Ağalık düzeni…

Ağalık düzeni…

 
Uzaklardan…
Oysa Türk futbolunda ihtiyaç duyulan, nicedir hüküm sürmekte olan ağalık düzenine karşı çıkacak, o bezirgân düzenin yıkılmasına öncülük edecek bir babayiğit… Her fırsatta, “kafamı kızdırmayın, vallaha sataram köyü ha!” diyen ağaya; “satarsan sat!” diyebilecek, makûs talihine asla razı olmayacak bir devrimci…
Telefonun diğer ucundaki ses, “Türk futbolu giderek ‘Kibar Feyzo’ filmini andırıyor” dedi; 1978 senesinde yapılmış, yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı, rahmetli Kemal Sunal ve Şener Şen’in birlikte rol aldığı, “ağalık düzeni”ni tiye alan o unutulmaz filmden dem vurarak. Uzaklardan, haftalık futbol sohbetimizi yapıyorduk sevgili Necdet Özkazancı’yla. O da benim gibi Türk futbolunun gidişatından, son dönemde ortaya çıkan karanlık fotoğraftan, haris, tatsız adamların çok sevdiğimiz oyunun önüne geçmiş olmasından son derece hoşnutsuzdu.Devam etti: “Şöyle düşünelim; geçen sezon sonunda Konyaspor ve Bucaspor Süper Lig’de kalsaydı ve ligin bitiminde başkanları ve yöneticileri şike suçlamasıyla gözaltına alınsaydı, Türk medyasının, futbolseverlerin ve Futbol Federasyonu’nun tavrı ne olurdu? Şu anda çoktan küme düşürülmüş olmazlar mıydı?”
“Şüphesiz düşürülürlerdi” dedim, malum hafızalarda taptaze duran Ankaraspor örneği…

“İşte temel sorun burada” dedi Necdet abi. “Türk futbolu ezelden beri üç ağa ve diğer marabalardan ibaret olduğu için, adalet kavramı da sürekli yara alıyor. Zaten kimse adalet filan da istemiyor; istedikleri adaletin kendi taraflarından yana tecelli etmesi! Oysa gerçek adaletin olmadığı yerde haliyle düzen de olmuyor.” Ve sordu:

“Filmdeki o unutulmaz tuvalet sahnesini hatırlar mısın?”

“Nasıl unutulur ki!” dedim, filmi defalarca izlemiş olmanın verdiği rahatlıkla…

Para kazanmak, başlık parasını tamamlamak için şehirde gördüğü gibi köyün ortasına derma çatma bir tuvalet yaptıran Kibar Feyzo, o güne kadar umumi tuvalet görmemiş köylüleri sıraya sokmakta, her girip çıkandan “küçük veya büyük” tuvalet parası almaktadır.
Tam o sırada durumu müzevirci Bilo’dan (bu vesileyle İlyas Salman’a da bir selam çakalım) haber alan ağa çıkar gelir olay yerine… Ve olaylar gelişir:

Feyzo: “Hoş gelmişsin ağam. Bütün marabaların yolunu bekliyirdi.”
Ağa: (umumi tuvalete bakarak) “Bu nedir la; neye yarar ki?”
Feyzo: “Abdesthane, hâşâ huzurdan ağam!”
Ağa: “Kim edecek içine?”
Feyzo: “Parayı basan herkese serbest, yalnız ağamıza beleş!”
Ağa kızmıştır: “Beleş he mi! Ula sizin hiç aklınızda mı yok? Yani ben şimdi girip etcem, sonra sen girip benim pohumun üstüne etceksin öyle mi? Lan siz benimle eğleniy misiniz? Ula ağa pohunun üstüne poh olur mu la? Hangi ağanın kitabında yazıyı bu?”
Ve can alıcı cümle dökülür dudaklarından: “Yıkın ula gözüm görmesin!”
Ve Bilo eline taşı alır, büyük bir zevkle abdesthaneyi parçalar…
Ağa şimdilik kazanmıştır!
***

Şike konuşmalarının ayyuka çıktığı, Fenerbahçe’nin küme düşürülmesinin gündeme geldigi günlerde, “Kulüpler Birliği” (ki bence adları “Ezikler Birliği” olarak değiştirilmeli!) adına konuşan Gençlerbirliği’nin, 4 Ekim 1935 doğumlu başkanı, Fenerbahçe’nin küme düşürülmemesi gerektiğini, aksi halde Türk futbolunun marka değerinin düşeceğini, tüm kulüplerin “tek ses, tek yürek” olarak buna inandıklarını açıklıyordu. Malum müşteri velinimetimizdir zihniyeti!

Oysa hileli bir malın değeri kaç kuruş olur ki?

Cavcav’ın, “töremizin de içine ediysiniz namıssızlar!” tadındaki konuşmasını dinlerken, Ankara takımlarına gönül vermiş bir futbolsever olarak utandım. Hani insan bazen gördüğü manzara karşısında öylesine utanır da, başını başka tarafa çevirir ya, işte öyle utandım. Kendimi bildiğimden beri, Cumhuriyet ile yaşıt Gençlerbirliği’nin başkanlığını yapan, tek hedefi üç İstanbul takımına her sezon futbolcu pazarlamak olan Cavcav konuşurken, sadece Ankara takımlarına değil, Anadolu takımlarına gönül vermişlerin de acıları yüreklerine akmıştır mutlaka. Başarıyı sadece dolu bir kasa olarak gören, bakkal anlayışıyla holding yöneten zihniyet bir kez daha Türk futbolundaki kronikleşmiş hastalığın röntgenini sergilerken, o derme çatma tuvaletin önünde sıra bekleyen, ağa geldiği zaman kaderine hepten razı bir şekilde el pençe, divan duran gariban marabaları hatırlatıyor: “Hoş gelmişsin ağam. Bütün marabaların yolunu bekliyirdi!”

Gelecek sezon Ankara’da oynanacak maçlar için stadının büyük bölümüne kombine çıkarmayı düşünmeyen ve taraftarlarına olmadık zorluklar çıkaran, zamanın gerisinde kalmış yaşlı başkanın konuşmasını dinlerken, Anadolu kulüplerinin önlerindeki en büyük engelin aslında yine kendi yöneticileri olduğunu düşünüyorum.
Kendini geliştirerek ve güçlendirerek büyümek dururken, küçük olmayı peşinen kabul etmek; ağalık düzenindeki marabalar, yanaşmalar gibi üç ağanın gölgesinde onlardan kalanlarla yetinmeye çalışmak; onlar olmadan ayakta duramayacağına inanmak; marabalığa razı gelmek… Hedefsizlik, inançsızlık… Adını ne koyarsanız koyun, neticede kendinize güvenmediğiniz sürece küçük kalmaya mahkûmsunuzdur.Hedef stadını doldurmak değil de, İstanbul takımları ile oynanacak maçlarda bilet fiyatlarını yüksek tutarak kasanı doldurmak olunca, haliyle ortaya böylesine kötü bir fotoğraf çıkıyor. Senelerdir, ülkenin başkentinde kendi stadının tribünlerini doldurmayı başaramamış bir kulüp başkanının en büyük ayıbı da budur zaten. Bir kulübün en büyük başarısızlığı, aslında stadındaki boş tribün manzaralardır!
***
Bu arada çok satan gazetelerin spor sayfalarında büyük puntolarla yazılmış şu haber başlığı yer alıyor: “Fenerbahçe’ye büyük müjde!”. Yazıda, kısaca TFF’nin şike konusunda karar veremeyeceği vurgulanıyor; sanki İtalya’da Juventus’un küme düşürülmesine İtalya Futbol Federasyonu tarafından karar verilmemiş gibi! O zaman, “Ankaraspor’un düşürülmesine kim karar verdi?” diye sormak geçiyor içimden. Şike yapmakla suçlanan, bundan dolayı başkanı ve yöneticileri cezaevinde olan bir takıma büyük puntolarla müjde veren Türk basını her fırsatta ağanın yanında yer alan Müzevirci Bilo’yu hatırlatıyor. Adalet kimsenin umurunda değil aslında, menfaatler konumları belirliyor.
Oysa Türk futbolunda ihtiyaç duyulan, nicedir hüküm sürmekte olan ağalık düzenine karşı çıkacak, o bezirgân düzenin yıkılmasına öncülük edecek bir babayiğit… Her fırsatta, “kafamı kızdırmayın, vallaha sataram köyü ha!” diyen ağaya; “satarsan sat!” diyebilecek, makûs talihine asla razı olmayacak bir devrimci…
Maç günleri tribünleri değil kıraathaneleri dolan, marka değeri dekoder satışına bağlanmış, üç takımın koyu gölgesindeki hastalıklı futbolumuz, Kulüpler Birliği gibi “polim yapmadan” bu beter düzeni yıkacak, uzun zamandır süregelen ağalık düzeninin hakkından gelecek o gerçek devrimciyi arıyor…

Zıya Adnan
7 Ağustos 2011

KibarFeyzo