Peki, Galatasaray’dan sonra geldiğiniz Kayserispor’da vukuatınız oldu mu (Gülüşüyoruz)?
Ben değişmeyeceğime, düzen değişmeyeceğine göre nasıl olmasın! Yerel gazeteye verdiğim bir demeç yüzünden beni kadro dışı bıraktılar ve 24 saat içinde şehri terk etmemi istediler. Ben de cevap olarak Kayserı’yi çok sevdiğimi, sözleşmem bitene kadar Kayseri’den ayrılmayacağımı söyledim. Sonra o başkan (Osman Erköse), “Kayserispor halkın takımıdır. Metin Kurt Kayserispor’un futbolcusudur. Halk onu istiyor. Lütfen takıma dönsün” diye açıklama yapmak zorunda kaldı. İki sezon Kayserispor’da oynadıktan sonra 30 yaşında futbolu bıraktım. Başkan kalmam için ısrar etti ama benim başka hedeflerim vardı. Siyasi alanda mücadelemi sürdürecektim. 1978 senesinde Politika gazetesinin spor müdürü olarak göreve başladım…
12 Eylül darbesinden nasıl etkilendiniz?
Ankara’da kurduğumuz amatör sporcular derneği kapatılmış, sendikalaşmamızın önüne geçilmişti. O dönemde futbol da dahil her şey yeni baştan inşa edildi. “Politika tatile çıktı, yaşasın futbol!” dönemi başlamıştı. Belli yatırımlar yapıldı ama önemli yerlere kendi adamlarını getirmeye, kadrolaşmaya başladılar. Belediye takımlarının kökleri o döneme dayanır.
Belediye takımları ne işe yarar ki? Belediyenin işi halka hizmettir. Belediyenin takımı mı olur? Bakın işte, İstanbul’un bir sürü takımı var. Mesela yılların İstanbulspor’u var. “İstanbul Büyükşehir Belediye” olacağına, İstanbulspor olsa ya… Tarihi, taraftarları ve kökleri olmayan takımları doldurdular liglerimize. Oysa Şekerspor, Vefa, Beykoz, Altınordu gibi kulüpler yaşatılabilirdi. Ne yazık ki hepsi yok olup gitti…
Siz Ankaralısınız, şimdi size soruyorum: Belediye tarafından kurulmuş Ankaraspor diye bir takıma gerek var mıydı? O takıma harcanan para sizce ne kadardır? Ben size söyleyeyim, trilyonlar… Onca parayla keşke Ankaragücü’nü yaşatsaydınız! Alın işte, nereden geldiği belli olamayan, nereye gittiği belli olmayan tesisler. Onun yerine, bütün Ankara’ya, gençlere hizmet edecek açık spor alanları, oyun alanları yapsalardı ya o paralarla! Ama ülke futbolunda her şey tribünlere oynamak üzerine kurulu… Yaklaşık yarım asırdır bu işin içindeyim ve size şu kadarını söyleyeyim, kimse bu işin içinde spor olsun diye bulunmuyor!
Peki, çözüm nerede?
Çözüm devrimci spor emekçilerinin ilkelerinde… Dört tane temel ilke var: (1) Çocuklar oynayacak, (2) Sporcular korunacak, sendikalaştırlacak, (3) Spor yasası çıkartılacak, (4) Düzenin sporu sorgulanacak.
Sendikada kaç üyeniz var?
Yeterince üyemiz var, ama koruyamayacağımız sporcuları şimdilik üye yapmıyoruz. Şu anda tamamen spor yasasını hayata geçirmek, sempatizan kitlemizi genişletmek için uğraşıyoruz. İlk aşamada hukukçularla birlikte bir hukuk kurulu oluşturarak, 1 Mayıs’tan sonraki dönemde büyük ihtimalle spor hukuku kurultayı gerçekleştireceğiz. Bir yasa taslağı üzerine çalışıp, bize destek veren milletvekilleri ile kanun teklifi olarak meclisten geçirmeye çalışacağız…
Günümüzde Türk futboluna baktığınız zaman ne görüyorsunuz?
Bir batakhane görüyorum; gençleri yutan bir batakhane! Şöyle düşünün: Avrupa’da yaşayan olsa olsa 5 milyon gurbetçi, emekçi var. Peki, 5 milyondan bu kadar futbolcu yetişiyor da 75 milyondan neden yetişmiyor? Cevabı söyleyeyim: Sistem! Çünkü çocuklar Avrupa’da bu işin temel eğitiimini alıyorlar, bizde ise herkes tribünlere oynuyor! Ve bu düzen devam ettiği sürece, spor yasası çıkmadığı sürece, sistemi değiştirmediğiniz sürece onlar tribünlere oynamaya devam edecekler.
Galatasaray’ın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Valla bütün takımların geleceği bana göre aynı. Hani bizim zamanımızda bir reklam vardı, “yok birbirimizden farkımız” derlerdi ya, aynen öyle. Eskiden kulüplerde takımlarına hizmet etmiş, sembol olmuş sporcular vardı. Şimdi bunu görüyor musunuz? Şimdi neredeyse hepsi sanayici veya iş adamı… (Biraz duraklıyor ve devam ediyor). Ya da belediye başkanları! Ama artık şu gerçeği herkes yavaş yavaş görmeye başladı. Sporcuların sendikalaşması gerek. Artık bizi anlayan, üniversitelerde, medyada bize destek veren geniş bir kesim var.
Şike sürecini takip ettiniz mi. Nasıl sonuçlanacagını düşünüyorsunuz?
İnanın beni hiç ilgilendirmiyor. Aslında süreci de takip etmeye gerek yok, zira üç aşağı beş yukarı sonuç belli. Kararı verecek olanlar zaten tribünlere oynayanlar. Aynı bozuk düzeninin devam etmesi adına ellerinden geleni yapacaklardır şüphesiz. Çıkardıkları “Sporda Şiddet Yasası” aslında kendilerini koruma adına çıkartılmıştır. Taraftarların örgütlenmesine karşı çıkardılar o yasayı. Amaç tribünlerdeki protestoları engellemekti. Ama gelin görün ki geri tepti ve kendi kalelerine gol attılar. Çıkardıkları yasa aslında biraz önce tanımladığımız batakhaneyi parfümleme yasasıdır, asla kurutma yasası değildir. Eğer sporda toplumsal bir kazanç, toplumsal bir uyanış bekliyorsak, sağlıklı bir toplum yapısında sporun önemli bir rol oynamasını bekliyorsak, öncelikle bu batakhanenin kurutulması gerekiyor. Ve bu batakhaneyi kurutmanın tek yolu vardır, o da spor yasası!
Bu konuda taraftarları nasıl bilinçlendirmeyi düşünüyorsunuz?
Taraftarlarla sürekli iletişim halindeyiz ve onlara hep söylediğimiz şey şudur: “Taraftar olun, fanatik olmayın!” 12 adam saçmalığına son verilmeli. Bizim zamanımızda böyle bir kavram yoktu. Bu tamamen medyanın yarattığı bir kavramdır. Adam çoluk çocuğunun rızkından kesip takımıyla deplasmana gidiyor. Tamam, güzel de takımı son dakikalara önde girerse başlıyor hakem maçı bir an önce bitirsin diye başlıyor ıslıklamaya! Yahu, madem bu oyunu bu kadar çok seviyorsun on dakika daha fazla izlesene! Niye bir an önce bitsin istıyorsun? Çünkü herkes sonuca bakıyor, rekabete gidiyor. Bakın, medyada hiç, “Spor nedir, sporun sorunları, sporcunun sorunları nelerdir?” içerikli bir yazı, tartışma görüyor musunuz? Varsa yoksa o gol müydü, değil miydi, Ahmet niye oynadı, Mehmet niye oynamadı?
Günümüzde yöneticilik paraya dayanan bir kavram, oysa iyi bir yönetici olmak için para yetmez, o kişisel bir beceridir. Sizin zamanınızda da mı böyleydi, parayı bulan yönetici mi oluyordu?
Bizim zamanımızda da parayı basan, yönetici oluyordu. Ancak şimdi yöneticiler cebinden para harcamıyor. Bizim zamanımda tabiri caizse “gönüllü, yöneticiler” vardı. Futbol ve kulüp sevdası yüzünden batan yöneticiler oldu. 80’li yıllarda “Sportmence” dergisi için söyleşi yaptığımız Ali Şen şöyle konuşmuştu: “Ben bir işadamıyım. Kârlı görmediğim hiçbir işe yatırım yapmam. Ben Fenerbahçe kulübüne hizmet edeceğim ama Fenerbahçe kulübü de bana hizmet edecek!”
“Nasıl hizmet edecek?” diye sorduğum zaman da şu yanıtı vermişti: “Örneğin Bodrum’da turistik bir otel yapmaya karar verdiniz. Normal bir işadamı olsanız bürokrasi ile en az bir sene uğraşmanız gerek. Oysa Fenerbahçe başkanı olduğunuz zaman Turizm Bakanı’na, hatta Başbakan’a bir telefon açıp halledersiniz…”
Bunu yazabilir miyim?
Yazdık zaten, Sportmence dergisinde. “Kulübe hizmet et, reklamını yap, işini gör!” O zaman Ali Şen’in söylediği buydu. Ama şunun da altını çizdi: “Kulübe mutlaka hizmet edeceksin, kulübü kullanmayacaksın!” Söylediği, kulübü borçlandırıp batağa sürüklememek…
O yıllarda birlikte çalıştığınız, en sevdiğinizi saygı duyduğunuz teknik direktör kimdi?
Kuşkusuz Brian Birch… Hatta onunla ilgili unutamadığım bir anım vardır. Birch Türkiye’ye ikinci kez geldiğinde, havaalanında eline bir gazete veriyorlar. Baş sayfadan bakmaya başlayınca, gazeteciler dayanamayıp, “Hoca, spor sayfası arkada unuttun mu?” diye soruyorlar. Birch, “Yo, ben Metin Kurt’u arıyorum!” diyor. Şaşırıyor gazeteciler ve soruyorlar: “Neden Metin Kurt’u arıyorsun?” Birch cevabı yapıştırıyor: “Eee, Başbakan olmadı mı o?” (Gülüşüyoruz)
Sizce yabancı teknik direktörlerin ve yabancı futbolcuların Türkiye futboluna katkısı oldu mu?
Bana kalsa ben yabancı teknik direktör ve yabancı futbolcu kullanmam. Onun yerine bizim teknik direktörlerin daha iyi eğitilmesi için çaba harcarım. Gerekirse onların yurt dışında eğitim almalarını sağlar, ama tercihimi yerlilerden yana kullanırım…
Yabancı futbolcu transferinin serbest kalması konusunda görüşünüz nedir?
Bana kalsa bir hayli kısıtlanması gerekiyor. Yabancı futbolcu ve teknik direktörler kulüplerimize ciddi mali yük bindirmekte, cari açık ve borçlanma büyümektedir. Bu sektörde biz ithalat mı yapıyoruz, yoksa ihracat mı? Bence buna karar verelim. Bunca genç nüfustan dışarıya yollayabildiğimiz futbolcu sayısına baktığımızda ortaya çıkan fotoğraf sistemin bozukluğunu anlatıyor aslında…
Futbolu özlüyor musunuz?
Hiç özlemiyorum. Ben futbol oynarken de futbolu sevmiyordum ki! Sadece iş olarak görüyordum. Çocukluk yıllarımda çok severdim ama profesyonel olduktan sonra sadece iş, hatta sıkıcı iş olarak görürdüm…
Ama çok yetenekliydiniz?
Ona da mecburdum. Çünkü başarılı olmadan para kazanılmıyor. Hepimizin aileleri ve bakmak zorunda olduğumuz sevdikleri var…
Söyleşi için çok teşekkür ederim. Bu arada eklemek istediğiniz, benim atladığım bir konu varsa…
Evet var… Öncelikle bugün ülkemizde futbolun bir batakhane olduğunu, bu batakhanenin kurutulmasının yolunun spor yasasından geçtiğini, bu sektörde çalışan emekçilerin yaptıkları işin meslek olduğunu ve iş kolu haline gelmesi gerektiğini artık kabul edelim. Artık bu bozuk sistemin değişmesi gerek.
Bu güzel söyleşi için teşekkür ettim, çocukluk yıllarımın efsane futbolcusuna. Ayrılırken aklımda “Hep PTT’li Metin olarak kalacağını” söyledim. Gülümsedi, Ankara’ya selam söyledi…
Ziya Adnan