Yoksulluktan doğan yıldızlar – 1

Uzaklardan…

Bir transfer sezonu daha geçerken ömürden, topçuların dudak uçuklatan paralar karşılığında kulüp değiştirdikleri zamanlarda hatırlayalım yoksulluktan doğan yıldızları.

30 Ekim 1960’ta Buenos Aires’in kenar mahallerinin birinde dünyaya gelmiş Diego Armando Maradona, kimilerine göre futbolun gelmiş geçmiş en büyük yıldızı. Şehrin güneyinde yer alan, çoğunluğunu İspanyol ve İtalyan göçmenlerin oluşturduğu 42 bin nüfuslu Villa Fiorito kasabasının suyu akmayan, elektriği dahi olmayan viran bir gecekondusunda, üçü erkek, dördü kız, yedi kardeşiyle birlikte yokluk ve sefalet içinde geçirmiş çocukluk yıllarını. Babası Don Diego hayatın tüm zorluklarına rağmen fedakârlıkla yetiştirmiş çocuklarını. Bir akşam, gece karanlığında evin bahçesinde yer alan tuvalete giderken fosseptik çukuruna düştüğünü, imdadına amcası Cirilo’nun yetiştiğini, minicik bedenini çukurdan çıkarmaya çalışırken, bir yandan da “Ufaklık, kafanı b**un üstüne tut!” diye bağırdığını, kafasını b**un üstünde tutmayı o gün öğrendiğini anlatır o yılları hatırladığı söyleşilerinde.

2015’te solunum yetmezliği nedeniyle 87 yaşında hayata gözlerini yuman babası Don Diego’nun yaşamındaki en büyük destek olduğunu, kariyerini ona borçlu olduğunu anlatır. Fabrikalarda işçi olarak çalışır her gün sabahın dördünde işe gidermiş cefakâr baba. Oğlunun antrenmanlara gidebilmesi için gerekli otobüs parasını kimi zaman patronundan, kimi zaman arkadaşlarından borç alarak karşılarmış. Antrenmanları olduğu günlerde onu da yanına alır, baba oğul tıka basa dolu halk otobüsünde düşermiş yollara. Üçüncü yaş gününde kuzeni Beto Zarife’nin hediye ettiği bir futbol topuyla başlamış sonraları futbolun sevildiği her coğrafyada dillendirilecek hikâyesi. Topa o kadar düşkünmüş ki uykusunda bile topu kucağından bırakmazmış. Henüz 9 yaşında Argentinos Juniors’un seçmelerine davet edilmiş ama hayatını futboldan kazanmasının zor olacağını düşünen babası izin vermemiş. Takvim yaprakları 20 Ekim 1976’yı gösterirken, 16 yaşına basmasına az kala ilk profesyonel maçına Argentinos Juniors ile çıkmış. Sonrası malumunuz.

19 Nisan 1972’de, Brezilya’nın kuzeyinde, günümüzde 1,5 milyon nüfusa sahip Recife şehrinin varoşlarında yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş Rivaldo Vítor Borba Ferreira, nam-ı diğer Rivaldo. Vitamin eksikliği ve beslenme yetersizliği nedeniyle küçük yaşlarda kaybetmiş dişlerini, kariyerindeki en önemli silahı olacak bacaklarındaki çarpıklık da o zamanlardan miras. Futbola sevdalandığı zamanlarda Paulistano Futebol Clube’in antrenmanlarına katılabilmek için her gün 20 kilometre yürür, hiçbir antrenmanı kaçırmazmış. Henüz 15 yaşında bir araba kazasında kaybetmiş babasını, ailenin geçimini sağlamak için futboldan arta kalan zamanlarda plajlarda su satarmış. Yoksulluğun pençesinde okul yüzü görmeden hayata tutunmaya çalışan çocuğun ilerleyen zamanlarda ‘Yaşayan 100 efsane futbolcu’ listesinde yerini alacağını kim bilebilirdi ki.

29 Kasım 1904’te, Montevideo’nun varoşlarında açmış gözlerini dünyaya Hector Castro, nam-ı diğer ‘Tek kollu’. Hikâyesi hazin, 13 yaşında odun keserken testere kazası sonucu sağ kolunu kaybetmiş. 19 yaşına geldiğinde şehrin en büyüğü club Nacional’in yıldızıymış. Takımla yaşadığı üç şampiyonluğun yanı sıra, 1930’da Uruguay’ın kazandığı ilk Dünya Kupasında ev sahibi takımı Arjantin’i 4 golle geçerken son gol onun ayağından gelmiş. Sahada agresif, kaybetmeyi sevmeyen, hırçın ve bir o kadar da yetenekli golcü saha dışında alkole, kadınlara, kumara, gece hayatına, âlemlere düşkünmüş. 15 Eylül 1960’ta geçirdiği bir kalp krizi sonucu 55 yaşında aramızdan ayrılmış.

4 Kasım 1967’de Doğu Londra’nın göçmen mahallesi Hackney’de yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş kanat oyuncusu. Henüz 18 yaşına geldiğinde suçla iç içe yaşamayı öğrenmiş, en yakın arkadaşlarını cinayetlerde kaybetmiş. 1986’da banka soygunundan 4 sene hapis yattı. Ama hapishanede geçirdiği yıllardan ders çıkarmış, çıktığı zaman en iyi yapabildiği işte yükselmeyi kafasına koymuştu. Amatör takım Haringey Borough’da yıldızı parladı, 1990’da 100 bin sterlin karşılığında Leyton Orient’e transfer olarak profesyonel futbola adım attı. 1994’te, onu futbola kazandıran, zamanın iyi teknik direktörü Barry Fry’ın takımı Birmingham City’e 800 bin sterlin karşılığında transfer olduğunda bu, kulüp tarihinin o dönemki rekor transferiydi. 2002’ye kadar süren kariyerinde kimisi amatör 10 takımın formasını giydi Ricky Otto. Futbol sonrası üniversite eğitimini tamamladı ve günümüzde hapishanelerde eğitmen olarak çalışıyor.

9 Ocak 1977’de Kamerun’un sahil kasabası Kribi’de açmış dünyaya gözlerini, ilerleyen zamanlarda Arsenal’de adını duyuracak olan savunma oyuncusu. Babası ülkenin tanınmış politikacılarındanmış ama o dönem ülkeyi yöneten zalim diktatör Francisco Macías’un zulmünden kurtulabilmek için ailesiyle birlikte ülkeyi terk etmek zorunda kalmış. İspanya’nın Sevilla şehrinin varoşlarında 14 kardeşiyle birlikte yeni hayata başlamış ama hiç kolay olmamış yoksulluk içinde geçen zamanlar. İlk profesyonel sözleşmesini 1995’de Utrera takımı ile imzalamış. 2000-2006 arasında Arsenal’de adını duyurmuştu Laureano Bisan Etamé-Mayer, nam-ı diğer Lauren. Futbolu 2010’da bıraktı, günümüzde Sevilla’da yaşıyor.

Ziya Adnan

30 Temmuz 2019

İngiliz alt liglerinin Kırmızı Şeytanları…

Uzaklardan…

Crawley…

Başkent Londra’ya yaklaşık 45 kilometre uzaklıkta, West Sussex bölgesinin 105 bin nüfuslu kasabası. Kökleri 5. yüzyıla kadar dayanan kasaba tarihte demir işçiliğiyle adını duyurmuş. 13. yüzyıldan sonra cuma günleri kurulan pazar nedeniyle ‘Pazar Kasabası’ olarak nam salmış, enfes sahil şehri Brighton ile başkent Londra arasında yer alması ve dünyanın sadece tek piste sahip en işlek havaalanına yakınlığı zaman içinde önemini artırmış.

İşte o şirin kasabanın günümüzden 123 sene önce, 1896’da kurulmuş takımı Crawley Town FC, nam-ı diğer ‘Kırmızı Şeytanlar’. 1935’te parasal sıkıntılar nedeniyle kapanıp 3 sezon sonra yeniden kurulmuş. Onca sene amatör kümelerin sessizliğinde mücadele ettikten sonra 2005’te profesyonel statü kazanmış ama maddi sıkıntılar bırakmamış yakasını, bir sene sonra kayyuma devredilmiş. Bilirsiniz işte, alt liglerin zorlukları yamandır, ‘Kırmızı Şeytanlar’ dedikse Manchester United değil sonuçta. 2007’de takımın başına getirilen eski futbolcu Steve Evans ile 2010’da profesyonel liglere giriş yapmış. Bu vesileyle 1962 doğumlu futbol adamına da selam çakalım yeri gelmişken, 1979’da İskoçya’nın Clyde takımında başlayan futbolculuk kariyerinin tamamını İskoçya’da geçirirken forvet mevkiinde 6 kulübün formasını giydi. 1986’da dizinden geçirdiği sakatlık nedeniyle futbolu erken bıraktı. Sonrasında atıldığı teknik direktörlük macerasında ilk takımı 1994’te amatör liglerde mücadele eden Stamford FC, sonrasında çalıştırdığı takımlar arasında Leeds United da bulunuyor.

Kırmızı Şeytanlar’a dönersek, profesyonel liglerde ilk sezonlarında şampiyonluk yaşayarak 3. Lige yükselmişler. Üç sezon mücadele ettikleri 24 takımlı League One’dan 2015’te düştüler, 2018-19 sezonunu 4. Ligde 19. sırada tamamladılar. 25 kişilik kadronun değeri 1,9 milyon sterlin, kadroda 7 yabancı futbolcu bulunuyor. Şimdilerde kulübün başkanlığını yapan Ziya Eren 1970’te Kayseri’de dünyaya gelmiş bir iş insanı, 2009’da şimdilerde tarih olmuş Kayseri Erciyesspor’un da başkanlığını yaptı.

Futbol takımından dem vurup mabedini de yazmadan olmaz elbet. 6 bin kapasiteli Broadfield Stadı’nın adı 2018’de kazandığı sponsorluk anlaşması sonucu ‘The Peoples Pension Stadı’ olarak değişmiş. 2018-19 sezonunda mabetlerinde 2.290 taraftar ortalaması yakaladılar. The Guardian yakın geçmişte 3. Ligin en iyi aile deneyiminin yaşandığı stat olarak seçmiş bu şirin futbol mabedini. Maç günleri çocuklar için verilen doğum günü partileri, ailelerin maç öncesinde ev sahibi kulübenin misafiri olması, devrede çocukları sahaya çıkararak penaltı atma yarışmaları futbolu güzel kılan detaylar. Hatırlarsanız, ülke futbolunda yakın geçmişte erkeklerin yasaklandığı, seyircisiz adı altında tribünlerde sırf kadınlarla çocukların yer aldığı maçlar oynanırdı. Oysa futbol herkesin katıldığı şölen halindeyken güzel. 3. Lig takımı deyip geçmeyin, marka değeri böyle hikâyelerle yaratılıyor, aklınızda bulunsun…

Futbol sezonunun başlamasına az kala, temmuz ayının ortalarında Crawley Town’ın Swansea City ile oynadığı hazırlık maçı vesilesiyle ziyaret ettik Broadfield Stadı’nı. Bu vesileyle “92’ler Kulübü”ne bir adım daha yaklaştık. Bilmeyenler için, Ada futbolunda yer alan 92 profesyonel kulübün statlarında maç izlemiş taraftarların kurmuş olduğu bir çeşit futbol tarikatı. Üye olmanın yegâne koşulu, ülkenin 92 profesyonel futbol stadını görmüş olmak. 92 stadı tamamladığınız sezon, 92 kulübün de profesyonel liglerde yer alması gerekiyor, malum küme düşmeler ve çıkmalar. O ziyaretten sonra 60’a yaklaşmış ama önündeki yolu hayli uzun bir futbolsever olarak 92’ler kulübüne girmem zor ama yolculuğa devam…

Swansea City karşısında ilk yarıda kötü, ikinci yarıda iyi oynadıkları maçtan sonra kulübün asbaşkanı Nuhkan Rüzgâr ile sohbet ediyoruz. Konu taraftardan açılınca, tüm içtenliğiyle taraftarların toplantı talebiyle kendilerine geldiklerini, toplantıda kulübe yardım etme niyetinde olduklarını, her sene iki yönetim toplantısına girmek ve kulübün gidişatıyla ilgili bilgi almak istediklerini, bunun karşılığında kulübe senelik 10 bin sterlin ödeme yapacaklarını dile getiriyor. Kulüp yönetimi kabul etmiş teklifi haliyle ve taraftarlar da iki yönetim kurulu toplantısında yer almışlar. Nuhkan Rüzgâr, taraftarların kulüp menfaatleri doğrultusunda ve belediyeyle ilgili kararlarda imza kampanyaları düzenleyip kulübe destek olduklarını belirtiyor. Fakat bizim ülkenin aksine yerel idarelerin maddi katkısı olmadığını, vatandaşların vergilerinin nerelere harcandığını çok iyi takip ettiklerini belirtiyor. Bazı maçlardan sonra taraftarların stadyum temizliğine yardım ettiklerini, bu davranışlarının alınan skorlarla bağlantılı olmadığını dile getiriyor. Aynı şekilde yakın oldukları Portsmouth kulübü taraftarlarının da kulübün maddi olarak iflas etmişken kendi aralarında para toplayıp kulübü satın aldıklarından bahsediyor. Disney Grup, kulübü taraftarlardan satın almak istediğinde taraftarların yapılacak transferler hakkında sıkı bir pazarlığa girdiklerini Disney yöneticileri bir toplantıda Nuhkan Rüzgâr’a dert yanarak belirtmiş. Ne diyelim keşke her kulübün taraftarı kulübünün gidişatında söz sahibi olsa, malum kulüpler sevdalı ellerde yükselir..

Yeni sezonda futbol tanrıları o şirin kasabanın Kırmızı Şeytanlar’ının yanında olsun. Mesainin büyük bölümünü Premier Lig takımlarını takibe harcayacağım için ne yazık ki her maçta tribünlerinde olamayacağım ama gönlüm onlardan yana. Malum hangi ligde olursa olsun kökleri, mazisi ve taraftarı olan her takıma hürmet futbolseverin gönül borcudur.

Ziya Adnan

23 Temmuz 2019

Hem yalnız hem çaresiz: Bahtsız kaleciler…

Uzaklardan…

Geçen yazıda büyük umutlarla transfer edilmiş, sonrasında hüsranları yaşamış, yaşatmış golcüleri yazmıştım. Atamayanları bir tarafa bırakıp tutamayanlara bakalım bu yazıda, malum kalecilik dediğin hem yalnızlık hem çaresizlik bolca. Eskinin futboluna yetişmişler hatırlayacaktır kaleciler üzerine söylenen o gülümseten klişeyi: “İnsanın aptalı futbolcu, futbolcunun da aptalı kaleci olur!” derlerdi büyüklerimiz. Futbola henüz sevdalanmaya başladığımız, şimdi çok eskide kalmış siyah beyaz zamanlardı. Okuldan arta kalan zamanlarda sabahtan akşama kadar toprak sahalarda top peşinde koşar ama ne hikmetse hiçbirimiz kaleci olmak istemezdik, zira kaleci dediğin üç direğin arasında bekleyen yalnız, garip adamdı. Eduardo Galeano, oyunu hep uzaktan izleyen, mekândan ayrılmaksızın üç direğin arasında idamını bekleyen yapayalnız adam olarak tanımlamıştı kaleciyi.

Her mahalle takımında bir Gerd Muller’in, bir Pele’nin yer aldığı; kimsenin defansta oynamaya gönüllü olmadığı, Hatice’nin değil, neticenin önemli olduğu zamanlarda bir çeşit ‘tecrit’ idi anlayacağınız kalecilik. Futbolcu olamayan kaleci olurdu. Genelde mahallenin en hantal, en yeteneksiz bebesi! Yine de hiç oynayamamaktan iyiydi üç direk arasında beklemek. Hele de birkaç top çıkardın mı bir anda kahraman oluverirdin arkadaşlarının gözünde! Tabi yediğin o berbat golden sonra uzun süre alay konusu olmak da vardı kaderde. Eskiden zor zanaattı kalecilik! Sonra zaman içinde takımını sırtlayan kaleciler sayesinde değişti bu önyargı. Üç direğin arasındaki yalnız adamlar, esas oğlanlar arasında dimdik yerlerini almaya, hatta kaptan olarak sahaya çıkmaya başlayınca değişti. Çamura bulanmış bitkin kaleci görüntülerinin yerini, arkadaşlarının omuzlarında yükselmiş 1 numaralar almaya başlayınca değişti o kara yazgı.

Ama bir de madalyonun öbür yüzü var, büyük umutlarla takıma katılmış ama hüsranları yaşamış yalnız adamlar. Anlatalım birkaçının hikâyesini kalemimiz yettiğince.

Şubat 1970’te dünyaya gelmiş İtalyan kaleci Massimo Taibi. İlk profesyonel takımı 1989’da Sicilya takımı Licata. Hikâyesinin dönüm noktası 1999 senesinde. O sene Manchester United’ın efsane kalecisi Peter Schmeichel takımdan ayrılmış, Alex Ferguson onun yerini dolduracak file bekçisini aramaktadır. Takımın ikinci kalecisi Mark Bosnich sakatlığı nedeniyle kaleden uzak kalmıştır. O dönemin hatır sayılır transfer bedeliyle (4,5 milyon sterlin) Kırmızı Şeytanlar’ın saflarına katılır 1.90’lık kaleci. İlk maçına Anfield Stadı’nda Liverpool karşısında çıkar, yediği hatalı gole rağmen yaptığı müthiş kurtarışlar sayesinde takımı maçı 3-2 kazanırken maçın adamı seçilmiştir. Ama iyi başlayan hikâyenin sonrası umduğu gibi gitmez. O senenin güzünde Southampton karşısında Matthew Le Tissier’in orta sahadan vurduğu top bacaklarının arasından geçerek gol olunca rakip takım taraftarlarının alaycı tezahüratlarına konu olur. Ertesi gün gazetelerin spor sayfalarında ‘The Blind Venetian’ (Kör Venedikli) başlığı futbola yeni başlayan çocukların bile yemeyeceği türden golü kalesinde görmüş kaleciyi anlatmaktadır. Kısa süre sonra, bu kez Chelsea deplasmanında, Stamford Bridge Stadı’nda kalesinde gördüğü beş gol United kariyerinin sonu olur. Sadece dört maçta kaleyi koruduğu takımdan ayrılırken o dönem Ada futbolunun mizah konularından biri haline gelmiştir. Bir taraftar diğerine sorar: ”Saat kaç?” Diğeri cevap verir: “Taibi’yi beş geçiyor!”

2007-08 sezonunun sonunda Derby County 38 maçta sadece 11 puan toplayarak küme düşerken kalesinde 89 gol görmüştür, lig tarihinin rekoru! O sezon takımın kalesini koruyan Stephen Bywater 1981’de Oldham’da dünyaya gelmiş. 1998’de alt liglerde Rochdale’de başlayan kariyerinde 18 takımın kalesini korudu, 43 numaralı forması 43 yaşında aramızdan ayrılmış olan hocası Les Sealey’nin anısına, onu örnek almış kariyeri boyunca. 2007-08 sezonunun ilk yarısında yediği 43 gol 2. devrede İpswich Town’a kiralanmasına neden olmuş. Premier Lig hayali kurarken kendini Hindistan Süper Lig takımı Kerala Blasters FC’nin kalesinde bulmuşluğu bile var! Günümüzde 3. Lig takımlarından Burton Albion’un kalesini koruyor.

Sırada Premier Lig tarihinin en bonkör kalecilerinden Kostas Chalkias. 2004 Avrupa Şampiyonası’nda Yunanistan Milli Takımı’nın kalesini korumuştu 1.99’luk dev kaleci. 2005’te Portsmouth’a transfer oldu ama henüz ilk maçında yediği hatalı gol yüzünden takımı ezeli rakip Southampton karşısında Federasyon Kupası’ndan elendi. Sonrasında çıktığı maçlarda Arsenal karşısında kendi kalesine attığı gol, takım arkadaşı Arjan De Zeeuw’yu yenilen hatalı golden sonra tokatlayışı akılda kalanlar. Sadece beş maçta forma giyebildikten sonra ülkesine dönen Chalkias, 2012’de futbolu bıraktı.

Zamanı beklemekle geçirmişler de var elbet. Futbol oynadığı yıllarda ‘yedek’ olarak bilinirdi 37 yaşındaki İngiliz kaleci James Bittner. 2000’de Fulham’da başlayan kariyerinde hiçbir maçta görev almadan sabırla bekledi ve üç sene sonra alt liglerde Exeter City takımıyla ilk maçına çıktı. Sahi ne demişti Michelangelo, deha, sonsuz sabırdır.

Kapanışı 30 senelik kariyeri boyunca 29 farklı takımın file bekçiliğini yapmış John Burridge ile yapalım. Futbol oynadığı yıllarda Budgie (Muhabbet kuşu) lakabıyla bilinirdi gezgin kaleci. Ada futbol tarihinde en çok takımda kaleyi koruma rekoru ona ait. Uykusunda bile kalecilik yaptığını; bu yüzden çevresinde ‘deli’ olarak tanındığını ama aldırmadığını söylüyor söyleşilerinde. Onun hikâyesi futbolun o güzel klişesini hatırlatıyor: “Her kaleci ya doğuştan delidir ya da kalecilik yapa yapa delirmiştir!

Ziya Adnan

16 Temmuz 2019

Golden ırak golcüler!

Uzaklardan…

“Gol futbolun orgazmıdır. Orgazm gibi gol de modern yaşamda gitgide daha az görülmektedir” der futbolseverin başucu kitabında Galeano ve devam eder: “Gol küçücük, önemsiz bir gol de olsa seyirciler çılgına döner ve stadyum, beton olduğunu unutarak yerden kopar, havalara uçar.” Velhasıl o güzel oyunun meyvesi gol, haliyle golcü dediğin de oyunun başaktörü. Ama bir de büyük umutlarla transfer edilmiş, sonrasında bekleneni verememişler, golle değil golsüzlükle hatırlananlar var. Hatırlayalım futbolsuz zamanlarda golden ırak kalmış golcüleri…

Ekim 1970’te dünyaya gelmiş Marco Negri, ilk profesyonel takımı 18 yaşında olduğu zamanlarda, 1988’de Udinese. 1995’e kadar farklı takımlarda forma giyen forvet 1995-97 arasında Perugia’da 61 maçta 33 gol kaydedince taliplileri sıraya girmiş. 1997’de 3,5 milyon sterlin bedelle İskoç devi Glasgow Rangers’a transfer oluşu, ilk 10 maçında kaydettiği 23 gol kariyerinin zirve yaptığı zamanlar. O yıllara yetişmiş olanlar hatırlar, attığı hiçbir gole sevinmezdi. Takım arkadaşlarıyla iletişim kurmayan antisosyal İtalyanın yegâne arkadaşının takımın diğer İtalyan oyuncusu Sergio Porrini olduğunu yazmıştı gazeteler. İkisi arasında oynanan squash maçında gözüne çarpan top görme yeteneğini etkilemiş, sonrasında gole hasret kalmıştı. Üç sezon daha kaldığı Ibrox’da yedek kulübesine mahkûm oldu, 2001’de Bologna’ya transfer oldu ama burada da tutunamadı. 2005’te, 35 yaşında futbolu bıraktığında geride iyi başlamış ama devamını getirememiş yazık bir hikâye bıraktı. En iyilerden bir olarak hatırlanacaktı muhtemel Negri, ama belki o kaza yüzünden, belki de antisosyal mizacından futbolun en bereketsiz forvetleri arasında yerini aldı.

Bizim futbol fakiri coğrafyada 2008-2009 arasında Kayserispor’da top koşturmuş olan Julius Aghahowa Şubat 1982’de Nijerya’da açmış dünyaya gözlerini. İlk profesyonel takımı Bendel Insurance, sonrasında Danimarka’nın alt lig takımlarından Herning Fremad’da forma giymiş. 2000’de Shakhtar Donetsk’e transfer olduğunda o dönemin en iyi genç forvetleri arasında gösterildiğini hatırlatalım. 20 yaşına bastığında Nijerya Milli Takımı adına 12 golü bulunuyor. Shakhtar’da ilk sezonunda 35 maçta 18 gol kaydetmiş ama sonrası düşüş. 22 yaşına bastığı zamanlarda beklenen gelişimi kaydedememiş golcü uzun süre yedek kaldıktan sonra Ada futboluna, Wigan Athletic’e transfer oldu. 18 ayda tek gol bile bulamayan forvet şansını bizim topraklarda denedi, sonrasında hikâyesinin başladığı yere Shakhtar’a döndü. 2013’te kulüp bulamayınca futbolu bırakmak zorunda kaldı.

Nick Proschwitz, Ada futbolunda 4 takımın formasını giydi ama hiçbirinde iz bırakmadı. Kasım 1986’da Almanya’da dünyaya gelmiş, ilk takımı 2004’te Hoffenheim. 2012’nin yazında Hull City’e 2,6 milyon sterlin bedelle transfer olduğunda takım sevdalıları yeni transferden çok umutluydu. Ama olmadı, 3 sezonda 3 gol ancak bulabildi. Sonrasında Barnsley, Brentford, ve Coventry City’de forma giydi ama tutunamadı. 2012-15 arasında 4 takımda ancak 9 gol kaydeden golcü şimdilerde Belçika’nın alt liglerinde şansını deniyor.

Premier Lig’in ilk İtalyan ithali Andrea Silenzi 1995 yazında o dönemin rekor transfer ücreti olan 1,8 milyon sterlin karşılığında Nottingham Forest’e transfer oldu. 1997’ye kadar kaldığı takımda ancak 20 maçta forma giyen 1.91’lik forvet sadece 7 maçta 90 dakika sahada kalabildi. İki sezondan sonra ülkesine döndüğünde Forest’e maliyeti 3,75 milyon sterlini bulmuştu.

Kongolu forvet Vinny Mukendi 1992 doğumlu. 2009’da Macclesfield Town takımıyla profesyonel sözleşme imzaladığında henüz 17 yaşındaydı. Ada futbolunun alt liglerinde başlayan kariyerinde 24 yaşına gelene kadar 13 takımın formasını giydi. Oynadığı 47 maçta sadece 3 gol bulabildi. Sonrasında şansını farklı takımlarda denedi, 2012-15 arasında sadece bir golü var Kongolunun.

Golcü transferi konusunda fena yanılanlar içinde Wenger’i de unutmayalım. 2001’in yazında Everton’dan 10 milyon sterlin ödeyerek transfer ettiği Francis Jeffers’ı ‘Fox in the box’ (ceza sahasındaki tilki) olarak tanımlamıştı. Wenger’e göre Ian Wright’ın yerini dolduracaktı yeni golcü. Ama işler umulduğu gibi gitmedi. Jeffers sakatlıklarla boğuştuğu, ancak 22 maçta forma giyebildiği 3 sezonda sadece 4 gol bulabildi. 2004’te Everton’a döndü ama burada da kalıcı olamadı. 2012’de şansını bir süre Malta’da denedi, 2014’te alt liglerde, Accrington Stanley’de futbolu bıraktı. Ah çektiren tam bir düşüş hikâyesi!

Yeri gelmişken, bizim bereketli topraklarda boy göstermiş nokta transferlerden (!) birini atlamadan geçmeyelim. 1991-1992 sezonunda Galatasaray’da sadece bir maçta forma giyen Nijeryalı Dominic Iorfa 1984-2000 arasında 22 takımda top koşturmuş. Galatasaray öncesinde forma giydiği Queens Park Rangers taraftarlarının geçmişte yaptığı ankette kulüp tarihinin en kötü topçuları arasında gösterilmiş. Bizim diyarlarda top koştururken, rüzgârın sert estiği bir maçta orta sahadan ceza alanına orta kesip, rüzgâr nedeniyle yavaşlayan topa yetişip kafa vurmuşluğu bile var golcünün. Kendi ortasına kafa vuran ilk futbolcu muhtemel! Golcü dedikse abartmamak gerek, onca takım ve onca senede ancak 30 golü var.

Velhasıl, bir transfer sezonu daha geçerken ömürden, takımınızın yeni golcüsüne methiyeler düzmeyi zamana bırakın derim naçizane. Malum adına futbol dediğin oyunda golden ırak nicesi var.

Ziya Adnan

9 Temmuz 2019

1997’de 3,5 milyon sterlin bedelle İskoç devi Glasgow Rangers’a transfer oldu Marco Negri…

Şişman da var, kereviz de… Futbolun içinden hikâyeler

Uzaklardan…

Ada futbolu tarihi boyunca birbirinden ilginç öykülere tanıklık etti. Onlardan bazılarına yakından göz atalım

80’lerden yakın geçmişe kadar Chelsea taraftarları kerevizle maçlara gidiyorlardı.

Benim gibi futbolsuz kalanlar için zordur tek haneli senelerin yaz ayları. Haziran geldi mi biter ligler, maçlar, kupalar. Sonra bekle dur yeni sezonu, şairin dizelerindeki gibi: “Ne hasta bekler sabahı ne taze ölüyü mezar ne de şeytan bir günahı, seni beklediğim kadar.” Ama beklerken futbolsuz kalmayalım, anlatalım futbol folklorunda yer etmiş az bilinen güzel hikâyeleri, yazalım kalemimiz yettiğince…

SAHAYA KEREVİZ ATIYORLARDI

Ada futboluna aşina olanlar hatırlar, 80’li senelerden yakın geçmişe kadar Chelsea taraftarları kerevizle gelirlerdi evlerinde oynadıkları maçlara. Hikâyesi ilginç, 80’li senelerde Mickey Greenaway adındaki demirbaş taraftar maçlarda “Ask Old Brown” şarkısını söylermiş: “Ask old Brown for tea and all the family, if he don’t come, we’ll tickle his bum with a lump of celery.” (İhtiyar Brown’u çaya çağır ailece, gelmezse k… kaşırız kerevizle) Tezahürat zaman içinde Stamford Bridge tribünlerinde yer etmiş ve totem olsun diye taraftarlar maça kereviz getirip maç esnasında sahaya atmaya başlamışlar. 2002 senesinde dört taraftar sahaya kereviz attığı için tutuklanırken, 2007 senesinde Arsenalli futbolcuların kereviz yağmuruna tutulmalarından sonra Chelsea kulübü, taraftarlarının maçlara kereviz getirmesini yasaklamış.İlginizi çekebilir:  Alex Morgan’dan ‘çay sevinci’ tepkilerine sert cevap

150 KİLOLUK KALECİ

Chelsea dedik madem efsane kalecilerinin hikâyesini de anlatmadan geçmeyelim. Ada futbolunun müdavimleri bilir “Who ate all the pies” (turtaları kim yedi) tezahüratını. Hikâyenin kahramanı William Henry Foulke, namı diğer Fatty (şişko) 12 Nisan 1874 tarihinde İngiltere’nin Shropshire bölgesinin Dawley kasabasında dünyaya gelmiş. Henüz 19 yaşındayken Sheffield United takımının scoutları tarafından keşfedilmiş ve takımın kalesini korumaya başlamış. Kilosu hakkında çeşitli rivayetler olmasına karşın, 1.93’lük boyu ve 150 kilo ağırlığı ile futbol sahalarında nam ve korku saldığı yazılır. Bir dağı andıran cüssesiyle kalenin büyük bölümünü kapladığı için kendisine gol atmakta zorlanırmış rakip forvetler. Üstelik dev cüssesinden umulmayacak çevikliğe sahipmiş. Haliyle penaltı kurtarma konusunda uzmanmış şişko kaleci. 1894-1905 seneleri arasında Sheffield United’ın kalesini koruyan “Fatty”, bu sürede takımıyla üç kez İngiltere Federasyon Kupası finalinde yer almış, kupayı iki kez kazanmış. 1896–97 sezonunda, Derbyshire takımına karşı oynarken, takımının attığı gole çok sevinince üst direği iki eliyle kavrayarak sallanmaya başlamış, ancak 150 kiloluk ağırlığa dayanamayan direk ortadan kırılınca, maç uzun süre durmuş…

Chelsea’nin 150 kiloluk kalecisi William Henry Foulke

TURTALARI KİM YEDİ?

Sheffield takımıyla 299 maçta sahaya çıktıktan sonra, 1905 senesinde günümüzde bir maç bileti fiyatına denk gelen 50 sterlin (!) karşılığında Chelsea’ye transfer olmuş. O dönem Chelsea’nin teknik direktörü Robertson, sahaya çıkarken takımın en bücür futbolcularını “Şişman”ın arkasından koşturarak onun daha azman görünmesini sağlıyor, böylece rakip takım futbolcularının yüreklerine daha maç başlamadan korku salıyormuş. Ancak bir zaman sonra, Fatty hayli asabileşmiş, hırçınlığı ile hemen her maçın olay adamı haline gelmiş. Kimi zaman takım arkadaşlarına kızıp maç esnasında sahayı terk ediyor, kimi zaman tepesini attıran rakip forvet oyuncularını tuttuğu gibi çuval misali fırlatıyormuş. Yemeğe karşı zaafı olan kaleci, yazılanlara göre bir maç öncesinde takım arkadaşları için hazırlanan kahvaltı masasına herkesten önce oturmuş, arkadaşları gelene kadar masada ne varsa afiyetle silip süpürmüş. Maça aç biilaç çıkmak zorunda kalmış talihsiz takım. Türlü garipliklerine rağmen çok sevmiş Chelsea taraftarları şişman kalecisini. Rivayete göre günümüzde Ada futbolunda hafif göbek salmış kilolu futbolcular için sıklıkla yapılan “Who ate all the pies?” (Turtaların hepsini kim yedi?) tezahüratı ilk kez Chelsea tribünlerinde onun adına söylenmiştir. Fatty’nin bu tezahürata karşılık söylediği, “Beni nasıl çağırırlarsa çağırsınlar, yeter ki yemeğe geç çağırmasınlar!” cümlesi futbol literatürüne geçmiştir. Futbolu bıraktıktan sonra ilerleyen zamanlarda parasız kalınca Bradford panayırlarında kalecilik yaparak hayatını idame ettirmeye çalışmış. 1916 senesinde, henüz 42 yaşında yoksulluk içinde hayata veda etmiş. Ölüm nedenini zatürre olarak yazmış gazeteler. Ölümünden çok zaman sonra, Graham Phythian 2005 senesinde yazdığı “Colossus: The True Story of William Foulke: William ‘Fattty’ Foulke” adlı kitabında anlattı şişman kalecinin hikâyesini, meraklısına…

PAPAĞANIN ÖLÜMÜ…

Rivayete göre, İngilizcede büyük hayal kırıklıklarını anlatmak için kullanılan “Sick as a parrot” (Papağan kadar hasta) deyiminin kökeni 1919 senesine dayanır. Tesadüf mü bilinmez ama o sene, tam da Arsenal’in, Tottenham’ın yerine 1. Ligde mücadele etmeye hak kazandığı gün, Tottenham’ın maskotu papağan ölür! 1908 senesinde çıktıkları Güney Amerika turu sonrası takım kaptanı tarafından kulübe hediye edilen şirin papağan, 11 sene yaşadıktan sonra, bir anda hastalanır ve o kara günde hayata gözlerini yumar. Tottenham taraftarları arasında, takımlarının o sezon 1. ligde oynayamayacak olması ve papağanın ölümü büyük üzüntü ile karşılanır. Batıl inançları güçlü olanlar, bu kara hadiseyi futbola bağlarlar ve deyim günümüze kadar gelir.

Alt liglerden bir hikâyeyle bitirelim futbolun güzel hikâyelerini. 1993 senesinde amatör küme takımı Congleton maçtan önce hayatını kaybettiği söylenen yaşlı, vefakâr taraftarı için bir dakikalık saygı duruşu düzenlemiş onca senenin anısına. Ancak maçtan önce tribünlerde yerini alan yaşlı taraftar kendisi için yapılan saygı duruşuna eşlik etmiş, muhtemel gözyaşlarıyla…

Ziya Adnan

5 Temmuz 2019

Maymun Asanlar’dan Uçan Eşekler’e namı yürümüş takımlar-2

Uzaklardan…

Geçen yazıda, Hartlepool United vesilesiyle futbol aleminin gülümseten lakaplarına sahip takımlarını yazmıştım. Madrid’in 10 kilometre güneybatısında 186 bin nüfuslu kasabanın takımı Leganes FC mesela. Futbol aleminde lakapları “Los Pepineros” (Salatalık Yetiştiricileri). Bağlık bahçelik kasaba halkının tarih boyunca geçim kaynağı salatalık yetiştiriciliğiymiş, haliyle yakın şehir Madrid’in sakinleri bu lakabı uygun görmüşler komşularına. Onlar gibi nicesi var, bıraktığımız yerden devamla…

Lionel Messi’nin ilk takımı Newell’s Old Boys, Arjantin’de “The Lepers” (Cüzzamlılar) olarak bilinir. Hikâyesi ilginç, 1903’te kurulan takım rivayete göre 1920 senesinde bir dostluk maçını yerel bir cüzzam kliniği için oynamayı, maçın gelirini de kliniğe bağışlamayı kabul etmiş ama muhtemel konu cüzzam olduğundan şehrin diğer takımı, ezeli rakip[ZA1] Rosario Central maça çıkmamış. Rakibin maça çıkmamasını alçaklık olarak değerlendiren Old Boys’u “Cüzzamlılar” olarak yaftalamış Central ama beklenin aksine Old Boys bu lakabı bir gurur abidesi olarak tarihe taşımış. Günümüzde ülke futbolunda Central, “Canallas” (Alçaklar) olarak bilinir…

İspanya’nın kökleri 1903’e kadar uzanan kırmızı beyazlı takımı Atletico Madrid, nam-ı diğer “Los Colchoneros” (Şilteciler)… Rivayete göre kurulduğu dönemde kulübün eski futbolcusu Juanito Elorduy, İngiltere’ye Blackburn Rovers’ın mavi beyaz formalarını almak için gitmiş ama yeterli sayıda forma bulamayınca eli boş dönmemek için Southampton FC’nin kırmızı beyaz formalarında karar kılmış. Formalarını Southampton, şortlarını Blackburn Rovers’ın renklerinden alan kulübün lakabı “Los Rojiblancos” (Kırmızı-Beyazlılar) o zamanlardan miras. Bir başka rivayete göre, o yıllarda yatak minderleri ve çarşaf üretiminde kullanılan kırmızı beyaz çizgili bezleri, maliyeti azaltmak için takımın forması olarak kullanmışlar. Rakip taraftarların alaycı gözünde “Şilteciler” olarak bilinmeleri işte bu yüzden…

1905’te kurulmuş olan Arjantin futbolunun kırmızı beyazlı takımı Estudiantes, nam-ı diğer “Los Pincharratas” (Fare Bıçaklayanlar) … 2018-19 sezonunda 26 takımlı Primera Division’ı 17. sırada bitirdiler. Kuruldukları yıllarda Felipe Montedonca adındaki taraftar zamanını farelerle mücadele ederek, bölgenin yerel pazarı La Plata’yı farelerden temizleyerek geçirdiği için şehir halkı tarafından tanınırmış. Günün birinde takımın oyuncularıyla birlikte çektirdiği fotoğraf gazetelere konu olunca sevdalıları takımla onu özleştirmişler. Günümüzde başkanlığını Juan Sebastian Veron’un yaptığı takım Arjantin futbol tarihinin en başarılı kulüplerinden…

“La Vecchia Signora” (Yaşlı Kadın) olarak bilinir Juventus, İtalyan futbol tarihinin en başarılı takımı. Köklü tarihlerimde şampiyonluk kupasını 35 kez kazanırken 2011-12 – 2018-19 sezonları arasında sekiz sezon arka arkaya Serie A’yı şampiyon olarak tamamladılar. Juventus’un Latincedeki karşılığı “genç” ama 1930’lu senelerde takım yeni yetme oyuncular yerine deneyimli, yaşlı oyunculardan kurulurmuş. Rakip taraftarlar da ironi olarak genç yerine yaşlı olarak yaftalamışlar siyah beyazlıları. “Kadın” denilmesinin nedeni de sevdalılarının kulübü bir kadını sevdikleri gibi sevmeleri ve İtalyancada “takım” kelimesinin karşılığı olan “La Squadra”nın dişi bir kelime olmasından gelirmiş…

Finali 1948’de kurulmuş Alman futbolunun enfes kulübüyle yapalım. Ülke futbolunda “Die Geißböcke” (Billy Keçileri) olarak bilinir FC Köln, maskotları Hennes adındaki keçi,1948–1952 arasında takımın formasını giymiş, sonrasında hocalığını yapmış efsaneleri Hennes Weisweiler’den miras… 1950’de, kuruluşlarının ikinci yılını kutladıkları zamanlarda yerel sirk sahiplerinden bir sevdalısı şans getirsin diye takıma bir keçi hediye etmiş. O dönem takımı çalıştıran Hennes Weisweiler keçiye kendi adını vermiş. Zaman içinde ilk keçi Hennes hakkın rahmetine kavuşunca sevdalıları yerini başka bir Hennes ile doldurmuşlar. Şimdilerdeki maskotları “Hennes VIII” 2006’dan beri maçtan önce takımla birlikte sahaya çıkıyor. Ne diyelim, yaradan uzun ömürler versin ülkenin en güzel keçisine. Bu vesileyle güzel insanların takımı Gençlerbirliği’nin Süper Lig’e dönüşünü kutlarken, simgesi “Keçi” olan taraftar grubu Alkaralar’a da selam olsun, gülsün yüzleri yeni sezonda…

Ziya Adnan

30 Haziran 2019

Maymun Asanlar’dan Uçan Eşekler’e… Namı yürümüş takımlar

Uzaklardan…

Futbol tarihi boyunca takımlara birçok lakap takıldı. İçlerinden bazıları ise bir hayli dikkat çekici. Onlara yakından göz atalım

Geçen sezon La Liga’yı 13’üncü sırada tamamlayan Leganes, ‘Salatalık Yetiştiricileri’ lakabıyla tanınıyor.

Geçenlerde, yine bu köşede yazmıştım İngiltere’nin kuzeyinde 92 bin nüfuslu sahil kasabasının takımı Hartlepool United’ın hikâyesini. Futbol alemindeki lakapları Maymun Asanlar…

Rivayete göre Napolyon Savaşları sırasında batan bir Fransız gemisinden kurtulan, Fransız ordusunun üniformasını giymiş küçük maymunu asarak idam etmeleri vesile olmuş lakaplarına. Sadece Hartlepool değil elbet alemde gülümseten hikâyelere, lakaplara sahip takımlar. Futbolsuz kaldığımız zamanlarda hatırlayalım lakaplarıyla namı yürümüş diğerlerini…

SALATALIK YETİŞTİRİCİLERİ

1928 senesinin yazında kurulmuş Leganes FC, Madrid’in 10 kilometre güneybatısında 186 bin nüfuslu bir kasabanın takımı. Kasabadaki caddelerden birinin adı Avusturyalı rock grubu AC/DC’nin adını taşıyor. 1977’ye kadar amatör kümelerde top koşturduktan sonra 4. Lige terfi etmişler. 2015-16 sezonunda ilk kez La Liga’da yer aldılar, geçen sezon ligi 13. sırada tamamladılar. Futbol alemindeki lakapları “Los Pepineros” (Salatalık Yetiştiricileri)… Anlatalım hikâyesini. Bağlık bahçelik kasaba halkının tarih boyunca geçim kaynağı salatalık yetiştiriciliğiymiş, haliyle yakın şehir Madrid’in sakinleri bu lakabı uygun görmüşler komşularına, içinde biraz aşağılama, biraz şehirli kibri! Ama kasabalılar bu lakabı sevmiş olmalı ki, takımın deplasman formasına yeşili de eklemişler. Mabetleri 12.450 kapasiteli Estadio Municipal de Butarque’de misafir ettikleri takımlara maçtan önce bir sepet salatalık ikramı adettenmiş. (Bizde olsa kan çıkar!) Takımın maskotu “Super Pepino”, 1.90 boyunda bir salatalık, takım sevdalıları arasında “salatalık şövalye” (ya da hıyar şövalye) olarak bilinirmiş. Ligde forması en güzel kokan takımın da onlar olduğunu yazıyor Barcelona’nın internet sitesi. Formalarındaki armanın özelliği çimen kokusuymuş, armayı ovuşturunca mis gibi çimen kokusu yayılırmış ortalığa. La Liga’ya yükseldiklerinde, o başarıyı hiç unutmasınlar diye çimen kokulu forma armağan etmiş kulüp sevdalılarına…İlginizi çekebilir:  Bu zafer yalnızca İstanbul’un değil tüm Türkiye’nin

OTOMATİK PEYNİR

Albacete FC İspanya’nın güneyinde, 173 bin nüfuslu Albacete şehrinin 1940 senesinde kurulmuş beyazlı takımı. Geçen sezon İspanya 2. Liginde mücadele ettiler. Barça efsanesi Andres Iniesta 1994’te, henüz 10 yaşında takımın miniklerine katılmış, 1996’da Barça’nın akademisine geçiş yapmış. Günümüzde kulüp hisselerinin çoğunluğu ona ait. Takımın alemdeki lakabı “Clockwork Cheese” (Otomatik Peynir). Stanley Kubrick’in 1971 yapımı “Clockwork Orange” (Otomatik Portakal) adlı enfes filminden alıntı. Şehrin markası haline gelmiş, aynı zamanda önemli ihracat ürünü olan peynir ilham vermiş kulübü yakından takip eden gazetecinin birine. 1980’lerin Hollanda Milli Takımından (Portakallar) çok etkilenmiş olmalı ki maç yazılarında takımı “Otomatik Peynir” olarak yazmaya başlamış, zaman içinde onun yarattığı lakabı benimsemiş takım sevdalıları. Buna benzer bir lakabın sahibi CF Reus Deportiu, 2018-19 sezonunda 2. Ligden düşen Katalan kulübü, nam-ı diğer “Clockwork Hazelnut” (Otomatik Fındık). Takıma adını veren şehir, İspanya’da fındık üretimiyle bilinirmiş.

BİSKÜVİ ERKEKLERİ

Bilir misiniz kökleri 1871’e uzanan, geçen sezon Championship’i 20. sırada bitirip düşmekten kıl payı kurtulan mavi beyaz Reading FC eski zamanlarda “The Biscuit Men” (Bisküvi Erkekleri) olarak bilinirdi Ada futbolunda. Kasabada yer alan “Huntley ve Palmers” adındaki bisküvi fabrikasının ünü vesile olmuş ama rakip taraftarların alaycı tezahüratlarından bıkmış olmalılar ki, “The Royals” lakabını tercih etmişler. Köklü tarihlerine rağmen Premier Lig’de sadece bir sezon (2012-13) boy gösterdiler…

PATATES BÖCEKLERİ

Alemannia Aachen, Almanya’nın batısında 246 bin nüfuslu Aachen şehrinin 1900 senesinde kurulmuş takımı. 1960’larda üç sezon Bundesliga’da boy göstermişler ama 2012 senesinde parasal sıkıntılar nedeniyle kapısına kilit vurulmuş. Yıllar önce Mustafa Denizli’nin bir süre teknik direktörlük yaptığı, şimdilerde yarı amatör 4. Ligde geçmişe ağıt yakan takımın lakabı “Potato Beetles” (Patates Böcekleri)… Sarı siyah formaları patates böceğini andırdığı için zaman içinde yer etmiş alemde, formalarındaki böcek arması az görülen cinsten…

İtalya’da Verona şehrinin takımı olan Chievo’ya ezeli rakibi Hellas Verona tarafından 
Uçan Eşekler lakabı takılmış.

CHIEVO’NUN HİKÂYESİ

2018-19 sezonunda Serie A’yı 20. sırada bitirerek küme düşen A.C. Chievo 258 bin nüfuslu Verona şehrinin 1929 senesinde kurulmuş sarı lacivertli takımı. Ülke futbolunda “Mussi Volanti” (“Uçan Eşekler) olarak biliniyorlar. Bu lakabı onlara bölgenin diğer takımı, ezeli rakip Hellas Verona taraftarları takmış. İki takım tarihte ilk kez 1989-90 sezonunda Serie B’de karşılaşmış ve Hellas taraftarları, “Ancak eşekler uçtuğunda şampiyon olabilirsiniz!” diye tezahürat yapmış bunlara. Kamçılamış olmalı ki o tezahürat, ligleri birer birer tırmanıp 2000–01 sezonunda Serie B’yi 3. sırada bitirip tarihlerinde ilk kez ülke futbolun en üst liginde oynamaya hak kazanmışlar. Kaderin cilvesi, “Uçan Eşekler”in Şampiyonlar Ligi’nde ilk kez boy gösterdiği zamanlarda Hellas Verona 3. Lig’e kadar düşmüş…

Yeri gelmişken komşu ülke Yunanistan’ın kırmızı beyazlı Olympiacos’una da selam çakmadan geçmeyelim. Ülke futbolunda Thrylos (Efsaneler) olarak bilinler. 1925’te kurulan kulüpte büyük emeği olan Yiannis Andrianopoulos 1925-27 arasında takımın formasını giyerken 1929–32 arasında başkanlığını yapmış.

Dört kardeşi de zaman içinde takımla sahaya çıkarken tarihte iki kez yedi sezon arka arkaya şampiyonluk yaşamışlar. (1997–2003 ve 2011–2017). 2018-19 sezonunda ligi 2. sırada bitirdiler. Beş kardeşin tarih içinde aynı takımın formasını giymesi de ayrı bir yazı konusu sanırım…

Ziya Adnan

24 Haziran 2019


1928 senesinin yazında kurulmuş Leganes FC, Madrid’in 10 kilometre güneybatısında 186 bin nüfuslu bir kasabanın takımı. Kasabadaki caddelerden birinin adı Avusturyalı rock grubu AC/DC’nin adını taşıyor. 1977’ye kadar amatör kümelerde top koşturduktan sonra 4. Lige terfi etmişler. 2015-16 sezonunda ilk kez La Liga’da yer aldılar, geçen sezon ligi 13. sırada tamamladılar. Futbol alemindeki lakapları “Los Pepineros” (Salatalık Yetiştiricileri)

Justin Edinburgh, erken ayrılanlar…

Uzaklardan…

18 Aralık 1969 tarihinde Essex bölgesinin Brentwood kasabasında dünyaya gelmiş futbol sevdalısı. Amatör kümelerde top koşturduğu zamanlarda 4. Ligde mücadele eden Southend United’ın scoutları tarafından keşfedilmiş. 1988 senesinde sahil takımında ilk profesyonel sözleşmesine imza atmış. 1990 senesine kadar kaldığı takımda 47 maça çıkarken takımın demirbaşıymış. 1990 senesinin Ocak ayında Kuzey Londra’nın beyazlı takımına 150 bin sterlin karışlığında transfer olması kariyerinin yükselişe geçtiği zamanlar. Tottenham Hotspur’un başında o zamanlar Terry Venables var, takım arkadaşları arasında Gary Lineker, Paul Gascoigne, Gary Mabbutt ve Paul Stewart… 20 yaşındaki bir futbolcu için futbolun efsaneleriyle aynı takımda forma giymek kaçına nasip olur ki! Ada futboluna aşina olanlar ve yaşı yetenler hatırlar, savunmanın solunda çabukluğu ve sertliğiyle göze batardı 12 numaralı formasıyla. İnatçıydı, mağlubiyeti asla kabul etmez, hırsı, özgüveni ve kazanma arzusuyla göze batardı. 2000 senesine kadar top koşturduğu takımda 231 maçta forma giydi, bir golü var. O yıllarda savunma oyuncuların asli görevi rakibe gol fırsatı vermemek, kalelerini gole kapatmaktı. Günümüz futbolunda olduğu gibi hücum beki konsepti henüz gelişmemişti, haliyle savunma oyuncuların gole katkısı düşüktü. O yıllarda Tottenham’da kazandığı iki kupa, 1990-91 sezonunda Federasyon Kupası ve 1998-99 sezonunda Lig Kupası. 2000 senesinde 175 bin sterlin bedelle Portsmouth’un saflarına katıldı, 2003 senesinde kaldığı takımda sakatlıklar nedeniyle ancak 35 maçta forma giyebildi…

Kolay olmaz onun gibi futbol sevdalılarının aktif futbol hayatı sonrası futboldan kopması. Futbolculuğu bıraktığı ama futbolu bırakmadığı zamanlarda antrenörlük serüvenine atıldı. İlk takımı amatör kümelerde Fisher Athletic. Onlara da selam çakalım yeri gelmişken, malum amatör candır. 2009 senesinin Mayıs ayında borçları nedeniyle kapandılar, yerine Fisher FC adını verdikleri kulübü kurdu sevdalıları, şimdilerde bölgesel amatör liglerde mücadele ediyorlar. Futbolcuya dönersek, kariyerinin ilerleyen yılları alt lig takımlarında kazandığı deneyimler, her teknik direktör gibi iyi ve kötü zamanlar. 2017 senesinin başında önce Gillingham, sonra Northampton Town’da çalıştı ama hocalık kariyerinin en güzel bölümü Leyton Orient macerası. 2017 senesinin yazında katıldığı takım amatör kümelerde geçen iki seneden sonra profesyonel liglere dönüşlerini kutluyordu sevdalıları. Onları da hatırlayalım, Londra’nın Fulham’dan sonra en eski takımı, 117 seneden sonra 2016-17 sezonunda profesyonel liglere veda etti, iki sene aradan sonra döndü bıraktığı yere. 2018-19 sezonunda, amatör kümede çile çektikleri zamanlarda mabetleri Brisbane Road Stadında 5.444 taraftar ortalaması yakaladılar. Dönüşleri daim olsun…

Geçtiğimiz günlerde, takvim yaprakları 8 Haziran’ı gösterirken kalp krizi nedeniyle 49 yaşında aramızdan ayrıldı Justin Edinburgh, yeşil sahaların mütevazı, efendi futbolcusu. Tottenham’ın Madrid’de oynadığı Şampiyonlar Ligi finalinde tribünde yerini almıştı, malum “Spurs” denilince akan sular dururdu. Arkadaş canlısıymış, sevilirmiş futbol aleminde. Portsmouth günlerinde aynı takımda forma giydiği arkadaşı Andy Awford, Leyton Orient’in geçtiğimiz günlerde profesyonel liglere dönüşünü kutlamak için aramış. Her zamanki alçakgönüllülüğüyle, “Şampiyonluklar gelir geçer, futbolu boş ver sen iyi misin, onu söyle!” diye cevaplamış arkadaşını. Leyton Orient’in golcüsü Macauley, “Mükemmel bir lider, kazandığımız başarının mimarıydı. O bize takım olmayı öğretti, Orient için yaptıklarına sonsuza kadar minnettar kalacağız,” diyerek dile getirmiş üzüntüsünü. Futbol sezonu olmamasına rağmen kulübün stadını taziye içine gelen sevdalılarına açtığını hatırlatalım. 1991 senesinde Federasyon Kupasını birlikte kaldırdığı Tottenham’dan takım arkadaşı Gary Mabbutt, “Yaşasaydı mutlaka gelecekte Tottenham Hotspur’un başında olurdu,” cümlesiyle özetlemiş dostunu. Son sözü ölüm haberini aldıktan sonra göz yaşlarını tutamayan Gary Lineker’e bırakalım: “O mükemmel bir antrenör, iyi bir savunma oyuncusu, iyi bir takım arkadaşı ve o yıllarda Tottenham Hotspur’un soyunma odasının neşesiydi. Hiçbir zaman unutulmayacaktır…”

Tottenham Hotspur onun 12 numaralı formasını emekli eder mi bilinmez ama Leyton Orient taraftarları Brisbane Road Stadının tribünlerinden birine onun adının verilmesi için kampanya başlattı. 2017 senesinin Nisan ayında 44 yaşında aramızdan ayrılan Ugo Ehiogu’dan sonra bir Tottenham sevdalısı daha geçti gitti fani dünyadan. “Her ölüm erken ölümdür,” der Cemal Süreyya dizelerinde ama onların ölümü çok erken. İkisinin de mekânı cennet olsun…

Ziya Adnan

18 Haziran 2019

Ada futbolundan: Uzun süre çile çekenler sıralaması-2…

Uzaklardan…

Geçen yazıda adına futbol denilen güzel oyunda çilesi bitmeyen takımları, zamanı ummak ve beklemekle geçirmiş ama yüzleri gülmemişleri yazmıştım. Ahir ömründe takımının kaldırdığı bir kupayı görmeden bu dünyadan göçüp gitmişleri yâd etmeye devam edelim bu yazıda…

“Long Suffering Fan Index” (uzun süre çile çekenler sıralaması)’nın 4. sırasında Newport County, Galler’in güneyinde 145 bin nüfuslu şehrin takımı. 1912 senesinde futbol dünyasına giriş yapmış sarı siyahlılar. Alemde lakapları “The Exiles” (Sürgündekiler). Anlatalım sürgünün hikâyesini. 1989 senesinin kışında, maddi sıkıntılarla boğuştukları zamanlarda kulübün kapısına kilit vurulunca 400 taraftar bir araya gelip yeni bir kulüp kurmuşlar, amaçları tekrar profesyonel liglere dönmekmiş ama o yıllardaki mabetleri Somerton Park Stadında oynamalarına izin verilmemiş. Maçlarını şehre 120 kilometre uzaklıkta, Moreton-in-Marsh kasabasının stadında oynamak zorunda kalan takım 1989-90 sezonunda Güney Amatör Liginde oynamaya hak kazanmış. Ancak borçları nedeniyle mabetlerinde oynamaya izin verilmeyince 5 bin kapasiteli Newport Stadını inşa etmişler. 24 sene aradan sonra, 2013 senesinde profesyonel liglere dönüş yaptılar. Geçen sezon 24 takımlı League Two’yu 7. sırada bitirip play-off hakkını kıl payı kaçırdılar.

Listenin 5.sırasında Colchester United, Essex bölgesinin 122 bin nüfuslu tarihi kasabasının takımı. İngiltere tarihini anlatan kitaplara en eski kasaba olarak geçmiş. İşte o şirin kasabanın 1937 senesinde kurulmuş takımı Colchester United FC. Uzun seneler amatör kümelerde top koşturduktan sonra, 1950 senesinde Ada futbolunun profesyonel liglerine yükselmişler. 1950-90 arası 3. ve 4. kümede geçen zamanlar… Ama beterin beteri var, 1990’da yeniden amatöre dönmüşler. Bereket uzun sürmemiş çileleri, 1992 senesinde yeniden yükselmişler profesyonel liglere…

Tarihlerinde Premier Lig’de ye almışlıkları yok. 2006 senesinde yükseldikleri Championship’te ligi 10. sırada bitirerek tarihlerindeki en iyi dereceyi elde ettiler. Ama uzun sürmedi iyi gidiş, 2008’de 3. Lig’e, 2015-16 sezonunda 4. Lig’e düştüler. Maçlarını oynadıkları Colchester Community Stadı 10 bin kapasiteli. 2008 senesinde taşındılar yeni mabetlerine. Önceleri, 2.040 koltuğa sahip 6 bin kapasiteli Layer Road Stadında oynuyorlarmış maçlarını, 71 sene takıma ev sahipliği yapmış o eski stat. Yıkıldığı gün takım tarafları akın etmiş stada, eski bir dostu son yolculuğuna uğurlama adına. Geçen sezon evlerinde 3.522 taraftar ortalaması yakaladılar…

Listenin devamında ülkenin kasaba takımları, Southend United, Torquay United, Mansfield Town ama içlerinde biri var ki yazmadan olmaz. 1889’da kurulmuş Wimbledon FC, adını Londra’nın güneybatısında, yaz aylarında dünyanın en önemli tenis turnuvasına ev sahipliği yapan mahalleden alan, 1977 senesinde profesyonel liglere adım attıktan sonra dört sezonda dört küme atlayarak ülkenin en üst liginde boy göstermiş sarı lacivertli takım, nam-ı diğer “Dons” (Efendiler). 80’li senelere yetişmiş futbol nesillerinin belleklerinde yer etmiş, şimdilerde çok tartışılan “uzun top” taktiğinin yaratıcısı takım “Crazy Gang” (Deliler Çetesi) olarak nam salmıştı o yıllarda.

Oyun planları “Route One”a dayalıydı, sahanın her bölgesinde prese dayalı sert oyun yapılarında, topu en kısa yoldan rakip takımın ceza sahasına yollar, iri cüsseli hücumcuları ile gol atmaya çalışırlardı. Bir futbol takımından çok komando birliğini andıran azman futbolculardan kurulu takım rakibi maç boyunca hava bombardımanına tutar, oyunun kurallarını sonuna kadar zorlayan sertlikte, sürekli prese dayalı oyun sisteminde rakibe göz açtırmazlar, genelde duran toplardan golü bulurlardı. Sevenleri olduğu kadar sevmeyenleri de çoktu; Gary Lineker, “Onları izlemenin en iyi yolu teletexttir!” cümlesi ile özetlemişti onlara karşı hislerini.

Ziya Adnan

15 Haziran 2019

Uzun süre çile çekenler sıralaması…

Uzaklardan…

2018-19 sezonunda Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Liverpool kupayı 6. kez şehrine götürdü, muhtemel o futbol şehrinin en güzel hikâyesi. Ama adına futbol denilen oyunda sevinenler kadar yüzleri gülmeyenler, çilesi bitmeyenler, seneleri ummak ve beklemekle geçirmişler de var. Liverpool’u anlatması kolay. Zor olan çilekeşleri, zamanı beklemekle geçirmişleri, ahir ömründe takımının kaldırdığı bir kupayı görmeden bu dünyadan göçüp gitmişleri hatırlamak. Sevinenleri başka bir yazıya bırakıp, çilekeşleri hatırlayalım…

‘CİNAYET İŞLEMEYE RAZIYDIM’

Bilir misiniz, Ada futbolunda çile çeken takım taraftarının yer aldığı “Long Suffering Fan Index” (uzun süre çile çekenler sıralaması) nicedir kupa yüzü görmemiş, yüzü gülmemiş takımları anlatır. Sıralamanın ilk sırasında Manchester’a 15 kilometre uzaklıkta, Roch nehrinin kıyısına kurulmuş, kökleri 1086 senesine kadar uzanan 95 bin nüfuslu tarihi kasabanın mavili takımı Rochdale AFC. İnanması güç ama kuruldukları 1907 senesinden günümüze tek kupa dahi kazanamamışlar. 1974-2010 arasında demir attıkları 4. ligde kesintisiz 37 sezon mücadele vermişler. Demirbaşı oldukları League 2, zaman içinde “Rochdale Ligi” olarak anılmış futbol âleminde! Haliyle rakip takım taraflarının alaycı tezahüratlarına konu olmuşlar. 30 seneden fazla kulübün direktörlüğünü yapmış Graham Morris, “Ne bitmez çileymiş, çifte cinayet işleseydim bu kadar çekmezdim!” diyor söyleşilerinde. 2018-19 sezonunu 24 takımlı ‘League One’da 15. sırada bitirdiler. Mabetleri Spotland Stadı 10.299 kapasiteli, 2018-19 sezonunda evlerinde 3.574 taraftar ortalaması yakaladılar…

HARTLEPOOL’UN HİKÂYESİ

Çile çekenler sıralamasında 2. sırada Hartlepool United, İngiltere’nin kuzeyinde 92 bin nüfuslu sahil kasabasının takımı. Günümüzden 111 sene önce, 1908 senesinde kurulmuş mavi beyazlılar, futbol aleminde lakapları “Monkey Hangers” (maymun asanlar). Anlatalım hikâyesini kalemimiz yettiğince. Rivayete göre Napolyon Savaşları sırasında batan bir Fransız gemisinden kurtulan tek canlı Fransız ordusunun üniformasını giymiş küçük bir maymunmuş ve yüzerek Hartlepool sahiline çıkmış. Muhtemel Fransız askerleri eğlence olsun diye üniforma giydirmişler garibime. Maymunu yakalayan yerel halk üzerindeki üniformadan ötürü önce yargılanmasına karar vermiş ama konuşamadığından kendini savunacak durumda olmadığını anlayınca idam etmenin daha uygun olacağına kanaat getirmişler ve oracıkta sallandırmışlar bahtsızı. O tarihten sonra maymun kasaba folklorunda önemli yer edinirken maymun heykeli kasabanın simgesi haline gelmiş…

Bu vesileyle 90’lı senelerin sonunda Stuart Drummond adındaki taraftarın takımın maç günleri maskotluğunu yaptığını, maymun kostümüyle çıktığı maçlarda bazı stadlardan men edildiğini hatırlatalım. Bunun gerekçeleri arasında, maymun kıyafeti giyerken kadın saha görevlisine uygunsuz davranış da bulunuyor! Maskotluk kesmemiş olacak ki, 2002 senesinin yerel seçimlerinde kasabanın belediye başkanlığı için adaylığını koymuş ve kazanmış sevdalı taraftar. Seçim vaatleri arasında kasabanın tüm çocuklarına bedava muz dağıtılması da varmış. Sözünü yerine getirmemesine rağmen 2006 senesinde ezici çoğunlukla bir kez daha kazanırken 2009’da arka arkaya 3. dönem belediye başkanı seçilmiş. Kendisi ülkede üç dönem arka arkaya seçilen ilk belediye başkanı, yabana atılmasın!

Takıma dönersek, Ada futbolunun efsanelerinden Brian Clough teknik direktörlük kariyerine 1965 senesinde takımda başlamış. En önemli başarıları 1974-75 sezonunda Lig Kupasında 4. tura kadar yükselmişler. Şimdilerde ada futbolunun 5. Liginde yer alıyorlar ve 7.787 kapasiteli mabetleri Victora Stadında geçen sezon 3.124 taraftar ortalaması yakaladılar. Mabetleriyle ilgili hikâyeyi de anlatmadan geçmeyelim. Stat Kuzey Denizi’ne baktığı için kış aylarında çok soğuk olurmuş, haliyle futbolcular sürekli soğuktan şikâyet ederlermiş. 1920’lerdeki hocaları Bill Norman antrenmanlara çırılçıplak çıkar, karların içinde yuvarlanıp oyuncularına antrenman için havanın çok soğuk olmadığını telkin etmeye çalışırmış. 1931 senesinde muhtemelen zatürreeden hayata gözlerini yummuş…

TARAFTARLARIN YÖNETTİĞİ KULÜP

Listenin 3. sırasında, Exeter City, ülkenin güneyinde Devon bölgesinde 130 bin nüfuslu şehrin kırmızı beyazlıları. Kökleri 1901 senesine kadar uzanıyor, tarihleri boyunca hep alt liglerin bayırlarında top koşturmuşlar. 1989-90 sezonunda 4. Lig’de tarihteki ilk şampiyonluklarını yaşamışlar ama uzun sürmemiş mutlulukları. 1994’te dönmüşler geldikleri yere, 2002-03 sezonunda amatöre düşmüşler. Geçen sezonu 24 takımlı League Two’da 9. sırada bitirdiler. 1931 senesinde Federasyon Kupasında çeyrek final oynamışlıkları da var. 2004 senesinde başkanları John Russell yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanınca kulübün kontrolünü taraftarlar almış ve aralarında para toplayarak borcun bir bölümünü ödemeyi başarmışlar. 2005 senesinde kupa maçında Manchester United karşısında deplasmanda aslanlar gibi oynayıp evlerindeki rövanşa hak kazandıklarında bir milyon sterline yakın gelir elde edip borcu kapatmışlar…

Ziya Adnan

13 Haziran 2019

Hartlepool United, İngiltere’nin kuzeyinde 92 bin nüfuslu sahil kasabasının takımı.