Fuat Çapa ile Söyleşi – 2…
Ankara’dan…
Geçen Pazar günü, yine bu köşede Gençlerbirliği teknik direktörü Fuat Çapa ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümünü yayınlamıştık. Bu Pazar bıraktığımız yerden devamla…
“Ama bizim topraklarda uzun vade yok ki! Ben üç yıldır Türkiye’deyim, üç Federasyon Başkanı, üç alt yapı sorumlusu gördüm. Nasıl yönlendireceksiniz bu futbolu!”
Burada bir şey sorabilir miyim? Hani ortamlar farklı dediniz ya, Türkiye’de adapte olmakta zorlandığınız en zor şey neydi? Bunu futbol olarak soruyorum, mesela antrenman metotları mı, insanlara yaklaşım mı? Nerede zorlandınız?
İşin doğrusu her şeyde… Bir kere yaklaşım çok değişikti. Bakıldığı zaman, söylenen her şeye direkt olarak inanmamak, biraz daha mesafeyi korumak, işin detaylarına fazla girmemek gerektiğini burada öğrendim. O süreçte yaş ortalaması yaklaşık 30 olan bir takımla çalıştım. Bazı şeyleri bu futbolculara yeniden öğretmeye kalkarsanız haliyle sıkıntı yaşarsınız. Ben biraz da o detaylarla boğuldum. Ancak şunu da belirtmem gerekir: Ben, benzer süreci başka bir zamanda, başka bir takımda da olsa bir şekilde yaşayacaktım.
Sonra ne oldu?
O dönemde Kasımpaşa genel menajeri Süha Sidal ile tanışmıştım. Kendisi bana benim çalışma şeklimi ve oynattığım futbolu beğendiğini ve fırsat olursa gelecekte benimle birlikte Kasımpaşa’da çalışmak istediğini söylemişti. Belçika’ya döndükten sonra kısa süre orada çalışıp, devamında 3 yıl Hollanda’da görev yaptım.
Hangi takımda?
MVV Maastricht… Takım o dönem 2. ligdeydi. İki sezon çalıştım. İlk sezon çok iyi geçmişti. O sezon sonunda play-off’a kaldık ama finalde kaybettik. İkinci sezon biraz sancılı geçti. Kulübün bütçe sıkıntısından dolayı deneyimli futbolcuları göndermek zorunda kaldılar. Genç futbolcularla devam ettik. Yine de ligi yönetimle anlaşmış olduğumuz yerde bitirdik. O dönem Türk takımlarının yöneticileri sürekli bizi izliyorlardı. Ben RBC Roosendaal takımında göreve başladığımda, sözleşmeme, Türkiye’den bir teklif gelirse ayrılabileceğime ilişkin madde koydurmuştum.
Yani hayatınızda Türkiye hâlâ vardı…
Şundan dolayı: Burada başarısız olarak nitelendirilip gönderildiğim için… Yoksa Türkiye’ye dönmeyi açıkçası çok fazla düşünmeyebilirdim… Ama bir şekilde bunun böyle olmadığını, bir teknik adamın beş haftada değerlendirelemeyeceğini göstermeliydim.
Hocam sözünüzü balla keserek araya gireyim. Sir Alex Ferguson Manchester United’da göreve başladığı 1986 senesinden sonra ilk yedi senesinde bırakın kupa kazanmayı, kümede kalmaya oynadı ama hiç kimse onu kovmayı düşünmedi…
Türkiye ile Avrupa’yı bu konuda ayırmak lâzım. Şu anda kulüplerimizin yönetim tarzı Avrupa kulüplerinin 90’lı yıllarını andırıyor. İstikrar yok. Gerçi Gençlerbirliği için böyle bir şey söz konusu degil. İlhan bey 30-35 senedir başkanlık görevinde, kulüp menajeri 25 senedir görev yapmakta… Ama diğer kulüplere bakıldığında üç yılda bir başkan, iki yılda bir kulüp menajeri değişiyor. Her yıl bir yönetici çıkıp yerine yenisi giriyor. Böyle olunca bu olumsuzluk doğal olarak teknik adamlara da yansıyor. Çünkü başarısızlıkta, yönetici başarısız olduğunu kabullenmediği için sorumluluğu teknik direktöre yüklüyor…
Peki, sizce bu durum doğru mu?
Bence doğru değil. Kurumsallaşmadığımız için böyle olaylarla karşılaşıyoruz. Türkiye’de başkanlar çok önemli liderler… Çünkü sistemi, vizyonu onlar belirliyor. Avrupa’da ise oluşturulmuş bir sistem var. Göreve gelenler o sistemin üzerine çalışıyor ve sistemi nasıl geliştirebileceklerini düşünüyor. Örneğin Belçika üç buçuk sene hükümetsiz, başbakansız idare edildi. Açıkcası bunu Türkiye’de yapabilmek çok kolay değil…
Sizce gelecekte Türk futbolunda bu istikrarı sağlamak mümkün olacak mı?
Ben olacağına inanıyorum. Abdullah Avcı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da 4-5 sezondan fazla çalışmış olması, Ertuğrul Sağlam’ın Bursaspor’da üç buçuk sezon görev yapması, Mehmet Özdilek’in Antalyaspor’da beşinci sezonunu yaşaması, Aykut Kocaman’ın yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Fenerbahçe’nin başında olması, Fatih Terim’in Galatasaray’da istikrarlı olarak devam etmesi bence olumlu gelişmeler…
Bir futbol adamı olarak Türk futbolunu nasıl görüyorsunuz?
Hangi Türk futbolundan bahsediyorsunuz? Takımların ilk 11’lerinin yüzde 55’i yabancı olan bir ülkede, futbolcuların yüzde 20-25’i gurbetçi olan bir ülkede hangi Türk futbolundan bahsediyorsunuz? Yani Türkiye’nin İngiltere’den ne farkı var?
Ama İngiltere’de şöyle bir durum var: Yabancı futbolcu olarak oynayabilmek için belli kriterlerden geçmek gerekiyor…
Açıkcası sonuçta o kritlerler kimi heyecanlandırır? Beni en çok yabancılar değil de, Gençlerbirliği’nin alt yapısından yetişen çocuklar daha çok heyecanlandırır. Sürekli yabancılara bel bağlayan bir sistemde bir zaman sonra sıkıntılar başlayacaktır. Örneğin Abromovich futboldan elini eteğini çektiğinde Chelsea’nin durumu ne olacak?
İngiltere örneğinde, bu olumsuzluk milli takıma da yansıyor tabii…
Haliyle…
O zaman yabancı kısıtlamasının daha sert olması gerektiğine mi inanıyorsunuz?
Aslında olayı ikiye ayırmak lâzım. Avrupa’da mücadele eden kulüpler için yabancı kısıtlaması doğru olmaz. Ama şunu da unutmamak gerek: Galatasaray UEFA kupasını kaç yabancıyla kazandı?
Hagi, Popescu, Taffarel…
Demek ki doğru işler yapıldığı zaman doğru sonuçlar alınabiliyor. Çünkü futbol artık aynı zamanda bir ekonomi…
Ben Türkiye’de kulüplerin bu adaletsiz havuz sistemi içinde hak etmedikleri paraları kazandıklarını ve hesapsız harcadıklarını düşünüyorum. Mesela 35 yaşındaki Drogba’ya Avrupa’nın hiçbir kulübünün vermediği senede 4 milyon Euro’luk ücreti Galatasaray verebiliyor…
Doğrudur, Avrupa’da hiçbir kulüp bu parayı vermez ama Drogba’nın Türkiye’ye gelişi de önemlidir. Bizim futbolcularımız bile antrenmanda gol atınca “Di-Di-Di” diye seviniyorlardı. Birkaç hafta önce ise onunla karşı karşıya oynadılar. Dolasıyla Drogba futbolcularımız için rol modelidir. Drogba Galatasaray’a ve birlikte oynadığı arkadaşlarına, alt yapıdaki profesyonel futbolcu adaylarına çok şey katacaktır…
Peki, bunun bir mali külfeti yok mudur?
Vardır ama ödenen paralar gelecekte fazlasıyla çıkacaktır. Bakın, Galatasaray’da localar şu anda yok satıyor. Bizde ise durum farklı… Bizim gibi kulüplerin bu paraları harcama lüksü yok. Bizim, üreten kulüpler olmamız lazım…
Benim naçizane görüşüm, keşke Türk takımları kendi Drogba’larını çıkarabilse; mesela dört milyon Euro’yu alt yapılara yatırsak ve uzun vadede Arda ve Arda’lar çıkarabilsek…
Ama bizim topraklarda uzun vade yok ki… Ben üç yıldır Türkiye’deyim; üç Federasyon Başkanı, üç alt yapı sorumlusu gördüm. Nasıl yönlendireceksiniz bu futbolu!
Alt yapıları nasıl görüyorsunuz?
Bence bizim alt yapımızda çok yetenekli futbolcular var.
Ama malesef onları çıkarıp, parlatmak biraz zor, değil mi?
Çok kolay değil. Çünkü teknik adam olarak sen önce sonuç almak zorundasın. Var olmak istiyorsan, kulüpte kalmak istiyorsan iyi sonuçlar almak zorundasın. İngiltere’de Wenger’in takımı ezeli rakibine 8-2 mağlup oluyor ama hocası devam ediyor. Ne yazık ki bizim ülkede bu pek mümkün değil…
Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyoruz Sayın Fuat Çapa’ya…
Ziya Adnan – Necdet Özkazancı