Siyah-beyaz bir istifanın ardından…

Siyah-beyaz bir istifanın ardından…

Uzaklardan…

Ortak bir gazeteci dostumuz vasıtasıyla tanımıştım. O da benim gibi futbola gönül vermişti. Yaşça benden büyüktü, sıkı bir sinema eleştirmeni olduğunu sonradan öğrendim. Hatta bir sohbet esnasında, son yıllarda izlediğim en etkileyici filmin 2004 senesinde Cannes Film Festivali’nde ödül alan Güney Kore filmi “Old Boy” olduğunu söylediğim zaman gülümsemişti. Yarışmadan önce filmi izlediğini, birinciliği alacağını tahmin ettiğini söylemişti.

Futbola gelince… Geçmiş zamanlarda Radikal gazetesinde okurdum yazılarını. Ülkemin alışageldiğimiz taraflı yazarlarından değildi. Farklı bakış açısı, tarafsız yorumlarıyla okumaktan keyif aldığım futbol yazıları yazardı. 2005 senesiydi sanırım, toz duman bir derbinin ardından yazmıştı “Futbol bu değil’ başlıklı yazısını. “Derbiler, derbi olmaktan çıktı. Bir tarafın taraftarı yok. Vahşi bir gerilim var sahada…” cümleleri pek güzel özetliyordu ülke futbolunun perişan durumunu, ama kaç yazar vardı ki meseleye bu pencereden bakabilen. Zaten o yazıdan sonra da düzelmedi derbilerin görüntüsü, gelenek bozulmadı…

***

Beşiktaş’a gönül vermişti, uzun dönemler yönetimlerinde yer almış, İstanbul’un siyah-beyazlı tarihi kulübünü bir Avrupa kulübüne dönüştürmek için mücadele etmişti. 90’lı yıllarda yaşadığı Londra’dan miras, Ada futbolu hakkında yabana atılmayacak bilgiye sahipti. Muhtemel renklerinden olsa gerek, “Fulham” denilince akan sular dururdu. Batı Londra’nın mütevazı takımını yakından takip eder, fırsat buldukça maçlarına giderdi. Onunla sohbet ederken, ülkenin toz duman futbolunun dışına çıkabilmenin, Ada futbolunu, Fulham’ı, Arsenal’ı, Wenger’in bebelerini tartışabilmenin keyfini yaşamıştım.

***

Yakın geçmişte bir Londra ziyaretinde yine bir araya geldik. Spor yazarı eşiyle birlikte gelmişti çok sevdiği, uzak kalınca özlediği futbol şehrine. Beşiktaş’ın yeni direktör arayışına girdiği günlerdi. Hangi teknik direktörleri beğendiğimi sorduğu zaman, geçtiğimiz sezon Swansea’yi çalıştıran Brendan Rodgers’ı, Brighton & Hove Albion’un hocası Gus Poyet’i ve Wigan Athetic’in Martinez’ini takdir ettiğimi, Arsene Wenger’den sonra Arsenal’ın başında Slaven Bilic’i görmek istediğimi söylemiştim. Ancak ülkemde teknik direktörlerden çok alt yapı hocalarına ihtiyaç olduğunu, Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip bir ülkenin o kaynağı ezelden ıskaladığını söylemiştim.

O konuşmadan iki ay kadar sonra Rodgers Liverpool’un başına geçti. Tottenham Hotspurs ise Martinez ile görüşmelere başladığını duyuruyor; sonrasında Chelsea’de kalıcı olamamış Andre Villas-Boas’da karar kılıyordu. Slaven Bilic Avrupa Şampiyonası’ndan sonra Hırvatistan’ı bırakıp Lokomotiv Moskova macerasına başlarken, Tottenham’dan ayrılan Harry Redknapp ise yeni takımını bekliyordu…

***

O hafta Arsenal, evinde Manchester City ile oynuyordu. Hem o maçı, hem de Fulham’ın Chelsea karşısında oynadığı maçı izleyerek döndü yedi tepeli şehrine. Sanırım ikisi de mutlu olmuştu kısa ziyaretlerinden. O günlerde ülke futbolu şike rezilliğiyle çalkanıyor; bir zaman sonra, takımın başkanlığını yapan Demirören, ülke futbolunun başına getiriliyordu. Sekiz senedir başkanlığını yaptığı kulüp borç batağına gömülmüş, üstelik UEFA’dan bir sene men cezası gelmişti. Tarihinin en ağır yenilgisini almıştı siyah-beyazlı takım; zira hiçbir yenilgi bu kadar onur kırıcı olamazdı.

Beşiktaş’ın hal ve gidişini konuşurken, iyiliğin her daim eziyet gördüğü, yeteneksizliğin bolca ödüllendirildiği bir coğrafyada olup bitene uzaklardan bakan niceleri gibi tüm pespayeliğe uzak bir köşeden sessizce bakmayı tercih ettiğini anlamıştım.

Oysa ülke futbolunun bilgili, vizyonu geniş iyi insanlara ihtiyacı vardı. Yönetimlerden, yönetemeyenlereden, haris başkanlardan çok çekmiş, şimdilerde yok olup gitmenin eşiğinde, o unutulmuş sarı-lacivert takımın eski bir sevdalısı olarak bildiğim, o ve onun gibilerin takımlarının yönetimlerinde yer almaları gerektiğiydi.

Hala da değişmiş değildir bu fikrim. O yüzden sevgili Tanıl Bora’nın, Akşit Özkural’ın, Necdet Özkazancı’nın, Ozan Güler’in “Alkaralar”ın yönetiminde yer alması gerektiğine inanırım; ülke futbolunun iyilere, güzel insanlara fazlasıyla ihtiyaç duyduğunu bilerek…

***

Baharın habercisi bir günde, Beşiktaş’ın yeni yönetiminde önemli bir görev üstleneceğini öğrendiğim zaman sevinmiştim. Beşiktaşlı olmadığım halde sevinmiştim. Sadece çok parası olduğu için yönetici koltuğuna oturanlar diyarında, ülke futbolunun onun gibilerine ihtiyacı vardı. Teneke bir kupa adına her şeyi mubah görenlerin yönetimlerde yer aldığı tatsız zamanlarda, temiz futbolu samimiyetle savunan aklı başında bir yöneticinin olması, ülke futbolu adına sevindirici bir gelişmeydi. Arayıp tebrik etmiştim. Her zamanki mütevazı üslubuyla teşekkür etmişti.

***

Geçtiğimiz günlerde, internet sitelerinin birinde Beşiktaş’taki görevinden istifa ettiğini öğrendim. “Taraftarı ve kongre üyesi olduğum Beşiktaş’ta fahri olarak yürüttüğüm, ‘Futbol Takımlarının Yeniden Yapılandırılması Genel Koordinatörlüğü’ ve ‘Futbol Komitesi Üyeliği’ görevimden ayrıldım. İstifamla ilgili spekülasyonları önlemek, konuyu gündemden mümkün olduğunca çabuk kaldırmak ve kapatmak için ilk ve son kez bir açıklama yapmayı gerekli gördüm.” cümleleriyle noktayı koymuştu, takımındaki yaz yağmuru kadar kısa süren macerasına…

Ve İbrahim Altınsay’ın istifasından bir kaç gün sonra, Fikret Orman başkanlığındaki Beşiktaş uzun arayışlardan sonra Samet Aybaba’nın teknik direktörlük görevine getirildiğini duyuruyordu. Hani Gençlerbirliği’nde görev yaptığı dönemde, Mısırlı futbolcu El Saka ile ters düşmüş; Alkaralar’ın durumu protesto etmesi üzerine, “Beni elin Arap’ına tercih ettiler!” şeklindeki ırkçılık sınırına dayanan açıklaması ile şaşırtmış; kariyerinde 14 takımla yollarını ayırmış olan teknik direktör…

Onun Beşiktaş’ta göreve geldiği zamanlarda, geçmişte şu satırları yazan İbrahim Altınsay istifa etmişti: “Ancak ırkçılık sadece siyahları ezerek işlemiyor. Diyarbakırspor sahaya çıktığı zaman ‘PKK dışarı!’ diye bağıracağımıza şu pankartı açabiliyor muyuz: ‘Hepimiz Kürdüz!’”

Ortalama futbol yöneticisinin çok üstünde vasıflara sahip, entelektüel, mütevazı, bilgili ve en önemlisi iyi bir insanın futboldan, sevdalısı olduğu takımından uzaklaştığı zamanlarda yazdım bu yazıyı; Beşiktaş’ın “Feda” sloganıyla yeni sezona hazırlandığı, CAS’ın men cezasını onadığı sıkıntılı zamanlarda… Siyah-beyazlılara doğru yolu gösterebilecek aklı başında bir yöneticinin istifasından sonra yazdım…

Beşiktaşlı olmadığım halde…

Ülke futbolunun iyi insanları fena özlediğı kötü günlerde…

Ziya Adnan

22 Temmuz 2012

IbrahimAltinsay