Alexander Hleb’le Highbury’i hatırlarken…

Alexander Hleb’le Highbury’i hatırlarken…

Uzaklardan…

Onu ilk kez 2005-2006 sezonunda, şimdilerde tarih olmuş o eski statta izlemiştim. Ah Highbury! Şimdi yerinde pahalı apartmanların yer aldığı o güzel futbol mabedi… Arsenal 2005 senesinin Mayıs ayında Federasyon Kupasını kaldırmış, ligi Chelsea’nin arkasından 2. sırada bitirmişti. Sezon sonunda takımın kaptanı Patrick Vieira, Juventus’la anlaşmış; ilk on birde düzenli olarak forma şansı bulamayan Jermaine Pennant ve David Bentley yeni takımlarına yelken açmıştı. Takımın orta sahasının takviyeye ihtiyacı vardı… Velhasıl Belaruslu’nun Arsenal’e gelişi o zamanlara uzanır…

2005 senesinin Haziran ayında, zamanın yabana atılmayacak transfer ücreti 15 milyon Euro karşılığında Stuttgart’tan Arsenal’e transfer olmuş, ilk resmi maçına sezonun ilk haftalarında Stamford Bridge Stadı’nda Chelsea karşısında çıkmıştı. 1 Mayıs 1983 Minsk doğumlu orta saha oyuncusu profesyonel futbol kariyerine çocuk yaşlarda Dinamo-Juni Minsk takımında başlamış, 1999-2000 sezonunda Bate Borisov’da göze battıktan sonra Avrupa takımlarının yolunu tutmuş. İlk durağı, 2000 senesinde 150 bin Euro transfer bedeliyle transfer olduğu Stuttgart. 2002-2003 sezonunda kırmızı beyazlar Bundesliga’yı 2. sırada tamamlarken, Şampiyonlar Liginde Manchester United’i elediklerini, teknik direktör Felix Magath’ın onu orta sahada oyun kurucu olarak oynattığını hatırlatalım. 2004 senesinin yazında Magath, Bayern Münih’in başına geçerken yeni gelen teknik direktör Matthias Sammer gideni aratıyordu. O sezon Stuttgart ligi 5. sırada bitirdi ama o Bundesliga’nın asist sıralamasında ilk sıradaydı… Muhtemel, Arsene Wenger’in de dikkatini çeken futbolcunun yaratıcılığı oldu. Malum, teknik kapasitesi, futbol zekâsı, yaratıcılığı yüksek topçuların gönlünde ayrı yeri vardır Fransız’ın. Kimilerine göre dâhi, kimilerine göre çocuk bakıcısı! Herkesin yıldız istediği zamanlarda kendi yıldızlarını yaratmayı seven ekonomi profesörü… Futbolcuya dönersek, orta sahanın sağında, tam da takımına alışmaya başladığı zamanlarda Belarus Milli Takımı ile çıktığı maçta sakatlandı, uzun süre takımdan ayrı kaldı. Arsenal’de ilk golü 2006 senesinin Ocak ayında takımının Middlesbrough’yu 7 golle geçtiği maçta…

2006 senesinin Şampiyonlar Ligi finalinde Barcelona’ya karşı 13 numaralı formasıyla orta sahanın solunda Fabregas’ın yanında oynadığını ve Arsenal’in o maçı 2-1 kaybettiğini hatırlayalım. 2015 senesinin Nisan’ında, Ankara’nın güzel insanlarının takımı Al-Karalar’da oynadığı zamanlarda, bir antrenman sonrası Gençlerbirliği tesislerinde yaptığımız söyleşide o maçı şöyle anımsıyor: “Kalecimiz Jens Lehmann oyunun başlarında kırmızı kart görmüş, eksik oynadığımız maçın son 15 dakikasına önde girmiştik. Thierry Henry kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda golü atsa büyük ihtimalle kupa Londra’ya gelirdi ama olmadı. Barça son 15 dakikada attığı 2 golle o maçı kazanarak kupayı kaldırdı. O maçı düşündüğüm zaman hala Henry’nin kaçırdığı gole yanarım…”

Yeri gelmişken belirtelim, Arsenal’de geçirdiği üç sezonun kariyerinin en mutlu zamanları olduğunu, hiçbir şehirde Londra’daki kadar mutlu olmadığını söylüyor. Eh madem konusu açıldı, Wenger hakkındaki düşüncelerini de soruyorum. Gülümseyerek cevap veriyor: “Babam gibiydi, sadece benimle değil tüm takım arkadaşlarımla iletişimi mükemmeldi. Kapısı herkese açıktı; sıkıntısı, sorunu olan çekinmeden kapısını çalardı. Düşündüğüm zaman, neden Arsenal’den ayrıldığımı inanın bilmiyorum. Sanırım kariyerimde yaptığım en büyük hata ve en büyük pişmanlığım bu oldu. Wenger takımda kalmamı istemişti ama ben Barça’yı tercih ettim ancak orada işler umduğum gibi gitmedi…”

Arsenal’de geçirdiği zamanlarda, kendisini en çok üzen maçın 2008 senesinin Şubat ayında Birmingham deplasmanında Eduardo’nun ayağının kırıldığı maç olduğunu vurguluyor: “O maça kadar lider konumda şampiyonluğu kovalıyorduk ama o maçta yaşananlar takımın ruh halini kötü etkiledi. Sakatlık o kadar ciddiydi ki, televizyon ekranlarında tekrarını göstermediler. Sahadaki futbolcuların yerde baygın yatan Eduardo’ya bakamayacak kadar şoka girdiğini anımsıyorum…”

Peki ya Barça günleri… 17 milyon Euro transfer ücretiyle geldiği Katalan takımındaki İlk sezonunda (2008–2009) üç kupa birden kazanmış ama takımda forma şansı bulamamış. Londra’dan sonra Barcelona’ya alışmakta zorlandığını, Stuttgart’ta geçirdiği kiralık zamanları, Pep Guardiola ile yaşadığı sıkıntıları anlatıyor. Guardiola, takımda düzenli olarak oynamasının mümkün olmayacağını ve kendisine başka kulüp bulmasını söylemiş. 2010-2011 sezonunda kiralık oynadığı Birmingham’da Arsenal karşı kupa kazandığını, ancak orada mutlu olmadığını dile getiriyor.

Peki, ülkemiz futboluna gelişi? 2012–2013 sezonunda BATE Borisov’da top koşturduktan sonra 2014 senesinin Ocak ayında Torku Konyaspor’a transfer olduğu malumunuz. O zamanları sorduğumda, gelişinden önce Konya’yı tanımadığını, ilk zamanlarında şehrin kültürüne alışmakta zorlandığını, teknik direktör Aykut Kocaman’la yıldızının barışmadığını anlatıyor. Ankara’da oynadıkları ve 5-0 kaybettikleri Gençlerbirliği maçından sonra Kocaman’ın başta kendisi ve Rangelov olmak üzere bazı futbolcuları takımdan göndermeye çalıştığını, oysa yenilginin sorumluluğunun tüm takımda olduğunu vurguluyor. Şimdilerde formasını giydiği Gençlerbirliği’ne gelince… Ankara’da mutlu olduğunu, iyi bir takımda oynamaktan keyif aldığını, sözleşmesinin sezon sonunda biteceğini anlatıyor. Gençlerbirliği’nde kalıp kalmayacağını sorduğum zaman verdiği cevap: “Zaman gösterir…”

Futboldan bunca konuşup Türk futbolu hakkındaki düşüncelerini de sormadan olmaz elbet. Süper Lig’de futbolun Avrupa liglerinden farklı ve yavaş oynandığını, Premier Lig ya da Bundesliga kadar taktiğe ağırlık verilmediğini düşünüyor ve şöyle devam ediyor: “Belki futbolcu arkadaşlarım bunu söylediğim için kızacaklardır ama Türkiye’de futbol duygu ağırlıklı oynanıyor; duygular bazen profesyonelliğin önüne geçiyor. Ayrıca Passolig nedeniyle boş kalan tribünlerin de maçların kalitesini etkilediğini düşünüyorum, zira futbolcular boş tribünler önünde oynamaktan keyif almazlar.”

Az futbolcuya nasip olacak parlak bir kariyer onun hikâyesi. Avrupa’nın en çok keyif veren üç liginde, üstelik üst düzey takımlarda forma giydi. Takım arkadaşları arasında kimler yoktu ki… Thierry Henry, Cesc Fabregas, Dennis Bergkamp, Lionel Messi, Andrés Iniesta ve diğerleri… 1 Mayıs’ta 34 yaşına basacak Alexander Hleb, ülke futboluna gelmiş en önemli topçulardan. Sanırım İstanbul takımlarından birinde forma giyiyor olsaydı manşetlerden düşmezdi. Yaklaşan doğum günü kutlu olsun, nice senelere…

(Söyleşi: Ziya Adnan – Necdet Özkazancı)

12 Nisan 2015

Hleble