Mamak Maskespor’dan Gençlerbirliği’ne… Futbolla akıp giden bir ömür…
İlhan Cavcav ile söyleşi – 2. Bölüm
Geçen hafta Gençlerbirliği’nin duayen başkanı İlhan Cavcav’la eski günleri yâd etmiş, o yıllara dair anılarını dinlemiştik. Bu hafta kaldığımız yerden devamla…
Yabancı kısıtlaması konusundaki düşünceleriniz…
Biliyorsunuz yabancı futbolcu sınırlaması kalktı ve biz de Kulüpler Birliği olarak bunu istiyorduk. Fakat ben uzun yıllardır devamlı futbolun içinde olduğum için (diğer arkadaşlarım da futbolun içinde ama çoğu sürekliliği olmayan yöneticiler) farklı bir yaklaşımım oldu. Büyük kulüplerin imkânları ve paraları Anadolu kulüplerine kıyasla çok farklı boyutta. Bugün Fenerbahçe’de 14 yabancı var ve bunların her birinin maliyeti 5 milyon, 6 milyon, 8 milyon avro. Bizim öyle imkânlarımız yok. Düşünsenize, yayıncı kuruluştan gelen hasılatın yüzde 50’si dört takım arasında, diğer yüzde 50’si ise 14 takım arasında paylaştırılıyor. Dolayısıyla bizim bütçemizle onların bütçesi arasında dağlar kadar fark oluyor.
Yüz kiloluk bir boksörle elli kiloluk bir boksörün aynı ringe çıkması gibi…
Aynen öyle… Ben Riva’da gerçekleşen Kulüpler Birliği toplantısında yabancı kısıtlamasının kalkması gerektiğini, ancak sekiz yabancıdan fazlasının 18-20 yaş aralığında olmasını savundum. Kulüplerimiz bilhassa Avrupa ve Afrika’dan 18-19 yaşlarındaki maliyeti düşük genç futbolcuları ülke futboluna kazandırmalı, bu gençleri alt yapılarda hazırladıktan sonra A takımlarda oynatmalı. Önerim bu futbolcular için alt yapı fonu alınmaması yönündeydi ama ilk başta olumlu karşılanmasına rağmen kabul edilmedi. Çıkardıkları kararla kulüplerimiz 14 yabacı için federasyona 6.000.000 lira para vereceklerdi. Haliyle isyan ettik. Malum, bizim bir sezondaki toplam hasılatımız bile yalnızca 600-700 bin lira. Biz itiraz edince bunu 4,5 milyon liraya düşürdüler ama biz bunun da çok olduğunu, sekiz yabancıya kadar para alınmaması, sekiz yabancıdan sonra alınan her yabancı futbolcu için 250 bin lira ödenmesini önerdik. Federasyon olarak siz kulüplerin isteklerini dinlemek ve yerine getirmekle yükümlüsünüz dedik. Sayın federasyon başkanı bu önerimizi Fatih Terim’e soracağını söyledi. Toplantı bitip de dışarı çıkınca ikinci başkan Servet Bey kardeşimize, “Federasyonu Fatih Terim mi idare ediyor?” dedim. Fatih Terim’e, “İlhan bey senin için böyle böyle diyor” diye söylemişler, o da “O mu idare edecek?” demiş. İşte böyle bir çelişki içerisinde beyefendi bunu en sonunda 2,5 milyona indirdi güya. Şimdi bu şartlar altında bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın hesabı kulüp başkanlarımızdan kimse sesini çıkarmıyor…
Bu söylediklerimi 17 kulüp başkanından işitmeniz mümkün değil. Eh ben Don Kişot muyum kardeşim? O zaman ne oluyor, hiç hak etmediğim halde düşman kazanıyorum. Eski ve yeni dediniz ya, bu şartlar altında eski ve yeni federasyon arasında dağlar kadar fark var. Hani derler ya eski çamlar bardak oldu!
Kulüplerimizin giderek borç batağına saplanması konusunda ne düşünüyorsunuz? Mesela dünya futbolunun en zengin kulüplerinden Arsenal 30 yaşını geçmiş futbolcularına bir seneden fazla sözleşme vermezken, bizim kulüplerimizin 32, 33, 34 yaşına gelmiş eski yıldızlara astronomik ücretler ödemesini nasıl karşılıyorsunuz? Bu borçlanma durumu gelecekte kulüplerin başını ağrıtır mı?
Bugün Fenerbahçe’nin sıklıkla tekrarlanan bir milyon üye rüyasının altında, o üyelerden toplanacak 50 lira, 100 lira ile kulübün mali portresini düzeltmek var ama hangi kulüp olursa olsun bu kadar açılmak bana göre akıl ve mantık işi değil. İstanbul kulüplerinin hasılat olarak bizden daha avantajlı oldukları bir gerçek ama diğerlerinin gelirleri ortada. Onun için Futbol Federasyonu ile Mali İşler Koordinatörlüğü kulüpleri sıkı denetlemeli, vergi borcu, transfer borcu olan kulüplere ciddi yaptırımlar uygulanmalı ve transfer yasağı getirilmeli. Bunu ben yapacak değilim. Futbolumuzun geleceği, kulüplerimizin idaresinin başarıyla devam edebilmesi ancak bizi yöneten, başımızda olan kuruluşun alacağı tedbirlerle olur.
Biz yine eskiye dönelim isterseniz. Yaşı yetmeyenler bilmez, siz 1978’de Gençlerbirliği’ne başkan olduğunuzda durum pek iç açıcı değildi. Bize o yılları, Gençlerbirliği’ni nasıl düze çıkardığınızı anlatır mısınız?
Ben Gençlerbirliği’ne üye olmadan önce, MKE’de avukat olan Yurdakul adlı bir arkadaşımız, 1970’li yıllarda beni Ankaragücü yönetimine almak istedi. Fakat o zamanlar Ankaragücü’nün başkanlığını Sabri Mermutlu yapmaktaydı. O da değirmenci, ben de! Bir gün bana, “Sen de yönetime giriyormuşsun ama bir yerde iki tane horoz olmaz!” dedi. O zamanlar Gençlerbirliği’nin başkanı Yahya Demirel’di ve otelci Avni Bulduk da kulübün yönetimindeydi. Avni abi bana, “Seni Gençlerbirliği yönetimine alalım” dedi. Ben de “Neden olmasın!” dedim. O yıllarda Gençlerbirliği 2. Lig’de kötü zamanlar geçiriyordu. Ben yönetime girdikten iki ay sonra Gençlerbirliği amatör kümeye düştü. Yahya Demirel ilk toplantıya gelmiş ama ikinci toplantıya gelmemişti. Onun üzerine genel kurulu topladık ve ben başkan oldum. Başkan olarak seçilince ilk işim yönetim kurulunu toplamak oldu ve bunu Allah rahmet eylesin Vehbi Koç’un kulübe verdiği Maltepe’de, Koç Yurdu binasındaki mekânda yaptık. Zaten o mekân olmasaydı bugün Gençlerbirliği olmazdı. Neyse… Yönetim kurulu yemeği için Tavukçu Hüseyin’e Ankara tavası siparişi verdik ama o da ne! Adam bize tavayı vermedi! “Niye vermiyormuş?” diye sorduğumda eskiden gelen 200 lira borç olduğunu söyledi. Ben, “Aman kimse duymasın” diyerek parayı verdim ve yemek sorununu bu şekilde çözdük…
Tabii takım amatör kümeye düştüğü için başkan olarak ilk işim Futbol Federasyonu Başkanı İbrahim İskeçe’yi ziyaret etmek oldu. Kendisine, “Bu kulüp 1923 yılında kurulmuş. Yani Cumhuriyet ile yaşıt. Üstelik başkentin takımı. Bize yardım edin, bizi 2. Lig’e alın” dedim. O da bana, “Bu benim yapabileceğim bir şey değil, Spor Bakanına gidelim” dedi. Birlikte Spor Bakanı Talat Asal’a gittik, durumu anlattık. “Olur” dedi ve İbrahim İskeçe’ye dönerek ekledi: “Ama Karşıyaka’yı da alın.” O dönem Karşıyaka da amatör kümeye düşmüştü ve Bakan İzmirli olduğu için onlara da destek olmak istedi. Velhasıl biz Karşıyaka ile birlikte tekrar 2. Lig’e döndük…
Gençlerbirliği, 2. Lige döndükten sonra da 1982-1983 sezonunda çok iyi bir kadro kurdunuz ve teknik direktörlüğe de Kadri Aytaç’ı getirdiniz. Ve o takım şampiyon olarak 1. Lige çıktı. O dönemde birçok takım için maliyeti oldukça yüksek sayılan bir hoca olan Kadri Aytaç ile nasıl anlaştınız?
Teoman Yamanlar’la birlikte güçlü bir takım kurmuştuk. Başına da Kadri Aytaç’ı getirmek istiyordum. O da bir sezon önce Mersin İdmanyurdu’nu çalıştırmıştı. Geçmişte rahmetli amcam Tayyar’la aynı takımda (Galatasaray’da) oynadığı için kendisini tanırdım. Telefon ettim, “Bana bir uğra” dedim. Fabrikam da o zaman Balgat’ta… Kadri Aytaç fabrikaya geldi. “Bu sezon şampiyonluk hedefliyoruz, seni de takımın başına getirmek istiyoruz” dedim. “Tamam, olur” dedi. “Şartların ne?” diye sordum. “150 bin lira isterim ama peşin!” dedi. Hemen zile bastım, veznedara, “Oğlum 150 bin lira getir” dedim. Çıkarttım parayı verdim ve Kadri Aytaç antrenör oldu. Eğer o anda parayı çıkartıp vermesem, yok, mümkün değil!
O yıllarda para hep başkanlardan, yöneticilerden çıkıyordu. Şimdi öyle bir şey yok; yayıncı kuruluş, sponsorlar, oradan buradan geliyor.
Evet, öyle.
Haftaya – İlhan Cavcav söyleşisi son bölüm
Ziya Adnan – Necdet Özkazancı