Alman Zidane…
Uzaklardan…
Eylül 2013…
Real Madrid’in, müthiş açık Gareth Bale’i transfer ettiği günün hemen ertesinde…
Bernabeu Stadı’nı dolduran binlerce Real Madrid taraftarı, Bale’in adını haykırırken, takımdan ayrılması gündemde olan futbolcusunu da unutmuyor; satılmaması için kulüp başkanı Florentino Perez’e tezahürat yapıyordu. 2008-2013 arasında Real Madrid formasıyla 105 maça çıkmış ofansif orta saha oyuncusu, Avrupa futbolunda asist krallığını yakalamıştı. Takım arkadaşları arasında “Alman Zidane” olarak bilinmesi bu yüzden…
Ama dinlemedi başkan Perez. Yaratıcı orta saha oyuncusunun 42,4 milyon Sterlin karşılığında Kuzey Londra’nın yolunu tutmasına izin verirken, Cristiano Ronaldo başta olmak üzere tüm takım arkadaşları onun gidişinden duydukları üzüntüyü dile getiriyordu. Real Madrid’in oyun kurucusu Xabi Alonso, onu şöyle anlatmış: “Günümüz futbolunda nadir bulunanlardan… Oyunu çok iyi okuyor, tempoyu ayarlıyor, tek pasla rakip savunmayı kırabiliyor, maçı çeviriyor. Dar alanda tam bir top cambazı, gerektiğinde bitirici bir golcü… Bu özelliklere sahip kaç futbolcu var ki günümüzde.”
Sert savunmacı Sergio Ramos’un twitter hesabında, takım arkadaşının formasıyla çekilmiş fotoğraf karesi ve altına düştüğü şu not dikkat çekiyordu: ”The king of the assist” (Asist kralı)… Sanırım o fotoğraf karesi zamansız bir ayrılığa yakılan ağıttı.
***
15 Ekim 1988 tarihinde Gelsenkirchen’de dünyaya gelmiş futbolcu. Bizim topraklardan bir anne ile babanın üç çocuğundan biri… Zonguldak’ın Devrek ilçesinden, Almanya’ya misafir işçi olarak giden dedeleriyle başlamış göçün hikâyesi. Evlerinde hep Türkçe konuşulurmuş. (Yakın geçmişte NTV Spor’a verdiği söyleşide Türkçesinin fena olmadığına şahit olmuştuk.)
Çok küçük yaşlarda merak salmış futbola. Mahallesinde çocukların top oynaması için kafesle çevrilmiş küçük alanlarda geliştirmiş hünerlerini. Telefon kulübesinde çalım atabilmeyi, sürekliliği, sahada çabuk düşünüp uygulayabilmeyi “futbol kafeslerinde” öğrenmiş, reaksiyon yeteneğini o dar alanda oynadığı maçlarda geliştirmiş.
Avrupa’nın büyük şehirlerinde, sokakların çocukların futbol oynamasına müsait olmadığı kalabalık mahallelerde yer alan bu kafesler, “Monkey Cage” (Maymun Kafesi) olarak biliniyor. Günümüz futbolunda, birçok ünlü futbolcu bu kafeslerde geliştirmiş hünerlerini; tıpkı Ganalı-Alman Kevin Prince ve Jerome Boetang kardeşler, Wayne Rooney, Wesley Sneijder gibi. Tellerle çevrili futbol sahalarında, taç, aut, korner kurallarının uygulanmadığı, sürekliliğe ve çabukluğa dayanan “small sided games” (az adamla oynanan) oyunlarda… Saatlerce, günlerce bıkmadan usanmadan…
Futbola 1995 yılında, DJK Westfalia 04 Gelsenkirchen takımında başlamış. Okul öğretmenlerinden Christian Krabbe, “Sınıfta son derece utangaç, sessiz bir çocuktu, ama futbol sahasına çıktığında farklı bir kişilik çıkardı karşınıza, futbol oynarken sahaya hükmederdi” cümlesiye anlatıyor o zamanların minik talebesini. Futbola ilk başladığı yıllardaki takım arkadaşlarından Mirko Lange, “Gelecekte müthiş bir futbolcu olacağını bliyorduk” diyor ve ekliyor: “Bir maçta tek başına 10 gol atmıştı!” O yillarda onun için en büyük hoca babası, futbol öğretmeni ise kardeşi Mutlu imiş.
Westfalia’daki ilk futbol hocası Ralf Maraun, ilk karşılaşmalarını hatırlıyor: “Küçük, sessiz bir çocuktu. Ama futbol sahasında müthiş yetenekli bir futbolcu, takımın yıldızıydı. Henüz 8 yaşındayken, 12 yaş grubuyla top oynar ve sahada parlardı.”
***
2005 senesinde FC Schalke 04’ün genç takımlarında forma giymeye başlamış. İlk maçına 2006 senesinde cezalı durumda olan Lincoln’un yerine Bayer Leverkusen karşısında çıkmış. 2006-2008 seneleri arasında ofansif orta saha oyuncusu olarak 30 maçta FC Schalke 04’un formasını giymiş. (A) takıma yükseldiği günlerde “The next big thing” (geleceğin yıldızı) olarak görülmesi geleceğin habercisi… 2008 senesinin Ocak ayında, 4,3 milyon Euro transfer bedeliyle Werder Bremen’e gönderilmesine onay çıkmış.
İşin ilginç yanı, Schalke 04’e imza atmadan önce şansını bizim topraklarda denemiş genç futbolcu. Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın’nın devreye girmesiyle bir süre Galatasaray’da antrenmanlara çıkmış ama futbolu iyi bilen (!) yöneticiler, “Bu çocuk çok cılız, bundan futbolcu olmaz. Denemeye bile gerek yok!” diyerek yol vermişler. Yedi tepeli şehre kadar gelmişken şansını Beşiktaş’ta da denemiş ama onlar da “Bunda futbolcu tipi yok!” diyerek kapıyı kapatmış. Kısmet, yolu Başkent’e düşmemiş, Almanya’da yetişmiş yetenekleri bulmasıyla bilinen Cavcav’la kesişmemiş yolları. Yoksa, kim bilir…
***
Werder Bremen’de, o sezon Juventus’un yolunu tutan Brezilyalı oyun kurucu Diego’nun görevini üstlenirken yıldızı parlamış. Genelde öyle olur zaten,biri giderken yerini alanın bahtı açılır. (Bale’den sonra gelen Andy Townsend en güzel örneği). O sene kazandıkları Almanya Federasyon Kupası finalinde tek gol onun ayağından gelmiş. Sezon sonunda Werder Bremen’in, Shakhtar Donetsk’le karşılaştığı final maçında müthiş oynamış ama Bremen o maçı kaybetmiş. Bremen’de geçirdiği iki sezonda 71 maçta 13 golü, 32 asisti bulunuyor.
2010 Dünya Kupasında çıkardığı müthiş maçlar sonunda parlamış yıldızı, Avrupa’nın devleri onu transfer edebilme adına yarışa girmiş: Barcelona, Manchester United, Arsenal ve diğerleri… Barca işin içinde olunca rakip aşağı kalmaz elbet. Takvim yaprakları 17 Ağustos 2010’u gösterirken Real Madrid’e transfer olmuş. Rafael van der Vaart’ın, Tottenham’a transfer olmasından sonra boşalan 23 numaralı formayla ilk sezonu 25 asistle tamamlamış. İspanyol devinde geçirdiği üç sezonda bir şampiyonluk, iki de ikincilik yaşamış. 2010-2011 sezonunda “Avrupa’nın en iyi futbolcusu” ödülüne aday gösterilmiş, sıralamada ilk 10’da yer alan en genç futbolcu…
***
2013’ün Eylül ayında Arsenal’a transfer oldu Mesut Özil, futbol tarihinin en değerli Alman futbolcusu… Geçtiğimiz sezonlara iyi başlayamayan “Topçular” onun gelişi ile canlandı, hayat buldu. Bu yazının yazıldığı saatlerde Arsenal Premier Lig’de oynadığı 11 maçta aldığı 8 galibiyetle lider durumda…
“Top tekniğimi, futbol sevdamı Türk genlerimden, oyun disiplinim ve azmimi Almanya’da yetişmiş olmamdan aldım” diyor Mesut, geçmişte verdiği söyleşilerden birinde…
Keyifle izliyoruz…
Ziya Adnan
18 Kasım 2013