Amigo Sefa…
Uzaklardan…
Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın,
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine,
Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu…
(Varlık, 1 Ağustos 1969)
“Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın” demişti şair. Unutulmaya yüz tutmuş tüm hikâyeler kadar hüzünlü bir hikâye var aklımda, anlatılmayı bekleyen. Her büyümemiş çocuğun belleğine kazınmış, asla silinmeyecek bir çocukluk fotoğrafı kadar eski.
Kurtuluş’ta, dingin bir sokakta, adını mahallenin isminden alan 4 katlı mavi apartmanın küçük bir dairesinde başladı her şey. Arkası o kocaman boş arsaya bakan, asmalı minicik balkonlu o evde…
Küçüktüm… O boş arsada, yaz, kış demeden top oynayacak, mahalle maçları yapacak kadar küçük. Faik yan apartmanda, Babür az ileride, Varol, Halit, Kadir hem en iyi arkadaşlarım, hem de temeli o günlerde atılan çok eski arkadaşlıkların bu günlere kalan mirası. Televizyonu ilk kez Faik’lerin evinde görmüş, küçük Halit’le Konak Sineması’nda ilk filmimi seyretmiş, babamın bana aldığı Ankaragücü’nün sarı-lacivert formasını ilk kez o evde giymiştim.
Babam, kahramanım, şehrine âşık ve futbolu delice seven bir adamdı. Ankara takımlarının maçlarını kaçırmaz, bu yüzden annem ile arasının açıldığı günlerde bir yolunu bulur, ne yapar, ne eder, onun gönlünü alır ama futbol sevdasını her şeyin üstünde tutardı.
Kendimi bilmeye başladığımda, her haftasonu benim elimden tutar, 19 Mayıs Stadı’nda PTT, Ankaragücü, Gençlerbirliği, Şekerspor ve Hacettepe’nin maçlarını seyretmeye götürürdü. Şimdiki gibi kaderine terk edilmemişti o eski stad. Ankara futbolseverleri doldururdu tribünleri renk farkı gözetmeden, sahip çıkardı şehrinin takımlarına. Ankaragücü’nün yanı sıra, kırmızı-siyahlı Gençlerbirliği’ni, sarı-siyahlı PTT’yi, mor-beyazlı Hacettepe’yi, yeşil-beyazlı Şekerspor’u o günlerde tanıdım, sevdim. Hormonlu belediye takımlarından, futbola el atmış haris belediye başkanlarından, Pazar akşamlarının sakil futbol programlarından, fanatik yorumculardan çok önceydi. Ne tribün grupları vardı, ne de rant kavgası…
O yılları bilenler hatırlar, o zamanlar futbol hem Cumartesi hem Pazar günü oynanır ve stadı dolduranlar üst üste iki maç birden izlerdi. Genelde, önce sahaya Hacettepe ya da Şekerspor çıkar ve o maçtan sonra ikinci maç oynanırdı. Fişek gibi çıkardı sahaya takımlar. Haftasonları tam bir futbol şöleniydi…
O zamanlardan aklımda yer eden en önemli maç, PTT’nin Trabzonspor ile oynadığı birinci lige terfi maçıydı. Maç 0–0 devam ederken, PTT’nin müthiş oyuncusu Zeki uzaklardan çakıp golü atınca, bir rivayete göre o gol sevinci Kızılay’dan duyulmuştu.
Sarı-siyahlı takım o sene birinci lige çıktı ama attıkları o gol, onların uzun süren talihsiz futbol serüvenindeki en son hatırlanacak olay oldu. Ondan sonraki yıl küme düştüler ve ne yazık ki o gol sevinci, onlar adına uzak bir hatıra olarak kaldı. Golü atan Zeki vefat ettiğinde, kendisini hatırlayanlar hep o attığı müthiş golü konuştular…
***
Sonra büyüdük. Şimdiki çocuklar kadar hızlı olmasa da büyüdük. Goralı’da sandviç yediğimiz, Arı Sineması’nda film izlediğimiz, Amerikan pasajından kot aldığımız, ara sıra okulu asıp Papazın Bağı’nda soluklandığımız zamanlarda artık maçlara arkadaşlarımla gider olmuştum. Maç çıkışı babama denk gelirsek, Sarı Zephyr’e doluşurduk, içimizde bir sonraki maçın sabırsızlığı…
O zamanlar Ankara’nın fırtına takımı Ankaragücü’ydü. Müjdat’lı, Baskın’lı, Candan’lı. Köksal’lı kadrosu ile rakiplerine kök söktürürdü Ankara’nın sarı-lacivertlileri. Şimdilerde televizyonlarda yorumculuk yapan Erman Toroğlu, o zamanlar sahaların bıçkını, rakip golcülerin belalısıydı. Ankaragücü taraftarı Erman’a tapar, Erman’sız bir Ankaragücü düşünülmezdi…
Bu vesileyle Ali Osman Renklibay’a da selam olsun. Sevgili hocam… Oynadığı tüm liglerde gol kralı olmuş müthiş golcü, efendi insan… Sanırım, ondan sonra topa onun gibi vuran bir futbolcu daha gelmedi Başkent takımlarına.
***
Maçları seyrettiğimiz 19 Mayıs Stadı’nda ise her türlü karaktere rastlamak mümkündü. Maçlardan önce önünde uzun kuyruklar oluşan köfteci Ferit, getirdiği büyük kavonozlarda koca koca turşuları satan turşucu Hurşit, bir de her tribünün bir komiği vardı…
Ama içlerinde en ilginci Amigo Sefa’ydı.
1945 yılında Ankara’nın Çamlıdere ilçesinde dünyaya gelmiş, 1960 yılında Ankara’ya gelerek halen adını taşıyan Anafartalar Çarşısı yanında yer alan “Amigo Sefa Büfesi”nde çalışmaya başlamıştı. 1968 yılında, maraton tribününde yer alanların teşvik etmesi sonucunda PTT-İstanbulspor maçı ile başladı amigoluğa. Kısa sürede tüm Ankara takımlarının maçlarında ona rastlar olmuştuk. Bir orkestra şefi inceliğinde yönettiği taraftarın o yürekten tezahüratı hemen her maçta statta yankılanırdı. Bir zaman sonra namı o kadar yürüdü ki, Malatyaspor, amigoluk yapması için 10.000 lira teklif etmiş, ama o Ankara takımlarını bırakamamıştı.
O yıllarda Ankaragücü’ne mal olmuş “Haydi Bastır!” sloganını yaratmış, Mısır’da yapılan güreş şampiyonasında ”Haydi Bastır!” diye tezahürat yaptırırken, Mısır seyircisi aynı anlamı taşıyan “Yallah Tazyik!” ile karşılık vermişti.
Sefa Çalışıcı 1990 senesinde amigoluğu bıraktı…
***
Geçenlerde haberi geldi, “Amigo Sefa aramızdan ayrıldı” dediler. Hastaydı, en son gördüğümde omuzları çökmüş, benzi solmuştu… 2005 senesinde, “Çünkü Biz Ankaragüçlüyüz” kitabı için yaptığımız söyleşide, “Benim altı evladım var, yalnızca Ankaragücü değil, Gençlerbirliği, Hacettepe, Şekerspor, PTT, Demirspor maçlarında amigoluk yapar, tribünleri coştururdum” demişti, unutmadım…
1971–72 sezonunu hiç unutmadığını söylemişti; Ankaragücü’nün İstanbul’da 8 kişi kaldığı maçta Fenerbahçe’yi 2–1 yenmiş olduğunu hatırlatarak!
“Onunla bir söyleşi yapalım” demişti Necdet abi, tıpkı o Ankara baharında Amigo Hüsnü ve Uzun Ali ile yaptığımız, eskiyi andığımız, kimi zaman gülüştüğümüz, kimi zaman hüzünlendiğimiz o güzel söyleşi gibi…
“Mutlaka yapalım” demiştim. İlk fırsatta o yılları yâd edecektik, “Haydi Bastır”ın hikâyesini onun ağzından dinleyecektik.
Ama kısmet olmadı…
“Altı evladım” diye sahiplendiği kimsesizliğin şehrinin takımları birer birer tarih olurken, şimdi o da ayrıldı aramızdan…
***
Köfteci Ferit, Turşucu Hurşit, Amigo Sefa…
Hayatımızdan çıkıp giden niceleri gibi, onlar da çekip gitti sessiz, habersiz ve sitemsiz… Geride, sadece o döneme özlemi yansıtan o eski stadı bırakarak…
Mahallelerin steril sitelere dönüştüğü, sokakların adlarını bırakıp birer numara olduğu şimdiki zamanlarda ne sokakta çocuk kaldı, ne balkonda asma, ne arkada o boş arsa, ne de Konak Sineması… Ve Köfteci Ferit, Deli Baki, Turşucu Hurşit, Amigo Sefa…
Hepsi çekip gittiler birer birer ve geride onları hatırlatan o eski stad kaldı…
Ziya Adnan
31 Temmuz 2011