Yine penaltılar, yine gözyaşları!

Yine penaltılar, yine gözyaşları!

Uzaklardan…

İngiltere adına umutların erken sona erdiği bir turnuvanın ardından yazıyorum; milli takım hüsranının bağrından…
1966 senesinden günümüze kadar kupa kazanamamış İngiltere çeyrek finalde İtalya karşısında penaltılar sonunda elenirken, ertesi gün Ada basınında lime lime doğranıyordu.

“It always ends in penalties, it always ends in tears.” (Her zaman penaltılarla, her zaman gözyaşlarıyla sonuçlanır) yazmıştı manşetine Daily Mail… Geçmişe bakarak en doğru tanımlama buydu sanırım. Ülkenin en çok okunan bulvar gazetesi The Sun’ın manşetinde, “England Bulldogs finally putout of their misery!” (İngiltere’nin buldoglarının ızdırabı sonunda bitti); The Times, “Penalties (again)! Ordinary team fails…” (Penaltılar [Yine]! Vasat takım sınıfta kaldı), yazıyordu.

Velhasıl 1990 senesinde Torino’da başlayan, 1996’de Wembley’de, 1998’de St. Etienne’de, 2004’de Lizbon’da, iki sene sonra Gelsenkirchen’de tekrarlanan hüzünlü macera yine bilindik sonla bitti İngiltere adına. Katıldığı tüm turnuvalarda sekiz kez penaltılara kalan takımın sadece bir maçta galibiyet sevinci yaşamış olması, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu anlatıyordu futbolseverlere…

Aslında eve erken dönüş pek sürpriz olmadı futboldan az çok anlayanlar cephesinde. İlk maçında Fransa karşısında zar zor berabere kalırken, ikinci maçında İsveç karşısında yenik duruma düşüyor, maçın sonlarına doğru şansın yardımıyla maçı çeviriyordu. Aynı şans Ukrayna karşısında da devam ediyordu; üstelik Ukrayna’nın kale çizgisini geçen net golünün verilmediği maçta…

Sonra çeyrek finalde Andrea Pirlo adında 33 yaşındaki bir futbol dâhisinin liderliğindeki İtalya çıktı İngilizlerin karşısına. “İyi ki İspanyollar çıkmadı!” diye sevinirken, sanırım İtalyan maestroyu hesaba katmamışlardı. Aslında her iyi takımın bir maestrosu vardı; İngilizlerin Paul Gascoigne, nam-ı diğer Gazza’dan bu yana nafile bir özlemle aradığı… Onlar adına Steven Gerrard en yakın olanıydı, ama o da bir yere kadardı…

Maçın başından sonuna kadar topa sahip olan İtalyanlar fırsat üstüne fırsat kaçırırken, maç sonu yayınlanan istatistikler hak edenin kazandığını anlatıyordu görmesini bilenlere. Juventus’un orta saha oyuncusu “General” maçı 131 pasla tamamlıyor; İngiltere takımında ise sadece solbek Ashley Cole, o da 44 pasla takımının en yüksek pas oranına sahip oluyordu. Maç içinde İtalya’nın 39 şutuna karşı İngiltere sadece 12 şut atabilmiş; İtalya kalesini 4 kez bulabilmişti. Sahanın en çok koşan oyuncusu 11,58 kilometre ile Pirlo olurken, Gerrard 11,26 kilometrede kalıyordu. Turnuva boyunca İngiltere 2,75 şut ortalaması ile oynarken, sadece Serbest İrlanda, Yunanistan ve Ukrayna bu ortalamanın altında kalmıştı.

***

Maçtan sonra bir zamanların unutulmaz kaptanı, günümüzde Match of the Day’in yorumcusu, Liverpool efsanesi Alan Hanson, “İngiltere adına penaltılara kadar gidebilmek bile başarıydı. Zira iki takım arasındaki kalite farkı İngilizler adına utanç vericiydi” yorumunu yapıyor; unutulmaz golcü Alan Shearer da “Bu bir boks maçı olsa hakem 2. raundta durdurmuştu!” diyordu. Efsane bir futbolcudan en gerçekçi tanımlama… “Kendi Pirlo’muzu yetiştiremediğimiz sürece bu hüsranlar kaçınılmazdır!” diyordu Harry Redknapp… En azından, o hüsranı saha kenarında yaşamadığı için (Milli takımın başına gelmesine mutlak gözüyle bakılıyordu) şanslıdır sanırım…

***

Albert Einstein, “Deliliği, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek olarak tanımlar”. Her turnuvaya, geçmişte kalmış oyun sistemi, demode futbol felsefesi, aşina futbolcu profili ile katılan ve her turnuvadan başı önünde ayrılan Adalılar günümüz futbolunda sadece güce ve fiziğe dayalı futbol anlayışı ile başarılı olmanın mümkün olmadığını artık anlamalı.

Evet, Premier Lig futbol kalitesi olarak dünya futbolunun en üst basamağına oturmuştur. Evet, izleyenlere keyif verir. Ama her takımının kadrosunda ortalama 14 yabancı futbolcunun yer aldığı gerçeği öylece bakar yüzümüze. Ligin kalitesini belirleyen Da Silva, Nasri, Modric, Robin Van Persie, Nani, Yaya Toure gibi isimler ne yazık ki başka ülkelerin pasaportlarını taşımaktadır. O yüzden Premier Lig izlenesidir ama milli takım es geçilesi!

İngiltere kendi Fabresgas’ını, Xavi’sini, Iniesta’sını, Pirlo’sunu çıkaramadığı sürece, milli takımın başarılı olması mümkün olmayacaktır. Ronaldo demiyorum, çünkü her ne kadar çok sempatik gelmese de, doğuştan gelen yeteneklere sahip (inate ability) bu insanüstü Portekiz yapımı humoid robotun dünyada nadir üretildiğini biliyorum; Ada’dan çıkan, ona en yakın modelin United sol açığı Giggs olduğunu da… Ama o da Gallerli İngiltere’nin şansına ve günümüzde 38 yaşında…

***

Şimdilerde Adalıların başarısızlığını tartışanların dillerinden düşürmediği iki kelime var: “Grassroots futbol”, yani küçük yaşlardaki futbol eğitimi… Uzun seneler Ada’da minik ve genç takımlardaki çalışmaları yakından gözlemlemiş biri olarak naçizane görüşüm şudur: Küçük yaş gruplarında rekabete ve kazanmaya endeksli futbolun yerini, teknik kapasiteyi yükseltmeye yönelik programlar almalıdır. Günümüzün temcit pilavı “Barça modeli” demiyorum. Zira Euro 96’dan sonra Ajax’ın akademisi, iki sene sonra Fransızlar’ın Clairefontaine’sı, şimdilerde Barcelona’nın La Masia’sı dillerden düşmeyen. Oysa her ülke futbolunun parladığı zamanlar olacaktır elbet. Önemli olan değişimi gözlemleyebilmek, ayak uydurabilmek ve kalıcı olabilmektir.Bugün Barça, temennim yarın kuzey Londra… Neticede futbol basit oyundur, iyi oynayabilmek için önce topa sahip olmak gerekir.

Ada hüsranı konusunda son sözü, Liverpool kaptanı Jamie Carragher’a bırakalım: “We all know what the problem is. We are technically inferior to the international super powers. We never produce a No10 such as a Mesut Özil because they may not shine in their youth if the emphasis is on finding those who will fly into tackles.“ (Hepimiz problemin ne olduğunu biliyoruz. Biz teknik açıdan süper güçlerden daha aşağıdayız. Biz hiçbir zaman Mesut Özil gibi bir 10 numara çıkaramayız. Zira sert futbolculara önem verildiği, hep güce dayalı futbolun teşvik edildiği bir sistemde, onlar yeteneklerini gösterme fırsatı bulamayabilir)
Velhasıl bir kez daha İspanya’nın kazandığı bir turnuvanın ardından İngilizler adına tek teselli Premier Lig’in başlamasına 41 gün kalmış olmasıdır…

Bizim adımıza ise bu turnuvadan çıkarmamız gereken ders, İngiltere Futbol Federasyonu’nun yabancı futbolculara kapıları ardına kadar açmasının da olumsuz etkisiyle İngiltere Milli Takımı’nın yaşadığı hüsran olmalıdır. Her fırsatta, “Yabancı sınırlaması serbest kalmalı!” diyenlere önemle duyurulur.

Ziya Adnan

8 Temmuz 2012

EnglandEuro2012