Neşeli sokağın çocuğu…
Uzaklardan…
İngiltere’nin kuzeybatısında, Liverpool’a sekiz kilometre uzaklıkta 13 bin nüfuslu, geçmişte kömür madenleri ile bilinen Whiston kasabasında dünyaya geldiğinde takvim yaprakları 30 Mayıs 1980’i gösteriyormuş. İşçi sınıfının mahallesi Huyton’da, bölgeye has tarihi sıra evlerin arasındaki beton sahalarda merak salmış futbola. Kapısında “10” yazan evinin hemen önünde yer alan Ironside sokağındaki o küçük futbol sahasının, bölgenin çocukları arasında “Happy Street” (Neşeli Sokak) olarak bilindiğini, onlar için o futbol mabedinin Anfield, Goodison veya Wembley’den farklı olmadığını anımsıyor. Henüz 9 yaşında, bölgenin amatör takımı Whiston Juniors’da top koştururken dikkatini çekmiş Liverpool takımının scoutlarının. Yaşıtlarının çoğunun o yıllarda şehrin mavili takımına sevdalı olduğunu, onun gönlünde ise kırmızılı takımın yattığını söylüyor o yılları anlatan söyleşilerinde…
Liverpool’un akademisinde oynamaya başladığı zamanlarda, takım arkadaşlarının arasında Robbie Fowler, Jason Koumas, Dave Shannon bulunuyor. O yıllarda geçirdiği talihsiz kaza nedeniyle bir hafta kadar hastanede kaldığını, sağ ayak parmağının ampute edilmesine akademin başındaki Steve Highway’in karşı çıktığını, uzun süren tedavi döneminden sonra tekrar sahalara döndüğünü anlatıyor. O zamanlar akademide yer alan 30 futbolcudan ancak dördünün ilerleyen yıllarda futbolda adını duyurmuş olması kayda değer…
Liverpool’un genç takımında oynadığı yıllarda, her genç futbolcu gibi maçlardan önce ‘A’ takımda oynayan futbolcuların kramponlarını temizlermiş, gelecekte bir gün Jamie Redknapp, Robbie Fowler, David James, Paul Ince gibi dönemin yıldızları ile birlikte top koşturmayı hayal ederek. A takımıyla ilk deneyimi, 29 Kasım 1998’de Blackburn Rovers’a karşı oynanan ve son dakikalarda Vegard Heggem’in yerine oyuna girdiği maçta. O yıllarda takımın teknik direktörü Gerrard Houlier’i futbol kariyerindeki en önemli öğretmeni olarak görüyor. Geçmişte kendisi ile yapılan bir söyleşide Houlier için şunları söylüyor: “İlk üç sezonumda, yalnız saha içinde değil, saha dışında hep yanımdaydı, diyetimden, özel yaşantıma kadar her şeye karışırdı. O yaşlarda onun gibi bir öğretmenim olduğu için kendimi şanslı sayıyorum…”
O sezon, takımın kaptanı ama bir türlü sakatlıktan kurtulamayan Jamie Redknapp’in yerinde, orta sahanın sağında 13 maçta forma giyiyor, ancak göz doldurmuyor. Guardian gazetesiyle yaptığı bir söyleşide şöyle anlatmış ilk deneyimlerini: “İlk zamanlarda sahada heyecanımı yenemiyordum, hem alıştığım mevkiimde oynamıyor olmam, hem o yıllarda defansif oynamayı daha çok benimsemem performansımı etkiliyordu. Ancak, Liverpool’un teknik kadrosu hep yanımda oldu, destek verdi.”
1999–2000 sezonunda, şimdilerde SKY Sports kanalında yorumculuk yapan Jamie Redknapp ile birlikte sırtlamışlar takımın orta sahasını. İlk kırmızı kartı o sezonun ilk derbisinde, Everton’a karşı. İlk golü de Liverpool’un 4-1 kazandığı Sheffield Wednesday maçında. 23 yaşına gelene kadar takımıyla Federasyon Kupasını ve UEFA kupasını kazanmış. 2003 yılının Ekim ayında takım kaptanlığını Sami Hyypia’dan devralıyor. “Henüz 23 yaşında, Liverpool gibi bir takımının kaptanlığına yükselmek benim için bir rüyanın gerçek olmasıydı…” diyor, onu ilk tebrik edenin Hyypia olduğunu da söylemeyi ihmal etmeden. O sezonun sonunda Liverpool, kaptanının sözleşmesini dört sene uzatmış.
Futbol stilini en iyi anlatan, çocukluk yıllarında Kop tribününden hayranlıkla izlediği Liverpool efsanesi John Barnes olmalı, kulak verelim: “Zidane ve Ronaldinho gibi ofansif orta saha oyuncuları futbola keyif veren, izlemekten zevk aldığımız en büyük yeteneklerdi. Makelele ise orta alanın defansif yükünü bir başına sırtlayan günümüz futbolunun en büyük zanaatkârı. David Beckham tam bir pas ustasıydı. O, adlarını saydıklarımla karşılaştırınca bu oyuncuların hiçbirinden daha üstün olmasa da bir takım oyuncusu olarak bu üç futbol zanaatkârının yaptığının hepsini yapabilen dünyanın en komple futbolcusu. Bazıları onun en büyük özelliğinin bitmek bilmeyen enerjisi olduğuna inanıyor. Bana göre en büyük özelliği komple bir takım oyuncusu oluşu, takım için kullandığı yeteneği ve emeği…”
***
Gelecek futbol nesillerine onu anlatacak olanlar 2005 senesinin Mayıs’ında, İstanbul’da oynanan Şampiyonlar Ligi finalini hatırlayacaktır mutlaka. Sanırım günümüze kadar oynanmış finallerin en heyecanlısı. Futbol sohbetlerinde hala dillendirilir, henüz maçın başlarında kalesinde üç gol görmüş Liverpool’un yıkılışı, A.C. Milan’ın kupayı kaldırmasına mutlak gözüyle bakıldığı, sonra 8 numaralı formasıyla kaptanın sahne alışı. Bir gol attığı ve mükemmel oynadığı maç 3-3 bitiyor, penaltı atışlarını 3-2 kazanan Liverpool kupayı İngiltere’ye götürüyordu. O gün futbol tanrıları asla yalnız yürümeyenlerin ve kaptanın yanındaydı.
Ve 2015 senesinin ilk günlerinde yaptığı basın toplantısında hayatının en zor kararını verdiğini, içini acıtacak olsa da sezon sonunda Liverpool’dan ayrılacağını duyuruyordu kırmızılı takımda 695 maça çıkmış, o maçlarda 180 gol kaydetmiş Steven Gerrard.
Işıltılı kariyerinde bir sezon Şampiyonlar Ligini, iki sezon Federasyon Kupasını, üç sezon Lig Kupasını, iki sezon UEFA Süper Kupasını kazandı ama hiç Premier Lig şampiyonluğu yaşayamadı. 2013 senesinde Liverpool taraftarları arasında yapılan “100 Players Who Shook The Kop” (Kop’u Sallayan 100 futbolcu) anketinde ilk sırayı almış neşeli sokağın çocuğu…
Ondan önce gelip geçmiş nice Liverpool efsaneleri gibi onun da adına yazılan şarkılar yankılanacaktır o futbol şehrinin tribünlerinde. O tarihi akşamın kahramanını gelecek nesillere şu tezahüratla anlatacaktır Liverpool taraftarları:
Then one night in Turkey,
It was 21 Years since Rome,
With a Liverbird Upon His Chest,
He Brought The Cup Back Home…
Bir akşam İstanbul’da / Roma’dan 21 sene sonra / Göğsünde Liverpool arması / Kupayı şehrine getirdi…
Ziya Adnan
26 Ocak 2015