Uzaklardan…
Futbolculukları kadar alkole düşkünlükleriyle tanınan ve acaba kendilerine baksalardı ne olurdu dedirten yıldızların hikâyesi…
Çok zaman önce yine bu köşede kuzeyin yeşil ülkesinin efsane futbolcusunun hikâyesini yazmıştım. “Eğer bana üç kişiyi çalımlayıp 30 metreden Liverpool’a nefis bir gol atıp tribünleri ayağa kaldırmak mı, dünya güzeliyle beraber olmak mı diye sorsanız karar vermesi çok zor olurdu. Şanslı biri olarak her ikisini de yaptım. Ama birini 50 bin kişinin gözleri önünde!” demiş efsane George Best, Ada futbolunun gelmiş geçmiş en büyük âlemcisi, yeşil sahaların Beatle’ı. Madem konusu açıldı, futbol âleminde tiryakilikleriyle nam salmışları anlatalım bu yazıda, Yine Best’in tanımıyla alkol hariç, hayatındaki her şeyi çalımlamışları yâd edelim…
80’li yıllara yetişmiş Arsenal taraftarlarının gözdesidir Tony Adams, 10 Ekim 1966 doğumlu 1,90’lık stoper. 1980 senesinde Arsenal’in genç takımında başlayan ve 22 seneye uzanan futbol kariyerinde dört şampiyonluk kupası kaldırırken, üç sezonda Federasyon Kupasını, bir kez de UEFA Kupa galipleri Kupasını kazandı. 668 maçta forma giydi, 48 gol kaydetti. Futbolunun yanı sıra, o yıllarda çalkantılı yaşantısı yüzünden manşetlerden hiç düşmezdi. 1990 Mayıs’ında alkollü olarak karıştığı bir trafik kazası sonucu hapse mahkûm edildi. Dört aylık cezasının yarısını tamamladıktan sonra 1991 Şubat’ında serbest kaldı, alkol bağımlığı nedeniyle uzun süre tedavi gördü ama alkol illetinden kurtulamadı. “Addicted” (Bağımlı) adını verdiği, alkol ile savaşını anlattığı 1998 senesinin Mayıs ayında ilk kez yayımlanan biyografisi, o sene en fazla satan kitaplar arasında yerini aldı…
Ancak hatırlatmadan geçmeyelim, o yıllarda alkol Britanya futbolunun vazgeçilmeziydi, taraftarı da içmeyi severdi, futbolcusu da! Hatta statların içinde, topçuların maçtan sonra stres atmaları için “Players Lounge”ları bulunurdu ve maç sonrası alkol almaları normal karşılanırdı. Madem futbol işçi sınıfının oyunuydu, o oyununun içinde işçi sınıfının sevdiği, içki dâhil her şey olmalıydı. O yıllarda Arsenal, “Britanya futbolunun en büyük barı” olarak bilinirdi. Ve o barın değişilmezlerinden biriydi Adams, tıpkı takım arkadaşı Paul Merson ve Kenny Sansom gibi…
Adams’ın imdadına 1996 Kasım’ında teknik direktörlük görevine getirilen Arsene Wenger yetişti. Meseleyi bilenler, Fransız futbol adamının ilk icraatının Highbury Stadının içindeki barı kaldırmak olduğunu anlatır. Adams, Wenger’in uyguladığı katı kurallar ve alkol yasağı sayesinde futbola döndü, 1997-98 ve 2001-02 sezonlarında kaptan olarak sahaya çıktığı takımda iki şampiyonluk yaşadı…
GASCOIGNE’İN ÇARESİZLİĞİ
Adams kadar şanslı değildi Paul Gascoigne, en azından onun da elinden tutacak, kaldıracak bir Wenger olmadı hayatında. 17 Mayıs 1967 Dunston’da dünyaya gelmişti, yoksul bir ailenin dört çocuğundan biriydi. 1980 senesinde Newcastle alt yapısında başlayan futbol serüveni, 1985 senesinde A takıma yükselerek hız kazandı. 1992 senesine kadar süren Tottenham kariyerinde, 92 maçta 19 gol attı. 1992 sezonunun başında, 5,5 milyon sterlin karşılığında İtalya’nın Lazio kulübüne transfer oldu. Futbol sahalarındaki şöhreti ivme kazandıkça alkol bağımlılığı da o ölçüde arttı. Çocukluğundan beri severdi alkolü ve ne yazık ki tutkusunu hiç yenemedi. 1998 senesinde Southampton’da girdiği alkol koması sonucu hastaneye kaldırılmış, Everton formasını giydiği dönemde teknik direktörü Walter Smith’in ısrarı sonucu Amerika’da alkol tedavisi görmüştü. Çok iyi futbolcuydu, komikti, yardımseverdi. Hayatı hiç ciddiye almadı. Hep güldü, hep güldürdü. Ama o komikliğin altında yatan yalnızlık, kimsesizlik ve alkol bağımlılığı kaderi oldu. Tıpkı idolü George Best gibi, hep yarım kalmış bir hikâyeyi hatırlattı…
‘GREAVES GÜNDE 20 ŞİŞE BİRA İÇERDİ’
Ondan çok zaman önce dünyaya gelmiş Jimmy Greaves de futboluyla birlikte alkol ile anılanlardandı. 1957 senesinde Chelsea’de başlayan futbol kariyerinde A.C. Milan, Tottenham ve West Ham United’da top koşturdu. 2004 senesinde yayımlanan biyografisinde (Greavsie: The Autobiography) 17 yaşında evlendiğini, 19 yaşında milli takıma yükseldiğini, 26 yaşında dört çocuk babası olduğunu, 30 yaşında futboldan koptuğunu, futbol oynadığı zamanlarda çoğu gün 20 şişe bira içtiğini anlatır. Yatağının başucunda her daim bir şişe votka bulundururmuş, sinirlerini yatıştırma adına…
2003 Ağustos’unda The Guardian ‘a verdiği söyleşisinde 1977 senesinin beş ayını alkol bağımlığı yüzünden akıl hastanesinde geçirdiğini, 1978 Şubat’ında alkolü bıraktığını ve o günden sonra hiç içmediğini anlatır. Çoğu profesyonel futbolcu için en büyük trajedi futbolu bıraktıktan sonra yaşanır diyor o enfes kitabında ve devam ediyor: “Bilirsiniz, artık koşamayacak hale gelen atları vururlar. Benim zamanımda top koşturmuş topçuların bazıları da kendilerini o atlara benzetir. Hayatlarında futboldan başka bir şey yoktur ve keşke sonum o atlar gibi olsa diye düşünürler. Geriye tutunabilecekleri tek şey, alkol kalmıştır…”
Son sözü şimdilerin âlemcisi Mario Balotelli’ye bırakalım: “Basın, sigara ve alkolün performansımı düşürdüğünü söylüyor… Attığım her golden sonra onların şerefine içiyorum.”
Ziya Adnan
11 Nisan 2020