Mamak Maskespor’dan Gençlerbirliği’ne… Futbolla akıp giden bir ömür…
(İlhan Cavcav ile söyleşi – 3. Bölüm)
Sizin için hep Afrika’dan bulur getirir derlerdi. Bunun en büyük örnekleri de Moshoeu, Kona, Khuse… O efsane üçlüden Moshoeu geçenlerde aramızdan ayrıldı. Onların hikâyesini en iyi bilenden, sizden dinleyelim mi?
“Orhan Cingözoğlu adında bir menajer arkadaşımla 1993 senesinde onun önerdiği futbolcuları izlemek için birlikte Afrika’ya gittik. O bana 3-4 futbolcu önermişti. Futbolun içinden geldiğim için onun önerdiklerini değil, başkalarını beğendim. “Onlar size yaramaz!” dediler ama ben o üçünü almakta ısrar ettim. Kona ile Khuse’yi 100’er bin dolara aldım. O zaman dolar çok ucuzdu. Moshoeu için 200 bin dolar istediler. İngilizler de ona bu parayı teklif etmişler ancak sadece 8 defa milli olduğu için İngiltere’de oynaması mümkün değil, zira o dönemde bir yabancı futbolcunun en az 11 kez milli olmasını şart koşuyorlar. “İngiltere’ye gel, antrenmanlara çık, yeterli sayıda milli maça çıktığında lisansını çıkartalım” demişler. Moshoeu bunu kabul edecekken ben, “Bizde böyle bir kural yok 200 bin doları ben vereyim, lisansını çıkartalım, hemen oyna” dedim, o da kabul etti. Yalnız bu söylediğim rakamlar kulüplerine verdiğim bonservis ücretleri, kendilerine verdiğim para çok cüzi miktarlardı, inanın şimdi hatırlamıyorum bile…
Böylece üç Afrikalı futbolcuyu transfer etmiş oldunuz…
Evet. Afrika’da geçirdiğimiz 15 günün sonunda üç futbolcuyu uçağa bindirerek Türkiye’ye getirdim. Burada bir anımı anlatmak isterim. Uçakta dördümüz yan yana oturuyorduk. Üçü de bana “Father, Father! (Baba, baba!) diyerek sırtımı okşuyorlardı. Unutamadığım başka bir anım da şöyle: Afrika’da maçları izlerken (iki defa sahanın kenarında, yedek kulübesinde oturduk) herkesin bizi birbirlerine göstermeleri olmuştu. Tabii herkes zenci. O kadar zenci arasında biz iki beyaz göze batıyorduk. Rengimizden dolayı bize bakıp bakıp birbirlerine göstermelerinden rahatsız olmuştum…
Bir de Geremi vardı…
Evet, o zamanlarda Toshack Beşiktaş’ı çalıştırıyordu. Allah rahmet eylesin, Süleyman Seba beni bu futbolcuyu transfer etmek için İstanbul’a çağırdı. Akaretler’de bir otelde buluştuk. “Başkan, bu futbolcuyu bize ver” dedi. “Süleyman Abi, iki milyon dolar verirseniz olur” dedim. Bana, “Sen kafayı mı yedin!” deyince bu transfer olmadı. Sonra Toshack o sene Beşiktaş’tan ayrılıp Real Madrid’e gitti. Bir süre sonra benden yine bu futbolcuyu istedi. Ben bu sefer 5 milyon dolar istedim. Beni İspanya’ya davet ettiler. İspanyolca bilmediğim için başka bir menajeri yanıma alıp gittim. İlk işim Real Madrid’in stadını gezmek oldu. İnanır mısınız o stadın altında yer alan kulüp müzesi kupalarla doluydu. Her taraf kupa…
Oldukça etkileyici bir görüntü yani…
Evet. Sonra bizi bir restorana götürdüler. Onların sekiz yöneticisi, ben ve menajer arkadaşım… Masaya ufak bir dana getirdiler. Şaşırmıştım, çünkü dana sanki canlı gibiydi. Kafası, gözü, kulağı her şeyi tamam! Bizim ülkede kuzu çevirme görmüştüm ama dana çevirme görmemiştim. Danadan çevirme mi olur! Neyse biz danayı afiyetle yedik ve başladık transferi konuşmaya. Adamlar ağız birliği etmişçesine “iki milyon, iki milyon, iki milyon” diyorlar, başka demiyorlar. Sıra bana geldi. Bir kâğıt istedim. Üzerine rakamla “5 milyon dolar” yazdım ve kaldırıp tüm masaya gösterdim. Sonra yanımdaki menajere dönüp, “Kalk gidiyoruz!” dedim. Adamlar şaşırmıştı. “Please, please!” (lütfen lütfen!) dedikten sora beni oturtup “okey” diyerek 5 milyon doları vermeyi kabul ettiklerini, ancak parayı bir ay sonra vereceklerini söylediler. “Peki, menajerin parası ne olacak?” dedim. Ona da 250 bin dolar vermeyi kabul ettiler. Bir ay sonra bize söz verdikleri 5 milyon dolar geldi. Aslında bugün gördüğünüz Gençlerbirliği tesislerinin üzerine “Mosheu, Kona, Khuse ve Geremi” diye yazmak gerek. Zira biz bu tesisleri onlardan kazandığımız paralarla yaptık…
Onları yâd etmişken, sizde iz bırakmış hiç unutamayacağınız futbolcular kimlerdi?
Moshe, Khuse ve özellikle santrfor olduğu için Kona hayatımda unutamadığım bir futbolcudur. Ancak onca zaman içinde Gençlerbirliği’nden çok iyi futbolcular geldi geçti. Bizde kısa süre oynamış olsa da Tijani Babangida (2000-2001), Arjantinli Jorge Rinaldi (1989-1990) ve Arjantinli Claudio Zacarias… Gençlerbirliği olarak iftihar etmek lazım, kulüpten çok iyi futbolular geldi geçti…
Bir de sizin başkanlığınız döneminde Gençlerbirliği bir kez küme düştü. O sezonda ne hissetmiştiniz?
Hatırlarsanız biz 1987-1988 sezonunda küme düştük ve sonra yeniden 1. Lig’e döndük. Ama takıma o kadar güvenim vardı ki yeniden çıkacağımıza emindim ve o konuda hiç şüphem olmadı. Nitekim ertesi sezon büyük farkla şampiyon olduk.
Madem konu düşmelerden açıldı, komşunuz Ankaragücü’nün durumunu nasıl görüyorsunuz?
Ankaragücü, mazisi Gençlerbirliği’nden de eski, çok büyük taraftara sahip köklü bir kulüp. Onların şansızlığı benim gibi bir kulüp başkanına sahip olamamış olmaları… Eğer o yıllarda Sabri Mermutlu beni yönetime kabul etmiş olsaydı ben bugün muhtemelen Ankaragücü başkanıydım. Şimdilerde 2. Lig’de oynadığı halde 8-10 bin taraftar önünde oynuyor. Bizim o kadar büyük taraftar gücümüz ne yazık ki yok. Örneğin geçen sezon bir Trabzonspor maçı oynadık; tribünlerde 850 taraftar, statta 1600 polis vardı!
Bunda Passolig ve e-bilet uygulamasının da olumsuz etkisi yok mu? Geçen sezona kadar Gençlerbirliği stattaki taraftar sayısını ciddi anlamda artıran bir kulüp olmuştu. Özellikle 19 Mayıs Stadı’nda Maraton ve Sağ Kapalı olarak adlandırılan tribünler her maçta doluyor ve her sezon yaklaşık 5.000 kombine bilet satılıyordu. Günümüzde Süper Lig ve 1. Lig’de tribünlerin boş kalmasındaki en büyük sebep olan Passolig konusunda görüşünüz nedir?
Bunun kesinlikle olmaması lazım, yanlış uygulama. Taraftar, 15 lira maç biletine, bilmem ne kadar da Passolig’e veriyor. Mesele güvenliği sağlamakmış! Yahu kardeşim senin emniyetin var, polisin var, görüntü alma durumun var. Kim küfür ediyorsa yakala, al, götür ve öyle bir ceza ver ki bir daha stada gelemesin. Passolig insan haklarına aykırı. Hep söylüyorum Federasyon, Federasyon, Federasyon! Ne yazık ki Türk futbolu iyi idare edilmiyor.
Sizce bu düzende Ankara’dan şampiyon çıkar mı?
Çıkmaz. Hiç umudum yok…
Anadolu’dan çıkar mı?
Tahmin etmiyorum.
Türkiye’de alt yapılara gereken önem veriliyor mu?
Hayır verilmiyor. Keşke genç olsaydım da fazla değil bir üç sene Federasyon Başkanlığı yapsaydım. Tabanı olmayanın tavanı olmaz. İnşaat yapıyorsan evvela temeli sağlam yapacaksın ki bina sağlam olsun. Alt yapılar Futbol Federasyonu’nun en fazla önem vermesi gereken konu. Kulüplere alt yapıdan futbolcu çıkarılmasını şart koşacaksın, teşvik edeceksin.
Elinizden kaçırdığınız ya da keşke satmasaydım dediğiniz futbolcular oldu mu?
Hayır, hiçbir şeklide pişmanlık duymadım. Çünkü Gençlerbirliği bugüne kadar sattığımız futbolculardan aldığımız parayla ayakta kalabildi. Örneğin Jimmy Durmaz’ı 2 milyon avroya sattık. Bir milyon avrosunu peşin aldık, bir milyon avrosunu bu sene alacaktık ama biraz gecikti. Bu paralar gelmese biz ayakta kalamazdık.
Peki, sizce Türk futboluna kaliteli yabancılar geliyor mu?
İstanbul takımlarına geliyor ama maliyetleri çok yüksek. Bizlerin bu paraları vermesi mümkün değil. Bir de acı olan bir gerçek var ki buna Futbol Federasyonu ve Kulüpler Birliği’nin engel olması lazım. Adama tonla bonservis ücreti ve dolgun bir sözleşme verdikten sonra bir de maç başı para veriyorsun! Bu ne yahu! Son derece yanlış. Niye bir sezonda 3-5 milyon veriyorsun? Peşin para verme, maç başına 50 bin avro ver, oynadığı kadar kazansın…
Bu 19 Mayıs Stadı ve Cebeci Stadı’nın durumu nedir, ne olacak? Ankaralı futbolseverlerin içini burkan bir görüntüleri var.
19 Mayıs Stadı’nın yıkılıp aynı yere yeniden yapılması lazım. Hatta stat ile Atatürk Kültür Merkezi arasındaki yolu alttan geçirip iki alanı birleştirerek Ankara’daki amatör ve profesyonel takımlar ve sporcular için spor alanı haline getirilmeli. Ama Ankara üvey evlat muamelesi görüyor.
Deplasmanlara gidiyor musunuz?
Gidiyorum tabii…
İçtenliği ve bu güzel söyleşi için bize ayırdığı zamandan dolayı Sayın İlhan Cavcav’a teşekkür ederiz.
Ziya Adnan – Necdet Özkazancı