor ilk devrede, sarı kartların uçuştuğu devre golsüz tamamlanıyor. Devrenin en çok tartışılan pozisyonu 42. dakikada Lacazette’nin ofsayt gerekçesiyle sayılmayan golü…

İkinci devreye iki değişiklikle başlayan Arsenal’de Iwobi ve Mkhitaryan sahada. Tempoyu yükselten ev sahibi ilk bölümde gol için yükleniyor ama takım halinde kapanıyor Huddersfield. Yan pasa dayalı oyun sistemimde rakip savunma arkasına öldürücü pası atacak oyuncusunun olmayışı bu maçtaki handikapı Arsenal’in. Tottenham maçındaki dinamik görüntüsünden uzak Emery’nin takımı. Top kayıplarıyla geçen telaşlı dakikalardan sonra aradıkları gol 83’de geliyor, rakip savunmanın uzaklaştırmadığı topu yakın mesafeden kaçırmıyor Torreira, bu sezon yıldızı parlayan Uruguaylı, maçın adamı. 23 yaşındaki orta saha Sampdoria’da forma giydiği dönemde orta sahada iki yönlü oyunuyla takımın dinamosuydu, Kuzey Londra’da devam ediyor hikâyesi. Velhasıl 59.893 taraftarın önünde zor da olsa kazanıyor Arsenal, Emery’nin takımının yükselişi sürüyor…

Ziya Adnan
13 Aralık 2018

Premier Lig seyir defteri: Claudio Ranieri tamirat tadilat zamanı…

Premier Lig seyir defteri: Claudio Ranieri tamirat tadilat zamanı…

Uzaklardan…

2015-16 sezonunun sonunda o küçük şehrin büyük takımı şampiyonluk kupasını kaldırdığında takımın başındaydı İtalyan futbol adamı. 132 senelik tarihinde ilk şampiyonluğunu yaşamıştı maviler, Premier Lig tarihindeki 6. şampiyonu alkışlıyordu. Ama uzun sürmedi rüya, bir önceki sezonu 14. sırada bitirmiş takımın beklenmez başarısının mimarı Şubat 2017’de kovulduğunda Leicester City küme düşme potasının bir puan üzerinde geleceğe korkuyla bakıyordu.

Oysa günümüz futbolunda maddi kaygıların yerinde sadakat duygusu önde olsaydı, 337 bin nüfuslu, sakinlerinin yüzde 40’ını göçmenlerin oluşturduğu tarihi şehre heykeli dikilirdi. Ama olmadı. O buruk ayrılıktan sonra 2017-18 sezonunda Nantes’i çalıştırdı, ligi 9. sırada bitirdi. Kasım ortasından beri ligin dibine demir atmış Fulham’ın başında, o enfes mahallenin siyah beyazı lige tutunabilir mi zaman gösterir. Soğuk bir aralık akşamında Craven Cottage Stadı’nda Leicester City karşısında sahaya çıkan Fulham’a ve hocasına naçizane bir bakış…

20 Ekim 1951 doğumlu Claudio Ranieri, ilk kez 1973-74 sezonunda çocukluk yıllarında sevdalandığı AS Roma takımında sahaya çıkmış. Kaçına nasip olur ki taraftarı olduğu takımın formasını giymek! 1986’da bırakmış futbolu. İlk hocalık deneyimi amatör kümelerde. 1987’de alt liglerde Puteolana takımında başlayan, günümüze kadar gelen kariyerinde 15 takım çalıştırdı, yaşadığı şampiyonluklar Cagliari ve Fiorentina ile alt liglerde. Futbol aleminde ‘Tinkerman’ (tamirci) olarak biliniyor. Lakabı 2000-04 arasında çalıştırdığı Chelsea günlerinden miras, takımın kadrosu ve dizilişiyle sürekli oynadığı için gazeteciler takmış lakabını…

En son 2003-04 sezonunda karşı karşıya geldi iki takım, Fulham o sezon iki maçı da kazanan taraf oldu. Leicester City’e yaramıyor Fulham deplasmanı, en son 1983’te kazanmışlar o lebiderya statta. Ev sahibinin sıkıntısı savunması, son 19 maçı kalelerinde gol görmeden tamamlayamadılar. 14 maçta kalelerinde gördükleri 35 gol sorunun özeti, en son 1959-60 sezonunda böylesine kötü başlangıç yapmışlar. Anlayacağınız kolay olmasa da Ranieri için tamirat zamanı. Bizim coğrafyanın o bilindik tezahüratı ufak bir uyarlamayla uygun düşer duruma: ‘Kümede tut bizi, cehennemde yak bizi!’
Takımı 4-3-1-2 dizilişinde, gol umutları Mitrovic ve Sessegnon. Son 5 lig maçında 5 golü var Mitrovic’in, ligin korkulan forveti. Ama Leicester City ligin sert takımı, sadece 3 kez sahadan yenik ayrıldılar bu sezon. Henüz 3. dakikada gole yaklaşıyorlar, tedirgin Fulham savunmasının arkasına sarkan Iheanacho gol vuruşunu yapamıyor. Misafir takımın savunmasının ortasında bizden biri var: Çağlar Söyüncü. 20’de Leicester City kalecisi Schmeichel’ın köşeden çıkardığı top sezonun en güzel kurtarışlarından. Babasının izinde geçenlerde 32 yaşına basan kaleci. İstekli ama telaşlı Fulham top kayıpları yapıyor ilk bölümde, gol umutları duran toplarda. 33’de kullandıkları kornerde Mitrovic’in kafa vuruşu az farkla dışarda. 42’de golü buluyor Fulham, Kamara ceza sahasının içinden sert vuruyor, yıkılıyor Craven Cottage. Topa yüzde 44 oranında sahip oldukları, rakip kaleyi 10 kez yokladıkları devre üstünlükleriyle kapanıyor.

İkinci yarının ilk bölümünde arka arkaya kornerler kullanıyor ev sahibi ama ikinci golü bulamıyor. Sakatlığı nedeniyle kadroda olmayan Vardy’nin yokluğunda üçüncü bölgede etkisiz Leicester City. Üç sezon önce şampiyonluk kupasını kaldırmış takımdan sadece dördü sahada bu maçta. İki takımın da bol top kaybı yaptığı, kaliteden çok mücadelenin ön plana çıktığı dakikalarda gole yaklaşan Fulham oluyor, 70’de Cairney’nin vuruşu az farkla dışarda. 73’te hastalık nüksediyor ev sahibi savunmada, ceza sahasında boş pozisyonda Maddison kaçırmıyor, asist oyuna sonradan giren Okazaki. Son bölümde baskıyı kuruyor Fulham ama 3. bölgede Kamara ağır kalıyor. Velhasıl 22.881 taraftarın önünde iki puanı kaptırıyor Fulham, onların hikâyesi o enfes televizyon programı ‘Tamirat Tadilat’ tadında. Maçtan sonra Ranieri’ye kaybettikleri iki puanı soruyorum. “Maçın hakkı beraberlikti” diyor ve ekliyor: “Takımım iyi yolda, böyle oynarsak galibiyetler de gelecektir.”

Ziya Adnan
11 Aralık 2018

Arsenal – Tottenham Hotspur; Belalı derbide bir Güney Koreli

Belalı derbide bir Güney Koreli

Uzaklardan…

PremIer Lig tarihinin en golcü Asyalı futbolcusu, geçen hafta sonu Chelsea karşısında kaydettiği enfes solo gol sezonun en güzel gollerine aday. Aralık ayının ilk günlerinde oynanan belalı Kuzey Londra derbisine, bu vesileyle Tottenham Hotspur’un uçan yedi numarasına naçizane bir bakış…

1992 senesinin yazında Güney Kore’nin Chuncheon şehrinde dünyaya gelmiş Son Heung-min, futbol tutkunu bir babanın oğlu. Profesyonel futbolcuymuş babası, mili takımın eşiğine kadar gelmiş kariyerinde. Armut dibine düşer derler, oğlu da okul sıralarını bırakıp henüz 16 yaşında Hamburger SV’nin genç takımına katılmış, 18 yaşına bastığı zamanlarda ilk profesyonel sözleşmesine imza atmış. 2010-13 arasında 73 maçta 20 golü var. 2013’ün Haziran ayında 10 milyon euro karşılığında Bayern Leverkusen’e transfer olduğunda kulüp tarihinin en pahalı transferi… 2014-15 sezonu, 42 maçta 17 golle Bundesliga’da parladığı dönem. Taliplerinin artmaya başladığı zamanlarda elini çabuk tutan Tottenham’ın saflarına katıldı, 30 milyon euroluk transfer bedeliyle Asya futbolunun en değerli futbolcusu oldu.

Futbol stiline gelince; çok yönlü hücum oyuncusu, iki ayağını da mükemmel kullanıyor, çabukluğu ve bitiriciliği artıları. Hamburger SV’de forvet arkası oynadığını, iki kanatta da etkili olduğunu hatırlatalım. “Sahada görev verildiği takdirde her pozisyonda oynarım” diyor söyleşilerinde. Tottenham’a transfer olduğu zamanlarda belalı Kuzey Londra derbisini hatırlatmışlar kendisine ve rakibin renklerinden dolayı arabasının bile kırmızı olamayacağını vurgulamışlar. Kırmızıdan uzak durduğunu hatırlatıyor derbi hatırlatılınca…

Aralık ayının ilk Pazar gününde Emirates Stadında Arsenal’in konuğu Tottenham. Anmakta geç kalmış olsak da 2016 senesinin Kasım ayında aramızdan ayrılan müziğin ustası Leonard Cohen’i de hatırlayalım bu vesileyle. Şöyle der 1971 senesinde yazdığı “Famous Blue Raincot” şarkısının enfes dizelerinde: “Sabahın dördü, aralık sonu, sana şimdi sadece daha iyi olup olmadığını öğrenmek için yazıyorum, New York soğuk, ama seviyorum yaşadığım yeri, müzik çalıyor Clinton Caddesinde gece boyu.”

Maça dönersek, derbide son sezonlarda Tottenham’ın üstünlüğü var, son sekiz maçın sadece birini kaybettiler. Köklü tarihlerinde 195 kez karşılaşmışlar, Arsenal 81 maçı kazanırken Tottenham 63 maçtan galip ayrılmış. Tottenham ise ligin çetin cevizi, kazandıkları takdirde 14 maç sonunda tarihlerindeki en yüksek puanı yakalamış olacaklar.

4-2-3-1 dizilişinde başlıyor Tottenham maça, Heung-Min Son sol kanatta, ortada Alli, sağda Eriksen, önlerinde Kane. Arsenal’de Özil sakatlığı nedeniyle kadroda yok, golcüsü Lacazette yedek kulübesinde. İlk bölümde ofansif olan Arsenal 10. dakikada Aubameyang’ın penaltıdan attığı golle öne geçiyor. Gol iştahlandırıyor ev sahibini, 16. dakikada Iwobi’nin yakın mesafeden vuruşunu uzanarak çeliyor Lloris. Tottenham çok adamla çabuk çıkan rakip karşısında geniş alanları savunmakta zorlanıyor ilk bölümde. 30. dakikada duran toptan beraberliği yakalıyor Tottenham, Eriksen’in ortasına kafayı vuran Dier. Sonrasında Son’un ceza sahasında düşürülmesiyle kazanılan penaltıyı gole çeviriyor Kane, Tottenham öne geçiyor ve topa yüzde 46 oranında sahip olduğu, rakip kaleyi dört kez yokladığı devreyi önde kapatıyor.
İkinci devrede Iwobi’nin yerine Lacazette, Mkhitaryan’ın yerine Ramsey sahada ev sahibinde. 51’de müsait pozisyonda kafayı kale yerine dışarıya vuruyor Dier. 60’ta üç pasta golü buluyor Arsenal; Bellerin – Ramsey paslaşmasını Aubameyang bitiriyor, skor dengeleniyor. Bu gol alt yapılarda ders olarak gösterilmeli. Rakibin atakları karşısında savunmadan çıkmakta zorlanıyor Tottenham, uzun toplara dönüyorlar. 74’te Lacazette’in müthiş golüyle yıkılıyor Emirates tribünleri, vuruşunda savunmaya çarpan top Tottenham ağlarıyla buluşuyor, 3-2… Rakibin iştahı karşısında dağılıyor Tottenham savunması, 78’de sahanın en iyisi Torreira’nın golü farkı ikiye çıkartıyor. 87’de Vertonghen ikinci sarıdan oyun dışında kalınca Tottenham’ın umudu başka bahara! Velhasıl Kuzey Londra derbisinin galibi Arsenal.

Bir haftada üç zorlu maç oynayan Tottenham sonunda kaybediyor…

Ziya Adnan
6 Aralık 2018

Championship günlükleri: Hull City; kısa süren saadet!

Championship günlükleri: Hull City; kısa süren saadet!

Uzaklardan…

Bilir misiniz, Premier Lig’in 22 kurucu kulübünden sadece altısı ligin perdelerini açtığı 1992-93 sezonundan günümüze kadar ülke futbolunun en üst liginden düşmeden devam ettiler yollarına. Londra’nın 3, Liverpool’un 2 takımı ve Manchester United düşme acısını tatmayanlar. Bazıları düştükten sonra geçti yükselişe, şimdilerin kasırgası Manchester City mesela, 90’ların sonunda 3. Lig’i gördükten sonra döndü bıraktığı yere, hem de ne dönüş!

Düşüp dönemeyenler de var. Leeds United Championship’te ağıt yakıyor eskiye, tıpkı Premier Lig’de şampiyonluk yaşadıktan sonra 2012’de küme düşen Blackburn Rovers gibi onlar da umutla bekleyenlerden. Beterin beteri var, Premier Lig’de 9 sezon mücadele ettikten sonra düşmüştü Coventry City, düşüş o düşüş, şimdilerde 3. Lig’de özlemle bakıyorlar maziye.

Bir de 90’larda alt liglerin sessizliğini yaşadıktan sonra, 2000’lerde yükselişe geçenler var, saadetleri uzun sürmeyen. Maddi sorunlarla boğuştuğu 80’lerde 4. Lig’e kadar düşmüş, küllerinden doğup 2007-08 sezonunun sonunda Championship play-off finalini kazanarak Premier Lig’e yükselmişti Hull City, İngiltere’nin Yorkshire bölgesinde, 256 bin nüfuslu unutulmuş şehrin sarı siyahlı futbol takımı. 104 seneden sonra ilk kez elitlerin arasında yer almaları, 2014 senesinin yazında UEFA Kupası’nın ön eleme turlarında boy göstermeleri tarihe düşen notlar. 2009’da kulüp tarihinin en iyi derecesini elde ettikleri sezonda son maçtan sonra mikrofonu kapıp sahada şarkı söylemişti eksantrik hocaları Phil Brown. Ne diyelim, bazen ligi 17. sırada bitirmek başarı futbol aleminde! Yeri gelmişken, o yıllarda tribünlerde kaplan kostümüne bürünmüş taraftarları pençelerini göstererek, “Bugün kaplanlara yem olacaksınız!” tezahüratıyla selamlardı rakip takım taraftarlarını. 80’lerin ortalarında kulübün başkanlığını yapmış Don Robinson, takımı NASA’nın Cape Canaveral üssüne götürmüş, Ay’da maç yapan ilk takım olmak istediklerini, ancak rakip bulamadıklarını söylemişti. Uzun sürmedi mutlulukları, 2016-17 sezonunda düştüler elitlerin liginden. Bu yazının yazıldığı zamanlarda Championship puan cetvelinin son 3 takımı arasında lige tutunmaya çalışıyorlar. Aralık ayının ilk gününde misafir oldukları QPR maçı vesilesiyle bahtsız takımın hal ve gidişine bir bakış.

2016 yazından beri 5 teknik direktörle yolları kesişen Hull City bu sezon oynadığı 19 maçın sadece 4’ünü kazandı. 25 kişilik kadronun değeri 45 milyon sterlin, en değerli oyuncuları 30 yaşındaki Kamil Grosicki. Bizim topraklarda, 2011-14 arasında Sivasspor’da top koşturdu kanat oyuncusu. QPR ise ligin zirveyi zorlayan takımı, hoca değişikliğinden sonra ligde oynadıkları son 9 maçın sadece birini kaybettiler. Misafir takım 6. dakikada Bowen ile buluyor golü. Asisti yapan Campbell’in bu sezon 6 golü var, 2006’da Manchester United’da başlayan profesyonel kariyerinde milli takıma kadar yükseldi 31 yaşındaki golcü. Gol iştahlandırıyor ‘Kaplanlar’ı, 22’de kornerden Henriksen’in kafa vuruşuyla farkı ikiye çıkartıyorlar ama uzun sürmüyor sevinçleri, bir dakika sonra Wszolek’in golüyle sevinme sırası QPR’da. Gol sonrası Hull City kalecisi Marshall’ın enfes kurtarışlarını izliyor Loftus Road Stadı’nı dolduran 13.824 taraftar. QPR’ın Swansea City’den kiralık hücum beki 36 yaşındaki Rangel takımın göze batanı. Devreyi önde kapatıyor Hull City.

İkinci devreye iki değişikle başlıyor Hull City. 69. dakikada sahanın en iyisi Bowen’in golüyle yeniden iki farkı yakalıyor misafir takım. 1996 doğumlu kanat oyuncusunun çabukluğu ve oyun zekâsı takdire şayan. 74’te Grosicki’nin yerine savunma oyuncusu Mazuch sahada. Uzatma dakikalarında Freeman ile bir gol daha buluyor QPR ama 90 dakikanın sonunda 3-2 kazanıyor kuzeyin sarı siyahı ve düşme potasından uzaklaşıyor. Hafta içinde oynanan Aston Villa-Nottingham Forest maçı 5-5 bitmişti, bu maçta da bol pozisyon ve 5 gol izledi futbolseverler. Velhasıl her takımın her takımı yenebildiği Championship’i izleme zevki başka, izleme fırsatınız varsa kaçırmayın derim.

Ziya Adnan
4 Aralık 2018

Premier Lig seyir defteri: Hem dâhi hem tiryaki, Maurizio Sarri…

Premier Lig seyir defteri: Hem dâhi hem tiryaki, Maurizio Sarri…

Uzaklardan…

Hocalık kariyerinde hiç şampiyonluk yaşamadı, lakabı ‘Mister 33’, 2000’lerin başında çalıştırdığı Sansovino’nun topçuları takmışlar ona bu lakabı. Duran toplardaki hücum organizasyonlarında 33 farklı taktik uygular, rakibe göre bazılarını denerlermiş maçlarda. Pep Guardiola’ya göre izlemesi keyif veren takımların yaratıcısı, futbol dâhisi. Kasım kasvetinde Tottenham Hotspur deplasmanında sahaya çıkan Chelsea’ye ve hocasına naçizane bir bakış…

10 Ocak 1959’da Napoli’nin Bagnola bölgesinde dünyaya gelmiş futbol adamı, bisiklet sporuna meraklı bir babanın oğlu. Kariyerinde hiç profesyonel futbol oynamışlığı yok, amatör liglerde forma giydiği zamanlarda Torino ve Fiorentina’nın seçmelerine katılmış. Koyu Napoli taraftarı, okulda başarılı bir öğrenci. Floransa’da bankacılık yaparken tamamlamış antrenörlük kurslarını, 2002’de bankacılığı bırakıp İtalya’nın 6. Liginde AC Sansovino’nun başına geçmiş.

Antrenmanlardaki metodik yaklaşımı, yaratıcılığı takdire şayan. Antrenmanlarda her futbolcuya maçtaki görevini defalarca tekrarlattığını, rollerini ezberlettiğini söylüyor öğrencileri. Bazılarının onunla parladığını hatırlatalım. Napoli zamanlarında Dries Mertens iki sezonda 56 golle Avrupa futbolunun önemli golcüleri arasına girmişti. Futbol felsefesi ofans ve gol üzerine kurulu, Chelsea’deki ilk zamanlarındaki sözleri işin özeti: “Takımımın 30 dakika katı savunma yapıp kontradan gol aradığını görürsem bankacılığa geri dönerim, çünkü taraftar sahada gol ve izlemekten keyif aldığı bir takım görmek ister.”

2003-18 arasında Çizme’de 11 takımı çalıştıran hocanın parlak zamanları Napoli yılları. 2015’in yazında Rafael Benítez’in yerine geldi, ilk sezonunda takımı Juventus’ın ardından ligi ikinci sırada bitirirken, sonraki iki sezonda üçüncülüğün altına düşmedi. Savunma oyuncusu Koulibaly, dâhi olarak tanımlıyor hocasını ve devam ediyor: “Kimselerin göremediğini görmekte ustadır.”

Futbolun yanında, sigara tiryakisi, üstelik maçtan sonra bir tane keyif sigarası tüttürenlerden değil, içmeden duramayanlardan, Johan Cruyff ekolü. 2017-18 sezonunda Napoli’nin başında Avrupa Kupası’nda RB Leipzig deplasmanına çıktıklarında, ev sahibi takım onun için statta özel sigara kabini inşa etmiş, fırsat buldukça tellendirebilsin diye. Bilmeyenler için, Mart 2016’da 68 yaşında aramızdan ayrılan Hollandalı efsane de tüttürmeden duramazdı, günde üç pakete kadar çıktığı yazılır. Barça’nın hocalığını yaptığı zamanlarda sigara bağımlılığı nedeniyle geçirdiği by-pass sonrasında şehirdeki bir şeker imalatçısı bir kutu lolipop yollamış alışkanlığı yenmesine yardımı olur diye. Bu vesileyle saha kenarındaki teknik alanda sigara içiminin 2004’te yasaklandığını hatırlatalım…

***

Kasım ayının son cumartesi gününde Maurizio Sarri’in Chelsea’si, Tottenham karşısında. Ada futbolunun takipçileri bilir, iki takım taraftarları hazzetmezler birbirlerinden. Chelsea taraftarları her fırsatta hatırlatırlar takımlarının 2004’ten beri kazandığı kupaların, Tottenham Hotspur’ün tarihi boyunca kazandığı kupa sayısından fazla olduğunu. Tottenham sevdalıları altta kalmaz, 80’li yılları hatırlatırlar rakiplerine, “Boktan olduğunuz yıllarda neredeydiniz?” tezahüratıyla. Pochettino’nun gelişinden sonra iki takım arasındaki maçlarda ibre Tottenham’dan yana, son 7 maçın 3’ünü kazandılar.

Maça 4-3-3 dizilişinde başlıyor Chelsea. Hücum üçlüsü Willian, Morata, Hazard. Kapasitesi 51 bin ile kısıtlanan Wembley’de ev sahibi baskılı ilk bölümde, 8. dakikada Eriksen’in sağdan kullandığı duran topa Alli’nin kafasıyla öne geçiyorlar. 16’da Kane’in ceza sahası dışından köşeye giden vuruşunu izliyor Chelsea kalecisi Kepa, fark ikiye çıkıyor. Golün öncesinde Hazard’ın ceza sahasında düşürülmesi net penaltı ama verilmiyor. Tottenham’ın istekli, agresif oyunu karşısında pas yapmakta zorlanıyor Chelsea, orta sahada Alli’nin yakın markajındaki oyun kurucu Jorginho etkisiz. Tottenham çok üstün oynadığı, rakip kaleyi 11 kez yokladığı devreyi iki farkla galip kapatıyor.

54’te Tottenham’ın sağ kanadında Son topu orta sahadan taşıyıp, rakip savunmayı ipe dizer gibi geçtikten sonra uzak köşeye bırakıyor, fark şimdi üç. Gidişattan sıkılmış olmalı ki 58’de Morata’nın yerine Pedro’yu oyuna alıyor Sarri. Oyuna Willian’ın yerine giren Giroud’un kafasıyla farkı ikiye indiriyor Chelsea, neden Morata’nın yerine başlamadığı sorusu akıllarda! Velhasıl 90 dakikanın sonunda Tottenham 3-1’lik skorla üç puanı kapıyor. Chelsea şimdi lider Manchester City’nin 7 puan gerisinde, muhtemel maçtan sonra bir efkâr cigarası yakmıştır Sarri.

Ziya Adnan
27 Kasım 2018

Southend United: Karides diyarının takımı…

Southend United: Karides diyarının takımı

Uzaklardan…

Southend-on-sea…

İngiltere’nin güneydoğusunda Essex bölgesinde başkent Londra’ya 70 kilometre uzaklıkta 180 bin nüfuslu sahil kasabası, yaz aylarında tatilcilerin gözde beldesi. 1700’li senelerde kendi halinde bir balıkçı kasabasıyken ilerleyen zamanlarda önemli bir turizm beldesi haline gelmiş. 2.150 metre uzunluğuyla dünyanın en büyük iskelesine sahip kasabanın adını taşıyan bir havaalanı ve dünyanın önemli merkezlerine direk uçuşları var. (Ülkemin, nüfusu 7 milyona yaklaşan başkenti Ankara’dan finans merkezi Londra’ya direk uçuş olmadığını hatırlatalım bu vesileyle) Kasaba 1. Dünya Savaşı yıllarında ağır bombardıman sonucu büyük hasar görmüş. Günümüzde bölgenin önemli bir üniversitesinin kasabada bir kampüsü bulunuyor… İşte o sahil kasabasının mavi beyazlı takımı Southend United, nam-ı diğer Shrimpers (Karidesciler). “Seasiders” (Sayfiyeciler) olarak da biliniyorlar futbol aleminde. 19 Mayıs 1906 tarihinde “Blue Boar” adında bir pubda kurulmuşlar, 1920 senesinde ilk kez futbol liglerinde boy göstermişler. Tarihleri boyunca elle tutulur bir başarıları yok, genelde alt liglerde geçen zamanlar. En parlak zamanları 90’lı senelerin başı, 2. Lig’e kadar yükselmişler. Ancak futbol tanrılarının yanlarında olmadığı zamanlar da olmuş. 1990-92 arasında, iki sezonda arka arkaya yedi penaltı kaçırarak istenmeyen rekorlar arasına girmeyi başarmışlar. Ada futbolunun Manchester United karşısında kazanıp hiç kaybetmeyen yegâne takımı, köklü tarihlerinde sadece bir kez karşılaştılar. 2006 senesinde oynanan Lig Kupası maçını tek golle kazanıp bir üst tura çıktılar. Formalarındaki amblemleri karides, ancak 80’li senelerde Vic Jobson adındaki başkanları karidesin yerine aslanı tercih etmiş. 2001 senesinde taraftarının baskısına dayanamayarak geri dönmüşler eski amblemlerine…

Mabetlerine gelince, 1955 senesinden beri takıma ev sahipliği yapan Roots Hall Stadı 12.392 kapasiteli. O sene takımın taraftarları aralarında topladıkları 74 bin Sterlin ile inşa etmişler ve inşaatı esnasında cüzi ücret karşılığında stadın işçiliğini yapmışlar, eh taraftar dediğin gerekirse harç da karacak! 3. Ligi 10. sırada bitirdikleri 2017-18 sezonunda evlerinde oynadıkları 23 maçta 7.195 taraftar ortalaması yakaladılar, malum sevinmek için sevilmez takımlar ve sevdanın ligi olmaz. Bu yazının yazıldığı saatlerde 24 takımlı ligde 13. sıradalar…

Aydınlık ama soğuk bir kasım gününde 4-4-2 dizilişinde Southend United yakın geçmişte Premier Ligde mücadele vermiş, bu sezon play-off hedefindeki Blackpool karşısında. 29 kişilik kadronun değeri 5,6 milyon Sterlin, 10 numaralı Simon Cox 675 bin Sterlin’le kadronun değerlisi. Alt liglerin özelliği uzun toplar ve kora kor mücadele bu maçta da geçerli. Sahayı daha iyi parselleyen, geniş alanları kullanan misafir takım öne geçiyor 14. dakikada, soldan gelen ortaya dokunan savunma oyuncusu Turton. Golün şokunu atlattıktan sonra yükleniyor “Sayfiyeciler” ama orta sahada çok top kaybı yapıyorlar. İlk devrede iki takımın da kaleyi bulan gol denemesi sadece bir.

İkinci devrede yine istekli maviler ama üçüncü bölgede etkisizler. Blackpool’un iri savunması karşısında pozisyon bulmakta zorlanıyor ileri uçta Cox ve oyuna sonradan giren McCoulsky. Blackpool savunmasının ortasında Heneghan hava toplarında etkili. 66’da Hendrie’nin uzaktan vuruşunu köşeden çıkartıyor Blackpool kalecisi Howard. 74’te, ayağa oynamaya başladıkları anlarda beraberliği yakalıyorlar, Dieng’in soldan ortasına kafayla gole çeviren Demetriou. Ama uzun sürmüyor sevinçleri, bitime yedi dakika kala soldan Pritchard ortalıyor, 1.93’lük Gnanduillet’in kafa vuruşuyla yeniden öne geçiyor misafir takım. Akabinde ev sahibinde Turner gördüğü gereksiz kırmızı kartla takımını eksik bırakıyor ve 6.641 taraftarın önünde, son iki maçta olduğu gibi fizik gücü üstün rakibi karşısında üç puanı bırakıyor karides diyarının takımı…

Bilir misiniz, Ada futbolunda 92 profesyonel kulübün statlarında maç izlemiş taraftarların kurmuş olduğu bir nevi futbol tarikatıdır “92’ler Kulübü”, üye olmanın yegâne koşulu o statların tamamında maç izlemiş olmaktır. Kurucusu Gordon Pearce, İngiltere’nin dünya kupasını kazandığı 1966 senesinde kurmuş stat gezginlerinin kulübünü, ilk üye de kendisi olmuş. Şimdilerde 2000’e yakın üyesi var bu sevilesi tarikatın…

Bana gelince, milli maçlar nedeniyle verilen aradan yararlanıp ziyaret ettiğimiz Roots Hall Stadıyla bir çentik daha attım listeye ama kıdemli stat hacılarının yanında bizimkisi olsa olsa dünya gözüyle hac özlemi, malum yol uzun hayat kısa!

Ziya Adnan
22 Kasım 2018

Premier Lig seyir defteri: Wolverhampton Wanderers; Portekiz etkisi…

Premier Lig seyir defteri: Wolverhampton Wanderers; Portekiz etkisi

Uzaklardan…

Adına futbol denilen güzel oyunda sevinmek de var üzülmek de, arka arkaya şampiyonluk yaşayanlar da var, şampiyon olduğu sezonun ertesinde dibi görenler de. 2005-06 sezonunda 38 maçtan 27’sini kazanan Juventus açık ara şampiyon olmuştu ama yaramadı şampiyonluk. Şike skandalı sonrasında ertesi sezon Serie B’de buldular kendilerini. Benzer kaderi yaşayan AC Milan da 1978-79 sezonunu şampiyon kapatmış, 80 senesinin mart ayında patlayan şike skandalından sonra küme düşürülmüştü. Danimarka takımı Herfolge Boldklub 1999-2000 sezonunda tarihindeki ilk şampiyonluğu yaşadı ama sonrasında onlar da aynı akıbeti paylaştılar. 1962 senesinde kurulan Bundesliga’dan önce Almanya futbolunda on sezonda şampiyonluk yaşamış FC Nurnberg, 1967-68 sezonunda kazandığı şampiyonluğun ertesinde küme düşmüş…

Premier Lig’deki düşmelere gelince, ligin asansör takımları genelde bir önceki sezonda sevinenler. Perdelerini açtığı 1992-93 sezonundan günümüze, bir önceki sezonda lige terfi eden üç takımdan en az biri ertesi sezon düştü, tutunması zor bir lig anlayacağınız. 1997-98 sezonu yeniler için sezonların en beteri, o sezon ligin yenileri Bolton Wanderers, Barnsley ve Crystal Palace geldikleri gibi döndüler bıraktıkları yere. 2012-13 sezonu ise tutunanların oldu; yeniler Reading, Southampton, West Ham düşmeden devam ettiler ülke futbolunun en üst liginde. 25 senelik tarihinde sadece iki sezonda terfi eden üç takım da düşmeden devam etti yoluna…

2017-18 sezonunda Premier Lig’e yükselen üç takımdan ikisi Cardiff City ve Fulham ligin dibinde, o enfes mahallenin siyah-beyazının gidişatı hayra alamet değil, 12 maçtan sadece birini kazanırken kalelerinde 31 gol gördüler. Onların hikâyesi mahalle maçlarının klişesini hatırlatıyor: “Allahını seven defansa gelsin!” Gidişata bakarak ikisinin de işi zor. Üçüncü takım Wolverhampton Wanderers ise orta sıralarda, daha iyi konumda. Yaşı yeten Ada futbolu sevdalıları hatırlayacaktır, 80’li senelerde 8 sezonda 7 kez düşüp çıkmıştı sarılı takım, 1980 senesinde Lig Kupasını kazanıp 1986’da 4. Ligi gördüler. 2017-18 sezonunun sonunda, Championship’te şampiyon oldular. 2018-19 sezonunda kadrolarında sekiz Portekizli futbolcu bulunuyor. Porto, Benfica ve Sporting Lizbon’dan fazla Portekizliye sahip Nuno Espirito Santo’nun takımı…

Yazdan kalma bir kasım gününde misafir oldukları Arsenal karşısında şansları tutmuyor. En son 1979 senesinde sahadan üç puanla ayrıldılar. Gol umutları Jimenez. 27 yaşındaki Meksikalı forvet Porto’dan kiralık, bu sezon 3 golü var. Rakip Arsenal ligde oynadığı son dokuz maçtan yedisini kazandı. İlk dakikalarda kalabalık savunma ile pozisyon vermeyen Wolves, 13’te kontradan Cavaleiro ile golü buluyor. Rakibin çabuk hücumcuları karşısında bocalıyor Arsenal savunması. Topa sadece yüzde 26 oranında sahip olmasına rağmen rakip kaleyi yedi kez yokluyor Wolves ve ilk yarıyı önde kapatıyor.

İkinci devrede Arsenal’de Iwobi’nin yerine Guendouzi sahada. Yükleniyor ev sahibi… En net pozisyonu 70’te yakalıyorlar, Bellerin penaltı noktasından topu dışarıya vuruyor. Son 20 dakikada Arsenal baskıyı artıyor 71’de Aubameyang’ın vuruşu yan direkten dışarda. Wolves’da oyuna sonradan giren Traore süratiyle göze batanlardan. 22 yaşındaki kanat oyuncusu Barça’nın alt yapısından yetişti, bizim takımlar böyle topçuları nasıl bulamaz, muamma! Bitime üç dakika kalesinde golü görüyor Wolves, kornerden gelen topu kafayla köşeye gönderen Mkhitaryan. Uzatma dakikalarında Neves’in vuruşu çataldan dönünce bir puana razı oluyor deplasman takımı, mücadeleleri takdire şayan. Maçtan sonra hocaları Nuno Espirito Santo’ya üç puanı kaçırdıkları için üzgün olup olmadığını soruyorum. Takımının performansından memnun olduğunu, zor bir deplasmandan puan çıkardıklarını söylüyor. Oynadıkları futbolun ve Portekiz etkisinin lige zevk kattığı kesin…

Ziya Adnan
11 Kasım 2018

Premier Lig seyir defteri: Wayne Rooney; Beyaz Pele’nin vedası!

Premier Lig seyir defteri: Wayne Rooney; Beyaz Pele’nin vedası!

Uzaklardan…

1985’in ekim ayında Liverpool’un günümüzde 14.500 nüfuslu Croxteth bölgesinde dünyaya gelmiş, İrlandalı kökenli bir ailenin üç oğlundan en büyüğü. Çocuk yaşlarda merak salmış futbola ve o futbol şehrinin mavili takımına. Yaşı yetenler hatırlar, onun dünyaya gözlerini açtığı sene Ada futbolunun en üst ligini şampiyon olarak bitirmişti Everton FC, kökleri 1878’e uzanan, kuruluşundan kısa süre sonra bölge halkının isteğiyle mahallesinin adını almış tarihi futbol kulübü. Ada futbolunda “The People’s Club” (Halkın Kulübü) olarak bilinir. Futbolun farklı kurallarla oynandığı siyah beyaz zamanlarda oynadıkları göze hoş gelen futbola ithafen ‘The School of Science’ (Bilim Okulu) olarak da nam salmışlar.

İngiltere 1. Liginde 9 şampiyonlukları var, en son 1986-87 sezonunda kaldırdılar nicedir hasret kaldıkları kupayı.

Henüz 9 yaşında, yerel minikler liginde mücadele eden ‘Copplehouse Boys’un formasını giydiği zamanlarda Everton scoutu Bob Pendleton’un dikkatini çekmiş çocuğun hünerleri. “Kendinden iki yaş büyüklerle oynamasına rağmen diğerlerinden çok farklıydı” diyor Pendleton ve ekliyor: “O takıma geldikten sonra rakiplere fark atmaya başlamıştık, çocuk kalenin önünde şeytan gibiydi!” O dönem şehrin kırmızılı takımı da ilgilenmiş çocukla ama seçmelere Everton formasıyla gelmesi o ilginin sonu olmuş!

Everton’un miniklerine katıldığı 1995-96 sezonunda 10 yaş altı takımda 29 maçta 114 golü var Beyaz Pele’nin! On yaşına bastığı zamanlarda bir Everton maçında maskot olarak sahaya çıkmış ve maçtan önce Everton kalecisi Neville Southall’a ceza sahası dışından aşırtma vuruşla golünü atmış. “Piç kurusu onca taraftarın önünde beni madara etti!” diyerek hatırlıyor o anı eski kaleci.

15 yaşına bastığında kulübün 19 yaş altı takımında, A takımdaki ilk maçı ise Ağustos 2002’de Tottenham Hotspur’e karşı. Kulüp tarihinde Joe Royle’dan sonra A takımda sahaya çıkmış en genç futbolcu. O senenin ekim ayında, 17 yaşına yaklaştığında Arsenal karşısında kaydettiği son dakika golüyle Londra takımının 30 maçlık yenilmezlik serisine son verişi tarihe düşen notlar. Arsene Wenger, “Ada futboluna ayak bastığımdan beri izlediğim en iyi genç futbolcu” der o tarihi maçtan sonra. 2004’e kadar kaldığı Everton’da 67 maçta 15 golü var.

2004’ün yazında, 25,6 milyon sterlin karşılığında yakın şehrin Kırmızı Şeytanlarına transferi o dönemin rekoru. 14 sene kaldığı takımda 5 şampiyonluk yaşarken 253 golle kulüp tarihinin en büyük golcüsü. Premier Lig’de kaydettiği 208 golle Alan Shearer’ın arkasından tüm zamanların gol krallığında 2. sırada. Cristiano Ronaldo ile birlikte oynadığı zamanlarda ‘Pitbull’ lakabını takmış arkadaşına Portekizli. Ada futbolunun “Altın çocuğu” diyor onun için söyleşilerinde. Okul yıllarında çok iyi bir öğrenci değilmiş, malum aklı fikri futbolda! Kolundaki dövmede yazan sözler o yılların anısına: ‘Just enough education to perform’ (Uygulayabilecek kadar yeterli eğitim).

***

O kasım akşamında, 10 numaranın İngiltere Milli Takımına vedasında Amerika karşısında 4-3-3 dizilinde başlıyor takımı maça, Rooney yedek kulübesinde. İlk kez Şubat 2003’te milli takımla sahaya çıktığında 17 yaşındaydı, sonrası her futbolcunun rüyası. 119 maçta 53 gol, milli takım tarihinin en büyük golcüsü. 7 turnuvada milli takımla sahaya çıktı, 2004 Avrupa Şampiyonasını kariyerinin en başarılı turnuvası olarak gördüğünü dile getiriyor söyleşilerinde. 2006 Dünya Kupası ise büyük hüsran kendi tanımıyla.

O veda maçına yedek ağırlıklı kadroyla çıkan İngiltere’nin ileri ucunda Sancho, Wilson, Lingard üçlüsü. İlk 15 dakikada genç ve dinamik İngiltere ağırlığını koyuyor maça, top büyük bölümde ABD’nin sahasında. FIFA sıralamasında 23. sırada misafir takım, İngiltere’nin 18 basamak altında. 25. dakikada Lingard’ın enfes golüyle öne geçiyor ev sahibi, bir dakika sonra sağ bek Arnold’un golüyle fark ikiye çıkıyor. Topa yüzde 69 oranında sahip oldukları ve çok üstün oynadıkları devreyi iki farkla kapatıyorlar. Sağ kanatta göze batan Sancho 2000 doğumlu, 2017’nin yazından beri Borussia Dortmund’da forma giyiyor.

68.155 taraftarın önünde 55. dakikada Lingard’ın yerine oyuna giriyor Rooney, Wembley Stadındaki uğultu görkemli kariyerinin nişanesi. 71. dakikada plasesi ağlarla buluşsa yıkılacak muhtemel o görkemli stat. 76’da Wilson’la üçüncü golü buluyorlar. Velhasıl o kasım akşamında, 33 yaşında milli takıma veda etti Wayne Rooney, Ada futbolunun buldozeri. Son sözü Manchester United’dan takım arkadaşı Ryan Giggs’e bırakalım: “O özgüveni bir onda, bir de Cantona’da gördüm. Futbolcu olmak için dünyaya gelmiş, aynı takımda oynamak büyük keyifti.”

Ziya Adnan
20 Kasım 2018

Kara örümcek, bir Rus efsanesi…

Kara örümcek, bir Rus efsanesi…

Uzaklardan…

Bu yazının yazıldığı saatlerde FIFA sıralamasında 41. Sırada Rusya, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra üç dünya kupasında yer almış futbol ülkesi. Her ne kadar elle tutulur başarıları olmasa da futbola nice tanıdık isimleri kazandırdılar. Andrei Arshavin, Yuri Zhirkov, Aleksandr Kerzhakov bir çırpıda akla gelenler. Ama içlerinden biri var ki hikayesini yazmadan olmaz. “Kara örümcek” olarak bilinirmiş Dinamo Moskova’nın kalesini koruduğu yıllarda, bazılarına göre de “Kara Panter”. Ölümünün 28. yılında hatırlayalım efsane kaleciyi…

Televizyon kanallarından ilk kez yayınlanan 1958 Dünya Kupası’nda, baştan aşağıya simsiyah giysileri içindeki 1.90’lık ürkütücü görüntüsü ilham olmuş lakabına. O yıllara yetişmiş olanlar günümüz kalecilerinin atası, modern kaleciliğin yaratıcısı derler onun için. Kaleciliğin çizginin üzerinde, üç direğin arasında sessizce kaderini beklemek olduğu siyah beyaz zamanlarda, o önünde oynayan defans arkadaşlarına sürekli talimatlar yağdırır, gerektiğinde kalesini terk edip savunmacı rolünü üstlenir, pervasızca tekmelerin önüne atlar, yan topları sert yumrukları ile savuştururmuş. Günümüz futbolunda yan toplardan bunalan kalecilerin sıklıkla başvurduğu yumruklama tekniğinin mucidin o olduğu biliniyor.

Ceza sahası dışına çıkarak topa müdahale eden ilk kaleci olması nedeniyle de İtalyan futbolcu Sandro Mazzola’nın takdirine sayan olmuş. “Bu adam benden daha iyi topa vuruyor!” demiş İtalyan forvet. Bu kadarla kalsa iyi! Futbol tarihinin en çok penaltı kurtaran kalecisi olarak tarihe geçmiş. Kariyeri boyunca 150’den fazla penaltı kurtaran kalecinin bu rekoruna günümüzde hiçbiri yaklaşmamış bile. Futbol tarihinde Ballon d’Or ödülünü kazanan yegâne file bekçisi olması tesadüf değil anlayacağınız…

22 Ekim 1929 senesinde Moskova’da işçi bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş. Şehrin derme çatma bir dairesinde yoksulluk içinde geçen çocukluk yılları, Sovyetler Birliği’nin 2. Dünya Savaşı‘na katılmasıyla daha da zor hal almış. Akranlarının oyuncaklarla haşır neşir olduğu zamanlarda, o daha 12 yaşında, savaş malzemesi üreten askeri bir fabrikada çalışırken, aynı zamanda fabrika takımının kalesini korumaya başlamış. Kısa süre sonra Dinamo Moskova’nın genç takımına yükselmiş. 1950 senesinde “A” takımla çıktığı, üstelik bir dostluk maçında rakip takım kalecisinin kendi ceza sahasından vurduğu top kalesinde gol olunca kariyerinin en büyük şokunu yaşamış. O sezon sadece iki maçta kaleyi koruma fırsatı bulmuş. O hatalı gol yüzünden yedek kulübesine mahkûm kalırken, kaybolan özgüvenini Dinamo Moskova’nın buz hokeyi takımının kalesini koruyarak kazanmaya çalışmış. 1953 senesinde buz hokeyi takımında yaşadığı Sovyetler Birliği Kupası şampiyonluğu, yeteneklerine olan inancını artırmış ve yeniden kulübün futbol takımının kalesini devralmış. 1950–1970 arasında Dinamo Moskova’nın kalesinde 326 maçta görev alırken, 1954 senesinde Sovyetler Birliği Milli Takımı’na seçilmiş. 1956 senesinde düzenlenen Melbourne Olimpiyatlarında Sovyetler Birliği’nin kalesinde sadece iki gol görerek yıldızlaşmış…

Ama onun kaderini değiştiren 1958 Dünya Kupası… İsveç’te düzenlenen Dünya Kupasında son sekiz takım arasına kalan Sovyetler Birliği’nin en göze batan oyuncusu. Turnuvayı kazanan Brezilya ve dönemin önemli takımı İngiltere’nin bulunduğu grupta güney Amerika takımına karşı oynadığı maçta yediği iki gole rağmen farkı önleyerek yıldızlaşmış. İngiltere ile oynanan ve golsüz biten maçtan sonra gruplardan çıkan takım bir üst turda ev sahibine yenilerek turnuvaya veda etse de o turnuvanın en iyileri arasında yer alıyormuş.

•••

1962 ve 1966 Dünya Kupalarında artık futbolseverin aşina olduğu, kalecilik sanatına merak salan gençlerin örnek aldıkları bir sporcuymuş. Ancak 1962 Dünya Kupası onun adına pek iyi geçmemiş. İlk maçında Yugoslavya’ya karşı kalesinde gol görmezken, grubun ikinci maçında Kolombiyalı futbolcu Marcos Coll’un kornerden attığı gol her iyi kaleci gibi onun da hata yapabileceğini göstermiş. Eh, neticede insan! O maçtan sonra Sovyetler Birliği gruptan lider olarak çekip çeyrek finale yükselse de üst turda Şili karşısında fena dağılmışlar. Güney Amerika takımı karşısında oynanan maçta hatalı iki gol yemiş. O maçta 2. golü atan Eladio Rojas, golünden sonra sevineceği yerde rakip kaleye giderek kaleciye sarılmış. Muhtemel o bile inanmamış efsaneye gol atabileceğine! 4-4 biten maç sonrası Fransız gazetesi l’Equipe, manşetinde dev kalecinin kariyerinin sonuna yaklaştığını yazıyormuş. Ancak Fransızlar fena yanılmış. 1963 senesinde “Avrupa’da yılın futbolcusu” seçilirken, 1966 Dünya Kupasında takımını tarihte ilk kez yarı finale taşımış…

Yirmi senelik kariyerinde Dinamo Moskova ‘yla 5 lig şampiyonluğu, 3 Sovyet Kupası ve 1 Avrupa Kupası şampiyonluğu yaşayan, kariyerinde 270 maçta kalesinde gol görmemiş müthiş kaleci, futbola 1971 senesinde 100 bin kişinin önünde düzenlenen jübile maçıyla, milli takım formasını 75. kez giyerek veda etti. O gün sahada Pele, Eusebio, Beckenbauer, Boby Charlton ve Gerd Müller’in yer almış olması ona duyulan saygının göstergesi. Onun futbol oynadığı zamanlarda, kalecilerin kaptan olmasına pek sıcak bakılmamızmış, o yüzden kaptanlık bandını fazla takma şansı bulamamış. Günümüzde olsa farklı olurdu sanırım…

•••

1986 yılında pıhtılaşma nedeniyle bir bacağı kesilen dev kaleci, 1990 senesinin Ekim ayında 61 yaşında mide kanseri nedeniyle aramızdan ayrıldı. Rusya’da devlet töreni ile toprağa verilen Lev Yashin, ‘International Federation of Football History & Statistics’ (IFFHS) tarafından 20. yüzyılın en iyi kalecisi seçilmiştir. 1963 senesinde kazandığı “European Footballer of the Year” (Avrupa’nın en iyi futbolcusu) ödülünü ondan başka hiçbir kalecinin kazanamadığını bir kez daha hatırlatalım. Günümüzde Dinamo stadının girişindeki bronzdan yapılmış heykeli o futbol mabedinin ziyaretçilerini karşılar. ‘Four Four Two’ dergisinin şubat ayında yayımladığı makalede, kaleciliğinin sırrını soranlara verdiği cevap o unutulmaz sporcuyu anlatır…

“Bir kaleci yediği golden sonra büyük üzüntü duymalı, kendisine işkence ediliyormuşçasına acı çekmeli. Eğer yediği golden sonra sakin kalıyorsa bu onun sonu demektir. Geçmişinde ne yaptığının hiç önemi kalmaz, zira böyle adamların geleceği yok demektir!”

Ziya Adnan
18 Kasım 2018