Bir Dünya Kupası’nı Daha Iskalarken…

Bir Dünya Kupası’nı Daha Iskalarken…

Uzaklardan…

Brezilya’da oynanacak 2014 Dünya Kupası’na katılabilmek için Hollanda karşısına çıkan ve hüsrana uğrayan Milli Takım’ın karnesine bakalım önce. Grupta oynanan on maçtan dördünü kaybetti bizimkiler. Oynadığı ilk 6 maçtaki 18 puanın sadece 7’sini alırken, Fatih Terim’in gelmesiyle son 12 puanın 9’unu aldı, ama yetmedi. Malum, gazla bir yere kadar… Bize göre, futbol kalitesi bizim çok altımızda olan Romanya ve Macaristan grubu 2. ve 3. sırada bitirdi; biz ise Estonya’nın üzerinde 4. sırada…

Bize göre rahat yenmemiz gereken Macaristan, bizim takımla oynadığı iki maçtan beş puan çıkardı. FIFA’nın Ekim ayında yayınladığı dünya sıralamasında Macaristan 636 puanla 43. sırada, ancak Dünya Kupası kariyeri olarak bizim hayli üstümüzdeler. Futbolun geçmişteki efsanelerinden Ferenc Puskás’ın takımı, tarihinde dokuz Dünya Kupası’na katılmış. 1938 ve 1954 Dünya Kupalarında finale kadar yükselmişler. En son katıldığı 1986 Dünya Kupası’ndan sonra kupalarda boy gösterme şansını yakalayamamışlar. 10 milyonluk ülkenin, futbolun en önemli sahnesi kabul edilen Premier Lig tarihinde forma giymiş 11 futbolcusu bulunuyor.

Grubu 2. sırada bitiren Romanya FİFA sıralamasında 767 puanla 29. sırada… Onların da Dünya Kupası karnesi bizden daha iyi, en azından kupalara bizden daha fazla katılmışlar. İlk üç Dünya Kupası’nda Brezilya, Fransa ve Belçika ile birlikte yer alan dört takımdan biri… Sonraları gerileme devri yaşamış olsalar da toparlanıp 1970, 1990, 1994, 1998 Dünya Kupalarında yer almışlar. 1994 Dünya Kupası’nda Gheorghe Hagi liderliğinde çeyrek finale kadar yükselmişler. 20 milyon nüfuslu ülkenin 9 futbolcusu Premier Lig’de forma giymiş.

Grubu lider olarak tamamlayan Hollanda oynadığı 10 maçtan 9’unu kazandı. Grupta 34 gol atmışlar. FIFA sıralamasında 1136 puanla 8. sırada. Yaklaşık 17 milyon nüfuslu ülkenin yüze yakın futbolcusu Premier Lig tarihini süslemiş, kupalar kazanmış. 2012-2013 sezonunda 14 Hollandalı futbolcunun Premier Lig takımlarında forma giydiğini hatırlatalım. 1995-2006 arasında Arsenal’de üç kez Premier Lig şampiyonluğu yaşamış Dennis Bergkamp’e de selam olsun bu vesileyle…

***

Gelelim ülkemiz futboluna…

Türkiye FIFA sıralamasında Peru’nun hemen altında 670 puanla 40. Sırada… Kosta Rika (31), Cezayir (32), Honduras (34), İskoçya (35), Panama (36), Venezuela (37), Sirbistan(28), Slovenya(30), Yunanistan(15) ve hatta Ermenistan (38) listede bizim üstümüzde… Biz futbol ülkesi olduğumuza inanıyoruz ama ortaya çıkan fotoğraf çok başka… Son 50 senede sadece bir Dünya Kupası’na katılabilmiş takımın (o da play-off oynayarak), 2002 Dünya Kupası’nda elde ettiği üçüncülük dışında başarısı yok.

Milli takıma bakıyorum, 2002 Dünya Kupası’ndan bugüne geçen sürede takımda görev yapmış teknik direktör sayısı sekiz… Ama ortada ne sistem var, ne ekol, ne oyun felsefesi… Her gelen hoca kendi futbol felsefesini yerleştirmek, takımı gençleştirmek niyetinde… Ama gel gör ki sonuç hep hüsran… Kadroya alınan futbolcular en formsuz oldukları dönemlerde, kulüp takımlarında forma giyemedikleri halde banko sahada… Ülke basının yıldız diye parlattıklarının Avrupa’da talibi yok. Alt yapılar tümden ıskalanmış. 5 milyon Türk nüfusun yaşadığı Almanya’dan çıkan Türk futbolcu sayısı, 70 milyonluk ülkenin çıkardığından daha fazla…

Son sezonlarda, bilhassa şike sürecinde yaşananlara bakınca, futbolumuz kansere yakalanmış hasta misali… Futbolu yönetenler, kanseri asprinle tedavi etmeye çalışıyorlar ama hastalık ilerlemiş. Kafayı bir şehrin üç takımıyla fena bozmuş, rekabetsizlikle lanetli beter bir düzende hasta terminal durumda ama kimin umurunda!

Maç günleri yurdun dört bir yanında oluşan bomboş tribün manzaraları ve bunu hiç dert etmeyen hedefsiz Anadolu kulüplerinin yöneticileri… Kulüplere hak etmedikleri paraları öderken batma noktasına gelmış yayıncı kuruluş, hiçbir ülke televizyonunun yayınlamaya değer görmediği, bizden başka kimsenin ilgilenmediği yedi tepeli şehrin toz duman derbileri… Parasızlıktan, ilgisizlikten, sahipsizlikten sürüm sürüm sürünen asırlık kulüpler ve onlara inat halkın paraları ile desteklenen, taraftarı ve kökleri olmayan belediye takımları… Her transfer sezonunda har vurup harman savuran hesap kitap bilmeyen takımlarımız… 2013-2014 sezonunun başında, ülke futbolunun dört büyüğünün borcu 188,6 milyon Euro (482 milyon TL)…

Velhasıl ligimizin kalitesi ortada… Şike ile suçlanan bir kulübün başkanının futbolu yönettiği bir ülkede, Dünya Kupası’na gidememek futbolun bize verdiği en ağır ceza oysa…

***

Hollanda’ya yenildiğimiz günün ertesinde, çok satan gazetelerin birinde, “Teşekkürler çocuklar” manşeti vardı. Neden ve kime teşekkür ediyorlarsa! Sınıfta kalan çocuğa, derslere katıldığı için teşekkür etme mantığı aslında.

Oysa ülkede konuşulan futbol dilini değiştirmektir yapılması gereken. Futbol ülkesi olmadığımızı kabul edip, futbol sandığımız her şeyi yakıp yeniden başlamaktır. Futbola dair inandığımız tüm masalları unutmak, tüm klişeleri, şanssızlık nidalararını bir kenara bırakmaktır. Çoğunluğu mutlu etme adına oynanan, esas oğlanlardan ve figüranlardan ibaret oyuna son vermektir.

Bilir misiniz, UEFA ‘A’ lisansına sahip teknik direktör sayısı, İspanya’da 23.995, İtalya’da 29.420, Almanya’da 34.970 iken, Türkiye’de bu sayı 100’ü bile bulmuyor. Aynı teknik direktörler, aynı aşina yüzler o takımdan bu takıma savrulurken, hep aynı teranelerin içinde dönüp dolaşıyor ülke futbolu. Avrupa’nın en kaliteli liglerinden birine sahip olduğumuzu söyleyenler, sadece Türk’ün Türk’e propagandasıyla aldatıyor…

Daha önce de yazmıştım, maç günleri tribünleri dolmayan bir ülkenin futbolu ilerleyemez. Tecrübeyle sabittir; üç büyükler masalını tarihin tozlu raflarına kaldırıp, ülke futbolunda başka büyükler yaratmaktır çözüm. Oy potansiyelini artırma adına oraya buraya gıcır statlar yapmak değil, maç günleri o statları doldurabilmektir mesele. Futbolu Anadolu’ya yaymak, o güzel oyunu keyif alınacak hale getirmektir. Liginin kalitesini yükseltmek, ülke futbolunda rekabeti yaratmak, alt yapılarını parlatmaktır. Avrupa’nın en genç nesline sahip, futbolla yatıp futbolla kalkan ülkenin derdinin dermanı yine kendi içinde olmalıdır. Üstada saygımız sonsuz olsa da çare asla Drogba değil, Avrupa kulüplerinin peşinde koşacakları kendi Drogba’larını yaratmaktır.
Bazen kaybolduğun yolu bulabilmek için hikâyenin en başına dönmen gerekir. Her şeye yeniden başlamak için yalan rüyadan uyanmak gerekir.

Ziya Adnan
19 Ekim 2013