Panter Arif’in Ardından…
Uzaklardan…
2007 senesinin yaz aylarıydı…
İngiltere’de “UEFA B” antrenörlük kursuna devam ediyor, aynı zamanda deneyim kazanmak için kulüp bakıyordum. İmdadıma Ankaragücü’nün o dönem kaptanlığını yapan Hakan Kutlu yetişti. “Sana kapımız her zaman açık” demişti. Böyle başlamıştı o yaz Ankara’da ki futbol maceram. Güzel bir haziran sabahında Ankaragücü’nün Tandoğan tesislerinde PAF takımıyla ilk antrenmanıma çıktım. Sıcaktı Ankara. Günün erken saatlerinde bile yakıyordu güneş. O sabah takımda yer alan genç futbolcularla tanışmıştım. Abdülkadir, Oğuz, Umut, Murat, Mustafa, Mert, Veli, Hasan, Kaan ve diğerleri…
Altyapının sorumlusu; takımda uzun seneler kalecik yapmış, bir dönem Milli Takımın da kalesini korumuş, döneminin bilinen futbolcularından biriydi. 1959 senesinde Ankara’nın ilçesi Kızılcıhamam’da dünyaya gelmişti. 1976 senesinde Ankara Amatör Kümedeki Güneşspor’da kaleci olarak futbola başlamıştı. Ah Güneşspor! Ankara’nın renkli simalarından, otelci rahmetli Avni Bulduk’un takımı… Avni hoca bizim genç kaleciyi izlemiş, beğenmiş ve takımın kadrosuna dâhil etmişti. 1977-1978 sezonunun başında Genç Milli Takıma, devamında Amatör Milli Takıma çağrıldı yetenekli kaleci. 1980 senesinde, Moskova Olimpiyatları elemelerinde İtalya ve Yugoslavya Milli Takımlarına karşı kaleyi korudu.
1979 yılında, Güneşspor’dan, Şekerspor’a 150 bin TL karşılığında transfer olduğunda, bu onun profesyonelliğe ilk adımı olmuştu. Ankara’nın yeşil-beyazlıları 2. Ligde mücadele etmekteydi. Sonraları kendisiyle yaptığım bir söyleşide o yılları şöyle anlatmıştı:
“O sezon Ankara’nın Birinci Ligde temsilcisi yoktu. İlginç olanı, üçüncü kaleci olarak düşünülmeme rağmen, sezon açılışındaki hazırlık maçlarında gösterdiğim üstün performansla Ankara’nın spor basınında geniş yer buldum. Gülümseten bir anıdır; gazeteci Erol Yaşar, Avni Bulduk’a, ‘Bu kadar yetenekli kaleciyi sen nasıl verdin?’ diye sorunca o da, ‘Bir inek karşılığında verdik…’ demiş. Gazeteci Erol Yaşar, bu hikâyeyi ertesi gün Hürriyet Gazetesi spor manşetlerine ‘İnek karşılığı transfer’ diye taşıdı. Daha sonra bu haber dünya basınında bile mizahi yönüyle yer buldu.
Ancak hırsım, yeteneğim ve oynama arzum sayesinde kendime kadroda kısa sürede yer buldum ve o sezon otuz dört maçın otuz üçünde kaleyi korudum. O sene mukavelem devam ettiği için transferim söz konusu olmadı. Ama ‘İnek Arif’ damgasını gittiğim bütün statlarda, bütün taraftarlar maç başlamadan önce dile getirdiler ama maçın sonunda gösterdiğim performansı herkes takdir etti. İki yıl Şekerspor’da oynadım.
Bu süre esnasında, Ankaragücü Genel Kaptanı rahmetli Nevzat Ayabakan takıma gelmemi istedi. Ben mukavelemin devam ettiğini söyleyince, benden bir sonraki sezon Ankaragücü’ne geleceğime dair söz istedi. O sezon çok iyi maçlar çıkardım. On altı takımlı ligin, on beş takımından transfer teklifi aldım. Ama ben Ankaragücü’ne söz vermiştim ve 1981’de takıma geldim. 12 sezon Ankaragücü formasını giydim.”
O zamanların futbol şartlarını sorduğumda, şöyle özetlemişti geçmiş seneleri:
“O günün şartları her anlamda yetersizdi. Saha koşulları, kulüp yapıları, maddi olanakları bugüne göre çok daha ilkeldi. Şu anda içinde bulunduğumuz tesis 1988 yılında yapıldı. Benim geldiğim yılda Ankaragücü Stadı vardı. Kapalı tribünün altında çok ilkel soyunma odası, ranzalı beş altı kişinin kalabileceği bir baraka vardı. O dönemde yöneticiler kulüpleri yaşatabilmek için kendi ceplerinden para harcarlardı. Geldiğimiz çağın gündelik yaşamında, futbol tamamen bir endüstriye dönüştü. Günümüzde futbol, milyar dolarlarla anılan bir büyük sektör… Bu sektörün içerisinde de kendini belirli bir yere taşıyabilen kulüpler oluştu. Eskinin amatör yapısı, günümüzde tamamen profesyonelliğe dönüştü. Bugün beş ila sekiz bin kişi arasında kemikleşmiş bir fanatik taraftar grubu bulabilirsiniz. Diğer kategoriye girenler, yani sempatizanlar takımdan başarı bekliyorlar. O seneki performansı ne kadar yukarıya çekilirse, tribünler o kadar doluyor.”
Ankaragücü o senelerde de zor zamanlar geçiriyor, adının başına “Süper” eklenmiş lige tutunmaya çalışıyordu. Kırgındı eski kaleci. Bir Başkent takımının bunca yalnızlığını anlayamıyordu ve burukluğu cümlelerine yansıyordu:
“Ankaragücü’nün yönetim kurullarında yer alanların da ellerini taşın altına sokmaları gerekir. Bir çivi çakmak bile kulübe hizmettir. Bugün Ankaragücü takımı, ne yazık ki Ankara’dan çok fazla bir şey alamamaktadır. Ankaralı milletvekilleri, iş adamları, bürokratlar, kulübün kapısını bir kez bile çalmamışlardır. Ankaralı iş adamları kulübe gerekli desteği sağlamıyor. Nihat Özdemir bu kulüpte yöneticiydi. Şimdi Fenerbahçe asbaşkanı ve Fenerbahçe’yi uzaya çıkarmaya çalışıyor. Nurettin Çarmıklı buraya başkan oldu, sonrasında kulübün kapısını bile çalmadı. Geçmişte, isminden faydalanıp kendilerini belli bir platforma taşıyan kişiler, Ankaragücü’ne el uzatmadılar.”
“Neden altyapılar?” diye sorduğum zaman, şöyle cevap vermişti,
2000 yılında Türk Telekom’da Teknik Direktörlük yaptım ve üçüncü ligden İkinci Lige çıkma başarısını gösterdik. Gittiğim her takımda, genç futbolculara fırsat tanıdım. Genç futbolcunun isteği, arzusu ve hırsı, antrenörün bilgisi, deneyimi ile örtüştüğü zaman hedefe daha çabuk varılabileceği düşüncesi beni, her zaman genç futbolculara fırsat vermeye yönlendirdi. Türk futboluna damgasını vurmuş, 2002 Dünya Kupası’nda harikalar yaratmış Hasan Şaş’ı Adanademirspor kulübünden Ankaragücü’ne ben getirdim. Hasan 18 yaşını henüz bitirmişti. Ankaragücü, Hasan’ı,
Galatasaray’a sattığında bu transferden beş milyon dolar kazandı. Altyapılarda çalışmayı, yeni yetenekler keşfetmeyi seviyorum. Ancak Turk futbolu, altyapilardan yeterli derecede beslenmiyor. Burada sistem çok önemli. Ajax kulübü Avrupa futboluna en çok futbolcu kazandıran kulüplerden bir tanesi. Belli bir sisteme bağlı olarak çalışıyor. Her yıl altyapıdan en az üç futbolcunun A takıma kadrosuna çıkmasını hedefliyor. Yani hedef belirliyor. Örnek almak lazım, alt yapıdan ‘A’ takıma futbolcu verilmesi zorunluluğunu getirmek lazım. Altyapılara gereken önemin verilmesini sağlamak devlet politikası olmalı.
Kaliteli olduğu sürece ‘yabanci futbolcu’ transferine karşı değildi, ve şöyle özetliyordu düşüncelerini;
Ulu önderimizin cümlesidir, ‘Geçmişinden ders almayan milletler yok olmaya mahkûmdur.’ Bu konunun özeti budur. Benim futbolculuk dönemimde şöyle bir tabir vardı, Yugoslav futbolcuları, Belgrad’dan vagonlara dolduruyorlar, sonra en öndeki birinci sınıf bölümündekiler İstanbul’a, arkasında gelen bölümler yurt genelinde, üçer beşer Anadolu takımlarına bırakılıyor. Artık bu işin o kadar tadı kaçmıştı ki ‘TIR kamyonu arkasında gelen futbolcular’ olduğu bile söylenirdi. Şimdilerde ülkemize gelen yabancı futbolcuların da birçoğu bu sınıfa girmeye başladı. Menajerlik sistemi doğru bir sistem olmasına karşın, bizde işleyiş tarzı olarak büyük yanlışlıklar var. Kaliteli olduğu sürece yabancı futbolcuya karşı değilim. Ancak o kaliteyi şart tutmak lazım.
Türkcell Süper Ligin kalitesi konusunda ise benimle aynı düşüncedeydi;
Mücadele olarak fena olmamasına karşın, futbol ligimizin çok üst düzeyde bir lig olmadığını düşünüyorum. Avrupa’nın sayılı liglerinden birine yakın bile değiliz.
***
Futbolu bıraktıktan sonra uzun süre antrenörlüğü veya futbolun içinde yer almayı pek düşünmediğini, ancak ailesinin ısrarlarına dayanamayarak 1995 yılında Ankara’da Futbol Federasyonunun üniversiteler ile işbirliği yaparak uyguladığı kursa katıldığını ve (A) lisansını aldığını anlatmıştı. 1996 senesinde, Ankaragüçlü eski gol kralı Ali Osman Renklibay ile Vanspor’da çalıştı. O sezon takımı kümede tutmayı başardılar. 2000 senesinde Türk Telekom’da teknik direktörlük yapmış, takımı 3. ligden 2. lige çıkarmıştı. İlerleyen zamanlarda, bir zamanlar kalesini koruduğu sarı-lacivertli takımın altyapısını devraldı. Altyapılarda çalışmayı çok sevdiğini söylüyordu…
***
Gün sonunda, antrenman bitiminde duşumu aldıktan sonra mutlaka odasına uğrardım. Yardımcısı Gökhan Gedikali ile birlikte takımı konuşur, günün değerlendirmesini yapardık. Kapısı açık olurdu
herkese; kimi zaman taraftarlar, kimi zaman sıkıntısı olan öğrencileri uğrardı. Odasının hemen yanındaki panoda şu cümle yazılıydı: “Sizi buraya getiren yeteneğinizdir; burada tutacak olan ise karakteriniz…”
***
Ve takvimler 29 Ocak 2013’ü gösterirken, uzaklarda gazetelerin birinde okudum Ankara’da geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldığını. Bu sezon PTT 1. Lig ekibi TKİ Tavşanlı Linyitspor’un teknik direktörlüğünü yapmaktaydı. Hafta sonunda Boluspor’la oynadıkları maçtan sonra evine, ailesinin yanına gelmişti. Akşam rahatsızlanmış; kaldırıldığı hastanede, henüz 54 yaşında hayata gözlerini yummuştu. İnternet sitelerinin birinde okuduğum taziye mesajında, Ankaragüçlü bir taraftar, Arif’in “Kaptan Adil”den kaleyi devralmasından sonra taraftarlarca Arif için yeniden uyarlanan ve Ankaragücü tribünlerinde yıllarca söylenen o güzel tezahüratı yazmıştı: “Kalemizde panter Arif var. Geri dörtlü geçilmez duvar. Orta saha, hepsi canavar. İleride Halil İbo var…”
***
2007 senesinin sonbaharıydı…
Bir yaz daha geçiyordu ömürden. Şairin dizelerindeki gibi: “Katar katar gidiyordu kuşlar uzaklara, deli deli esiyordu rüzgâr, dağılmıştı yazdan kalan ne varsa…”
Takımla çıktığım en son antrenmanda elimi sıkıp gülümsemiş; “Sen bizim işimizi elimizden alırsın!” diyerek şaka yapmıştı. Ve o sert ama babacan edasıyla da eklemişti: “UEFA (A) lisansını almadan sakın gelme!”
Sonra aradan çok zaman geçti. En son gördüğümde yine Tandoğan tesislerinde genç futbolcuları eğitmekle meşguldü. Saha kenarında öğrencilerine direktifler veriyor, onları yarınlara hazırlıyordu: Hikâyeleri yarım kalmasın diye… Bir üste en kısa zamanda çıkabilsinler ve adları, futbolcu olamayanlar listesine yazılmasın diye…
Beni görünce gülümsedi, “Nerelerdesin?” diye sordu. Konuşmuştuk takımdan, genç futbolculardan, gelecekten. Ankara’da olduğum zaman mutlaka PAF takımının maçlarına geleceğimi söylemiştim. Yaz güneşi yerini yağmurlara bırakıyordu yavaştan, kışa hazırlanıyordu Ankara…
Huzur içinde yat Arif Peçenek… Mekânın cennet olsun hocam…
Ziya Adnan
6 Şubat 2013