Filenin sultanları, potanın perileri, dört büyükler!
Uzaklardan…
Kendi liginin kalitesi, Avrupa arenalarında aldığın sonuçların aynasıdır…
Dağlarında kurşun sesleri, sahillerinde eller havaya eşliğinde Serdar Ortaç şarkılarının yankılandığı ülkemdeydim bir süredir. Güzel, yalnız, çelişkilerle dolu bir coğrafyada… Öncesinde Olimpiyat hüsranı, sonrasında Fenerbahçe’nin vasat bir Rus takımı, Trabzonspor’un da futbol fakiri bir Macar takımı karşısında elenip gitmesiyle o berbat, o acıtan, o bir türlü kabullenemediğimiz gerçek bir kez daha öylece baktı yüzümüze. Ülke sporunun en büyük laneti, kendi kendine yaratmış olduğu masalların gerçek olduğuna inanmış olmasıdır. Filenin sultanları, potanın perileri, minderin kaplanları, dört büyükler…
Türk’ün Türk’e masalları…
İşte yine geldi geçti hüsranlar… Tıpkı geçmişte yaşanmış Young Boys, Tromso, Feyenoord, Steau Bükreş, Dinamo Kiev, bu sezon Twente, Vıdeoton hüsranları gibi… Kimi zaman Finlandiya’nın bir köy takımı, kimi zaman transferde iki yabancıya ödediğimiz para değerindeki mütevazı bir Avrupa takımı, kim zaman altılık, sekizlik olduğumuz, sahadan başımız önde ayrıldığımız maçlar…
Bilir misiniz, son on senede dört kez kaybetti Fenerbahçe ön eleme maçlarında, üstelik Avrupa futbolunun pek vasat takımları karşısında… Ne kadar kalabalık katılırsak, Olimpiyatlarda madalya alma şansımızın o kadar çok olacağı kadar büyük bir saçmalık içinde bir yaz daha geçerken ömürden, ülke futbolunda bir hüsran daha…
Oysa mümkün değil o çarpıklığın, o neresinden tutsan elinde kalan yitik, zavallı düzenin içinden peri, sultan, kaplan veya büyük çıkarmak. Bizimkisi inşallahlar maşallahlar eşliğinde yazık bir nakarat… Bizimkisi fena bir Türk masalı… Durmadan, yine, yeniden… Alt yapılarını tümden ıskalamış, dermanını yaşı geçmiş yabancılarda arayan, son 50 senede sadece bir Dünya Kupası görmüş bir ülkenin futbolunda büyük sıfatını kullanmak, en fazlasından Türk’ün Türk’e yalanıdır. Yüz yılı geçmiş tarihinde Şampiyonlar Liginde sadece bir kez gruplardan çıkmayı başarabilmiş bir takımın büyüklüğüne bizden başka kim inanır!
Hükmü ancak Edirne’den Van’a kadar süren topraklarda, nesilden nesile geçen, anlattıkça gerçek olduğuna inandığımız kötü bir masal bizimkisi. Oysa her takım kendi taraftarı için büyüktür ve maç günleri ülkenin dört bir yanında statları dolmayan, futbolunda rekabeti yaratamamış bir ülkenin futbolu o masallar kadar gerçeğe uzaktır. Kendi liginin kalitesi Avrupa arenalarında aldığın sonuçların aynasıdır. Edirne’den ötede başarılı olmanın yolu, önüne eğreti bir “Süper” sıfatı takılmış rekabetsiz bir ligden değil, her maçta tribünleri dolan, kora kor maçların oynandığı adaletli futbol düzeninden geçer.
Zaten büyük dediğin, büyükler arenasına aşina olandır, o arenada ses getirendir. Büyük dediğin, Şampiyonlar Ligini kazanamasa bile, adını hemen her sezon oraya yazdırabilendir. Büyük dediğin büyük gönüllü olandır. Düştüğü zaman mızmızlanmadan kalkmayı bilen, yaşadıklarından ders çıkarabilendir. Şu şike sürecinde gördük ki, bizdeki büyüklük körler ülkesinde tek gözlü misali… Küçük olmayı en başından kabul etmiş onca figüranın içinde abartılı bir Malkoçoğlu filmi…
İşin en hazin tarafı, onca senedir yaşanmış hüsranlardan hiç ders çıkaramayışımız… Alın işte, Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi ön eleme hüsranından önce oynanan, ülke medyasının daha fazla gazete, daha fazla dekoder uğruna patlatırcasına şişirdiği, bir şehrin iki takımı arasında oynanan o futbol kalitesi vasat maç… Adı da “Süper Kupa”… Dünya üzerinde hiçbir ülke televizyonunun yayınlamaya değer görmediği, bizden başka kimsenin ilgilenmediği, önemsemediği toz duman “Süper Kupa”. Ne Süper ama!
Mesele ülke futbolunun ilerlemesi değil nasılsa, mesele yayıncı kuruluşun saadeti… Mesele statları doldurma değil nasılsa, mesele maç günleri yurdumun kıraathanelerinin dolması… Her hüsran yeni bir hüsran getirir beraberinde, değişmeyen tek şey beter düzenin kendisidir.
***
Spartak Moskova hüsranından sonra gazetelere bakıyorum: “Fenerbahçe mutlaka değişecek!” diyorlar. “Yeni transfer şart!” diyorlar. “Sezon başı olduğu için yenildik!” diyorlar. “Aykut Kocaman, Alex çekişmesi olmasaydı!” diyorlar. “Hoca’nın kadro tercihi!” diyorlar.
Oysa bir anlasalar Fenerbahçe’yi değiştirmek ülke futboluna yetmeyeceğini… Aykut Kocaman’ı kovmak, Alex’i kadro dışı bırakmak, yeni pahalı transferler değildir çözüm. Bunların hiçbirisi derman olmayacaktır ülke futboluna.
Değişmesi gereken, ülkenin futbola bakış açısıdır; topyekûn… Koca bir ülkeyi tek şehirden ibaret sayan hastalıklı bakış açısıdır değişmesi gereken. Futbolu yönetenler, başkanlar (ki bu bölümde Sayın İlhan Cavcav’a ayrı bir köşe açılmalı), spor medyası, televizyon kanalları, naklen yayın hakları, havuz, üç büyükler yalanı, hedefsiz figüranlar, alt yapılar, maç günleri boş statlar…
Velhasıl futbola dair tutunduğumuz, bizim futbol sandığımız her şeydir değişmesi gereken…
Bir de Olimpiyat meselesi var tabii, o da başka bir yazıya…
Zıya Adnan
9 Eylül 2012