Arsene Wenger: Doğruları ve Yanlışlarıyla – 1…
Uzaklardan…
Arsenal’in, Fenerbahçe’yi zorlanmadan eleyerek üst üste 16. sezon Şampiyonlar Ligi’ne katılmaya hak kazandığı zamanlarda şu istatistiklere denk geldim Ada basınının çok okunan gazetelerinden birinde: Takımın en son kupa kazandığı 2005 senesinden günümüze 3.023 gün geçmiş. O süre içinde takımdan ayrılan 25 futbolcunun başka takımlarda kazandığı madalya sayısı 75… Kimler yok ki ayrılık rüzgârının savurduğu futbolcular listesinde: Henry, Fabregas, Nasri, Clichy, Van Persie, Vieira, Adebayor, Flamini, Reyes, Edu, Gilberto, Pires ve diğerleri…
2011 senesinde, 8 sezondan sonra Arsenal’den ayrılan Fabregas, Barça’da geçtiğimiz sezon şampiyonluk yaşarken, Samir Nasri ve Gael Clichy, Fildişili savunma oyuncusu Kolo Toure 2011-2012 sezonunda Manchester City ile şampiyonluk kazanıyor; bir sezon sonra o kupayı eski takım arkadaşları Robin Van Persie kaldırıyordu. Londra takımından ayrıldıktan sonra, yedi tepeli şehrimde iki şampiyonluk yaşayan Emmanuel Eboue’ye de selam çakalım bu vesileyle.
***
O futbolcuları zaman içinde takıma kazandıran Arsene Wenger; Arsenal futbol tarihinin ilk yabancı hocası, gelmiş geçmiş en başarılı teknik direktörü… 22 Ekim 1949 Strasbourg doğumlu, 1974 senesinde Strasbourg Üniversitesi’nde ekonomi mastırını tamamlamış. “Profesör” lakabı da aldığı eğitimden miras… Ada futbolundaki ilk zamanlarında, Paris St Germain’den yarım milyon Sterlin bedelle transfer ettiği 17 yaşındaki Nicolas Anelka’yı, iki sezon sonra Real Madrid’e 22,3 milyon Sterlin karşılığında satmış olması ekonomiyi iyi bildiğinin göstergesi. Fransızca, Almanca ve İngilizceyi iyi bildiği; İspanyolca, İtalyanca, Japonca konuşabildiği zaten biliniyor.
Profesyonel futbolculuk kariyeri üzerine fazla bilgi yok. Henüz 18 yaşında Fransa 3. Lig takımlarından Mutzig’de top koşturmuş. O dönemde oynadığı mevki bile bilinmiyor. Futbola ilk başladığı FC Duttlenheim’in başkanı Marcel Brandner, “Sahada olup biteni çok iyi gözlemler, takım arkadaşlarını oyunun akışına göre yönlendirirdi,” diyor. 1978 senesinde RC Strasbourg’la 12 maça çıkmış. 1981 senesinde aldığı teknik direktörlük diploması sonrası RC Strasbourg’un genç takımını çalıştırmaya başlamış…
1983 senesinde 2. Lig takımlarından AS Cannes’e yardımcı antrenör olarak gelmiş. Bir senelik deneyimden sonra Michel Platini’nin babası Aldo Platini’nin tavsiyesi ile Nancy takımının başına getirilmiş. O yıllarda AS Monaco’da teklif götürmüş kendisine, ancak Nancy başkanı Jacques Rousselot bırakmamış teknik direktörünü. 1987 senesinde takımın küme düşmesi vesile olmuş Monaco’ya gelmesine. 1995 senesine kadar bir şampiyonluk(1987-1988), iki ikincilik kazanmış. Sonrasında 1995-1996 sezonunda Japonya’da Grampus Eight macerası…
1996 senesinin Ağustos ayında, o dönem Arsenal’den kovulan teknik direktör Bruce Rioch’un yerine Johan Cruyff’un geçmesi beklenirken, kulübün 2. başkanı David Dein sürpriz bir kararla takımın yeni teknik patronu olarak onun adını açıklıyordu. Adı sanı duyulmamış bir futbol adamının Arsenal’in başına getirilmesini “Arsene Who?” (Arsene de kim?) başlığıyla duyuruyordu Londra’nın çok satan gazetesi “The Evening Standard”.
Futbolcusunun özel hayatından, diyetine, antrenman programına kadar tüm detaya önem veren bir teknik direktörün sorumluluğunda değişim başlamıştı. İngiltere’de çok fazla şeker ve kırmızı et tüketildiğinin altını çizerken, Japonya’da geçirdiği senelere dair gözlemi kayda değer:
“Their diet is basically boiled vegetables, fish and rice. No fat, no sugar. You notice when you live there that there are no fat people…” (Diyetleri kaynamış sebze, balık ve pirinçten ibarettir. Yağ ve şeker kullanmazlar. Ülkede yaşarken dikkatinizi çeken, kilolu insanların olmayışıdır…)
***
Arsenal kariyerinin ilk 9 senesi takdire şayan… O dönemde takım Premier Lig’i ikinciliğin altında bitirmedi. George Graham döneminde katı savunma anlayışıyla nam salmış takımın futbol felsefesini değiştirmiş, hızlı pas yapabilen, kanatları iyi kullanan, dikine oynayabilen hücumcu bir takım yaratmıştı. İzlenmesi keyif veren bir takım haline gelmişti Arsenal, günümüzün Barça’sı misali. Çoğunluk taraftarın pahalı transferler istediği zamanlarda, o kendi gençlerine şans vermek istediğini söylüyordu her fırsatta. Mourinho’nun, “Çocuk bakıcılığı yapmaktan takımını şampiyon yapamıyor,” cümlesi pek de haksız sayılmaz yani…
Premier Lig’i üç kez (1998, 2002, 2004) kazanırken, İngiltere Federasyon Kupası’nı dört kez (1998, 2002, 2003, 2005) kaldırdı. 2003-2004 sezonunda 49 maçta yenilgi yüzü görmemiş “Invincibles”ı (yenilmezler) kim unutabilir ki! Kalede Lehmann, savunmada Cole, Campbell, Touré, Lauren, orta sahada Vieira, Pirès, Ljungberg, Gilberto, hücumda buz adam Bergkamp ve müthiş golcü Henry. Günümüzde dünya futbolunun en iyisi kabul edilen Barca’nın bile böylesine uzun bir yenilmezlik serisi yakalayamadığını hatırlatalım…
Şimdilerde Katalan takımının oyun felsefesini sıkıcı bulanlar gibi, o dönemlerde de abartılı pas trafiği nedeniyle eleştirildiği oluyordu Wenger’in takımının. Sky Sport’un yorumcusu, eski futbolcu Andy Gray, “Sanki amaçları topu kaleye yürüyerek sokmakmış gibi oynuyorlar!” cümlesi ile özetliyordu durumu…
***
Bir de Wenger öncesi var, yeni nesil Arsenal taraftarlarının bilmediği. Onun göreve geldiği 1996 senesinin öncesinde başarıya fena hasretti Kuzey Londra’nın topçuları. Öyle ki George Graham döneminde hemen her hafta 1-0 biten maçlarına itafen “Boring Boring Arsenal” (Sıkıcı Sıkıcı Arsenal) tezahüratı yankılanırdı Ada tribünlerinde. Velhasıl o, yalnız başarıyı değil, futbola farklı bakış açısını da beraberinde getirdi. Japonya’da geçirdiği Grampus Eight günlerine dair enfes söyleşisinde okumuştum; Şöyle diyordu profesör;
“Sumo güreşi seyrederken öğrendiğim şey şu: Güreş bittiğinde asla kimin kaybettiğini anlamanız mümkün değil; çünkü kaybedeni utandırmamak için hislerini asla dışa vurmazlar!”
Böylesine bir bilge…
Haftaya: Arsene Wenger: Doğruları ve Yanlışlarıyla – II…
Ziya Adnan
20 Eylül 2013