Fuat Çapa ile söyleşi-1
Ankara’dan…
“Ben henüz 38 yaşında bir teknik adam olarak hayalini kurduğum, olmak istediğim bir ortamda, kaybedeceğim çok fazla şey yok diyerek işe başlayıp aslında çok şey kaybettim. Olaya duygusal açıdan baktığımda böyle…”
Gençlerbirliği’nde daha önce de çalıştı, 2007-2008 sezonunda sadece 5 hafta görevde kalabildi. 2010-2011 sezonunun ikinci yarısında Kasımpaşa’ya teknik direktör oldu. Sonrasında yine Gençlerbirliği… 2011-2012 sezonundan bu yana görevde…
Gençlerbirliği teknik direktörü Fuat Çapa’yı, 29 Mart 2013 günü, güzel bir Ankara baharında Beştepe’deki kulüp tesislerinde Necdet Özkazancı ile birlikte ziyaret ettik. Biz sorduk, o tüm içtenliği ile yanıtladı. Karşınızda Fuat Çapa…
-Hocam, bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
15 Ağustos 1968’de Afyon Emirdağ’da dünyaya geldim. 1972’de babam önce Fransa’ya gitmişti, sonrasında bizi yanına aldı. Altı ay orada kaldıktan sonra akrabalarımızın daveti üzerine babam Belçika’ya geçti. O, işlerini hallettikten sonra biz de yanına gittik.
-Sene kaçtı?
1974 yılıydı. O yıllarda Avrupa’da her şey çok güzeldi. İş olanakları çok fazlaydı. Yabancılarla bakış acısı günümüzden çok farklıydı. Açıkcası çok fazla sıkıntı çekmedik. O süreçte ben ilk, orta ve yüksek eğitimimi Belçika Anvers’de tamamladım. Futbola 10 yaşında yaşadığımız şehrin takımında başladım. Takım o dönem 1. ligdeydi. Ancak ailem eğitimime daha çok önem verdiği, Türkiye’ye geri dönme hayalleri devam ettiği ve sporla da fazla ilgili olmadığı için futbol oynamama pek sıcak bakmıyorlardı. Ben de üniversite eğitimine ağırlık verdim ama bu arada 3. ve 4. liglerde futbol oynamaya da devam ettim. Okulu bittirdikten sonra sigortacı olarak çalışmaya başladım.
-Peki, teknik direktörlüğe nasıl başladınız?
Bu süreçte hem top oynuyor, hem de minik takımları çalıştırıyordum. Belli bir yaşa gelip de futbol oynamaya devam etmem mümkün olmayınca 1994’te teknik direktörlük kurslarına başladım.
-UEFA C lisansı ile mi başladınız?
Evet. Sonrasında ikişer yıl arayla “UEFA B” ve “UEFA A” kurslarını ve ardından iki yıl da staj çalışmasını tamamladım. Sonrasında gelen pro lisansı da ekleyince, teknik direktörlük yolunda 10 yıllık bir süreçten geçtim.
-Bu süreçte takım çalıştırdınız mı?
“UEFA B” lisansını aldıktan sonra en az A2 düzeyinde bir takım çalıştırma zorunluğu vardı. Ben de oturduğumuz şehre 15 kilometre uzaklıkta bir 2. lig takımının alt yapısında görev aldım. Sonra A takımın teknik direktörü yardımcı antrenörlük teklif etti. Böyle olunca, hem A takımda yardımcı hocalık hem de A2 takımında teknik direktörlük yaptım. Aynı zamanda da “UEFA A” kursuna devam ediyordum. Ligin son maçı benim de tezimi verdiğim gün oynandı. Tezimi verdikten sonra Turnhout takımıyla karşılaştık. Turnhout yeni bir oluşum içindeydi. Jean-Marie Pfaff orada sportif direktör olarak göreve başlayacaktı. Maçtan sonra değerlendirme yapmak için kafeteryaya çıktığımızda Jean-Marie Pfaff’ı gördüm. Elimdeki “UEFA A” tezim dikkatini çekti. Tezimi biraz inceledikten sonra, “Kısa süreligine bu bende kalabilir mi?” diye sordu. Bir hafta sonra da beni arayıp Turnhout takımında yardımcı hocalık teklif etti.
-Kısmet işte… (Gülüşmeler)
Evet. Öyle bir ortamda çalışmak benim için büyük mutluluktu. Çünkü Jean-Marie Pfaff dünya futbolunun en önemli kalecilerinden birisiydi. Teknik direktör Stephane Demol da Belçika’nın en yetenekli futbolcularındandı. Belçika’da yaşayan bir yabancı olarak o grubun içine girmek çok da kolay değildi. Böylelikle orada göreve başladım. Takımda iki sezon yardımcı hoca olarak çalıştım.
-Hangi sezonlar?
1998-1999 ve 1999-2000 sezonlarıydı. 2000 sezonundan sonra da aynı kulüpte teknik adam olarak dört sezon göreve devam ettim. Bu dönemde kulüp lisans sorunlarından ötürü önce 3. lige sonra da 4. lige düşürüldü. O süreçte doğal olarak Jean-Marie Pfaff ile Stephane Demol takımda kalmak istemediler.
-Ya siz?
Ben devam ettim. 4. ligden 3. lige, sonra da 2. lige çıktık. Bu dört sezon benim adıma çok olumlu gelişti. O süreçte 37 yaşındaydım ve Avrupa’da yetişmiş ve bu görevi yapan ilk Türk oldum. Ayrıca ligin en genç teknik adamıydım. Bu dört sezon boyunca aynı futbolcu grubuyla çalıştık, Her ne kadar kolay gibi gözükse de belli bir süre sonra futbolcuların ve teknik direktörün birbirlerine bakış açıları değişiyor. Bu nedenle oradan ayrılmam gerekiyordu. Belçika’da birkaç 2. lig takımı daha çalıştırdıktan sonra 2007-2008 sezonunda Gençlerbirliğinde kısa bir maceram oldu.
-O macera nasıl başladı?
Aslında o ilginç bir süreçti. Biliyorsunuz, o dönem Gençlerbirliği önce Ersun Yanal ile anlaşmıştı. Ama sonra o transfer gerçekleşmeyince bu kez Trond Sollied’e teklif götürmüşlerdi. Sollied Belçika’da çalışıyordu ve oldukça başarılıydı. Gençlerbirliği ile bazı maddi konulardan ötürü anlaşamamışlar. Belçika gazetelerinde Sollied’in, Türkler’i aşağılayan bir demeci yayınlandı. Bu da beni bir hayli üzmüştü. Gençlerbirliği başkanı İlhan Cavcav’ı aradım; “Onların yapacağı işi biz de yaparız. Hem para veriyorsunuz hem aşağılanıyorsunuz,” dedim. Benim bu sitemkâr konuşmam üzerine İlhan bey beni görüşmek üzere kulübe davet etti.
-Gittiniz mi?
Evet, gittim. Ama sonradan anladım ki o dönemde asla gitmemem gerekiyordu. Çünkü hazırlık döneminin başlamasına üç gün kala, kadronun yeni oluştuğu ve Hacettepe’nin lige çıktığı, Gençlerbirliği camiasının çok yoğun olduğu bir döneme denk gelmiştim. İlhan bey bana, “Kadro bu, ekip bu… Bu şartlar altında çalışmak istersen biz de seninle çalışırız,” dedi.
-Sizin yanıtınız ne oldu?
Ben henüz 38 yaşında bir teknik adam olarak hayalini kurduğum, olmak istediğim bir ortamda, kaybedeceğim çok fazla şey yok diyerek işe başlayıp aslında çok şey kaybettim. Olaya duygusal açıdan baktığımda böyle…
-Peki, olumlu katkıları olmadı mı?
Kesinlikle oldu. Hayatın gerçeklerini yaşayarak gördüm. Benim için iyi bir deneyim oldu. Buradan ayrılırken çok incinmiş ve kırılmıştım. Sanki üzerimde çok büyük bir yük taşıyordum. Açıkçası gücüme gitmişti. Bir şeyler yapmaya çaba gösterip de her anlamda sıkıntı yaşamak üzücüydü.
-Kısa kalmıştınız, değil mi?
Evet, beş hafta kaldım. Oynadığımız beş lig maçında 4 puan toplamıştık. Düşünün, Türkiye’yi tam olarak bilmiyorsunuz, karakterini tam olarak bilmiyorsunuz ve buraya çalışmaya geliyorsunuz. Evet, biz Avrupa’da Türk toplumuyla iç içeydik ama oradaki ortamla buradaki ortam tamamen farklı…
Haftaya: Gençlerbirliği yeniden…
Ziya Adnan -Necdet Özkazancı